Gülzâr-ı Hâcegân

Salı, 28 Ocak 2014 09:43

AÇ GÖNLÜNÜ MEVLAYA

Aç gönlünü Mevla’ya,
Yalvar yüce Allah’a,
Tövbe, namaz, niyazla,
Sığın yüce Allah’a.

Peygamber Efendimiz (sav.) buyuruyor: ”Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur.” (Buhârî, Müslim) ve yine bir başka hadiste şöyle buyuruyor: “Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.”

Bize bahşedilen bu nimetlere hamdû senalar, Yüce Mevlâmıza (cc.) sonsuz şükürler olsun.

Peygamber Efendimizin (sav.) buyurduğu cennete insan bu dünyada nail olabilir. Kimi nimet için ister cenneti, kimi cehennemden korktuğu için... Kimi de Cenabı Hakk’la buluşacağı yer için cenneti ister. Büyüklerimiz burada bir şey göremeyen orada da bir şey göremeyecek buyurmuşlar. İnsanın Yüce Mevlâsıyla (cc.) buluşacağı zemin gönlüdür. “Mümin kulumun kalbindeyim.” buyuruyor Rabbimiz (cc.).

Kalplerimizi hazırladık mı buluşmaya, kavuşmaya? Özlemini çekiyor mu gönlümüz bu vuslatın?

"Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk
Pâdişâh konmaz saraya, hâne mamûr olmadan"

Gönüllerimizi Cenabı Hakk’ın (cc.) gelişine hazırladık mı? Kalplerimizi bu davet için temizledik mi? “Gad eflahâ men zekkâhâ (temizlenenler felaha erer)” buyuruyor Yüce Mevlamız (cc.).

Hâcegân yolunun esaslarından yedincisi Nigâh Dâşt: Kalbi havâtırdan korumak... Hakk’tan gayrı her şeyden kalbi temizlemek... Huzur halini muhafaza etmek...

Hâcegân yolu bir eğitimdir. İnsanı Rabbiyle buluşturacak bir eğitimdir. Daha ilk başta nefesine (Hûş dem der), yürüyüşüne (Nazar ber kadem), oturmasına (Halvet der encümen), yolculuğuna (Sefer der vatan) dikkat etmesi istenir. Bunlar kalbe giden yollar gibidir. Bunlara dikkat etmezse bu yollardan kalbine birçok havâtır, vesvese gelebilir.

Müslümanlar bugün birçok şeyin bombardımanı altındadır. Her taraftan saldırıya uğramaktadır. Bir taraftan şeytanın dört yönden saldırısına uğruyor. Kötü arkadaş ayrı bir düşman... Şehvet, dünya ayrı bir düşman, saldırıyor. Ve insanın en büyük düşmanı da kendi nefsi...

Bunlar gönlümüzü, duygularımızı, aklımızı işgal etmektedir.

İblis ve avanesi kalbe yerleştiğinde kalbi cennet bahçesi olmaktan, Hakk’ın evi olmaktan, vahdet köşesi olmaktan çıkarıyorlar. Kalp dünya çarşısı oluyor, şehvet merkezi oluyor, gaflet alanı oluyor...
İnsan kendi başına bazı şeyleri düzeltebilir. Dilini düzeltir, yalan ve gıybet konuşmaz. Gözünü düzeltir, harama bakmaz. Ancak insan kendi başına kalbini düzeltemez. Tek başına kalbinin düşmanlarıyla mücadele edemez.

Ğavs Hazretleri (Kuddise Sirruh) ve Hâce Hazretleri (Kuddise Sirruh) bir köye uğrarlar. Köyde sürüler olduğu için çoban köpekleri çok vardır. Ğavs Hazretleri (k.s.) sorar:

_ Bu köpeklerden birkaç tanesi üzerine saldırsa ne yaparsın?

Hâce Hazretleri (k.s.) elinde bir sopa varsa onlara vuracağını söyler. Ğavs Hazretleri (k.s.) bir tanesine vurursun diğerleri üzerine gelir, buyurur. Hâce Hazretleri elinde silah olursa onları vuracağını söyleyince, Ğavs Hazretleri(k.s.) aynı cevabı verirler.

Hâce Hazretleri (k.s.) sorudaki farklılığı sezerler ve cevabı Ğavs Hazretlerine (k.s.) bırakırlar. Ğavs Haazretleri (k.s.) sorduğu soruya cevaben buyururlar ki:

_ Ben olsam o köpeklerin çobanını çağırırım. Çobanına seslenirim.

Dünya, şehvet, şeytan ve nefs mü’minin üzerine saldıran köpek gibidir. İnsan bunlarla tek başına mücadele edemez. Çobana sığınmaktan başka çaresi yok. Allah (cc.) Kur’an’da “Fefirru ilallah” buyuruyor. Allah’a (cc.) firar edin, Allah’a (cc.) kaçın, Allah’a (cc.) koşun...

Nigâh dâşt Allah’a (cc.) sığınmaktır. Bütün havâtırdan, vesveseden, kötülüklerden Allah’a (cc.) sığınmaktır. Gönlünde Allah’a (cc.) kaçmaktır...

Allah’a (cc.) firar eden kurtulur...

