Gülzâr-ı Hâcegân
EN GÜZEL YOL RÂH-İ AŞKTIR
Âli abâdır aslımız,
Şehid Hüseyin neslimiz,
Ru’yet olmuş kastımız,
Gelin dostlar siz de gelin...
Her yolculuğun bir anlamı vardır. Ve yolculuklar niyetlerle anlam kazanır. İnsana çok zor gelir yolcu olmak. O hep kalıcı olmanın, hep sahip olmanın derdindedir.
Yolculuklar insana yokluk duygusunu hatırlatır. Sahibi olduğunu zannettiğin şeyler yanında olmaz artık. Aileni bırakıp çıkmışsın yola; evin, işin, arkadaşların hepsi geride kalmıştır…
Yolculuk insanı yalnızlaştırmaktadır. Bundaki asıl gaye gönlündeki yalnızlıktır. Peygamber efendimiz (Sallallâhu aleyhi ve sellem): “Bu dünyada ya bir yolcu, ya bir misafir, ya da bir ölü gibi ol.” buyuruyor. Sen hangisi olmaya niyetlisin? Yolculukla başlayabilirsin.
İnsanın bu dünyada yolculuğu bitmez. Bir seyir her daim devam etmektedir. Nereden başlayıp nereye gider bu yolculuk…
Gecenin zifiri karanlığından sabahın nurlu aydınlığına giden bir yoldur seninki…
Bilirsin ki bütün karanlıklar senin yanında, bütün aydınlıklar O’nun yanındadır. Bu nurlu aydınlık yolunda dışındaki kalabalık ve gürültülerin gönlünü etkilemesine izin vermemeye çalışırsın.
Gözünü kapatıp kendinle baş başa kalırsın.
Güneşin karanlık dünyayı aydınlatışını görürsün. Kızıllığıyla yavaş yavaş gökyüzüne yükselmektedir. Güneşin senin içine de doğduğunu hissedersin.
Bütün kavuşmaların son anları uzadıkça uzar… Bazen bitmez sanırsın. O’na giderken gönlüne bakarsın. Seni ona götüren şeyi ararsın. Ve gönlünde sevgiden başka bir şey bulamazsın.
Vuslata erdiğinde asıl yaşanacakların yeni başladığını görürsün. İnsanın varış zannettiği şey başlangıcıdır aslında. İnsan bir sevgi ürünüdür. İnsanın yaratılışı sevgiyle olmuştur. Allah-u Teâlâ gizli bir hazine idi, bilinmek istedi. Sevdi ve insanı yarattı. Bütün yolların en güzeli olan “rah-ı aşk” ı (aşk yolu) başlamıştır insanın. İnsan “Elestü birabbîkum” sesinin yankısını aramıştır gönlünde. İnsan bu aşk yolculuğunda hep kavuşmanın özlemini çekmiştir. Sevginin kavuşmaktan öte birlikte yaşamak olduğunu anlarsın. Ve O’nunla yaşanılan her anın farklı güzelliklerini görürsün.
Seni Ensar sevgisi ve sıcaklığıyla karşılayan kardeşlerini tanırsın. Onlarla İslam kardeşliğinin güzelliklerini yaşarsın. Ve onlardan ayrılırken gözlerinde sevginin hüznünü görürsün.
Ayrılık ve kavuşma aşk yolunun kıvrımlarıdır. Birlikteyken gönlünün bu yakınlığa dayanamayacağını hissedersin. Fakat yine de gönlünün O’nun sevgisiyle dolu olmasını niyaz edersin.
Bülbülün gülü bekleyişi gibi sen de onu beklersin sabahları… Bülbül seni görseydi kıskanırdı belki. Çünkü sen yârine kavuşursun.
Bütün güzelliklerin onunla anlam kazanıp güzelleştiğini görürsün. Bütün manzaralar onsuz sönük, cansız, kuru bir hal alır. Sana hayat veren şeyin “rah-ı aşk” olduğunu anlarsın.
Bütün peygamberler insana bu aşk yolunu açmışlardır. Hz. Âdem’in yeryüzüne inişi bir rah-ı aşktır. Hz. İbrahim’in ateşe gidişi, Hz. İsmail’in kurban oluşu, Hz. Yakub’un ağlayışı, Hz. Yusuf’un köle oluşu bir aşkın yaşanmasıdır. Hz. Musa’nın Tûra çıkışı, Hz. Zekeriyya’nın ağaç kavuğunda kesilişi, Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelişi birer aşk yoludur insanlığa.
Peygamber Efendimizin (Sallallâhu aleyhi ve sellem) küçük yaşta ailesini kaybedişi, çok sevdiği memleketinden çıkıp hicret edişi, miracı hep “rah-ı aşk”tır bize.
Senin basit zannettiğin bu hayat, bu aşkı bulup yaşaman içindir.
Hz. Ebubekirler, Hz. Aliler, Ashab-ı Kiram, Şah-ı Nakşibendler, Abdulkadir Geylanîler, Mevlânâlar, Yunus Emreler, İmam Rabbaniler, Mevlânâ Halidler, Mevlânâ Hâce Yakûb-i Sâniler, bu “rah-ı aşk”ın yolcularıdır.
Rah-ı Aşk yolcuları, bütün insanlığı bu aşk yoluna davet etmektedir.
Aşk-ı muhabbet devrânımız,
Katar katar kervanımız,
Sohbet, zikir erkânımız,
Gelin dostlar siz de gelin...
Mevlânâ Hâce Yakûb-i Sâni (ksa)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
YOLUNUZUN SERMAYESİ MUHABBET VE AŞKTIR
İçimde uzayan her yol,
Çıkar gider dosta doğru.
Nergis, ıtır, menekşe, gül,
Kokar gider dosta doğru...
