Gülzâr-ı Hâcegân
EY ALLAH’IN KULLARI KARDEŞ OLUN
Uhuvvet sözlük manası kardeşlik… Muhabbetten gelen bir yönü var. Tasavvuf terimi “ihvan”, o da kardeş anlamında. Hâce Hazretleri (ksa) yarenlerine tasavvuf terimi olan “sûfi” yerine ihvan demeyi tercih ederler. Sûfilik kul ile Allah (cc) arasında özel bir ilişki… Gizlilik var sûfilikte. İhvanlık (muhabbetle oluşan kardeşlik) Allah’ın emridir. Müslümanlar bu kardeşliği dışarı yansıtmalı.
“Aynı dili değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır.” buyuruyor Hz. Mevlana. Günümüzde Müslümanların duyguları aynı değil. Belki Kur’an, Sünnet, Hadis diyor hepsi. Ama bu kelimelerden, kavramlardan anladıkları ve hissettikleri şeyler çok farklı. Bu kelimelere yükledikleri anlam ve duygu çok farklı…
Duygular değişince kardeşlik bağları da azaldı Müslümanların. Cenâbı Hak Kur’an-ı Kerim’de kâfirler arasındaki bağı örümcek ağına benzetiyor… Kâfirler aralarındaki örümcek ağını sağlamlaştırmaya çalışırken, Müslümanlar oluşturdukları binanın tuğlalarını bir bir kırıyorlar, parçalıyorlar, dağıtıyorlar…
Hâce Hazretleri kardeşlerini namusu gördüğünü belirtiyor.
Kardeşini namus görürsen ona olan muamelen farklı olur. Onun derdiyle dertlenirsin. Müslümanlar kardeşlerini unuttular. Onların dertlerini, sıkıntılarını unuttular… Dünyanın dört bir tarafında çile çeken Müslümanları unuttular.
Hani biz bir vücudun azaları gibiydik… Hani bir yerimize bir şey olsa, onu bütün azalarımız hissederdi.
Afganistan cihadının yoğun olduğu günlerde cihad liderlerinden Rabbani, sayıca çok kalabalık olan bir Müslüman cemaate gider. Onlardan babaları savaşta şehid olan çocukları alıp onlara İslami bir eğitim vermelerini ister.
Cemaat lideri olan zat bu teklifi siyasi nedenlerden dolayı reddeder. Bunun üzerine Rabbani, dualarında unutmamalarını, dualarıyla yardım etmelerini ister… Bu isteği de geri çevrilir… Üzgün bir halde oradan ayrılır.
Duasında dahi Müslümanları anmaktan korkan anlayış… Kardeşinin derdini duana bile almayacaksan bu eller Allah’ın huzuruna nasıl kalkacak… Kalbinde kardeşine sevgi yoksa bu kalpler Allah’a nasıl yönelecek…
Enes bin Malik’den (ra) rivayete göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
Ey Müslümanlar! Birbirinize buğz etmeyeniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinizden (yüz çevirip arkalaşarak) ayrılmayınız. Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz. Bir Müslümanın din kardeşini üç günden fazla bırakması (küs durması) helal değildir.
Peygamber Efendimiz (sav) Ey Allah’ın kulları kardeş olun, buyuruyor. Kardeş olun… Birbirinize sımsıkı sarılın… Namazda omuzlarınız birbirine sürtünmekten aşınsın… Saflarınız sık olsun… Şeytan ve şeytani düşünceler aranızda gezmesin… Musafahalaşın… Birbirinizi günahlardan temizleyin… Selamlaşın… Muhabbet yayılsın aranızda… Gülümseyin… Sadakanız olsun bu muhabbetiniz… Erisin aranızdaki buzlar.
“Bizim için birbirini sevenleri sevmek bizim üzerimize vaciptir.” buyuruyor Hadisi kudside Cenâbı Hak (cc).
İmamı Azam (rha) hapiste kırbaçlanırken aynı anda talebeleriyle oturan İmam Hanbel (rha) de acıyla kıvranmaktadır. Kırbaçların acısını o da çekmektedir. Talebeleri İmam Hanbel’in sırtını açarlar. Sırtında kızarıklıklar olduğunu görürler. İmam Hanbel, “Onlar kardeşim İmamı Azam’ın kırbaç izleridir. O kırbaçlanırken ben rahat olamam” buyurur…
Aranızdaki mezhep, cemaat, tarikat taassuplarını yıkın artık ey Müslümanlar… Birbirinizle görüşün, sohbetlerinde bulunun, zikirlerine katılın… Nerede olursanız olun siz Hakk’ın yanındasınız.
Müslümanların kardeşliği insanların İslamiyete ilgisini artırmıştır. Onların birbirlerine düşkünlüğü düşmanlarına karşı heybetli yapmıştır müminleri. Müslümanların heybeti azalmışsa, ilgi çekmiyorsa hayatları kardeşlikleri zayıfladığı içindir.
Bugün Müslümanlardan yüz çevirenler, yarın hangi yüzle Allah’ın huzuruna çıkacaklar? Papanın elini sıkıp Müslümanlardan uzaklaşanlar Peygamber Efendimiz’in (sav) yüzüne nasıl bakacaklar?
Dünyada arkadaş olan iki Müslüman ahirette hesap günü karşılaşırlar. İkisinin de günah terazisi ağır gelmiştir. Anne, baba, eş kendi derdindedir… İkisi de arkadaşı için iyiliklerini feda etmeye hazırdır. Onların kardeşliği, muhabbeti ve fedakârlığı Cenâbı Hakk’ın rahmetini gayrete getirmiştir. İki kul da günahlarından affedilmiştir… Cenâbı Hakk’ı (cc) gayrete getirecek olan Müslümanların kardeşliğidir, muhabbetidir.
Topluca Allah’ın ipine sarılın buyrulmuşken, bu bölünmüşlük niye? Muhabbetsizliğimiz, ayrılığa düşmemiz rahmet yerine celal tecellisini çeker Müslümanların üzerine…
Ensar ve Muhacir dünyada emsali görülmemiş bir kardeşliği yaşadılar asrısaadette. Bu kardeşlik Allah’ı (cc) razı etmiştir… Allah’ı razı edecek amelleri unuttuk… Hizmette dahi şöhret peşinde koşmaya başladık… Gündemde olmayan, göz önünde bulunmayan hizmetler hep rafa kaldırıldı… Kurumlar ve binalara yatırım artarken en büyük yatırım olan insan unutuldu…
Müslümanlar hep etiketin ve etiketli insanların peşinden gitmeye başladı. Oysa günümüz etiketinin kıstasını Kur’an ve sünnet belirlememişti… Bol ünvan kazanıldı hayatta. Ama ihlâs, samimiyet, takva, sevgi ve kardeşlik öz değerler olmaktan çıkmaya başladı.
“Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” buyurmuş Yunus Emre. Yaratanını sevmeyi unuttuysa bu insanlar, yaratılanı nasıl sevsinler?
Allah’ı seversen, O’na ait ne varsa sevmeye başlarsın. Karıncayı incitemezsin O’na ait diye. Bir çiçeği koparamamış büyüklerimiz Hakk’ı zikrediyor diye. Mevla ile ilişkin düzelirse değil insanlar, bütün mahlûkatla aran düzelir.
Allah’ı kullara, kulları Allah’a hep Peygamberler sevdirmiş… Bu miras, kâmil varislerle devam ediyor… Onlar Hakk’ı hoşnut ve razı edecek bir topluluk oluşturmanın gayreti içerisinde olmuşlardır…
Peygamber Efendimiz ashabının içinde onları eğitti. Onlarla ağladı, onlarla güldü… Onlarla yedi, onlarla aç kaldı. Yoruldu, çalıştı ashabı gibi…
Bu yaşanmışlıkta öğrenildi her şey… Ashab O’nda (sav) gördü güzelliklerin hepsini… Kardeşliği, dostluğu O’nunla öğrendiler… Kardeşini kendine feda etmeyi yaşayarak öğrendiler… Kardeşlikleri imanlarından ayrı bir şey değildi. Kardeşlerine duydukları sevgi ve fedakârlıkları güzel bir erdem olsun diye değildi… Onlar imanları gereği kardeş oldular…
Kardeşlik imanî bir tavır olunca öyle kolay zedelenmemeliydi. Emri bil maruf ve nehyi anil münker (iyiliği emir, kötülükten men etme) gerekliydi. Bunlar yapılırken alınganlıklar olmamalıydı.
İncinmemek ve incitmemek kardeşliğin en önemli vasıflarından biridir. Hz. Ebubekir’in bütün vücuduyla cehennemi kaplamayı istemesi gibi sen de sevgini öyle büyüt ki, kardeşine küsme, darılma kapısı kalmasın kalbinde… Uhuvvet (kardeşlik) duygusu kalbine yerleşirse ortaya çıkan problemleri çözmeye çalışırsın. Yoksa problemleri bahane ederek Müslümanlarla olan ilişkini koparamazsın.
Nefsini ve şeytanı dinlersen bin dereden su getirip ikna etmeye çalışır seni… İmanını dinlersen böyle bir tercihin olmayacağını söyler sana.
Bu sevgi bağları kopmuşsa, kardeşlik zayıflamışsa gideceğin yer bellidir… İnsanlığa Allah’ın (cc) kurtuluş ipi olan, Peygamberimiz’in (sav) kâmil varislerinin yanına gidelim…
Hakk’ın hikmet meşalesi
Cemalullah’ın şulesi
Üveysiler efendisi
Hâce Yâkûb karşındadır.
Hâce Hazretleri (ksa)
Onlarda sevginin, kardeşliğin bitmediğini, en mutlu anlarında, insanın kendinden geçtiği yerde bile seni unutmadıklarını göreceksin.
Hâce Hazretleri (ksa) evlerinde tefekkür halindeyken Peygamber Efendimiz’in (sav) mübarek sırtları gözlerinin önüne gelir. Peygamber Efendimiz’in sırtı açıktır. Ve Peygamberlik mührü bütün güzelliğiyle ortadadır. Hâce Hazretleri sarılıp öpmek isterler. Söyleyemezler, gönülden isterler. Olumlu yanıt alınca, Peygamber Efendimiz’in (sav) mübarek sırtlarına sarılırlar ve Peygamberlik mührünü öperler. Muhabbetin doruklarını yaşadıkları o anda arkadaşları, kardeşleri aklına düşer. Onlar için de müsaade alır. Peygaberimiz’in (sav) “ümmetî” deyişinin mirasıdır bu anlayış. Yaşadıkları cennete seni de götürmek isterler.
Yakın arkadaşlarından başlayarak Peygamber Efendimiz’in (sav) sırtındaki mührü öperler. Hâce Hazretleri bütün arkadaşları için öpmek istemektedir… Peygamber Efendimiz beyaz bir çarşaf isterler… Çarşafı dörde katlayıp sırt üstü çarşafa yatarak sırtlarındaki mührün çarşafa geçmesini sağlarlar… Bunu dört parçaya kesip arkadaşlarına götür, bunları ziyaret etsinler, buyururlar.
Hâce Hazretleri (ksa) o sevinçle kendilerine gelirler.
Ya Rabbi, bizi bizden çok seven,
Bizi bizden çok düşünen,
Bizi bizden çok koruyup kollayan,
Bize bizden çok vefa gösteren, Habibin Peygamber Efendimiz’i (sav) ve O’nun kâmil varisi, mürşidlerimizi bize gönderdiğin için sonsuz hamd u senalar olsun… Bu nimetin için ne kadar şükretsek azdır…
Biliyoruz ki; onları üzersek, ne yapsak bizden razı olmazsın… Onları sıkıntıya sokarsak, celâllenirsin…
Yine biliyoruz ki; biz onları hoşnut edersek, Sen de bizden hoşnut olursun… Biz onları razı edersek, Sen de bizden razı olursun… Biz onları seversek, Sen de bizi seversin… Biz onlara dost olursak, Sen de bize dost olursun…
Ya Rabbi, dostluğumuzda ve kardeşliğimizde samimi olmayı bize nasip eyle… Dostlarımızdan ve kardeşlerimizden bizi ayırma. Sevdiklerinden bizi ayırma…
Mevlâm Senden temennamız, budur
Bizi güzel Muhammed’den ayırma
Bize şefaatçi ancak O’dur
Adı güzel Muhammed’den ayırma.
Yunus Emre
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
TESLİMİYET SEVENLERİN HÂLİDİR
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrında hoş, lutfun da hoş
Yunus Emre
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve rahmet edici/esirgeyicidir. (Ve yine) De ki: Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez.“ (Ali İmran 31-32) buyuruyor Yüce Mevla’mız Kur’an-ı Kerim’de .
İslâm ve teslimiyet aynı kökten gelir. İslâm Allah’ın (cc) emirlerine, Peygamberimiz’in yoluna teslimiyetin adıdır… Bu yoldan sıddıklar, şehitler, salihler yürüdüler… Sana da açıktır bu yol…
Hâce Hazretleri (ks) en yakın dostları benim Ebubekir’im dedikleri Mustafa Abi’ye (20 yıl önce) sorarlar: “Beni bildiğin, tanıyabildiğin kadarıyla benimle var mısın?” Cevap:
-Evet, varım. (Ahlâk, feda, fena, hizmet, sorumluluk… Hepsi bu “varım”ın içinde.)