Ashab-ı kiram efendilerimiz firarı Peygamber Efendimiz’in (sav.) yanında anladılar. Onlar için en güvenilir yer Peygamber Efendimiz’in (sav.) yanıydı. O’nun (sav.) yanından gönülleri Allah (cc.) sevgisiyle dopdolu bir şekilde kalkıyorlardı. Bazı sahabe efendilerimiz “Ya Rasulallah (sav.) senin yanında başkayız, senden ayrı olduğumuz zamanlar başkayız.” diye sorduklarında; Peygamber Efendimiz (sav.) “Eğer dışarıda da benim yanımda olduğunuz gibi olsaydınız sokaklarınızda meleklerle selamlaşırdınız.” buyurmuştur.

Onlar Peygamber Efendimiz’in (sav.) yanında imanın ve sevginin tadını aldılar. Kalpleri iman ve sevgiyle o kadar doluydu ki, başka sevgilere yer bırakmadılar. Gönülleriyle Allah (cc.) ve Rasulüne  (sav.) rabt olunmuşlardı (bağlanmışlardı). Onların rabıtları tamdı.

Günümüzde gönlü muhafaza etmenin (Nigâh dâşt) en iyi yolu Peygamber varisi insan-ı kâmillerin sohbet ve zikir meclisleridir. Orada onların tasarrufuyla müslüman bir koruma alanının, bir fanusun içinde gibidir. Dünyanın, nefsin ve şeytanın müdahalesi zayıflamıştır artık.

Şeytan bir gün camide namaz kılmakta olan bir müslümanı meşgul etmek ister. Bir türlü yanına yaklaşamaz. Bunu gören bir zat:“Ne yapıyorsun burda?” diye sorar. O da şu namaz kılan adama gitmek istediğini söyler. O zat: “Niye gitmiyorsun?” deyince, şeytan o namaz kılan müslümanın yanında yatan zattan çekindiğini söyler.

Şeytan namaz kılan müslümandan değil de, yanında yatan gönül ehli bir müslümandan çekinmektedir. Müslümanların mürşid-i kâmillerle irtibatı zayıflayınca korunma alanları da zayıflamıştır. Bunun sonucunda imanlarında ve sevgilerinde ciddi zaaflara uğramışlardır.

Hâcegân yolunun iki önemli özelliği vardır: Rabıta ve cemaat.

İkisinde de nefsinle, şeytanla beraber değilsin. Allah’ın (cc.) sevdikleriyle berabersin. Beraberlikten doğan bir muhabbet yayılır gönlüne... Enerji yüklenirsin...
Rabıtan senin için bir enerji kaynağı gibidir. Karanlık ortamlarda gönlünü, aklını aydınlatan ışık gibidir. Işık kaynağını Peygamber Efendimiz’in (sav.) nurundan alır. Gönül bu nurla aydınlanır.

Gönlü temizlemenin adıdır rabıta.
Rabıta gönlü Mevla’ya açmaktır.
Rabıta kulun Rabbine gidişidir.
Gönlü temizlenen kul huzura alınmayı bekler. Misafirini bekler gönlüne...
Mümin gönlünü açmıştır Mevla’sına....
Her kişi sevdiğini
Hanesine davet eder
Sevdiği anı severse
Davete icabet eder
Hâce Hazretleri (Kuddise Sirruh)
Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma… Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ebubekir’le Mekke’den Medine’ye hicret ederken mağarada ona şöyle söylemişti: “Lâ tahzen, innallahe meanâ”

Peygamber Efendimiz (sav) ona üzülme diyordu, Allah bizimle beraberdir. Kendimizi Hz. Ebu-bekir’in (ra) yerine koyalım ve bu sözü Peygamberimiz’den (sav)  işitmiş gibi iliklerimize kadar hissedelim… “Allah bizimle beraberdir.”

Hâcegân yolunun esaslarından biri de “Halvet der encümen”dir. Halvet der encümen: Halk içinde Hak ile olmak…

Evde, işte, çarşıda, pazarda… Nerede olursak olalım gönlümüz Allah (cc) ile olsun, O’nun (cc) zikriyle meşgul olsun… İnsanlarla birlikteliğimiz bizi Allah’tan (cc) gafil kılmasın. Hristiyanların dinlerini kiliseye hapsettiği gibi biz de dinimizi camilere hapsetmeyelim.

Cenab-ı Hak hadis-i kudsîde “Size şah damarınızdan yakınım.” buyuruyor. Bize düşen bu yakınlığı anlamak ve yaşamak… Kulluk bu yakınlığı anlamaya çalışmak değil midir zaten?

Allah dostları gönüllerinde bir an olsun Allah’tan gafil olmayı küfür saymışlar. Biz gönlümüzde nelerle meşgul olduğumuza bakalım.

Evliyaullahtan biri, bir camiye gidip orada bir vakit namaz kılar. İmamın gönlünün dünya ile aşırı meşgul olduğunu görür. Ertesi gün yine aynı camiye namaz kılmaya gider. Bu sefer sırtında bir sepet odun götürür. İmamın arkasındaki safta hemen namaza durur. Secdeye gittiklerinde sepetten odunlar yere dökülür. İmam sinirlenmiştir. Namazdan sonra o zata dönüp, “Hiç sepetle namaz kılınır mı? İşinizi dışarıda bıraksanız olmaz mı?” demiş.

O zat imama, “Ey imam, ben namazda sepetimle camiden hiç dışarı çıkmadım, sen ise gönlündeki şeylerle namazda hep başka yerlerdeydin, camiye hiç gelmedin ki...” der. İmam mahcup olmuştur.