Abdurrahim KARAKOÇ
Yolculuk bir niyetle başlar. Önce gitmek istersiniz ve bu sizde niyete dönüşür. Bir duygudur yaşadığınız. Aklınızda, kalbi-nizde bir vuslat -bir kavuşma- isteği doğar…
Niyetiniz amele dönüşür. Hazırlıklara başlarsınız. Yol için gerekli şeyleri hazırlamanın tadı ve heyecanını yaşarsınız. Yaptığınız her şey size gideceğiniz yeri hatırlatır. Ve gönlünüzün rabıtası olur hissettikleriniz.
Yol için her şey tamamdır. Siz artık bir yolcu olmuşsunuzdur. Niyet, hazırlık, araç, yol, istikamet ve hedef… Vuslat…
Gitmek için bir araca ihtiyacınız vardır. Belki araçsız da gidilir bir yerlere… Siz imkânlarınız ölçüsünde bir araç bulursunuz. Beşeri gayrette bir rahmet vardır. Beşeriyetiniz mutluluğa dönüşür. Size ait bir sunuş vardır gönlünüzde.
Yolcu için niyetle başlayan amelini hedefe götürecek istikamet lazımdır. İstikamet seni en doğru, en güvenilir yoldan hedefine götüreni belirlemendir. İstikamet de tamamsa, artık beklenen bir andır. Yola çıkış anı… Yolculuğu bir şeyler engeller korkusu, yola çıkma isteğinizi artırır.
Heyecan, mutluluk, korku, şaşkınlık karışımı duygularla yanınızdaki sizi uğurlamaya gelen arkadaşlarınıza bakarsınız. Onlarda da sizin duygularınıza, amelinize ortak olma isteği vardır. Selâmlar, el sallamalar… Ayağınız yerden kesilmiş, bir yolcu olmuşsunuzdur.
Aracınız muhabbetle ilerlerken, siz vuslatın heyecanını yaşarsınız gönlünüzde… Hasret vuslat içindir. Sevdiğinin kıymetini bilip, ona yönelmek için hasret ateşinde pişmek gerekir.
Yolculuğunuzda bütün hayırlı yolculuklardan izler taşırsınız…
Bütün varlığınızdan soyunup, işinizi, ailenizi bırakıp gidiyorsanız bir hicrettir yolculuğunuz…
Büyüğümüz “Allah için kim bir sokak değiştirirse, bu onun için hicrettir.” buyuruyor.
Hicret, Allah’tan gayrısından Allah’a gidiş değil midir? Niyetiniz Allah içinse ameliniz de Allah için olur.
Allah’ın evini ziyarete gitmek bir Müslüman için ne kadar önemliyse, Allah’ın yöneldiği bir kalbi, Allah’la dostluk kesbedip, Allah’ın râzı olduğu kullar arasına girmiş bir kalbi ziyaret etmek de o kadar önemlidir.
Yolculuğunuz Allah Resûlünün ekmel vârisi olan insân-ı kâmili hoşnut edecekse, O sizden razı olacaksa, bilin ki Allah da razı olacaktır.
Karınca misali hedefe varmak zor olsa da O’nun yolunda olmak kendi başına bir mutluluk ve bir huzurdur.
Fuzuli’nin “Su Kasidesi”nde sevgilisine kavuşmaya giden su misali içinizdeki coşkunluğunuz artmaya başlar… Yolda hiçbir yerde konaklamak istemezsiniz.
Ateşe koşan pervaneler gibi; aşkınız, muhabbetiniz sizi O’na yöneltmektedir. O’nun nazarına kavuşma isteğiniz içinizde büyüdükçe büyür. Kimin nazarına gittiğinizi bilirsiniz. Bu hisler yolculuğunuzun bütün meşakkatini alır, götürür sizden…
Maksûdunuza giden yolda tabelalardaki mesafe yakınlığı, sizin de kalbi yakınlığınız olur… Mesafeler yakınlaşır, siz de yakınlaşırsınız. Yolda dinlediğiniz her nağmeli söz buluşmanıza hazırlar sizi… Gönlünüz yumuşar, hislenir; bazen sevinçten ağlarsınız.
Şehir göründüğü zaman ve siz oraya yaklaştığınızda O da size gönül kapılarını açmıştır. Aslında davet edildiğiniz yer gönül şehridir…Gönül şehrinde, gönüller buluşmanın (kavuşmanın) heyecanını yaşamaktadır…
Kapıya vardığınızda Veysel Karanî’yi hatırlarsınız. Onun da sizin gibi uzaklardan gelişini, sevgilisi gönüller sultanı Peygamber Efendimiz’i görme isteğini siz de yaşıyorsunuzdur gönlünüzde…
Siz vuslattaki ayrılığı, ayrılıktaki vuslatı Veysel Karanî gibi anlayabilir misiniz bilin mez. Buna dayanamayacağınızı hissedersiniz…
Buluşmanıza çok az kalmıştır…
Siz bedeninizi ve gönlünüzü suyla arıttıktan sonra huzura çıkmak istersiniz… Gönül şehrinin gönül evinin has odasında, mürşidinizle berabersinizdir artık...
Yolunuzun sermayesi muhabbet ve aşktır.
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
RABITA SADIKLARLA BERABER OLMAKTIR
Her dîdeden gören o, her yüzden görünen o
Ey göz anı görmesen de görür seni sevdiğin
Sanma ansız bir dem var, her demdir o sana yar
Sen yar olmasan dahi yardır sana sevdiğin
Hulûsi Efendi (ks)
Bir annenin rahminde büyüyen, yetişen bir beden “nefahtu fihi min ruhi” nefhasıyla can bulur. Unutkanlığı (nas) ve ünsiyeti (ins) bünyesinde barındıran insan, Hakk’ın tecellisine mazhar olur.
Yaratılmış olanların en güzeli ve en üstünü olarak halk edildik… “Ahseni takvim” üzere yaratıldık… Zat, sıfat ve ef’al tecellilerine mazhar kılındık. Yeryüzüne Allah’ı (cc) tanıyıp, bilmek ve O’na kulluk yapmak için gönderildik.