Sana sorulduğunda teslimiyetin ne olur? Sen de var mısın?
Birçoklarıyla başlandı bu yola… Samimiydiler, muhabbetliydiler, Allah (cc) için buradaydılar… Dünyayı, menfaatini, nefsini araya koyan uzaklaşıp gitti.
Tarık Bin Ziyad İspanya’yı fethetmek için Cebeli Tarık boğazını gemilerle geçer. Karaya çıktıktan sonra bütün gemilerin yakılması emrini verir. Geriye dönüş yoktur artık… İspanya fethedilir, Endülüs olur.
Sen de gemileri yak kardeşim… Nefsin ve şeytan geriye dönüşün olmadığını görsün. Hâce Hazretleri (ks) gemilerin yanında bulunan ufak filikaları da yakın, buyuruyor. Nefsin senden ümidi kalmadığını bilsin artık… İmandan sonra küfür ne acıdır bir mümin için. Sevginle bütün gemilerini yak ki gönlünde fethi gerçekleştiresin…
Sevgi itaati doğurur sende. Necip Fazıl’a üstadı Abdülhakim Arvasi Hazretleri (ks) “Benimle nereye kadar varsın? diye sorar. Necip Fazıl’ın üstadına cevabı “Cehenneme kadar!” olur. Bu imanı, bu teslimiyeti sende sağlayacak olan şedit bir muhabbettir.
Seversen Bedir’de sayıca düşmana karşı az olduğun halde Mikdat bin Esved (ra) gibi Allah Rasulü’ne (sav) sen ne emredersen onu yaparız… Sen nereye gidersen biz de ardından geliriz, dersin. Yahudiler gibi Hz. Musa’ya “Sen ve Rabbin gidin savaşın.” demezsin.
Etlerin demir taraklarla da ayrılsa, ateş çukurlarında yansan da dininden, imanından, sevginden vazgeçmezsin… Korkmazsın, gidişinin Hakk’a olduğunu bilirsin.
Hubeyb Bin Adiy (ra) misali müşriklerin elinde şehadete giderken, “Değil benim ye-rimde olmasını, O’nun (sav) ayağına bir diken batmasını bile istemezdim.” dersin.
Hz. Ali (ra) misali kendi hayatını feda edip, Rasulullah’ın (sav) yatağına yatmak istersin. Teslimiyet doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden ne taraftan gelirse gelsin saldırı, atılan silâhlara dostuna değmesin diye kendini siper etmendir. Böyle olunca Ebubekirleşirsin… Ebubekir kapısı açılır sana… Böyle bir anda naz makamında dua yükselir Hakk’a (cc) senin için…
Teslimiyet kulluğunu unutmamaktır. Rabbini unutmamaktır. Kendini sevdiğine feda etmendir.
Teslimiyetinde zayıflarsan, sana anlatılanları dinle. Hz. İbrahim’i (as) dinle… Ateşe atılırken Cebrail’i (as) bile istemedi... Ateş gül bahçesi oldu ona… İsmail’i (as) kesmedi bıçak… Yunus (as) balığın karnından kurtuldu… Bıçak kesmez, ateş yakmaz, su boğmaz… Allah (cc) izin vermezse bütün dünya bir araya gelse sana zarar veremez.
Kulluğun Hak’la pazarlığa dönüşmesin… Teslimiyetinin sonucu ateş yakmaz deyip Hz. İbrahim’e (as) verilen gül bahçesini bekleme… Bıçak kesmez deyip koç bekleme… Hz. Zekeriya (as) misali ağaç kovuğunda kesilsen de Hak’tan yine razı ol. Yunus Emre’nin dediği gibi ne olursa olsun “Lûtfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilmelisin.
Hoştur bana senden gelen
Ya hil’at-ü yahut kefen
Ya taze gül, yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş...
Teslimiyet başına ne gelirse gelsin Allah’tan (cc) razı olmaktır. Hz. Hacer’in kıssasını dinle… Çöl ortasında yapayalnız bir kadın… Susadığından ağlayan bir çocuk… Gayret, teslimiyet ve bunun sonucunda ona ikram edilen dünyanın en güzel suyu… Zemzem… Teslimiyetin muhabbetinden gelirse kulluğun kemale gelir. Teslimiyetin dilinde zemzem olur Hacer misali…
Kulluk mutlak itaattir… İtaat edeceğin yeri bilmektir. Peygamber Efendimiz (sav) Ramazan’da Hz. Ali’den karpuz ister. Hz. Ali (ra) hiç tereddüt etmeden emri yerine getirir. Karpuzu getirdiğinde Peygamber Efendimiz sorar:
-Ramazan olduğunu bilmiyor musun ya Ali?
-Biliyorum Ya Rasulallah. Ancak bize orucu siz bildirdiniz. Biz oruç tuttuk. Siz yiyin derseniz biz orucu yeriz.
Teslimiyet emrin sahibini bilmektir. Emrin sahibini bilirsen tereddütsüz uyarsın. Emri, senden isteneni kendine göre yorumlarsan yerine getirmekte gevşeklik gösterebilirsin, Uhud’daki sahabeler misali okçular tepesini terk edebilirsin.
Hz. Ali (ra) Peygamber Efendimiz’in (sav) emriyle Mekke’ye haber götüren bir kadını yolda yakalar. Kadın bu durumu inkâr eder. Yanındaki sahabeler eşyalarını ararlar, bulamazlar. Hz. Ali kesinlikle bu mektubu bulacağını söyler. Ona bu emri Peygamber Efendimiz (sav) vermiştir. O (sav) kesinlikle yalan söylemez. Kadın durumun ciddiyetini görünce saç örüğüne sakladığı mektubu verir.
Takva, istenileni istenildiği gibi yapmaktır, buyuruyor Hâce Hazretleri (ks). “İşittik ve itaat ettik” ayetinde: işittik, anlayış; itaat, hizmet olup kulluğa dönüşmeli…
Ğavs Hazretleri (ks) bir gün mürşidleri Ahmed Haznevi Hazretleri (ks) ile yolculuk yapmaktadır. Bir yere gelirler, mürşidi Ğavs Hazretleri’nden (ks) beklemesini ister. O da tereddütsüz, hiç soru sormadan bekler. Mürşidi de bir şey söylemez. Ğavs Hazretleri’ni (ks) orada bırakıp yola devam ederler. Aradan uzunca zaman geçer. Ğavs Hazretleri mürşidim gelir de beni bıraktığı yerde bulamaz endişesiyle oradan ayrılmazlar. Aşırı rahatsızlık verecek derecede abdestlerine sıkıştıkları halde oradan uzaklaşmazlar. Hâce Hazretleri (ks) O’na bu ânı sorsaydım, belki hayatının en güzel dakikaları olduğunu söylerdi diye buyurmuşlardı.