Dünya ve işleriniz size Allah’ı (cc) unutturmasın buyruluyor. “Halvet der encümen” halk içinde dahi olsan Allah’la (cc) birlikte olduğunu unutmamaktır. Biz ise ibadetlerimizde bile Hakk’tan gafil yaşıyoruz.

Hz. Ebubekir (ra) neslinden bir zat, Bağdat’ta esnaftır. Her gece rüyasında Peygamber Efendimiz’le (sav) görüşürler. Peygamber Efendimiz’e (sav) yakınlıkları ve sevgileri ziyadedir. Bir vakit namaz kılarken dükkana bir müşteri gelir. Namazın son rekatında tahiyyattadır. O zat müşterinin zengin biri olup çok şeyler alabileceğini düşünür. Tahiyyatta, namazım oluyor diye Peygamberimiz’e salavat olan  “Salli ve Barik” dualarını okumadan selam verip namazı bitirir ve müşteri ile ilgilenir.

O gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sav) göremez. Ertesi gece ve yine birkaç gece rüyasında göremez. İçine dert düşmüştür. Bu ayrılık ateşi onu yakmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) salavatı terk ettiği için ona rüyada görünmemektedir. Tevbe, istiğfar ve dükkanını satarak Peygamber Efendimiz’le (sav) görüşme saadetine tekrar kavuşurlar. Artık dünya umurunda değildir o zatın. Yeter ki Peygamber Efendimiz (sav) onu kendinden ayırmasın ve sevgisinden mahrum etmesin.
Değer verdiğimiz şeyler bizim de değerimiz olur. Biz Allah’ın (cc) yanında kıymetli olan şeylere değer verirsek Cenab-ı Hak da bize değer verir. Biz onları sahiplendiğimiz ölçüde onlar da bizi sahiplenir.

Hâce Hazretleri (kuddise sirruh) askerdedir. Komutanı onu bir Allah dostunun yanına götürür. Birlikte sohbet yapılan meclise girdiklerinde  sohbeti yapan o zat sohbeti yarıda bırakıp susar ve murakabe yapar. Komutan yanlış bir şey yaptım mı diye çekinmiştir. “Efendim, o genci getirmekle yanlış mı yaptım?” diye sonradan sorar. “Evladım, öyle birini getirdin ki, yanlarında Şah-ı Nakşibendiler, Abdulkadir Geylaniler geldi. Biz de edebimizden sustuk.” buyurur. Gönlünde onlarla olmayı arzularsan misafirin olurlar. Onlar gönül misafirleridir.

Hâce Hazretleri (kuddise sıruh) ihvanlarından biriyle oturup sohbetleşirken kalbinde bir titreme ve ses duyulur. Biraz da muzip olan meraklı ihvanı sorar:  “Efendim bir ses duydunuz mu?” “Misafirlerimiz vardı, Ğavs Hazretleri geldiler.”  buyururlar. Bu olayı anlatan, Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) bu olay esnasında kendileriyle olan konuşmasına devam ettiğini nakleder.

Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) meclisinde oturanlar çoğu    sohbetlerinde buna benzer durumlar müşahade etmişlerdir. Sohbette adı geçen Evliyaullahın ruhaniyetlerinin orada bulunduğunu hissederler.
Bizim gönlümüzün misafirleri kim? Neleri davet ediyoruz gönlümüze? Kalbimizi hangi arzular, hangi şehvetler istila etti?  Bu kadar karışıkken gönlümüz, gönül sultanını davet nasıl olur…

“Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ede Hak
Gelmez saraya Padişah hane mamur olmadan”

“Halvet der encümen” gönül temizliğidir. İnsanın kalabalıklığı her zaman dışında olmaz. Yalnız kalsa bile gönlü çok kalabalık olabilir. Hele nefsiyle baş başa ise kalabalık olarak ona yeter. Şehvet gözüyle etrafta dolaşırsan gönlünü mahvedersin. Şehvet sadece kadına duyulan değildir. Araba, ev, eşya gibi şeylere aşırı ilgi de şehvettendir.

Tasavvuf yolunda “erbain” yapılır. Kırk gün dar ve küçük bir yerde, ibadetle, zikirle meşgul olunur. Nefsin şehvet ve arzuları kırılır.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) Müslümanların kimliğiyle, kişiliğiyle duruşunu bozmadan yaşamasını    erbaine benzetir. Müslümanlar mahallede, caddede, sokakta “Halvet der encümeni “ yaşamaktadır zaten. Bu toplumda yalnızdır Müslüman. Kıyafetiyle yadırganır, imanıyla yadırganır, yaşantısıyla yadırganır. Kendini anlatmaya çalıştığı zaman önce çevresindeki Müslümanlar karşı çıkar. “Halvet der encümen”i öğrenen Müslüman bunlardan etkilenmez.

İnsan bunu bir mürşid-i kâmilin yanında öğrenir. Okul: Hâcegân… Ders: Halvet der encümendir. İnsan bu okulda gerçek irşadın bir mürşid-i kamilin yanında olduğunu öğrenir.
Onlarla  yaşanılan her şey taze kalır insanda. Ne zaman onlarla yaşanılan şeyler hatırlansa oradan bir feyz akar insanın gönlüne… Huzur gelir, sekinet gelir kalbimize.
Peygamber Efendimiz’in  (sav) bir nazarıyla ashab-ı kiram olunmuş. İnsanların en güzel topluluğu oldular. “En güzel İnsan”ın mektebinde güzelleşmişler.