Bizi yaratan Allah (cc) bize “Şah damarımızdan daha yakın, biz nerede olursak olalım, O (cc) bizimleydi.” O bizimle beraberken biz kiminleydik?.. Soruyor Cenabı Hak (cc): “Ben seninle beraberken sen kiminle berabersin?..”
Rabıta, insanın kiminle olduğunu anlamasıdır. Hayatında, duygularında, düşüncelerinde kiminle beraber olduğunun hesabını yapmalısın. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav). Sevdiğin şeyleri düşün. Kendimizi kandırabiliriz, ama Rabbimizi asla kandıramayız. “O (cc) gizli ve aşikâr olan her şeyi bilendir.” Müslüman kandırmacadan, evcilik oyunundan uyandığında hakikatle yüzleşecektir.
Hayatımızın öncelikleri neler… Allah (cc) ve Rasûlü (sav) bu sıralamada kaçıncı… “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” demiş ecdadımız… Sözlerine baksan aşk deryasına daldıklarını sanırsın. Bilgi birikimlerinden, dini lügatlerden bir şeyler söyleyip yazanlar gönüllerinin neye meylettiğine baksın. Hayatında neyi kaybedersen üzülürsün ve neyi bulduğunda sevinirsin…
Derviş, elindeki bir avuç altınla, toprağı bir görendir, buyrulmuş. Dünyaya meylin kesilmeden Hak sana kapılarını açmayacaktır. Sen gönlünü temizlemezsen, Allah (cc) gönlüne tecelli etmeyecektir.
Rabıta, kulun Allah’a (cc) “Ben, Seni unutmadım.” demesidir. Hayatını Cenabı Hakk’ın belirlediği ölçülere göre yaşama azmini ortaya koymasıdır.
Rabıta, Peygamber Efendimiz’in (sav) “Ya Rabbi! Beni nefsimle bir an bile olsa baş başa bırakma.” duasındaki anlayışı kazanmaktır. Nefsime yönelirsem hüsrana düşerim, mahvolurum… Bir anlık gafleti küfür saymış Hâcegân büyükleri. Gafil bir saniyeyi küfür sayan bu anlayış, “Yirmi dört saat rabıtalı” olmayı esas alır.
Ayrılsa bir lahza dost cemalinden
Sitemkâr olup o demde yanar felekler
Hâce Hazretleri (ksa)
Nefsine yöneleceğin her an zillette olursun. Rabbine dön kardeşim. Nefsinden, şeytandan Allah’a firar et… Her nereye dönsen bil ki, Allah (cc) oradadır. Rabıta, huzurda olduğunu unutmamaktır. O zaman kimsenin görmediği bir an ve mekân kalmaz hayatında…
Rivayet edilir; Hz. Yusuf’u (as) Züleyha’nın şerrinden kurtaran, Hz. Yakub’a (as) olan rabıtasıydı. O görünmeseydi, elini ağzına götürüp, ısırmasaydı, Hz. Yusuf, Züleyha’ya meyledecekti. O’nu görünce utandı ve nefsinin şerrinden Rabb’inin merhametine sığındı. Seni de bu dünyanın pisliğinden, nefsinin şerrinden ve şeytanın tuzaklarından kurtaracak rabıtaya yönelmelisin…
“Sadıklarla beraber olun.” buyuruyor Yüce Mevlamız (cc). Rabıta, sadıklarla beraber olmaktır. Hayatında, duygularında ve düşüncelerinde sadıklarla beraber olmandır. Onlar seninle beraber…
Bir kıssa, hisse olsun diye büyüklerimiz bunu anlatırlardı. Adamın biri bir seyahate çıkmak için üstadından izin istemiş. O da peki, gidebilirsin demiş, izin vermiş. “Oğlum bizi unutma.” buyurmuş. “Nereye gidersen, bizi hatırdan, gönülden çıkarma.” demiş. Adama tembih etmiş, gez, dolaş ama kahvelere girme, oyunlu yerlere girme, oralardan çay içme. İçkili lokantalara uğrama, yemek yeme oralarda, içki satan yerlerden alışveriş yapma.
Bir gün bir yere gitmiş, hava soğukmuş, çevreyi tanımıyormuş. Demiş ki, şu kahvenin sobası var, içeri girip biraz ısınayım. Girmiş, kahve oyunlu, sobaya doğru gitmiş bakmış ki şeyh efendi sobanın başında oturuyor. Çok utanmış, hemen çıkmış. Başka şehre gelmiş, acıkmış. Demiş şimdi bir şeyler alıp kendim hazırlasam zaman geçer, şu lokantada hazırda ne varsa bir şeyler yiyeyim. Bakmamış içki var mı yok mu, lokantaya girmiş. Bir garson gelmiş. Bakmış şeyh efendi, “Ne arzu ediyorsunuz?” demiş. Hemen kalkmış. Artık açlığını unutmuş. Alışveriş yapacak bir bakkaldan, bakmış ki yine üstadı orada. Seyahatini tamamlamış dönmüş.
Şeyh efendi arkadaşlara demiş ki, gelin filanca arkadaşınız seyahatten döndü, hoşgeldine gidelim. Gitmişler, konuşmuşlar, Şeyh efendi demiş, “Kardeşim yediğin, içtiğin helal; neler gördün, neler yaşadın, anlat.” Adam demiş, “Efendim, ne sorarsın ki? Nereye gittimse oradaydınız. Ben daha ne anlatayım...”
Hasan Basri Hazretleri, “mürid ile mürşid arasındaki ilişkiyi; mürşidin değeri, müridin değeri; mürşidin himmeti, tasarrufu; müridin teslimiyetinin nasıl bir şey” olduğunu soran müridini, ihvanı olan bir valinin yanına gönderir. Cevabını dönüşte vereceğini söyler.