Onun bu edebi, teslimiyeti çok hoşa gider. Abdülhakim Bilvanisi Hazretleri’ne Ğavslık burada verilir. Mürşidi hayatta olduğu için edeben ilân edilmez...
Hâce Hazretleri (ks) Ğavs Hazretleri (ks) dünyasını değiştikten sonra muhabbetinin şiddetinden ayrılık ateşiyle yanmaktadır… O’nun yoluna kendini feda etmek istemektedir… Canının kıymeti yoktur… O’nsuz bir dünyada yaşamanın anlamı kalmamıştır… Fedanın eşiğinde baygın düşen Hâce Hazretleri (ks) bu halden uyanınca başucunda Ğavs Hazretleri’nin terliklerini bulur. Terlik yolu, izi simgeler… Bu yolu devam ettirmesi istenmiştir Hâce Hazretleri’nden (ks). Teslimiyet sevenlerin işidir… Sevmeyenin ameli düzgün olsa da niyeti Hakk’a ulaşmaz.
Bir hristiyan kızına âşık olup her şeyi terk eden şeyhlerinin durumunu Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne (ks) bildirirler. Geylani Hazretleri onlara, “O zaman siz niye buradasınız, bu nasıl bağlılık?” diye sorar. Mü-ridlerin ısrarı üzerine onlara şu nasihatte bulunur:
“Gidin oralarda zikir halkaları kurun. Oralarda Allah’ı (cc) zikredin. O, zikrin sesini duyarsa özündeki hakikati tekrar hatırlayacaktır.”
Müridler gider ve Geylani Hazretlerinin dediği gibi yaparlar. Zikri işiten şeyh kendine gelir ve tekrar eski haline kavuşur.
Müslümanlar ölüm anındayken onlara zikir telkin edilir imanını kaybetmesin diye… Ölü kalplerimizi diriltecek sesi bulmalı değil miyiz? Rabbimizle ilk buluştuğumuzda “Elestü bi Rabbiküm” sorusuna verdiğimiz “Belâ” cevabını, bu gaflet dünyasında unuttuysak zikir, sohbet meclislerine gidelim… Allah nidaları, yakarışları bize özümüzdeki kulluğu hatırlatacaktır…
Müslüman İslam’da, imanda, sevgide kemale ulaşmak istiyorsa bir mürşidi kamilin nazarına, sohbetine ihtiyacı olduğunu unutmamalıdır. Onun özü susamıştır buna… Bu dünya çölünde seraplarla kandırılan insanlara mürşidi kâmiller vaha gibidir… Tertemiz, berrak su fışkırır oradan. Sana ikram edilen abı hayattır. Özün bununla hayat bulacaktır…
Bütün eşya senin hizmetine sunulmuşken, sen Allah’a hizmet edesin diye yaratıldın. Bir müslümanın Cenabı Hakk’a sunacağı en büyük hizmet O’nun sevgilisi Peygamber Efendimiz’e (sav) benzemektir, O’nun ahlâkıyla ahlaklanmaktır…
A’dan Z’ye her şeyiyle bütün hayatını ittiba edeceğin yaşam Üsve-i Hasene olan Peygamber Efendimiz’le (sav) belirlenmişken sen kime tabi oluyorsun… Tarikat-ı Muhammediyye nesli pak varisi kâmil olan mürşidlerle sana ulaşmışken hangi yoldan gidiyorsun Hakk’a… Peygamber’i rehber edinmeyen, sünneti hayat düsturu yapmayan yollar Hakk’a vasıl olmaz.
Hâcegân yolu Peygamber’i rehber edinenlerin, O’na teslim olanların yoludur. Senden önce bu yolu Ebu Bekir’ler, Ali’ler, Hasan’lar, Hüseyin’ler yürüdü… Onların amelini işlersen sen de onlar gibi olursun. Hz. Ebu Bekir’in teslimiyetini gösterirsen Ebu Bekirleşirsin…
Cemalin şûlesinden âlemler gülşen oldu,
Sünnetinle iktida edenler hep necat buldu,
Kimi Sıddık, kimi Faruk, kimisi Zinnur oldu,
Sen şefiel müznibin’sin dahilek ya Resûlallah...
Hâce Hazretleri (ks) ihvanlarına sünneti yaşamayı, sünnete teslim olmayı, sünneti aşka dönüştürmenin yolunu öğretir sohbetlerinde… Onlardan birer Muhammedcik olmalarını ister…
Ya Rabbi sevgilinin ahlakıyla ahlaklanıp birer Muhammedcik olmayı bizlere nasib eyle… Anlayışımızda, imanımızda, amelimizde O’na (sav) tabi olmayı bizlere lûtfet…Sevdiklerinin yolundan bizleri ayırma… Sevdiklerine hizmet edebilmeyi bizlere nasib eyle… Senin bize sevgin O’nu(sav) seçip rahmet olarak bize göndermendir. Bizim sana sevgimiz O’na (sav) olan bağlılığımızdır.
“Muhammed” Allah ile kulu arasındaki aşk kelimesidir. Ya Rabbi Bu kelimeden (aşktan) tatmayı bizlere nasib eyle… Ve bu nimetini daim eyle..
Amin...
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN’DA GÜLLER YETİŞİR
Gönül ne çay ister ne kahve;
Gönül muhabbet ister, çay kahve bahane.
Hâcegân meclislerinde çaylar muhabbetle demlenir, muhabbetle içilir. Çaylar aşk olur içenlerin gönlünde… Huzur, sevgi olur. Çaylar kalpteki yağı çözerken, sohbetler anlayıştaki gafleti giderir. Adeta çay yerine sohbetler içilir bu meclislerde.
“Çay için!..” buyuruyor Ğavs Hazretleri (ks). Çay için ve sohbetleşin… Sevgiliyi anlatın birbirinize. O’nun ahlakını, anlayışını, dostluğunu, muamelesini konuşun… Her şeyiyle O’nu tanıyın.
Usve-i Hasene olan Peygamber Efendimiz’i (sav) tanıyın. O’nun (sav) özlediği, “sevgili kardeşlerim” dediği Allah dostlarını konuşun… Onları konuşmak, onlardan bahsetmek dilinde sohbet olur, gönlünde muhabbet…
Hâce Hazretleri’nin (ks) ihvanları bir dönem iş yerlerini küçük mescidlere çevirmişlerdi adeta. İbadetler orada huzurla yapılır… Çaylar muhabbetle içilirdi. Sevgilinin sohbeti yapılırdı. Hâce Hazretleri “Dünyayı aramıza koydunuz bu alışkanlıkla rınız da azaldı.” buyuruyor.
Bir insan muhabbetinin manasını anlamak istiyorsa masivaya karşı olan muamelesinden öğrenmelidir.
Evliyaullahtan biri, bir çocuğu bal yerken görürler ve “Senin adın ne?” diye sorarlar. Çocuk iştahla yediği baldan başını kaldırır, soruya “bal” diye cevap verir. Bu cevap Evliyaullahın çok hoşuna gider. Yanındakilere bu çocuktan güzel derviş olur, buyuruyor. Yaptığı işe rabıtası çok kuvvetli… Bizim yöneldiğimiz şeyler, bizim ballarımız neler acaba? Biz adımızı, kimliğimizi, kulluğumuzu unutup nelere yöneliyoruz?
Sevginin çekici bir yönü vardır. Neyi seversen osun, değerin sevdiğin şey kadardır.
Hâce Hazretleri’nin (ks) bir ihvanı Erzurum’dadır… Çayı ocağa koydum siz gelmeden içmem, der. Sevginin şiddeti Hâce Hazretleri’ni (ks) oraya çeker.
Erzurum ihvanları uzun süre görmedikleri Hâce Hazretleri’ni (ks) özlemişlerdir. Bir muhabbet halkasında özlemlerini dile getirerek Cenâbı Hakk’a(cc) yalvarırlar. Hâce Hazretleri’ni (ks) görmek isterler. Ertesi gün cumadır. İhvanları İstanbul’da Hâce Hazretleri’ni Cuma namazına beklerken, haber Erzurum’dan gelir… Sevgi ve muhabbet Erzurum’a çekmiştir O’nu (ks).
Yine bir gün Erzurum’dan İstanbul’a gelirler… Ertesi gün geri dönerler. Herkes şaşırmıştır bu dönüşe. O’nun (ks) bu geri dönüşü muhabbetinin şiddetindendir. O sana böyle gelirken, sen nereye gidersin, neyi özlersin hayatında…
Sevgi varsa mesafeler kısalır, sevgi yoksa yakınlıklar uzaklaşır…
Muhabbetin çekiciliği olduğu gibi, muhabbetsizliğin de iticiliği vardır. Eğer bir bölgede kardeşlik, muhabbet azsa… nefislerinden kaynaklanan problemleri kardeşliklerinin önüne geçiriyorlarsa nimet elden kaçabiliyor. Muhabbet dostu çekerken, muhabbetsizlik dostunu uzaklaştırır bizden…
Muhabbet kardeşliği kuvvetlendiren bir bağdır. Muhabbetle müminler bir binanın tuğlaları gibi olurlar.
Hiçbir yakınlık, akrabalık olmadan, menfaat olmadan sırf Allah rızası için birbirini seven Müslümanlar, kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgeleneceklerdir.
İki kişi Allah (cc) için bir araya gelse üçüncüsü Allah (cc) olur. İnsanlar birbirini tanıdıkça severler, Allah’ı sevdikçe tanırlar…
“Allah, bir insanda iki kalp yaratmadı.” (Azhab-4)
“Aşk, Allah’ın kula gelişidir.” buyuruyor Hâce Hazretleri (ks). Kalbini bu aşka hazırladın mı? Cenâbı Hakk (cc) gönlüne nazar ettiğinde neler görüyor, hiç düşündün mü? Hz. İbrahim’de (as) sevgi ve muhabbet görüyor…. Ona Halilim (dostum) diyor. Hz. İbrahim (as) Halilullah oluyor.
Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbet meclislerinde kalbi Allah (cc) muhabbetiyle çarpan gençler görülür. Onların yüzlerinden muhabbet yayılır o meclise. Ateşin etrafında dönen pervaneler misali âşıktırlar o Güle. Hepsi o muhabbet yağmuruyla Gülzar-ı Hâcegân’da (Hâcegân’ın Gül bahçesi) bir gül olurlar.
Semazenler sema döndü,
Aşk muhabbet ile yandı,
İhvanlar hep aşka kandı,
Hâcegânlar tekkesinde.
Hâce Hazretleri (ks)
Onlardan gül kokusu yayılacak etrafa. Gülzar-ı Hâcegân’ın kokusu yayılacak. Onlar gönüllerinde taşıdıkları muhabbeti sunacaklar insanlara.
Muhammedî bir ahlaka, Muhammedî bir sevgiye ne kadar da susamış insanlar. Muhabbetin kaynağı Peygamber Efendimiz’dir (sav). Sen sünneti yaşadıkça O’nu yaşatacaksın… Sen hayat bulacaksın, seninle tüm dünya hayat bulacak.
Sünneti sevgiyle üzerimizde taşımak… Sakalını Peygamber Efendimiz’i (sav) sever gibi hürmetle sevmek… O’nun diye sevmek… Sarığını, misvağını sevgiyle taşımak…
Zamanın arkasına sığınıp bahane üretenler, yaşadıkları dini kime sunacaklar. Peygamber sevgisi sadece dilde, kuru bir şekilde olmaz. Ahlakında, anlayışında, yaşantında, fikrinde O’nun boyasıyla boyanırsın.
Aşkın deryasına dalsak,
Orda hazineler bulsak,
Mürşid rengine boyansak,
Hâcegânlar tekkesinde.
Hâce Hazretleri (ks)
Âşık maşuğunun rengine boyanır. Kendini, varlığını, nefsini çıkarır aradan. Bize bakıldığında Allah hatıra gelmiyorsa, boyamız çabuk siliniyor demektir. Muhabbetinle İslam’ı, imanı, ihsanı, ihlâsı kök boya gibi işle üstüne, çıkmasın hemen... Bırak da nakkaşlar senden güzel bir kul deseni çıkarsınlar… Seni Hakk’a sevdirsinler.
Bu yolun nakkaşları onlarda iman, ihsan, ihlâs deseni çizer… Çizilen desenin tâcı aşktır… Çünkü bu yol aşk muhabbet yoludur… Bu yol Rah-ı aşktır… En kısa kestirme yol: Şüttar yoludur (aşıklar yolu). Zahmetlidir, çilelidir… Fakat Hakk’a giden en kestirme yoldur…
Bu yola sevgisiz birini kabul etmemişler… Eşeğini seveni dahi almışlar da, sevgisiz birine kapıyı bile açmamışlar…
Sevgi bu yolda insanın azığı olur, tahammülü olur… Hâce Hazretleri’nin buyurmasıyla “Tuzsuz taş yalarken” sevgi onun tuzu olur…
Hâce Hazretleri (ks) bazı sakal bırakan ihvanlarını görünce çok sevinirler. Buyururlar ki, “Sizi Peygamber Efendimiz’le tanıştırmak, sizi O’na sunmak istiyorum.”
Onlar senin aşkından Ya Rasûlallah, Sana benzemeye çalışıyorlar.
Senin güllerin şimdi Gülzar-ı Hâcegânda yetişiyor Efendim… Senin varislerin sana sunmak üzere güller yetiştiriyor bu bahçede…
Ahlakımızla, anlayışımızla, muhabbetimizle sevdiklerine sunulan güller eyle bizi…
Dostlarının bahçesine bizi de al Ya Rabbi… Onların bahçesinde gül olamasak da ayrık otu olalım. Gülün kokusu sinsin üstümüze… Onların hatırına bizi de sev Ya Rabbi…
Rabbim sevdiklerini bize sevdir, sevdiklerine de bizi sevdir… Amin…
Bahçesinde gül olsam
Ocağında kül olsam
Kapusunda kul olsam
Sultan Abdulkadir’in
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
İHLÂSSIZ KALP ÖLÜDÜR
Hasan Basrî’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah’ın kendisine ilim verdiği kişiye Allah Teâlâ sorar:
-Öğrendiğinle ne yaptın?
-Yâ Rab! Onunla gece gündüz sana ibadet ettim.
-Yalan söylüyorsun!
Melekler de “Yalan söylüyorsun! Bilakis sen onunla ‘Filan adam âlimdir’ dedirtmek istedin. Zaten öyle de denildi!” derler.
Allah’ın, kendisine mal verdiği kişi... Allah Teâlâ ona da sorar:
-Sana nimet verdim. Onu nasıl kullandın?
-Yâ Rab! O mal ile gece gündüz sadaka verdim.
-Yalan söylüyorsun!
Melekler de “Yalan söyledin! Bilakis sen onunla ‘Filan adam cömerttir’ dedirtmek istiyordun. Nitekim öyle de denildi” derler.
Allah yolunda öldürülen kişi... Allah Teâlâ ona sorar:
-Sen ne yaptın?
-Yâ Rab! Cihad ile emrolundum ve savaşırken de öldürüldüm!
-Yalan söylüyorsun!
Melekler de “Yalan söylüyorsun; zira senin gayen ‘Filan adam kahramandır’ dedirtmekti. Nitekim dünyada iken böyle denildi” derler.
Hadîsi rivâyet eden Ebu Hüreyre şöyle diyor:
“Sonra Hz. Peygamber baldırlarımın üzerine bir çizgi çekerek şöyle buyurdu:
“Ey Ebu Hureyre! Bunlar kıyamet gününde kendileriyle cehennem ateşinin ilk tutuşturulacağı mahluklardır.”
Hâlisane yapmadığın, hissetmediğin ve sevmediğin sürece Hakk’ın kapısına, dergâhına yaklaşamazsın. Gönül kapıları kapalıdır sana… Âlim de olsan, şehit de olsan, malını versen de bunlar yüzüne vurulur. İhlâsla seversen, kulluğunu yaparsan, hizmetini nimet bilip sevgiyle sunarsan Rabb’ine, “Gönül kapım açıktır, çalmadan gir içeri.” buyrulur sana…
“İhlâs” kelime olarak “Has kılma, hâlis ve katıksız yapma” demektir. Kendinde bir şey bırakmamaktır… İhlâs, kendi nefsin için bir şey yapmamaktır, her şeyde Allah’ın (cc) rızasını gözetmektir…
Hâcegân yolu “terki terk” anlayışıyla ihlâsın zirvesini yakalamaya çalışmıştır… Dünyayı, arzularını, şehvetlerini, nefislerini terk etmişler… Yetmemiş… Ahiretlerini, ukbalarını terk etmişler… Yetmemiş… En sonunda terk ettikleri şeyi, terk etme duygusunu terk etmişler… Terki terk…
Yunus Emre ne güzel söylemiş:
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni
Cenâbı Hakk’ın (cc) zatıyla ilişki başladıktan sonra gayrisine bakmamışlar. Gözlerini, dillerini, fikirlerini, gönüllerini Hak’tan gayri şeylerden temizlemişler, ihlâsa erişmişler…
“Tarikatı Hâcegân, ihlâsı kazanabilmek için muhabbeti ilahiye tahsilidir.” buyuruyor Hâce Hazretleri (kuddise sırruh). Cenâbı Hak’la yakınlık, O’nun zatıyla ilişki ancak ihlâsla elde edilir. İhlâssız yapılan şeyler insanı Mevlâ’sıyla buluşturmaz. İhlâsla yapılan işlerin nimeti de büyük olur…
Ğavs Hazretleri’nin (ks) çobanı bir gün sahrada sürüleri otlatmaktadır. Yanına melekler gelir ve heybesini doldururlar. O da tek başıma bunu ne yapayım diyerek, heybesini alarak dergâha gelir. O anda Ğavs Hazretleri de (ks) oradadır. Mecliste o bölgenin zenginlerinden bir zat da vardır. Çoban heybesine daldırıp avucuyla meclistekilere sırayla bir şeyler verir. Ancak zahirde görünen bir şey yoktur. Oraya misafir gelen zengin adama sıra gelir. Ona vermeden yanındakine geçer. Diğer ihvanlara da heybesinden bir şeyler verir. Adam sitemle şikâyet eder: “Bu nasıl ev sahipliğidir, misafire bir şey verilmiyor.” Ğavs Hazretleri bu işi çobanın yaptığını, o yüzden ona sormaları gerektiğini söyler. Çobana neden böyle yaptığını sorarlar. O da: “Kurban, (ihvanları Ğavs Hazretleri’ne zaman zaman böyle hitap ederlerdi.) birincisi bu adam benim verdiğim şeye gönülden inanmıyor, itiraz ediyor. İkincisi bu adam buraya Allah (cc) rızası için gelmiş değil. Onun sürülerini haydutlar çalmış, onu sormak için gelmiş. Sürülerinin yerini söyleyin de gitsin…” der. Adam hatasını itiraf eder ve tevbe edip teslim olur.
O mecliste bulunan Hâce Hazretleri (ksa) “O akşam heybeden kendisine bir şey verilen herkes Peygamber Efendimiz’i (sav) rüyasında görüp, O’ndan bir şeyler aldı.”buyurdular.
İhlâs, takva her işleri,
Ne güzeldir cümbüşleri,
Can fedadır dervişleri,
Hâcegânlar tekkesinde.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
İhlâsla yapılan amellerin bereketi de çok oluyor. Çoban misali ihlâsla, hiçbir şey katmadan kendine verileni kardeşlerimizle paylaşabilmeyi Cenâbı Hak bizlere de nasip etsin.
Biz hadisi şerifte zikredildiği gibi ilmi âlim desinler, şehitliği kahraman desinler, malları vermeyi cömert desinler diye yapıyoruz. Manevi bir hal, zevk geldi mi ona sahip olmak için uğraşıyoruz. Hep kendimizi düşünüyoruz… Zannediyoruz ki, bize bir hal geldiğinde, bir keramet olduğunda biz kemale ereceğiz. Asıl kemalât ihlâsla maddi ve manevi beklentilerden uzak yalnız Hakk’ın rızasını arzulayarak kulluk yapmaktır.
Ğavs Hazretleri (ks) mürşidleri Ahmed Haznevi Hazretleri’ni (ks) ziyarete giderler. Bir zaman sonra mürşidi Ğavs Hazretleri’ne hilafet verirler ve onu memleketine hizmete gönderirler. Ğavs Hazretleri dönerken gönlüne “Ben âlimdim, insanların bana hürmeti vardı. Şimdi hilafet de verildi, insanların hürmeti nasıl olur…” düşüncesi gelir. Sonra bu düşüncesinden taaccüp ederler. Ve geceleri dergâhın tuvaletlerini gizlice temizlemeye başlarlar. Birileri görür de nefsim bundan hoşlanır diye de çekinmektedirler. Bu hal tam üç ay sürer. Bir gece yine tuvalet temizlerken fenerle birinin geldiğini görür. Gelen mürşidi Ahmed Haznevi Hazretleri’dir. Ğavs Hazretleri’nin nefsiyle olan bu mücadelesinden çok hoşnut olurlar.
İhvan arkadaşlarından biri rüyasında Ğavs Hazretleri’nin (ks) Suriye’den döndüğünü görür. Rüyasında dağ taş yerinden çıkmış Ğavs Hazretleri’ni takip etmektedir. Manevi nispet tekrar Türkiye’ye dönmüştür.
Yolumuzun büyükleri gönüllerine gelen ufak bir lekeden bile rahatsız olmuşlar ve onu temizlemek için çok çaba sarf etmişlerdir.
Kendini temizleyip, hâlisleşmenin adıdır ihlâs… Bedenin ihlâsı helalle, aklın ihlâsı tefekkürle, kalbin ihlâsı da aşkla oluşur, olgunlaşır.
Yediğimiz içtiğimiz şeylerde haram varsa bu bizde isyana, şehvete, riyaya dönüşür. Nasıl yediğimiz zararlı gıdalar vücutta hastalık oluşturuyorsa, şüpheli şeyler de manevi hastalıklar oluşturur.
Karadeniz’den bir ihvanı Ğavs Hazretlerine fabrikalarındaki çaycının namaz kılmadığını, cumayı da çokça terk ettiğini söyleyip ne yapmaları gerektiğini mektupla bildirir. Ğavs Hazretleri (ks) mektubu yanlarında o zaman çocuk yaşta olan Hâce Hazretleri’ne (ksa) okutur ve mektubun arkasına şunları yazmasını söyler: “Namaz kılmayan birinin çayını içersen zamanla ona karşı bir muhabbet hissedersin. Bu muhabbet sende ibadetlere karşı bir soğukluk oluşturur.”
Müslüman ihlâsını namazında, zikrinde, kalbinde kontrol edebilir. Namazında, zikrinde aklına ve gönlüne gelen şeyler en çok neyle meşgul olduğunun nişanesidir… İhlâsının göstergesidir.
İhlâssız, imansız, sevgisiz bir kalp ölü gibidir…
Yarabbi! Seyyid Abdulhakim ne büyük mürşid imiş,
Ölü kalbi dirilten bir tabib yetiştirmiş.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
Ölü kalpler bir mürşidi kâmilin nazarında, tasarrufunda, sohbetinde, irşadında hayat bulur. Hz. İsa’nın (ra) ölüleri dirilttiği gibi, mürşidi kâmiller de ölü kalpleri diriltmiştir. İmamı Azamlar, İmamı Gazaliler, Mevlana Halidler ilmin zirvesindeyken bununla yetinmemişler, bir mürşidi kâmile ihtiyaç duymuşlar… Ve adeta mürşidi kâmilin gönlünde yeniden hayat bulmuşlardır…
Yarabbi! Bizleri de bir mürşidi kâmilin bendesi eyle… Ölü kalplerimizi dirilt… Kamil bir imana, ihlâsa, ihsana, aşkına eriştir bizi…
Rabbim gönlümüzü sevginle doldur. Gönlümüzü kendine ve sevdiklerine rabt eyle. Arzumuz sana kul olmaktır. Kulluğumuzu daim eyle. Verdiğin nimetlere şükretmeyi bizlere nasib eyle. Rabbim sevdiklerini bize sevdir, sevdiklerine de bizi sevdir… Amin…
Sensiz dünyayı ukbâyı,
Gülüm n'idem, n'idem, n'idem,
Hûr u Cennetü'l-a'lâyı,
Gülüm n'idem n'idem n'idem…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
NEYLEYEYİM DÜNYAYI BANA ALLAH’IM GEREK
Mevlâ'm koma beni bana
Al gönlümü senden yana
Müştâkın oluben sana
Hu diyeyim döne döne
(Seyyid Nizamoğlu)
“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Ancak Allah’a hâlis ve pâk bir kalb ile varan müstesna.” (Şuara/88-89)
“Selim bir kalb ile gelin.” buyuruyor Rabbimiz (cc). Selim bir kalbe nasıl ulaşılır? Müslüman hayatı boyunca bunu öğrenmeye çalışmalıdır. Kulluğunu kemale erdirmesi kalbini kontrol ederek onu temiz, ihlâslı hale getirmekle mümkün olur.
Vukûfi Kalbî: Gönlüne yönelme hali… Hak’tan gayri her şeyden gönlünü temizleme… Selim bir kalbe ulaşma hali…
Cenabı Hakk’ın nazargâhı, tecelligâhı olan kalbimizi neyle meşgul ettiğimizi iyi düşünmemiz gerekir.
İnsan kalbini bir havuza benzetmiş büyüklerimiz… Diğer azalarımız ona akan birer musluk gibi düşünülmüş. İnsanın göz, kulak, el, dil vb. organlarından akan şeyler gönül havuzunu doldurmaktadır. Bu muslukların kontrol edilmesi gerekir.
Kulluğun zirvesi aşkın mekânı gönülde gerçekleşiyor. Gönlü kontrol edip muhafaza etme (Vukûfi Kalbî) nefesle başlıyor… Her nefeste Hak’la birliktelik (Hûş der Dem)… Adımlar (Nazar ber Kadem), yolculuklar (Sefer der Vatan), zikirler vuslata eriştiren birer vesiledir.
Hâcegân Yolu’nun büyükleri gönlü sevgiyle, ihlâsla, takva ile doldurmayı ve gönülde bunları tertemiz bir şekilde muhafaza etmeyi öğretmişlerdir.
İbrahim Ethem Hazretleri yolda bir gençle karşılaşırlar, onunla biraz sohbetleşirler… O gencin yıllardır görmediği oğlu olduğunu anlarlar. Oğlu büyümüş gencecik bir delikanlı olmuştur. Baba oğul yılların hasretiyle ve muhabbetiyle birbirlerine sarılırlar… İbrahim Ethem Hazretleri’nin gönlünde oğluna karşı çok büyük bir sevgi oluşur. Bir an gönlünü murakabe eder. Gönlünde oluşan bu halden mahcup olurlar. O gönlünü Allah’a (cc) vermişti… Bu sevgi onu korkutur. Allah’a yalvarır… “Ya Rabbi ya beni ya da oğlumu al.” diye dua eder. Oğlu oracıkta ruhunu teslim eder.
Büyüklerimiz duygularında bile O’ndan (cc) ayrı kalmaya dayanamamışlardır. Gönlün Hak’la dolu olursa, O’ndan gayri şeyler korkutur seni… İnsanların çirkin fiillerinden dolayı bile utanmadığı dünyada, Hâcegân Mektebi kalbini kontrolle (Vukûfi Kalbî) Allah’tan uzak duygularından bile utanmayı öğretir… Biz çoğu şeyi unuttuğumuz gibi Allah’tan ve Rasûlü’nden utanmayı da unuttuk…
Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) genç bir ihvanı, çarşaf giymek istediğini ama korktuğunu söyler. Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) korktuğu şeyin ne olduğunu sorarlar. Genç ihvanı da, çarşaf giydikten sonra çarşıda diğer tesettürlü bayanları görüp onların o süslü kıyafetlerine gönlüm meylederse, Allah’ı ve Peygamber Efendimiz’i incitirim diye korkuyorum, der. Hâce Hazretleri onun gençken taşıdığı bu duygusuna çok hüzünlenir, aynı zamanda bu haline çok sevinirler…
İnsana sevimli gelen şeyleri bildirmişti Cenabı Hak:
“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (Âl-i İmrân:14)
Gönlümüze yöneldiğimizde ayette zikredilen şeyleri mi buluyoruz? İşimiz, eşimiz, ticaretimiz, evladımız, ticari mallarımız… Bizi sevindiren şeyler bunlar mı? Bunları kaybettiğimizde mi üzülüyoruz?
Yoksa biz hâlâ bir kez bile rahmet nazarıyla bakılmayan dünya ve içindekilerini mi arzuluyoru?..
Gönlümüze yöneldiğimizde Cenabı Hak’la buluşuyor muyuz?.. O’nun sevgisi, O’nunla olmak bize yetiyor mu?
“Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” buyruluyor ayeti kerimede. Allah kuluna yeter… Kula düşen samimiyetle Rabbine yönelmek, ihlâsla Allah’ı zikretmek… Kulluk her yönüyle zikirdir.
Kişi ne ile meşgul olursa o olur. Zikre yönelirsen zakir, şükredersen şakir olursun. Kulluğu seversen “abd” olursun…
Kulluk sevgiyle yapılır. Alnımız secdeye giderken kalbimiz de secdeye gitmeli… Hûşû gönlün secdeye gitmesidir… Oruç açlıktan öteye geçip takvaya dönüşmeli gönlümüzde… Kurbanda ne et ne kandır murad… İstenen senin gönlündür… Zoraki, mecbu-riyetten yaptığın şeyler seni Mevlâ ile buluşturmaz.
İmamı Azam Hazretleri öğrencilerine ders anlatırken bir adam gelip ticaret mallarının olduğu kervanın soyulduğunu haber verir. İmamı Azam Hazretleri biraz murakabeden sonra “Elhamdülillah” der. Biraz sonra aynı adam gelir. Başka bir kervanın soyulduğunu, onun mallarını taşıyan kervanın kurtulduğunu söyler. İmamı Azam Hazretleri biraz murakabeden sonra yine “Elhamdülillah” der.
Bunu gören talebeler şaşırmıştır. İmamı Azam’a sorarlar: “Efendim, mallarınız kayboldu dediklerinde ‘Elhamdülillah’ dediniz, bulundu dediklerinde de ‘Elhamdülillah’ dediniz. Bunun hikmeti nedir?”
İmamı Azam Hazretleri talebelerine: “Kayboldu dediklerinde gönlüme baktım, onda bir üzüntü görmedim. Bu halime şükrettim ve ‘Elhamdülillah’ dedim. Bulundu dediklerinde de gönlüme baktım, bir sevin-me yoktu. Bu halime de şükrettim ve ‘Elhamdülillah’ dedim. Gönlüm Allah’la olmaktan o kadar mesrurdu ki, başka bir şey beni hüzünlendirmedi ve sevindirmedi.”
Geçmişte Peygamber Efendimiz’in (sav) yanında dünyayı arzulayanlar O’ndan uzaklaştılar. Bazıları Salebe misali iki koyunun peşine takılıp mahvolup gittiler. Bazıları savaşlarda öldüler, fakat şehit olmadılar. Kalplerinde dünya sevgisi vardı…
Bazıları da Hz. Sevban (ra) misali sevgilerinden, aşklarından sararıp soldular… Onlar da “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” müjdesine nail oldular.
Vukûfi Kalbî “Kişi sevdiğiyle bera-berdir.” hadisinin mânâsına vakıf olmaktır… Sevginin mekânında sevgiliyle buluşmaktır.
Neyleyeyim dünyayı
Bana Allah’ım gerek
Gerekmez masivayı
Bana Allah’ım gerek
Dertli dermanın ister
Kullar, sultanın ister
Âşık cananın ister
Bana Allah’ım gerek
Peygamber Efendimiz’in (sav) duası dilimizin ve gönlümüzün zikri olsun her zaman.
“Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.
Allah’ım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!”
Âmin...
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