Bir mürşid-i kâmilin nazarındaki nisbeti farklı mı sanırsın? O nisbet tazeliğini ve canlılığını bugüne de taşımışlar. “Ara sende, bul sende.” buyrulmuş. “Halvet der encümen” insandaki bu sırrı bulmaktır. Cenab-ı Hak: “Sadıklarla beraber olun.” buyruluyor.

Salihlerle, şükredenlerle, sabredenlerle, muhsinlerle…  beraber olun.

“Halvet der encümen” sadıklarla, salihlerle birlikte olmaktır.

Halvet der encümen, “Size şahdamarınızdan yakınım.” hitabını anlamak ve ona göre yaşamaktır.

“Halvet der encümen” sohbet meclislerinde, zikir meclislerinde, mürşidin nazarını, sohbetini kana kana içmektir.

“Halvet der encümen” bir mürşidin gönlünde huzura ermektir.

Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma… Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir.                    

Kademinin tozu sürme gözüme,
Eşiğindir Hacerül Esved yüzüme,
Zâtı pâkin kıble olmuş özüme,
Sohbettesin, kelamdasın, sözdesin.                                                                                     
Hâce Hazretleri (kuddise sirruh)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 20 Ocak 2014 15:12

GÖNÜL KIBLESİNE GİDER

Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni
(Yunus Emre)    

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) Medine’de Özbekistanlı bir Müslümanla tanışırlar. Özbekistanlı Müslümanın hali çok hoşuna gider. Onun halini ifade etmek için ona “24 Ayar” derler. 24 Ayar altın gibi kaliteli bir Müslüman…

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) “24 Ayar”ın Medine’ye gelişini bir sohbetinde anlatmışlardı:

Özbekistanlı Müslüman bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sav) görür. Kâinatın Efendisi (sav) rüyasında onu çağırmaktadır... Sabahleyin rüyasını annesine anlatır. Ekinlerin hasat zamanıdır. Annesine hasatı yapıp onların parasıyla Medine’ye gitmek istediğini söyler.

Annesi oğlunun Peygamber’in (sav) emrine itaatteki gevşekliğine kızar. İnsan düşünmeden edemiyor. Günümüzde evlatlarını türlü dalaverelerle ehlullahın muhabbetinden sohbet meclislerinden alıkoyan analar babalar nasıl bir vebal altına girdiklerinin farkında mıdır acaba? Onları nelerden mahrum ettiklerinin bilincinde midirler?
24 Ayar’ın annesi ona ‘Hemen yola çıkalım.’ der. Davet eden Peygamber Efendimiz (sav) ise eğer, müsterih tut gönlünü, O, bizi kendisine ulaştıracaktır. Evlerini oradaki garip bir çobana verirler. Ona ekinlerini kaldırmasını, ahırdaki hayvanlara bakmasını ve artık geçimini bunlardan sürdürmesini söyleyerek her şeylerini ona bırakırlar. Ertesi gün yola koyulurlar.  

Ne malları vardır yanlarında ne de kimlikleri… Uzun bir yolculuktan sonra Özbekistan’dan Medine’ye gelirler…

Ravza’da bir vakit namazını kılarken yanına bir adam gelir. Namazdan sonra onunla görüşmek ister. Namaz bittikten sonra yanındaki adam ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sorar. “24 Ayar” başından geçenleri anlatır.

Yanına gelen Medineli Müslüman, kendisinin de Peygamber Efendimiz’i (sav) rüyasında gördüğünü ve ona yardım etmesini istediğini söyler. Medineli Müslüman 24 Ayar’ı ve annesini hurma bahçesi içinde bir eve götürür. Evde kalabileceklerini ve bahçenin bakımıyla ilgilenmelerini söyler.

Onu Özbekistan’dan çağıran Peygamber Efendimiz (sav) daha o gelmeden yerini hazırlamıştır.

24 Ayar aslî vatanına sefer etmiştir. Gönlünün kıblesi Peygamber Efendimiz’e (sav) kavuşmuştur.

Biz kendi ayarımızı düşündük mü? Kaç ayar Müslümanız?

Bizi 24 Ayar gibi belki rüyamızda Medine’ye çağırmıyorlar… Ama bizi Muhammedî (sav) bir imana, Muhammedî (sav) bir ahlaka çağırıyorlar. Medine’de yaşamıyoruz belki, ama yaşadığımız yeri Medineleştirebiliriz… Caddelerimiz Muhammedî cadde, sokaklarımız Muhammedî sokak olabilir.

Bize 24 Ayar gibi evini, barkını bırak da denilmiyor. Gönlümüzden onların sevgisini uzaklaştırmamız isteniyor. Mekânlarımız gibi gönüllerimiz de Muhammedîleşebilir. “Sefer der vatan” Muhammedîleşmektir. Aklın, fikrin, gönlün O’nunla (sav) bezenmesidir.

“Huş der dem”: Her nefeste Allah’la olmak… “Nazar ber kadem”: Ayakuçlarına bakmak… “Sefer der vatan”: Aslî vatana sefer etmek…

Her nefeste Allah’la (cc) olduğunun bilincine varan,

yürüyüşünde istikamet üzere

olan, aslî vatanına sefer etmeye hazırdır.