Müridi bekletmeden hemen mektubu alıyor, şeyhin emaneti olduğu için hürmet ediyor, öpüyor başına koyuyor ve yola çıkıyor. Vali bakıyor ki, bu tekkeden, şeyhinin yanından geliyor. Çok izzet ikramda bulunuyor. İhvan kardeşi, sarılıyor, kucaklıyor, muhabbet, sohbet ediyorlar. Hizmet etsinler diye emrine cariyeler, hizmetçiler de veriyor.
Müridin gönlü cariyelerden birine kayıyor. Tam yanlışa düşecekken Hasan Basri Hazretleri, ona görünüp, onu geri çağırır.
Hasan Basri Hazretleri mektubu getirdiğinde ona diyor ki,
-Mürid senin gibi olmalı, hiçbir itirazda bulunmadın, bir ön koşul söylemedin. Mektubu aldın, başım üstüne dedin yola çıktın, gittin. Allah razı olsun. Ben bu teslimiyetini, bağlılığını, samimiyetini takdir ettim.
Mürşid de benim gibi olur. Oraya gittin, olabilir, insanız, nefsine uydun. Ben de seni orada yalnız bırakamazdım. Ben de Allah'ın izniyle geldim, sana yardım ettim. Sana görevini hatırlattım. İşte sorduğun sorunun cevabı bu idi. Bu mektup da bu işin bahanesiydi...” buyururlar.
Sen de Ğavs Hazretleri’nin bir müridi gibi günah işlediğinde “Ğavsım nereden bilecek.” deme. Bir mürid mürşide intisab ettiğinde onun için bir ruhaniyet yaratılır.
Hâce Hazretleri (ksa) Ğavs Hazretleri’nin (ks) sağlığının iyice zayıfladığı dönemlerde O’nun yanındadır. Geceleri içmesi gereken ilaçlar olduğu için O’nun yanında kalır. Ğavs Hazretleri’nin (ks) geceleri birden kalkıp bazı ihvanları için ağlayıp, gözyaşı döktüklerini anlatırlardı. Ğavs Hazretleri (ks) onların dertlerini, sıkıntılarını dert edinip onlar için dua ederlermiş. Bazen de bazı ihvanlarını onlara yardıma gönderirlermiş.
Bir insanı kâmili sever ve O’nunla bir irtibat kurarsan (rabıta yaparsan) O’nun anlayışı, muhabbeti, teslimiyeti, ahlakı sende oluşmaya başlar.
Rabıtan sende bir enerjiye dönüşür. Güneş ışığının meyveleri, sebzeleri yetiştirip olgunlaştırması gibi sen de rabıtanla olgunlaşırsın. Ayçiçeğinin yüzünü güneşe çevirmesi gibi sen de gönlünü mürşidine yönlendirirsen O’nun kemalatı sende zuhur etmeye başlar.
Müslümanların rabıtasız yetişmeleri, güneşsiz bir ortamda, suni sebze ve meyve yetiştirmeye benzer. Bir şeyler yetişse de tadı olmayacaktır. Rabıta, Müslümanın tadıdır, rengidir… Güneş ışığının meyveyi ve sebzeyi tatlandırması gibi, rabıtanla sana gelen feyiz ve nisbet imanını, aklını, duygunu tatlandıracaktır.
Rabıta gönlünde sevgi ve iman, aklında şuur olacaktır sana. Dağı dağ, taşı taş görmemeye başlarsın… Gördüğün her şeyde Hakk’ın tecellisini görmeye başlarsın…
Hâce Hazretleri (ksa) vekâlenin tavanındaki kartonpiyeri siyah sarığa benzetirler… Yeşil duvarın üstüne siyah sarık… Çok güzel olmuş, buyururlar. Rabıtayla sana tefekkür kapıları açılır…
Muhammed Diyauddin Hazretleri (ks) bir müridini ziyarete giderler, evine misafir olurlar. Duvardaki pencere çok büyüktür. “Camı bu kadar niye büyük yaptınız.” diye sorunca müridi, “Manzarayı daha iyi görelim.” diye cevap verir. Bu cevaba Hazret üzülürler. “Evladım, bu manzarayı zaten görüyorsun. Deseydin ki, şu karşıda bir mezarlık var… Onlara baktığımda ölümü hatırlayıp tefekkür ediyorum.” diye müridine nasihatte bulunurlar.
Rabıtasızlık anlayışsızlıktır. Rabıta yaratılış gayesini anlamaya, Cenabı Hakk’ın muradını anlamaya çalışmaktır…
Peygamber Efendimiz Miraç’ta “Kabe kavseyni ev edna” sırrına mazhar olduktan sonra tekrar yeryüzüne döndü. Senin için, benim için, bütün ümmeti için, hepimizin kurtuluşu için geri döndü.
Seni Allah’a (cc), Allah’ı (cc) sana sevdirecekti… Bu bir peygamber vazifesidir. Bu vazifeyi bugün varis olan insanı kâmiller yapıyor. Allah’ı sevmek; Rasûlü’nü, ehli beyti, dostlarını, Müslümanları sevmektir…
Rabıta, Allah (cc) için sevmeyi öğrenmektir… Sevdiğinin kalıbına girer insan… Rabıtanla sevdiğine benzemeye başlarsın. O’nun (sav) ahlakıyla ahlaklanmaya başlarsın. İnsan için gösterilen ufuk Hz. Muhammeddir (sav). “Usve-i Hasene” olan Peygamberimiz’e benzeyip birer “Muhammedcik” olmaktır.
Ya Rabbi, Müslümanların dahi firavunlaşmaya, karunlaşmaya, bel’amlaşmaya özendiği bu çağda “Muhammedcik” olmayı bizlere nasib eyle!
Sen bize “Elestü birabbîküm” diye sual eyledin… Bu sesi ve sahibini unutmamayı, verdiğimiz “Evet” cevabına göre yaşamayı bizlere nasib eyle…
“Nefahtu fihi min ruhi” üfleyişini, aldığımız ve verdiğimiz her nefeste kulluğa dönüştürmeyi bizlere nasib eyle…
“Sadıklarla beraber olun.” buyuruyorsun. Senin sadıklarını, salihlerini, dostlarını hazine bilip onlarla birlikte olmayı bizlere nasib eyle.