Biz bu yolculuğa çıkmaya hazır mıyız? Nefsimizin arzularından vazgeçip gönlümüze sefer etmek… Yoksa bu dünyada elimizde tuttuğumuz şeyleri bırakmak zor mu geliyor bize?

Ancak “kalb-i selim”le gidenlerin kurtuluşa ereceği bir güne biz ne hazırlıyoruz? Gönlümüz nereye sefer ediyor, nelerle huzur buluyor?

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) yollarını ifade ederken “aşk yolu” olduğunu ifade ederler. İnsan bu aşk yoluna girmişse âşık olduğunu söylüyorsa azık değil tahammül istemelidir.

Sabrın büyüğü Allah’adır (cc) buyruluyor.

Peygamber Efendimiz (sav) ‘Biz Allah ve Rasûlünü seviyoruz’ diyenlere, belaya hazır olmalarını buyuruyor. Çileye, sıkıntıya hazır olmak…

Hicret, ashabın (ra) yaşadığı en büyük sıkıntılardandı. Ashab-ı kiram dünyalık her şeylerini bırakıp sevgileri ve imanları için Medine’ye gitti. Hicret bir eğitimdi, bir okuldu onlar için. Bu anlamda “Sefer der vatan” kul olmanın mektebidir…

Hâce Hazretleri’nin üstadları Es Seyyid Muhyiddin Geylani el Bağdadi (kuddise sırruh) Hazretleri İstanbul’a gelir. İstanbul’u tanıtmak için tarihi ve dini mekânlara giderler. Kendileri o tarihlerde Anadolu yakasında ikamet etmekteler, gittikleri yer ise Avrupa yakasında. Yolda gezerlerken önlerine bir sail çıkar. Üstadları Hâce Hazretleri’nden (kuddise sırruh) o saile bir şeyler vermesini ister. O da hemen biraz para verir. Bir sokak değiştirirler önlerine bir sail daha çıkar. Üstadları ona da vermelerini ister, ona da verirler. Hâce Hazretleri’nde sadece dönüşe yetecek para kalmıştır. Önlerine yine bir sail çıkar. Üstadları yine bir şey vermesini isteyince Hâce Hazretleri cebindeki son parayı da verir. Para bittiği anda sailler de biter. Kısa bir zaman sonra Üstadları eve geri dönmek isterler. Hâce Hazretleri geri dönecek paraları olmadığını ifade eder. Bu konuşmayı yaptıklarında bir deniz kenarındadırlar. Üstadları üzerinde İlâhî cezbenin tesiri olan bir zat imiş ve “Denizden yürüyelim!” demiş. Hâce Hazretleri: “Olmaz.” demiş. “Bize para lazım. O parayla ancak geri dönebiliriz!” buyurmuş. Üstadları cebinden bir elmas çıkarıp: “Bununla geri dönebilir miyiz?” diye sormuş. Hâce Hazretleri: “Hayır.” demiş. Üstadları ceblerinden altın, zümrüt, yakut gibi mücevherler çıkarıp: “Bunlarla gidemez miyiz?” diye sormuş. Hâce Hazretleri yine “Hayır.” demiş ve bu olayın bir imtihan olduğunu anlamış. Kendi anlatımlarıyla: “Elimdeki mücevherleri bir kuyumcuya götürsem bütün sülalemi ömür boyu rahat içinde yaşatacak para alırım…” Hâce Hazretleri elindeki bütün mücevherleri denize dökmüş. Belki sülalelerine bir ömür yetecek serveti bir çırpıda denize atarlar, fakat tevekkül ve teslimiyet gibi saltanatların da sahibi olurlar.

Döker dökmez yanlarına bir araba yanaşır ve bugün bir hayır işlemek istediğini söyleyerek onları arabalarına alır. Yolda giderlerken arabanın sahibi kişiyle Hâce Hazretleri konuşurlar. O kişi: “Benim annem de bir tarikate bağlı.” demiş. Üstadımız sorar: “Kime bağlılar, ismini biliyor musunuz?” Cevaben der ki “Tam olarak bilmiyorum ama Bağdat’ta Muhyiddin Efendi diye bir zat imiş. O’na bağlı…”  Hâce Hazretleri konuşmalarını Arapça olarak üstadına nakleder: “Efendim bu arkadaşın annesi size intisaplıymış. Sizin ihvanınızdanmış…” Muhyiddin Efendi de o kişiye tesbihini vererek: “Evladım bunu annene ver bize dua etsin.” buyururlar…

“Allah (cc) kuluna yeter.” Anlayışı Müslümanlarda zayıflamaya başlayınca, Müslümanların dünyalık endişeleri arttı. Rızık kaygısıyla dinlerinden çok taviz verdiler.

“Sefer der vatan” Allah’a (cc) tevekkülün, teslimiyetin adıdır.

“Sefer der vatan” bir eğitimdir.

Gönül yolculuğunun adıdır. İnsanın nefsî arzularından vazgeçip Hakk’a gidişinin adıdır.

Aslî vatanına sefer edersen, müminlerin emiri iken Hz. Ömer (ra) misali sırtında fakirlere yardım çuvalı taşırsın.

Musab bin Umeyr gibi Mekke’nin en güzellerinden, en zenginlerinden olsan da Uhud’da şehid olduğunda üzerini örtecek kefen bulamazlar.

Ebu Zer misali sefere giderken deven seni geride bıraktığı için deveni çölde bırakıp Peygamber’e (sav) yetişirsin.

Abdurrahman ibn-i Revaha gibi savaşta parmağın yaralanırsa seni rahatsız etmesin diye parmağının üzerine basıp koparırsın. Nefsinin ve şeytanın geride ailen var, bahçelerin var seslerine aldırmaz, onun gibi şehit olmaya koşarsın.
Alaaddin Attar Hazretleri gibi Buhara’nın en zenginlerinden olsan da, pazarda elma satmak zoruna gitmez.

Mevlana Halid misali medresenin yani şimdiki üniversitelerin en gözde âlimiyken dergâhın tuvaletini temizlersin. Nefsin isyan etmek isterse sakalınla temizlemekle nefsini korkutursun.

Allah’a (cc) dost olabilmek için neler yapmışlar? Yaşadıklarını çile görmemişler ve asla şikâyetçi olmamışlar onlar.

Allah’a gidiş iki adım buyruluyor. Birincisi nefsini üzerine basmak, ikincisi Allah’a (cc) vasıl olmak.

Su kaynağından çıktıktan sonra denize kavuşuncaya kadar dağlardan, taşlardan akar gider. Bazen yukarılardan aşağılara düşer, bazen kayalara çarpa çarpa akar. Yolculuğundan vazgeçmez. Denize ulaştığında durgunlaşır, sakinleşir, huzura erer…
Korkma kardeşim aşk yo-lunda sefer ediyorsan Allah (cc) seni muradına eriştirir. İnsanın seferinin sonunda da huzur vardır.

Akan su temizdir. İnsanın zahiri seferi gibi, gönül seferi de onu temizler. Beden seyahatle sıhhat bulduğu gibi gönül de sıhhate kavuşur. Süflî arzularını terk eder. En büyük temizlik gönül temizliğidir.
“Sefer der vatan” gönül temizliğinin adıdır.

Kemale ermek kemalden bahsetmekle olmaz. Kamil insanlarla birlikte olmakla olur. Gerçek sefer kendi gönlünden evliyaullahın gönlüne yaptığın seferdir.

Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma… Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir.

Seninle olmak bize
Asr-ı saadet gibi
Yanına her gelmeyi
Bilmişim hicret deyi
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Perşembe, 16 Ocak 2014 16:25

GÖNÜL ADIMLARI

Hâce Hazretleri bir gün Ğavs Hazretleriyle beraber yürürken yolda bir taş görürler. Taş engel olmasın diye ayağıyla vururlar. Ğavs Hazretleri buyururlar ki: “Evladım neye vurduğunu biliyor musun? O taş Allah’ı zikrediyor.”

Kâinatta her şey Allah’ı zikreder. İnsan anne karnında başladığı zikrine doğduğundaki ilk nefes alışla devam eder. “Huş der dem” Hâcegân yolunun ilk esası… Her nefeste Allah’la (cc) olmak… Huzurda olduğunu bilmek…

İkincisi: Nazar ber kadem… Yürürken bakışını ayakuçlarına dikmek… Hâcegân yolunu sekiz esası nazargâh-ı ilahi olan gönlün, Allah’la (cc) olan birlikteliğinin korunması içindir. Bu esaslar hasta kalplerimizin ilacı, gönüllerimizin reçetesidir. Cenab-ı Hak yeryüzünde mümin kulunun gönlüne nazar etmiştir. Mümin gönül karışıklığına yol açacak her şeyden kaçınmalıdır. Allah (cc) gönlümüze baktığında aşkını, şevkini görmek ister.

İnsanın gönlünü etkileyen en önemli organlarından biri de gözleridir. Büyüklerimiz “Nazar ber kadem” demişler… Ayakuçlarınıza bakarak yürüyün… En güzel ahlâkı tamamlamak üzere gelen, en güzel örnek Peygamber Efendimiz (sav) yürürken sağa sola bakmaz, hızlı yürürlerdi.

İnsanın maksudu Rabbi’dir. Ve O’nun(cc) rızasına ermek matlubudur (isteğidir). “Nazar ber kadem” müminin maksuduna, matlubuna koşmasıdır. Bu bir aşk yoludur. Bu yolda dünyanın çekiciliği, sahte güzelliği seni aldatmasın. Sıkıntı ve çileler de seni yolundan alıkoymasın. Yolundaki engel ve sıkıntıları dert etmeden sabırla yürümelisin. “Bu yolda azık değil, tahammül isteyin.” buyuruyor büyüğümüz.

Kurbağalar kendi aralarında bir tepeye çıkma yarışı düzenlemişler. Sıcak bir günde yarışma başlar. Kurbağaların çoğu sıcakta, çevredekilerin de olumsuz sözleriyle yarışı terk ederler. Kurbağalardan bir tanesi sabırla, emin adımlarla diğer hayvanların da hayret dolu bakışları arasında zirveye çıkar. Yarış sonunda anlaşılır ki, zirveye çıkan kurbağa sağırdır. O hedefine kilitlendiği için çevresi onu etkileyememiştir.

Sen bu âlemlerdeki bütün varlıkların huzuruna, Cenab-ı Hak tarafından kulluk yarışı için çıkarıldın. Bu kulluk yarışında maksuduna, matlubuna, mahbubuna vuslatı hedeflemelisin.

Büyüklerimiz gönüllerinde aramışlar Yüce Mevlâ’yı. Gönüllerini etkileyecek her şeyden uzak durmuşlar. Nimete şükretmişler, sıkıntıya sabretmişler... Bir avuç toprak, bir avuç altınla eşit olmuş onların gözünde.