Ya Rabbi!
Sevdiklerini sevdir, sevdiklerine bizi sevdir… Âmin…
Ne aynıyız ne gayrıyız
Cemalinin müştakıyız
Şol Zâtı’nın uşşakıyız
Leylü nehar, leylü nehar
Hâce Hazretleri (ksa)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
ORUÇ TAKVANIN KAPILARINI AÇAR
Bu ay ki yazımıza, bin aydan hayırlı olan Kadir Gecenizi ve mübarek Ramazan bayramınızı tebrik ederek ve hayırlar getirmesini dileyerek başlıyoruz.
Kurban Bayramı’nda en hayırlı amel kurban kesmekse, Ramazan’da da oruç tutmaktır. Ramazan dışındaki bütün ömrünü oruçla geçirsen, Ramazan’ın bir gününe denk değildir. Orucun sıcak aylara gelmesi seni mazeretler üretmeye, oruçtan kaçmaya sevk etmesin… Unutma ki, oruç geçmiş bütün ümmetlere farz kılındığı gibi sana da farz kılındı.
Peygamber Efendimiz (sav) ve ashabı kiram oruçlarını Mekke ve Medine’nin sıcağında tuttular… Hz. Ömer’e (ra) sevgili gelen şeylerden biri de sıcak yaz günlerinde oruç tutmaktı.
Yazın sıcağı, açlığımız ve susuzluğumuz oruçtan almamız gereken feyzi, bereketi düşünmekten alıkoymasın bizi. Oruç takvaya ulaşman için farz kılındı, aç kalman için değil…
Orucu yeme ve içmeyi bırakmak zannetmeyelim … Takvaya erişmek için niyetimizle, ihlasımızla ve bütün azalarımızla oruç tutalım. Dilimiz oruç tutsun… Yalan, gıybet ve dedikoduyla uğraşmasın. Oruçluyken susman tesbih, uyuman ibadet sayılmış… Yalan konuşursan, yalanla iş yaparsan bil ki oruçtan sana kalan, açlıktan başka bir şey değildir.
Elin, ayağın, gözün de oruç tutsun… Şehvetin zincirinden oruçla kurtul kardeşim. Şehvetin esaretinden, dünyanın çekiciliğinden oruç seni kurtarsın, tıpkı yarın mahşerde seni cehennem azabından koruyacağı gibi…
Orucunla, nefsinden kaçıp Allah’a (cc) yaklaşırsın… Takva, Allah’a (cc) yakınlaşmanın adıdır. Anlayışınla, ahlakınla, imanınla, ihlâsınla Hakk’a yaklaşırsın. Oruçla Cenâbı Hak insana takvanın kapılarını açıyor. Oruçla seni Zâtı’na davet ediyor, sana kapılarını açıyor…
Orucu diğer ibadetlerden ayıran özellik çok sade oluşudur. Oruç tutmak için çok bilgi gerekmez, zenginlik de şart değildir. Namaz bilgiyi, zekât ve hac zenginliği gerektirir. Orucu her Müslüman tutabilir. Bu yönüyle Cenâbı Hak samimi ve ihlâslı bir niyetle oruç tutan her Müslümanı bağışlamak istiyor. Yüzüğünde “Ya Hennan, Ya Mennan!” yazan kulunu bağışlayan Yüce Mevla’mız oruca sonsuz rahmetini açtığını beyan buyuruyor. “Oruç Bizim içindir, onun ecrini Biz hesapsız veririz.” buyuruyor.
İnsan bu rahmet deryasını düşününce şükründen, minnetinden, aczinden boynunu eğiyor; açlığını, susuzluğunu unutuyor. Nasıl teşekkür edeceğini şaşırıyor.
Oruçluya iki müjde var, buyruluyor. Biri orucunu açınca, diğeri Rabbine kavuşunca… İftarı beklerken ki halini düşün. Soğuk suyun özlemi içini kavururken akşam ezanını iple çekersin… Peygamber Efendimiz’in (sav) “Ya Rabbi Seni soğuk sudan çok sevmeyi nasip et.” duası gibi, senin de Rabbine kavuşma özlemin iftardaki soğuk suya özlemin gibi olsun. Cemalullah’a kavuşmanın özlemi, aşk ateşiyle içini yaksın…
Hz. Mevlana O’na (cc) kavuşmayı Şeb-i arus’a (düğün gecesine) benzetmiş. Bizim iftarımız olsun O’na (cc) kavuşmak… Ya Rabbi! Bizim suyumuz Sensin, bizimiz aşımız, tuzumuz Sensin…
Büyükler şeftali yerken şükrün zevkinde “Şeftali Allah’ım!” demişler. Yediklerinde, içtiklerinde hep O’nunla olmuşlar. Bizim matlubumuz, arzumuz Sen ol Ya Rabbi!..
Şeybanı Râi Hazretleri’ne orucu sormuşlar. “Sizin orucunuz yeme içmeyle, cima ile bozulur. Bizim orucumuz Hak’tan başka bir şey söylersek bozulur.” buyurmuş.
On bir ayın sultanı Ramazan… Sultanlığını üstünlüğünden, faziletinden almış…
“Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır.” buyurmuş Peygamber Efendimiz (sav). Ümmet, Cenâbı Hakk’a yakınlığı en fazla Ramazan’da yaşar. Ramazan, bu yakınlıktan dolayı ayların sultanı olmuş…
Cenâbı Hak bu ayda kuluyla ilişkisini bozmasın diye şeytanları bağlamış… Nefsini aç, susuz bırakmış sana engel olmasın diye… Oruç Rabb’inle baş başa kalmanın adı… Bütün şeytanlarından, nefsaniyetinden uzaklaşarak Mevlâ ile buluşmanın adı…
Cenâbı Hak şeytanları bağlarken, sen de nefsinin azgınlığından, şehvetinden, dünyalık arzu ve emellerinden kurtul ve Rabb’ine yönel…
Bazı insanların bebek sevişi vardır. Bebeği o kadar severler ki, sevgilerinin şiddetinden orasını burasını sıkarlar, ısırırlar, hoplatırlar, zıplatırlar… Ne yapsalar sevgilerini dindiremezler.