“Nazar ber kadem” Peygamberlerin, sıdıkların, şehitlerin yolundan yürümektir. Ayakları insanın istikamet yönünü gösterir. İnsanın ayaklarına bakması istikametini her an kontrol etmesidir.

Ayakuçlarına bakarsan eğer (Nazar ber kadem) senden önce bu yolu yürüyenlerin ayak izlerinden gidersin. Bayezid-i Bestami Hazretleri’nin bir müridi, mürşidini taklit olsun diye onun ayak izlerine basarak yürürmüş. Bayezid-i Bestami Hazretleri müridine dönerek:

--- Evladım, derimi yüzüp içine girsen ahlâkımla âhlaklanmadan bu iş olmaz, buyurur…

Onları takip etmek, onların izinden gitmek, Bayezid-i Bestami Hazretleri’nin deyimiyle onların ahlâkıyla âhlaklanmaktır.

“Nazar ber kadem”le sana bir kapı açılır. Ayaklarının ucunda baktığın yerde, toprağı görürsün. Topraktan yaratıldığını hatırlarsın…

Cenab-ı Hakk’ın (cc) seni özenerek kendi eleriyle yoğurmasını, seni bütün âlemlere halifem diye tanıtmasını düşünürsün. Bu seni sevgide, kullukta şevke getirir. Ve sen Cenab-ı Hakk’ın (cc) bu ilgisinin karşısında başını yerden kaldıramazsın. Tevazu burada başlar.

Topraktan yaratıldığını bilirsen, tekrar toprağa döneceğini de bilirsin. Bu dünyayı sahiplenmeye çalışmazsın. Bilirsin ki, buraya sonradan geldin ve zamanı gelince de buradan ayrılacaksın. O zaman Peygamber Efendimiz’in (sav) buyurduğu gibi, bu dünyada ya yolcu, ya misafir, ya da ölü gibi olur.

Topraktan yaratıldığını bilirsen, birçok hazinenin toprakta gizlendiği gibi Cenab-ı Hakk’ın en büyük hazineyi, en büyük sırrı senin içine koyduğunu öğrenmeye çalışırsın. Sen Cenab-ı Hakk’ın hazinesi, sırrısın… Bunları bulmak için bu dünyaya geldiğini öğrenirsin… En büyük hazinenin kullukta, dostlukta olduğunu öğrenirsin. Hayatını O’nu (cc) razı etmek için yaşarsın.

Kur’an’da şeytanın insana yaklaşacağı dört yönden bahsedilmiş: ön, arka, sağ ve sol… Şeytan seni bu yönlerden aldatabilir. Şeytan insana üstten ve alttan yaklaşamaz. Üst semavidir, insan her zaman Allah’a (cc) buradan gidemeyebilir. Alt mahviyettir, tevazudur. “Nazar ber kadem” anlayışıyla yere bakarsan Cenab-ı Hakk’a insanın tevazuyla, mahviyetle gidebileceğini görürsün. “Nazar ber kadem” anlayışı sende mahviyete dönüşür.

“Nazar ber kadem” anlayışıyla bir noktaya bakarsan, bakışında tevhide ermeye başlarsın. Gözün dağınıklıktan kurtulursa gönlün de karmaşıklıktan uzaklaşır. Huzur halini yaşarsın. Gönlünü masivadan temizlersen padişahımız olan Yüce Mevlâmızla gönül sarayında buluşursun.

“Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim.”(Hadisi Kudsi)

“Nazar ber kadem” Muhammedî (sav) bir yoldan sırat-ı müstakim üzere kararlı ve muhabbetli bir yürüyüşün adıdır.

“Nazar ber kadem” gözünü muhafaza ederek Allah’a (cc) gidişin adıdır… “Nazar ber kadem” gönlünde Allah’la (cc) buluşmanın adıdır…

Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma… Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 07 Ocak 2014 13:09

AŞK NAĞMELERİ

Ay insanlığın üzerine doğmuştur. Güneş sönmemecesine bizi aydınlatmaktadır. Güneşin ışığını görmeyenler, gözlerini kapatanlardır. Hakikat güneşi Peygamber Efendimizden (sav) mahrum olanlar karanlığa koşanlardır.

Medineli Müslümanlar Peygamberimizi coşkuyla, sevinçle karşıladılar. O’nun (sav) gelişi onların en sevinçli günü oldu. O gün sevgilerini aşk nağmeleriyle, şükür sözleriyle dile getirdiler.

Allah’ın (cc) en büyük nimeti, lûtfu, hediyesi Peygamberimizdi (sav) onlar için. Bizim de en büyük nimetimiz Allah Rasûlü ve Allah dostları değil midir? Biz onları hangi aşk nağmeleriyle davet ettik şehrimize, gönlümüze… Onların gelişini hangi şenliklerle kutladık…

Sen bu şehre şeref verdin
Ey sevgili, hoş geldin.

O’nun(sav) şehirlerine gelmesi, Medine’yi şehirlerin anası, medeniyetin beşiği yaptı. Ensar, Peygamber Efendimizi şehirlerinde, gönüllerine davet ettiler. Bütün anlayışları, inançları, sevgileri, bağlılıkları O’nunla karşılaştıktan sonra değişti…

Hayatlarının merkezinde Allah (cc) ve Rasûlü (sav) oldu. O’na muhabbetle bakan gözler, O’nu sevgiyle dinleyen kulaklar, O’na meftun olan kalpler bütün dünyanın en şereflileri oldular.