Oruçluysan, bebek misali seviyor seni Cenâbı Hak. Sen oruçluyken sana müjdeler veriyor, ağız kokunu misk kokularına değişmiyor, bağışlıyor, merhamet gösteriyor, sevabını özel, kendisi veriyor, ibadetini kendine has kılıyor, sana cennet kapılarını açıyor…
Müslümana düşen sevildiğini anlayıp bunun şükrünü eda etmektir. “Kulluk sevildiğini bilmekle başlar.” buyuruyor Hâce Hazretleri (kuddise sırruh).
Sevildiğini anlarsan yaptığın şeylerin sana verilenlerin yanında hiçbir değeri olmadığını görürsün ve ibadetini sevginden yapmaya başlarsın. Açlık, susuzluk veya başka sıkıntıları önemsemezsin.
Sevdiğine kaçan kız soğan ekmeğe razıyım, der. Oruç, şeytandan ve nefsinden Allah’a (cc) firar etmendir. Sen de Allah’a firar ederken, O’ndan (cc) razı olduğunu söylersin. O (cc) senden razı oldu mu mutluluğun, kulluğun zirvesini yaşarsın. O (cc) sana “kulum” dedi mi, “sevgilim” hitabını duymuş gibi olursun. Sen de O’nu “La ilahe illallah” diye zikrederken “seni seviyorum” dersin.
Oruçla sabrın, şükrün, tefekkürün, imanın, ihlâsın, ihsanın, aşkın mertebelerinde seyahat edersin.
Ya Rabbi, sevgilin (habibin) Hz. Muhammed Mustafa’yı (sav) ve O’nun (sav) varisi olan dostlarını bize göndermeseydin, bu dünya iftarı olmayan oruca benzerdi. Biz onlarla suya kandık, aşa doyduk…
Ya Rabbi, biz orucumuzu Seninle açmak istiyoruz. Sevdiklerinin sofrasında, sevdiklerinle açmak istiyoruz. Âşıkların kıblesi Medine-i Münevvere’de, Ravza-i Mutahhara’da, Peygamber sofrasında hurmayla, zemzemle açmak istiyoruz… O’nun ikramı olarak yediğimiz hurma, içtiğimiz zemzem aşk, muhabbet olsun gönlümüzde…
Orada Müslüman kardeşlerimizle birlik bütünlük içinde iftar edebilmeyi tekrar tekrar nasib eyle…
Medine’ye gidemesek de oranın şubesi sayılan “Nur Mescid”lerinde, oranın mahallesi sayılan Erzurum diyarında, orucumuzu sevdiklerinle açmak istiyoruz…
Ya Rabbi!
Sevdiklerini sevdir, sevdiklerine bizi sevdir…
Girin dostlar girin, dost ravzasına
Girenler ancak ererler rızasına…
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
“FESTEKİM KEMÂ UMİRTE” (Hud-112) (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!)
“Müminlerdendir o erler ki, Allah'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler. Çünkü Allah sadıklara sadakatleriyle mükâfat verecek, dilerse münafıklara da azab edecek veya tevbe nasib edecektir. Şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir.” (Ahzab Suresi 23-24)
Çağrı filminin etkileyici sahnelerinden biridir. İslamiyetin ilk dönemleri yaşanmaktadır. Gizli yapılan tebliğin açıktan ilan edilme zamanı gelmiştir… Peygamber Efendimiz’le (sav) birlikte bir avuç Müslüman Kâbe’ye doğru ilerlemektedir. Önlerine çıkan müşrikler onlara eziyet etmeye, ellerine geçen taşları Müslümanların üzerine atmaya başlarlar.
Müslümanlar kol kola, omuz omuza birbirlerine kenetlenerek yürümeye başlar. Bu yürüyüş kıyamete kadar devam edecek bir yürüyüştü. Dinleri, imanları, sevgileri için yürüdüler…
Ashabı kiram, Peygamberimiz’in(sav) yanında istikametini bozmadan yürüdü. Zor durumda kaldı, Habeşistan’a gitti. Sonra Medine yolu açılınca hicret başladı Medine’ye… Dünyalık her şeylerini, mallarını, yurtlarını, evlerini, eşlerini, evlatlarını arkalarında bırakarak gittiler… Dünyaya birçok prangayla bağlanmış biz Müslümanlar neleri feda edebiliriz bugün?
İstikamet, bütün prangalardan kurtularak Cenabı Hakk’ın rızası için yaşamanın adıdır.. Allah ile yaşamanın zevki, şükrü yoksa bir insanda yaşamasının bir anlamı yoktur.
Nefsinin ve şeytanın yolunu seçenler, kendilerini kandırmaktan vazgeçip ne zaman istikamet yolunu seçecekler? Ruhlar aleminde “Sen bizim Rabbimizsin!” diyerek verdiğin sözü ne zaman yaşayacaksın?
Sıratal müstakîm (istikamet üzere olanların yolu), verdiğin bu sözü yaşamanın adıdır. Verdiğin sözünü erteleme ey Müslüman!… Cenabı Hakk’ın huzurunda olmanın zevkini ve şükrünü yaşa.
Huzur anlayışı insanda kemale ererse, dünyanın sıkıntıları veya nimetleri onu kulluğundan ayıramaz. O mümin istikametini bozmaz. Büyüklerimiz ne güzel buyurmuşlar, “Dervişi ateşe atsan yandım, soğukta kalsa dondum demez.” Her halinde Hakk’tan razı olarak yaşar. Nefsinden razı olarak yaşamaksa, musibet olarak yeter Müslümana.
Müslümanların hedefsizliği akıllarına, imanlarına, aşklarına bir kene gibi musallat olmuş bugün… İstikamet üzere olmak, kendini geliştirmektir. “İki günü eşit olan ziyandadır.” buyuruyor Peygamberimiz (sav)…
Cibril hadisinde üç soru vardır. Cebrail Aleyhisselam, Peygamber Efendimiz’e (sav) bir insan kılığında gelir ve üç soru sorar. Önce İslamı, sonra imanı ve ihsanı sorar. İslam, iman ve ihsan kulluğun ve istikametin mertebeleridir. Bunlar bizim hedefimiz olmalı.
İslam’ın emir ve yasaklarına titizlikle uymalıyız. Cenabı Hakk’ın emirlerini baş tacı yapıp yasaklarından kaçınmalıyız. Haram ve helal sınırlarına dikkat etmeli, özellikle şüpheli şeylerden uzak durmaya çalışmalıyız.
Peygamber Efendimiz (sav) “Sürülerinizi sınırda otlatmayın.” buyuruyor. Sürülerini sınırda otlatırsan, nefsin ve şeytanın tarlasına kaçabilir. Bırakın sınırda dolaşmayı, nefsin ve şeytanın tarlasından beslenip, garip ve tuhaf fetvalarla, helal tarlasında olduğunu sanan belki milyonlarca Müslüman var bugün.
Hz. Ebubekir’in (ra) bir harama düşmemek için yetmiş mübahı terk etme anlayışı sana hayal ve ulaşılmaz gelmesin.
İhsana erişirsen Allah’ın huzurunda yaşadığını unutmazsın. Sen nerede olursan ol Allah seninle beraberdir. Bu beraberlikte sen de mekânını, bedenini, aklını ve gönlünü her türlü necasetten temizlemeye çalışırsın.
Hz. Yusuf (as) Züleyha’nın iftirasından sonra zindana düşer. Zindan karanlık, pis ve çileli bir yerdir. Zindana düştüğü ilk günler, bulunduğu bu pis ortamı temizlemeye başlar. Zindandakiler çok şaşırır ve onunla alay ederler. Sonra onlar da etkilenip hep beraber zindanı temizlerler. Müslümanın ahlakı nerde olursa olsun değişmemelidir.
Temizsen her yerde temiz olmalısın, dürüstsen her ortamda dürüst kalabilmelisin. Kul isen Allah’a (cc) her mekanda ve zamanda bu kulluğun gereğini yapmalısın. Müslüman temizdir, temiz bir ortamda ibadetini yapar, zindan da olsa ibadetini yapmaktan geri durmaz. Hep mazeret üreten insanlar, zamanla istikametini kaybederler…
Hâce Hazretleri’ne (kuddise sırruh) ihvanlarından biri, bir insanla aralarında geçen fıkhi bir tartışmayı, soru mahiyetinde aktarırlar. “İçki, kumar, fal okları… şeytanın pislikleridir.” ayetini yorumlayan bu insan; kumara, zara elimi tuttuğumda elim kirlenmiyor, o zaman kolonya da elimi kirletmez, diyor. Hâce Hazretleri (ks) meseleyi dinledikten sonra, dindeki pisliği ve temizliği nakli delillerle izah ederler. Misal müşriklerin necisliği bedenlerindeki ve kıyafetlerindeki kirlilikten değildir, onların necisliği akıllarında ve gönüllerindedir. Onların necisliği imansızlıklarındandır.
“Bir işe mantık yürüteceksek, bu kafadan olmaz, bilgiyle mantık yapılır. İçki, kumar meselesine böyle bakan birinin aklı ve gönlü kirlenmiştir.” buyurur Hâce Hazretleri (ks). Aklını ve gönlünü pisletenler hangi istikamette yürüyebilirler…
“Aklın kıblesi Kur’an, bedenin kıblesi Kâbe, kalbin kıblesi Peygamber, ruhun kıblesi Allah’dır.” buyuruyor Hâce Hazretleri (kuddise sırruh). İstikamet her şeyin kıblesine yönelmesidir. Aklın Kur’ana, bedenin Kâbe’ye, kalbin Peygamberimiz’e (sav), ruhun Allah’a (cc) yönelmişse en büyük saadet senindir. Çünkü sen nimet verilenlerin yolunda istikamet üzeresin.
“Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaşlar!” (Nisa Suresi 69)
Müslüman, İslam, iman, ihsan yolunda istikametini devamlı kontrol etmelidir. Müslümanın yolunu belirleyen işaretler olmalı. Yanlışa saptığında onu uyaracak, engelleyecek setler olmalı. Aklında, kalbinde, imanında kırmızı ışıklar yanmalı…
Aklın sahih kaynaklardan beslenmeli… Yanlış fikirlerle, dinde sapıtmış düşüncelerle karşılaştığını sezmeli… Miden helali haramı tanısın Hz. Ebubekir (ra) misali… Kendisine ikram edilen sütün haram olduğunu anlayınca, onu ağzından geri çıkarmaya çalışması gibi…
Elin harama uzanmamalı… Avrupa’ya Türkiye’den bir imam gider. Genç ve gayretli bir imamdır. İslamiyete merak salmış bir hristiyan otobüs şoförü, bu imamı takip etmeye başlar. Bir gün imam bu şoförün otobüsüne biner, ücretini öder. Hrıstiyan şoför bilerek para üstünü fazla verir. Paranın fazla olduğunu fark eden imam geri vermekte biraz tereddüt eder. İmam paranın üstünü ineceği sırada şoföre uzatır. Hayatı boyunca unutamayacağı an bu andır.
Parayı bilerek fazla verdiğini söyleyen şoför, İslamiyete ilgi duyduğunu söyler… Müslüman olmadan önce sizin dürüstlüğünüzü denemek istedim, der. Otobüsten inen imam şoktadır. Ya paranın üstünü vermeseydim… Ya benim hatam yüzünden bu insan İslam’dan soğusaydı! Bunu düşündükçe kanının donduğunu hisseder. Müslüman cemaatlerin ve fertlerin yanlışları yüzünden kaç insan hakikate, marifete ulaşmadan kaybolup gitti…
Her Müslüman Allah’ın halifesi olarak yaşamayı kendine şiar edinmelidir. Evinde, işinde, yalnızken veya bir toplulukta istikametini bozmadan güzel ahlak sahibi olmaya çalışmalıdır.
Hz. Yusuf (as) zindanda peygamberliğini ilan edip insanları Allah’a inanmaya davet eder. Oradakiler, “Biz senin Allah’ını tanımadık, görmedik. Eğer senin Allah’ın da senin gibi iyi ve güzelse, seni sevdiğimiz gibi senin Rabbini de severiz; sana güvenip inandığımız gibi Rabbine iman ederiz…” derler.
Yusuf misali sevdirelim Rabbimizi. Peygamberimiz’in (sav) sünneti ve ahlakı özümüze öylesine işlesin ki, bütün insanlar İslam’ın güzelliklerini kitaplarda değil, hayatın içinde görsünler…
İstikamet üzere yaşamakta zorlanıyorsan, aklı, kalbi, gönlü istikamet üzere olanların yanında ol… “Sadıklarla beraber olmak” tufanda Nuh’un gemisine binmek gibidir… Birileri dağların zirvesine de çıkmaya çalışsa, kendine bir gemi de yapsa bilsin ki kurtulacak olan Nuh’un gemisi ve içindekilerdir…
Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbetlerine, meclislerine katılıp değişmeye başlayan ihvanlarına yakın akrabaları ve arkadaşları takılmaya başlar. Bu işin sonu yok… Biz daha önce ne şalvarlı, ne sakallı insanlar gördük; sonradan hep değiştiler, bakalım siz ne zaman değişeceksiniz… derler.
Günler ayları kovalar… Bir değişim vardır. Bu değişim imanda, ihlâsta ve takvadadır. Bu bir geçici heves değildir. İslami hayat; havadır, sudur, ekmektir Gülzar-ı Hâcegân’da. Ahlaktaki bu değişimi görüp başta karşı çıkanlar, sonradan gönüllerine muhabbet aktığını hissederler. Kararlılık ve istikamet diğer Müslümanları da olumlu yönde etkilemektedir.
Günümüz müslümanlarının en büyük hastalıklarından biri de istikametsizlikleridir.
Başta kara dediklerine, şimdi ak diyenler… Takvayı esas alıp yaşarken, fetvaları bile nefsileştirenler… Hizmet aşkıyla yola çıkıp, nimetlerin peşinden koşanlar… Geceleri teheccüd kılarken, beş vakit namazı kazaya bırakanlar… Fakir, garip ama ihlâslı iken, zenginleşince kibir ve riya sahibi olanlar…
Allah (cc) için yola çıkıp iktidar olmaya çalışırken, şimdi nefislerinin iktidarı peşinde koşanlar… İslami düzen sloganıyla yola çıkıp, nefsi düzenleri olmayınca hırçınlaşıp kavga edenler… İdealler taşırken din-i mübin için, heva ve hevesini putlaştıranlar… Canlarını feda etmekten çekinmeyenler, makam mevki uğruna hep dinlerini satanlar…
Ahlakı, hayâyı esas alması gerekirken, ahlaksızlığa, hayâsızlığa çanak tutup geçmiş olsun diyenler… Mazlumun yanında olması gerekirken, otorite kabul edip zalimi destekleyenler… Keyfiyeti bırakıp, kemiyet hesabı yapanlar… Ekonomide, ticarette, eğitimde devleşirken, İslamiyet’te cüceleşenler…
Bir cemaat hakkında fikir sahibi olmak istiyorsanız, onların iki özelliğine bakın. O cemaatin Hz.Peygamber’in sünnetine, ahlakına, yaşantısına bağlılıkları, uyumları nasıl? Bu anlayışları nasıl? Onların bir araya geldiklerinde mevzuları, ana temaları ne? Nelerden çokça bahsediyorlar, neyi çok konuşuyorlar? Bunlara dikkat eden bir cemaat bulursan onlarla beraber istikametini koru…
Peygamberlerin, sıddîklerin, şehidlerin, salih kişilerin yoluna uy kardeşim… Sen de müstakim olanlarla birlikte istikamet üzere yürü…
Müslüman namazında, duasında “sıratel müstakim” isterken, nimet verilenlerin yolunu isterken, yaşantısında, gönlünde Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerin yolunu arzulamamaktadır… Onları araştırıp, onlara uymamaktadır…
Şu kapkaranlık dünyada insanlığın, İslam’ın nuruna ne kadar da ihtiyacı vardır… Peygamberimiz’in (sav) duasıdır:
"Yâ Rabb! Kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır, sağımı nurlandır, solumu nurlandır, üstümü nurlandır, altımı nurlandır, önümü nurlandır, arkamı nurlandır ve beni nûr eyle.”
Peygamberimiz (sav) nurdur bize… Sağımızı, solumuzu, her tarafımızı aydınlatan bir nurdur… O’nun (sav) nuru bizi çepeçevre kuşatmıştır. Biz O’nun ve varislerinin nuruyla yolumuzu aydınlatıyoruz.
İstikametimiz sevdiklerindir ya Rabbi. Bizi sevdiklerinden, dostlarından mahrum etme… İstikametimiz, seni sevenlerin, senin aşıklarının yoludur. İstikametimiz rahı aşktır bizim. Bizi bu aşk yolundan ayırma ya Rabbi!
İrfan meclisine erişebilsek,
Varıp onlar ile görüşebilsek,
Aşkın giryanına karışabilsek,
Yolda bırakmazlar, alırlar seni!
Aşıkların solmaz taze gülleri.
Zikri tevhid eder daim dilleri.
Gelirsen demezler, gelme dön geri.
Kapıdan kovmazlar, alırlar seni!
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