Gönülleri O’nun (sav) gelişiyle nurlandı… İmanları aşka dönüştü… İslam’ı özümsediler benliklerinde. Kimlikleri oldu İslam. Bizim dini bilgilerimiz, bilgiden öteye geçip ahlaka ve aşka dönüşememekte. Hayatımızda karşılaştığımız meselelerde bildiklerimiz ve yaptıklarımız birbirini tutmuyor.

İslam’ı, imanı, sevgiyi, ihlâsı kelime olarak bildiğimizi zannediyoruz. Hayatımıza bunlar yansımıyor. İslam’ın kardeşliğini biliyoruz, kardeşçe davranmıyoruz.

Bilgi bizde imana, ihlâsa, aşka dönüşmeli… (Bunlar bizde aşk nağmeleri olmalı.) İslamî bilgiyle tanışan akıl, iman eden kalp ve aşkı tadan gönül… Bunlar bizde kimliğe dönüşmeli, bizim boyamız bunlar olmalı. Bizi görenler bunlar Müslüman, bunlar Mümin demeli.

Müslüman kaynağından aldığı enerjiyle gittiği yerleri aydınlatmalıdır. Kimliğini, rengini, aşkını yaşadığı her ortama yansıtmalıdır. Evde, sokakta, iş yerinde farklılaşan Müslüman’ın kimliği renksizleşmeye başlamıştır. Bugün bulunduğumuz ortamlarda İslam’ın rengini göremiyorsak, bu Müslümanların renksizliğindendir. Renksizliğini, pasifliğini saflık (temizlik) olarak düşünmemeli Müslümanlar.

Nakşibendî Hazretleri’nin dergâhında, dergâh hizmetlerinde kullanılan bir eşek vardır. Bu eşek uzun yıllar dergâha hizmet eder. İnatçı olmayan uysal bir eşektir. Nakşibendî Hazretleri, bir gün bu eşeğin pazara götürülüp satılmasını isterler. Müridler, eşeğin inatçı olmayan, uysal bir eşek olduğunu söylerse de Nakşibendî Hazretleri fikrinden vazgeçmez. Buyururlar ki:

- Yıllardır bu eşek burada, bir kez olsun anırdığını duymadım. Bu eşekte dert yok ki anırsın. Gidin anıran (derdi olan) bir eşek getirin!

Bırakın insanları, kapılarındaki başka canlılara bile dikkat etmişler.

Yine nakledilir ki; Nakşibendî Hazretleri kapısına gelenlere, “ Bir şeyi sevdin mi?” diye sorarlarmış. Cevabı “Hayır.” olanları dergâhına kabul etmezlermiş. Bir hayvanı dahi sevenleri kabul buyururlarmış.

İnsanın bazen derdinden, bazen şevkinden gönlü feryadı figan etmelidir. Dervişlerin özel vakitleri vardır buyruluyor. Geceler, müminlerin özel vakitleridir. Müminler geceleri Yüce Mevla’ya aşk nağmelerini sunarlardı… Geceleri unuttu müminler… Gecelerini ibadetiyle nurlandırmalıdır, aşkıyla taçlandırmalıdır Müslümanlar. Zikirleri aşk nağmeleri olmalı dudaklarında…

İbadetler sevgiliye sunulan aşka dönüşmeli müminde… Seher vakti hafifçe esen rüzgârla sallanan buğday başakları gibi zikrederdi ashab. İnsan bir gönül taşıdığını, ehl-i gönülle karşılaşınca hissediyor.

Hâce Hazretleri, Ğavs Hazretleri’nin seher vakti evden çıktıklarını ve gözyaşları içinde nağmeler söylediklerini naklederler.

Biz hangi nağmeleri söyler olduk bugün? Bizim nağmelerimiz para, makam, politika mı olmuş yoksa… “Küp içindekini terler.” demiş atalarımız. İnsanın içinde aşk yoksa bu dışa da yansımıyor.

Dünya bir cadı misali zehirli elmalarıyla zehirliyor aklımızı, duygularımızı… Dünyanın zehrine aldananlar nefislerinin sarhoşluğunda aldanıyorlar.

Geylânî Hazretleri’nin bir müridi her gece başka âlemlerde manevi zevkler içinde olduklarını söylerler. Geylânî Hazretleri müridinden kendisini o anda hatırlamasını ve düşünmesini isterler. Mürid yine öyle bir anda Geylânî Hazretleri’ni düşününce cennet diye gördüğü yerin lağım sularıyla dolu bir yer olduğunu görür.

Aşkın, imanın, ihsanın tadını almak isteyenler âşıklarla, müminlerle, muhsinlerle beraber olmalıdırlar. Bir mürşid-i kâmille olmalıdırlar.

Allah(cc), Rasûlü ve dostlarının aşkıyla yaşaran gözlere, inleyen gönüllere hasrettir dünyamız…

Allah(cc), Rasûlü (sav) ve dostlarının aşkıyla dolsun gönlünüz.

Aşkınız en güzel nağmeniz olsun…

Hâce gel sen hüzünlenme
Şol nazlı yar hep seninle
Daim çağır “Ya dost” diye
Belki şifan verir senin
Mevlâna Hâce Yakûb-i Sani

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort