Gülzâr-ı Hâcegân
UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN
Gönül bahçesinin gülü solmadan,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan,
Kâseyi ömrümüz isyan dolmadan,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
Hâce Hazretleri’nin çok sevdiği ihvanlarından biri askeriyede teğmen olarak görev yapmaktadır. Görevine başlayacağı kışlasına gider. Komutanlarından biri bayandır. Bayan, “Hoş geldin!” diyerek elini uzatır. Binbaşı olan komutanın elini tutmaz… Neden tutmadığının gerekçesini anlatsa da bayanın çok zoruna gider. Durumu üst rütbeli albaylara bildirir.
Yeni başladığı görev yerinde komutanlarından bir ton nasihat dinlese de rahattır. Teğmen o kadar düzenli ve gayretli çalışmaya başlar ki, bölüğünde en çok iş yapan askerlerden biri olur. Başta tavır alan komutanlar (bayan binbaşı da dahil olmak üzere) onun bu çalışkanlığını takdir ederler…
Sosyal çevreye uyum sağlamak adına neleri terk ettik? “Zaman sana uymazsa sen zamana uy.” mantığıyla hareket edip neleri bıraktık hayatımızda… Biz Müslümanların uyması gereken bir zaman vardı: O da asrısaadet… O zaman hiç eskimeyen bir zamandı… Asrısaadetten izler taşıdığımızda, Yüce Mevlamız’ı ve Peygamber Efendimiz’i (sav) razı edecektik…
Nedense vazgeçtiğimiz hep dinimiz oldu… Sıkıştık, vaktimiz dar dedik, işimiz yoğun veya şartlar müsait değil dedik namazı terk ettik. Sonra zekât zor gelmeye başladı Müslümanlara… Fırsatı bulan orucu terk etti. Dünyayı terk etmek zor gelirken bize, dinimizden uzaklaşmanın kılıfları hep hazırdı…
Siyasetin büyüsüyle başlarını devekuşu misali kuma gömenler gerçekleri göremezler. Türkiye’deki Müslümanların konumu daha çok dünyevi anlamda iyileşmektedir. Manevi halimizi konuşmaya kalksan hep çok aşırıgiden veya gerici oluyorsun. “Bu çağda, bu zamanda…” diye başlayan masalları hazırdır.
Allah’ın (cc) dini değişmedi. Allah’ın (cc) insan için koyduğu sınırlar, insanın maddi ve manevi sıhhati içindi. Bu sınırları insan kendisi belirlemeye başlayınca hayatı mayın tarlasına dönüşür… Bir gün gelir bu mayınlardan biriyle son bulur imanın.
Peygamber Efendimiz (sav) “Erkekle kadın bir yerde yalnızlarsa üçüncüleri şeytandır.” buyuruyor. Bu ölçü sen ne olursan ol değişmez… Mesnevi’de geçen Rahip Barsisa kıssası çok ibretliktir. İsrailoğulları zamanında yaşayan bu zat, âlim ve takva sahibi biridir. Duası makbuldür. Duasıyla nice ağır hastaları bile iyileştirir. Şeytanın tuzağıyla yanına gelen genç ve güzel bir kıza bir süre sonra meyleder. Nefsine uyup yanlış şeyler yapar. Bu kız padişahın kızıdır. Yanlışını kapatmak için kızı öldürür. Kızı öldürdüğü anlaşılınca, idam edilmesine karar verilir. Şeytan boş durmaz, idam sehpasından ona secde etmesi şartıyla kurtaracağını söyler. Barsisa boynunda ip secde etmeye kalkınca, bu ip boynunu keser ve imansız bir şekilde ölür…
Nice Müslümanlar vardı… Çok ihlaslıydılar, çok gayretliydiler… Hayatın kurallarını kendileri belirlemeye başlayınca kimi Bel’âm’ın, kimi Karun’un, kimi Sa’lebe’nin, kimi Barsisa’nın talebesi olup onların yollarında ilerlediler… Kimini para, kimini makam, kimini kadın bozdu…
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) Ğavs Hazretleri’nden (kuddise sırruh) sonra cemaat içinde hizmetine devam etmektedir. Bulunduğu bölgede cemaatin önde gelen büyük ağabeylerinden biriyle bir ihvanın evine sohbete giderler. İhvanın ailesi bu işlere karşıdır. Eşinin Müslüman cemiyetlere katılması onu rahatsız etmektedir. Niyetleri sohbet ve hatme yaparak manevi bir tesirle bu evde huzur ve muhabbet oluşturmaktır. Eve sohbete giderler. Evin hanımı onlar sohbet yaparken içeri biraz açık olan bir kıyafetle girip hem eşini müşkülde bırakmak hem de ortamı bozma planları yapar.
Elinde kahveyle içeri girince, onun kasıtlı davranışı gayrete dokunur. Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) başını öne eğer yapılması gereken tepkiyi oradaki abiden bekler. Tepki gelmez. Sohbette oluşan manevi havanın cezbesiyle hareketlenirler… Ayağa kalkmasıyla kahveler kadının başından aşağı dökülür. Kadın can havliyle içeri kaçar. Sohbeti yapan, Hâce Hazretleri’ne kadının hidayetine engel oldun diyerek tepki gösterir. Durum büyüklere arz edilince, asıl yanlışı tepki vermeyerek sohbeti yapanın yaptığı yüzüne ağır bir şekilde söylenir. O kadının hidayetine Hâce Hazretleri’nin hareketlerinin vesile olacağı söylenir. Yıllar sonra o ihvanla karşılaşan ve eşinin tesettüre büründüğünü gören Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) çok sevinirler.
Tebliğ bir vazifeydi… Ama hidayeti veren Allah’tır (celle celaluhu). Niyetin ne kadar meşru olsa da ona giden yolların da meşru olmalı. Hz. Nuh (aleyhisselam) dokuz yüz elli sene tebliğde bulundu. Müslüman olan çok az bir topluluktu…
“Bir kötülük gördüğünüz zaman elle düzeltin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın. Buna da gücünüz yetmezse kalben buğzedin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyuruyor Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem).
Birilerini kazanma adına onun yaptığı yanlışlara nasihat etme yerine, bunları meşru göstermeye başlayanlar, başkalarını kazanacağız derken kendileri kaybedilenler oldu. Yahudiler bir yanlışı için bir kardeşlerine nasihat ederler, biraz sonra onun yaptığını yapmaya başlarlardı.
Müslümanlar imanlarını, ihlaslarını, ahlaklarını Rabbimizin belirlediği ölçüler içinde kalarak muhafaza edebilirler. Evinde, işinde, mahallesinde, sokağında Müslüman kimliğine zarar verecek her şeyden uzak durmalıdır. Yaşadığı hayatla Rabbi’ni razı etmenin derdini hep taşımalıdır.
Bugün bu din yaşanmaz anlayışında olanlara en güzel cevabı hayatıyla vermelidir Müslüman. Kimliğinden utanma kardeşim… Namazından utanırsan, günahından utanmayanlara bak. Onlar kendilerini yaratana, nimet veren Allah’a isyan edip utanmazken, sen O’nun emrini yerine getirmekten utanma. Kıyafetinden utanma kardeşim… Sakalından, çarşafından, tesettüründen utanma… Onlar senin süsün, onlar senin takvan, onlar senin kimliğin…
“Müslüman kimliğinden utanan değil, kimliğine layık olamadığı için kendinden utanandır.” buyuruyor Hâce Hazretleri (kuddise sırruh).
İlahi emirler bir yük değil de, zevke dönüşsün sende… Unutma seni yıllar öncesinden ashabına müjdeleyen, seni özleyen, sana “kardeşim” diyen bir Peygamberin var.
“Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim.
Allah’ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.”
Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Âmin!…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
EL HELÂL KÂRDA GÖNÜL İSE HAKÎKÎ YÂRDADIR
Gönül verme Hâce kâinâta
Geçip fânîden er bâkî hayata
Sefa bul gark olup envâr-ı Zât’a
Yürü bülbül yürü dost illerine
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
Sâlih insanların yaşadığı beldeye bir vali atanır. Bu vali bir süre sonra halkına zulmetmeye başlar. Zulümler artınca bu beldedeki Müslümanlar ellerini duaya kaldırır… Ertesi gün valinin minareden salası okunur. Vali ahirete göçmüştür. Bu valinin yerine başka bir vali gelir. O da bir süre sonra ölen vali gibi zulmetmeye başlar. Dayanamayan halk ellerini yine duaya kaldırır… Ertesi gün sala okunur. Bu vali de ölmüştür. Temiz insanların duasıyla bu beldede zulüm çok sürmez, bitermiş…
Bu beldeye bir vali daha atanır… Bu vali kendinden önceki valilerin başına gelenleri işittiği için temkinli davranır. İlanlar verir, herkesin yumurtayla şehrin meydanında toplanmasını ister. Halk bir anlam vermese de denileni yapar. Söylenilen saatte meydanda toplanır. Getirilen yumurtalar bir meydanda toplanır.
Vali halka selamlama konuşması yaptıktan sonra, halka geldikleri için teşekkür eder. Getirdikleri yumurtaları itaatlerini ölçmek için istediğini, herkesin yumurtasını geri almasını söyler… Yumurtasını almaya giden halktan bazıları getirdiğini değil de başka yumurtaları alır. Kırık getiren sağlam, tavuk yumurtası getiren kaz yumurtası, az getiren çok alır… Halk meydandan dağılır.
Ertesi gün bu vali de zulmetmeye başlar. Zulümler artınca halk ellerini duaya kaldırıp, valinin salasını beklemeye başlar. Sala okunmaz… Eller yine duada ama yine sala okunmaz… Vali de vergiyi, zulmü arttırmaktadır.
Beldenin âlim insanları bir araya gelip bu durumu müzakere ederler. İçlerinden biri onlara meydandaki günü hatırlatır. İnsanların yumurtaları karıştırdığı için üzerlerinde hakları kaldığını, helalleşmeden duaların kabul olunmayacağını söyler. Beldenin halkı bir araya gelir, helalleşir, birbirlerinden özür dilerler. Hep beraber Hakk’a (cc) yalvararak dua ederler. Ertesi gün bu valinin de salası okunur.
Peygamber Efendimiz (sav) “Bir kimse (Allah için) uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Saçları darma dağınık, toza toprağa bulanmış bir vaziyette ellerini semaya uzatarak: ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye dua eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram kısacası kendisi haramla beslenmiş olursa böylesinin duası nasıl kabul edilir?” buyuruyor.
Allah (cc) temizdir ve temiz olanları sever. Temiz olmayan şeyler Yüce Mevlâ’ya ulaşmaz. Dualarımızın kabul olunmasını istiyorsak temiz olmalıyız… Müslüman her yönden temiz olmaya çalışmalıdır. Aklıyla, kalbiyle, midesiyle ve şekliyle temiz olmalıdır.
“Ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer).” buyuruyor Yüce Mevlâmız. “Kalbe giden yol mideden geçer.” diye halkın arsında bir söz vardır. Söylenilme amacı farklı olsa da bir yönüyle hakikattir. Mideye helal lokma giderse, kalpte iman, sevgi yeşerir. Haramla beslenen bir insanın sâlih amel işlemesi zordur… Hem haram yiyip hem de hayır işlediğini düşünen varsa, bilsin ki en başta kendini kandırıyormaktadır.
“Ey peygamberler! Temiz (helâl) şeylerden yiyin ve sâlih amel işleyin! Şüphesiz ki Ben, ne yaparsanız hakkıyla bilenim.” buyuruyor Yüce Mevlâmız.
Ğavs Hazretleri’nin (ks) halifelerinden Şeyh Muhammed Lütfi Norşini (ks) Hazretleri bir süre sohbetlerine devam eden birine “Ne iş yaparsın, ne yiyip içersin?” diye sorarlar. Adam da yurt dışından emekli olduğu parasını bir bankaya yatırdığını, oradan gelen faizle geçindiğini söyler. Şeyh Lütfi (ks) adamın bu halini tasvip etmez ve “Sohbetimize gelmek istiyorsan bu faiz işini terk etmelisin.” der. Adam bir süre ortalıkta görünmez. Şeyh Lütfi’nin (ks) müritlerinden biri o adama rastlayınca halini sorar. O da, “Öyle bir hocaya gidiyorum ki, ne parama ne puluma karışıyor.” der. Bugünün Müslümanları haramlarına kılıf bulmak için hoca hoca dolaşmaktadır.
“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur; eğer o bozulursa cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav).
“Biz bir harama düşmek korkusundan, yetmiş helâli terk ederdik.” buyuran Hz. Ebubekir’le (ra) karşılaşsak bize neler söylerdi acaba?.. O ki kölesinin getirdiği bir sütten içti ve hemen kölesine dönerek: “Bunu nereden aldın?” diye sordu. Köle: “Kehanette bulundum, yani gaybden bazı haberler verdim de ücret olarak bu sütü aldım.” dedi. Bunun üzerine Ebubekir (ra), içtiği sütü midesinden çıkarmak için boğazına parmak saldı ve boğulacak şekilde istifra ederek, çıkarmaya çalıştı, sonra da: “Allah’ım, midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından Sana sığınırım.” dedi. Hz. Ebubekir’in (ra) anlayışı sende oluşursa senin de miden haramı bilir… Harama düşmek korkusu sende oluşursa, İmamı Âzam’ın (ra) babasının bir elma için düştüğü çileyi anlayabilirsin.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle uyarmıştır: “Öyle bir zaman gelecektir ki, kişi malını helalden mi haramdan mı elde ettiğini önemsemeyecek.”
Bir havuz dolusu temiz, berrak bir suya bir damla necaset bulaşırsa kirlenir o su… O sudan içmezsin. Müslüman kazancına haram bulaştırmamaya çalışır. Bilir ki bir damla necasetin suyu kirlettiği gibi haram da kazancını kirletir.
Haram nefsin hoşuna giderken, helal müminin hoşuna gider. Haramla, şeytan insanı kandırmaya çalışırken, mümin alın terinin ve helalin peşindedir. “Kişiye en hayırlı rızık alın teriyle kazandığı rızıktır.” buyrulmuş. Bu zamanın yiyecekleri hormonlu ve ilaçlı... İnsan sağlığına çok zararlı gıdalar var. Bu gıdaların bedenimize zarar verdiği gibi, haramlar da hem bedenimize hem de maneviyatımıza zarar verir. Kalbini korumayı unuttu Müslümanlar. Kalbini unutunca dikkat etmesi gereken helal ve haramları da unuttu…
Hâce Hazretleri (kuddisesırruh); “Aklımızı fikri sahih ile bedenimizi helal ile kalbimizi iman ve sevgi ile korumalıyız.” buyuruyor.
Bir insanın alacaklarından elli bin lira kadar eline para geçer. Bu paraya acil ihtiyacı vardır. Sıkışmış, borçları var… Ödemeyi birkaç gün sonra yapacak. Parayı bir türlü saklayamaz. Yastık, yorgan derken evden de rahatsız olurlar. Dışarıda bir yer arayıp bulmaya çalışır.
İnsan kendince değerli gördüğü şeyi saklar, onu korumanın telaşı içerisinde olur. Hayatımızda korumayı, saklamayı düşündüğümüz nelerimiz var? Korkma, nasibini almadan bu dünyadan gitmezsin! Paranı koruduğun gibi, çocuğunu koruduğun gibi, kalbini, mideni de koru… Hakk’a giden yolun kalbi selimden geçtiğini unutma kardeşim.
Temiz bir kalpte İslam, iman ve aşk yeşerir… Yolumuzun büyüklerinden Ubeydullah-i Ahrâr (ks) Hazretleri buyurdular ki: “Bizim yolumuzda el helâl kârda, gönül ise hakîkî yârdadır.”
Allah’ım! Helal rızıklarınla rızıklanmayı, haramlardan uzak durmayı bizlere nasib eyle…
“Allah’ım! Sen’den Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.” Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Âmin…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
İMAN MUHAMMEDÎ BİR ANLAYIŞTIR
İmam Hanbel ve İmam Şafi Hazretleri zamanın mutasavvıflarından Şeyban Raî Hazretlerini ziyarete giderler… İmam Şafi Hazretleri ona soru sormayalım, o ne buyurursa bizim için sohbet olur diye uyarsa da İmam Hanbel birkaç soru sorarlar.
Namazdan sorar… Şeyban Raî (ks) sizinkini mi, bizimkini mi anlatalım dediğinde İmam Hanbel iyice şaşırır. Şeyban Raî Hazretleri, “Sizin namazınızda farz terk edilirse namaz bozulur. Farz tehir edilirse, vacipler terk ve tehir edilirse, sehiv secdesi yaparsınız namazınız tamamlanır. Allah’tan (cc) gayrı bir şey düşünürsek bizim namazımızı iade ederiz…
Oruçtan, zekattan sual edilir… Şeyban Raî (ks) o suallere de kendi orucunu, zekatını anlatıp benzer cevap verirler… İmam Hanbel (ra) bu cevaplar karşısında bayılıp düşer…
Biz de Şeyban Raî Hazretleri’ne (ks) imanı sorsaydık, bize de sizin imanınız mı, bizim imanımız mı diye buyurulardı… Aldığımız cevapla biz de İmam Hanbel gibi bayılır, düşerdik…
Cenâbı Hak ayeti kerimede, “Bedeviler: ‘İman ettik.’ dediler. De ki: ‘Siz henüz iman etmediniz, fakat henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu halde İslama girdik.’ deyin. Eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, size amellerinizden hiçbir şey eksilmez; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet edendir.” buyuruyor.
O günkü bedeviler, belki korkudan, ganimetten veya herhangi bir nedenden dolayı islama girmiş olabilir. Ya biz bugünün Müslümanları, “Niçin Allah’a (cc) iman ediyoruz?” Cenâbı Hak “İman ettik demeyin, kalplerinize iman yazılmadı.” buyuruyor. Kalplerimize iman nasıl yazılır…
Niçin Allah’a (cc) iman ettiğimi bilmem gerekir. “Bilgi anlayış içindir, anlamak içindir. Bilgi öz olarak beni yaradan, beni var eden ile benim aramdaki ilişkiyi istenilen düzene getirmek için O’nunla benim aramdaki bütün meselelerin nedenini, niçinini, nasılını anlamak içindir.” buyuruyor Hâce Hazretleri (ks).
Niçin Allah’a (cc) iman ettiğimi bilemiyorsam benim imanım iğreti olur. Ben Rasulullah’a (sav) niçin iman ettiğimi bilemiyorsam O’na tutunamam, bağlanamam. Bir gün bu iman beni bırakır. Niçinleri içime yerleştirmek zorundaydım. Bulacağım cevaplar imanın tırnakları gibidir. Onlar ile gönlüme, dimağıma, fikrime tutunur…
Nice âlimler, salihler imanın derdiyle dertlenmişlerdir. İmanı korumanın, muhafaza etmenin tasasını hayatları boyunca dert edinmişler. İman “mahluk” değildir, Cenâbı Hak tarafından insana bahşedilen büyük bir nimettir. Müslümanlar imanı kaybedilmeyecek, kalıcı bir mülk olarak görmemeli… İmanın kaybetmekten korktuğun bir hazine gibi olsun… Onu çok iyi korumalısın. Yoksa çalınabilir. İçki içen, zina eden Müslümanın o fiil esnasında yüzüğün parmaktan çıktığı gibi imandan çıktığını buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav). Senin imanının peşinde çok hırsız var… Şeytan, nefs, kötü arkadaş… Hepsi senin imanının hırsızıdırlar… Kendisine vahyedilen Bel’am nefsine ve şeytana uyunca dili sarkan bir köpeğe benzetildi. Süfyan es Sevri (ra) kendisine ilim öğreten hocasının imansız öldüğünü görünce çilesinden beli kamburlaştı.
Hâce Hazretleri (ks) “Dünyada en büyük saadet, İslamca yaşayıp imanla ölmektir.” buyuruyor.
Bugün İslamı yaşanılır olmaktan çıkarıp sadece düşünülen, yorum yapılan bir din haline getirme çabaları var. İslamı yaşamadığın sürece senin imanından kimse rahatsız olmuyor… Çeşitlilik, kültürel zenginlik olarak bile görülebilirsin. İmanınla yaşamaya başladığında, ailende, alış-verişinde, arkadaşlık ilişkilerinde, ticaretinde, imanına göre hareket ettiğinde birileri karşına çıkabilir.
İslam yaşanılırsa içindeki güzellikler ortaya çıkıp neşvü nema bulacaktır. İmanın hakikati de yaşanmamasında ortaya çıkacaktır. Büyüklerimiz imanı hammaddeye benzetmişler, işlenirse, kullanılırsa kendisinden faydalanılır. İman bütün hayatını kuşatmalı. Anlayışın, hayatın, ahlakın imanından beslenmeli.
“Biz Allah’tan (cc) kaçar olmuşuz. Allahsız yaşamayı tercih etmişiz. İmanı hayatımızda kullanmak yerine imanı bütün meselelerin dışında bırakmışız.” buyuruyor Hâce Hazretleri (ks). İman Allah’la (cc) yaşamayı öğrenmektir. Tasavvuf Allah’la (cc) yaşama sanatını öğrenmektir.
“Allah (cc) ile tanışmayan bir insanın imanı kamil olmaz. Müslüman olur, mümin olamaz.” buyuruyor Hâce Hazretleri (ks). İnsanı Allah’la (cc) tanıştıracak, buluşturacak olan mukarreb mürşidi kamillerdir.
Nakşibendi Hazretleri (ks) kendisine gelen bazı alimlere imanınızı kapıda bırakın öyle gelin buyururlar. Şaşırdıklarını görünce onlara, “İmanınız sizi buraya kadar getirdi. Burada size verilenle Allah’a (cc) vasıl olursunuz.” buyurur.
Cebrail (as) Peygamber Efendimiz’e (sav) gelerek İslamdan, imandan ve ihsandan sorarlar. Cebrail (as) ayrılınca Peygamber Efendimiz (sav) ashabına, “O gelen kardeşim Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye geldi.” buyururlar. İslam, iman ve ihsan dinin ana boyutlarıdır…
İman, ihsan, idrak, aşk, ihlas, samimiyet, takva… Dinin makamları bunlardır. Bunların da hepsi insan içindir ve insanı adım adım Allah’a (cc) yaklaştıran vesilelerdir… İnsanı Hakk’a yaklaştıracak en büyük vesile Peygamber Efendimiz’dir (sav)… O’nun sünneti, O’nun ahlakı… Sünnet imanın tarifidir…
Hâce Hazretleri (ks), “İman, Muhammedî bir anlayış, Muhammedî bir bakış, Muhammedî bir yaşayıştır.” buyuruyor…
Ya Rabbi sünneti aşkla, şevkle yaşamayı bizlere nasib eyle… Peygamber Efendimiz (sav) ve O’nun kamil varisleri ilim, iman ve aşk menbaıdır… Bizleri bu ilim, iman ve aşk pınarlarından mahrum eyleme… Bu pınarlardan kana kana içmeyi bizlere nasib eyle…
Ya Rabbi sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Âmin…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
BÜLBÜLLER AYRILMIŞ NAZLI GÜLÜNDEN ÖTME BÜLBÜL ÖTME, GÜL DERTLİ DERTLİ
Başımda dolanan sevdânın yeli,
Ruhumda peyk eden irfânın seli,
Gönlümde hüznüm, maşuğun demi,
Bil, edip eyleyen Kâdir’in eli,
Arayıp pendimi bulmak isterim…
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
Mecnûn sahrada uyuyakalmış. Rüyasında Leyla’ya kavuştuğunu görmektedir… Oradan geçen Leyla, Mecnûn’un uyuduğunu görür, Mecnûn rüyasında Leyla’sını gördüğü için mutluluktan yanakları al aldır… Leyla onun bu haline hayran hayran bakar. Biraz sonra Mecnûn uyanır, Leyla’yı karşısında görünce yüzünün pembeliği gider, yüzü solgun bir hal alır. Kavuşmuştur Leyla’sına ama yüreğinde bir sancısı vardır. Leyla, Mecnûn’un bu üzüntüsünü merak eder. Biraz önceki güzellikten eser kalmamıştır. Mecnûn ona, şimdiye kadar sana kavuşma ümidi içimde neşe, huzur oluyordu. Şimdi ise senden ayrılmanın korkusu düştü yüreğime, der.
Seven korkar… Sevdiğinden ayrı düşmekten, ondan uzaklaşmaktan korkar. Ayrılmanın hüznünü kimler yaşamadı ki… Hz. Adem’le (as) başlar ayrılık… Önce cennetten, sonra Havva’dan (as) ayrıldı. Asıl ayrıldığı Yüce Mevlâ’sıydı.
Dünya ayrılık mekanıydı. Ayrılıkta vuslatı yaşayacaktı insanlar. Hz. Adem (as) belki günlerce ağladı. Sevdiklerinden ayrı kalmanın hüznüyle, pişmanlığıyla ağladı. Ağla kardeşim, gözlerin ve gönlün ağlasın… Hak’tan ayrı düştüğün ne varsa onlara ağla…
Kimileri ayrılınca, beraberliğin değerini anladı… Yanı başındayken nimetler, onların değerini yeterince bilememişti. Irmağın kaynağından su içenler, başka suya nasıl doysun?.. İman, aşk, ilim akan ırmaklar yine akar mı gönüllere?.. Göz görmeyince gönülden uzaklaşılır mı? İnsanı kamil insanı iman, aşk ve ilimle buluşturdu. İnsanı kamilden ayrı kalanlar neyle buluşur acaba…
Hz. Adem’den sonra yine ayrılanlar oldu… Habil bu dünyadan ayrılıp, Rabbi’ne kavuşuyordu. Kabil Allah’ın (cc) rahmetinden, nimetinden ayrılıp nefsinin azabına koşuyordu.
Hz. Yûsuf (as) gidince Hz. Yakub (as) günlerce, aylarca, yıllarca ağladı… Rabbi’nin seçilen bir peygamberinden, kendisinde Rabbi’nin özlemini giderdiği, kendisine Allah’ı hatırlatan biricik oğlu Yûsuf’tan ayrı düşmüştü. Ağlayan gözleri görmez olur… Yûsuf’un kokusu uzaklardan gelir. Seven sevdiğinin kokusunu alır.
Aynı kokuyu Züleyha da almıştı. O da Yûsuf’un geçtiği sokaklarda onun kokusunu almıştı. Dünyanın necis kokusuna alışan bizler, sevgilinin kokusunu nereden alalım. Onlar ki, Yûsuf’un geçtiği caddelerde sabahladılar. Onlar ki Yûsuf’u hatırlatan her şey için neleri varsa feda ettiler… Onlara huzur veren onunla yaşadıklarıdır. Ona ait ne varsa değerlidir. Sevgiyle dolan kalpleri sevgiliye kavuşunca huzura erer.
Bu kalp sevgiliyi anmayacaksa, sinede yüktür… Bu gözler sevgiliyi görmeyecekse, bu kulaklar onu işitmeyecekse, bu ağızlar onu konuşmayacaksa Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle; “Summun, bukmun, umyun”laşır. Onlar; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler…
Allah için seveceğimiz bir Yûsufumuz olsun. Sevgimiz şehvetimizin esiri olmasın. Hz. Yakub’un gözlerini Hz. Yûsuf’un gömleği açmıştı. Sevgiye susamış, sevgiliyi özleyen kalplerimiz ne ile açılır?
Hz. Enes (ra) Peygamber Efendimiz’i (sav) ne zaman özlese, O’ndan (sav) aldığı aynasına bakar, hasretle Peygamber Efendimiz’i seyredermiş. Senin de aynan olsun... Gönül aynanı temizlersen sen de seyredersin sevdiklerini. Gönül aynanda dünyayı seyredersen yazık edersin ömrüne…
Seven sevdiği için yaşar. Ona kavuşmanın özlemiyle yanar. Hz. Muaz (ra) Yemen’den dönünce hasretinden Peygamber Efendimiz’in (sav) ellerini, ayaklarını öptü. Sevgisinin şiddetinden secde edecekti, müsaade edilmedi. Sevban (ra), Peygamber Efendimiz’den (sav) ayrı kalmanın korkusuyla, hüznüyle hastalanmış, sararıp solmuştu. Ebu Hureyre (ra) hasretinden mescidden öteye gidemez geri dönerdi…
Ashab Peygamber Efendimiz’den (sav) ayrılığa dayanamadı… Canlarını feda edecekleri sevgiliden ayrılınca Medine’de kalamadılar. Bir gün Bilal-i Habeşi Medine’ye döner, ısrar edilince tekrar ezan okur. Bütün Medine Peygamber Efendimiz (sav) geldi diye mescide akın ederler. O’nunla (sav) geçen hatıralar o kadar canlıydı ki, bu hasrete dayanamadılar. Bu sevgiyle, hasretle Medine’de kalamadılar…
Gönülleri öylesine Rasûlullah aşkıyla yanmıştı ki, gittikleri her beldeyi bu aşk ateşiyle Müslüman eylediler. Seven tembellik edemez, derbeder davranıp kendini harab edemez. Seven sevdiğine hizmet eder, O ‘nun yoluna can fedadır.
Ashab Peygamber Efendimiz’i (sav) gönlünde taşıdı… O’nun sünnetini, ahlakını, anlayışını insanlığa tanıttı, sevdirdi…
Seven baktığı her yerde, andığı her şeyde sevdiğini bulur. Eğer seviyorsan ayrı düşmezsin… “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyrulmuş. Bu bir müjdedir müminlere... Eğer seviyorsan sevgi pınarından, nur çeşmesinden sen de nasiplenirsin… Bu sevgi pınarı, nur çeşmesi bütün müminlere yeter… Yeter ki sen gönül kabını uzak tutma…
“Allah’ım! Sen’den Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.”
Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Amin…
Hâce gel sen hüzünlenme
Şol nazlı yâr hep seninle
Daim çağır “Ya dost!” diye,
Belki şifan verir senin…
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
ÂŞIK MAŞUĞUNA HİZMET EDER
Aşkın odu yakıp yandırır beni,
Can dayanmaz sevdiceğim arzular seni,
Hasretindir bülbül eder dilimi,
Gazeldesin, şiirdesin, sazdasın.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
Esad Erbili hazretleri (ks) zamanının büyük alimlerinden… Ömrünü Rabb’ine adamış bir Allah dostu… Ömrünün son demleri gelmiş, iyice yaşlanmıştır. Bir bahaneyle hapse atılır. Halifelerinden biri üstadının bu haline dayanamaz. Yaşlı haliyle çekeceği sıkıntı ve meşakkati düşününce mürşidinin yanında olmak ister. Camide yapılanları eleştiren bir hutbe okur. Hemen şikâyet edilir. O da üstadı, mürşidi Esad Erbili hazretleri’nin yanına gönderilip, hapsedilir.
Esad Erbili hazretleri bu olaylardan sonra fazla yaşamaz. Birkaç ay sonra dünyasını değişir. Halifesi üstadının son birkaç ayında hapishanede hizmetini yaptığından dolayı çok mutludur. Fazladan 7-8 yıl hapis yatması gözüne hiç gelmez. Onu son anlarında yalnız bırakmamak, ona yoldaş olmak kendisine yetmiştir…
Aşık maşuğu için canını feda etmeyi bile az görürken, başına gelen çileye aldırış etmez. Aşığa zor gelen çile değildir. O sevdiğini üzmenin, ondan uzak kalmanın acısını yaşar hep gönlünde…
Hz. Eyüp (as) vücudunu yiyen kurtlardan şikâyetçi değildir. Vücudunu yiyen kurtlar zikrine engel olmaya başlayınca, Yüce Mevlâ’ya yalvarmaya başlar. “Dilim ve kalbim olmazsa Seni nasıl zikrederim Ya Rabbi… Seni zikretmekten beni alıkoyma.” diye niyazda bulunur.
Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) kalp ameliyatı sonrası boğazına atılan hortumdan dolayı ses telleri zarar görür. Ameliyat sonrası sesi çok kısık çıkmaya başlar. Çok sevdiği ihvanlarıyla, dostlarıyla sohbet edemezler… Hâce Hazretleri’nin bu dünyada özellikle sevdiği üç şey vardı: Tazarruyla yapılan niyaz, okumak ve sohbet…
Sohbet edememek… Göğsü süt dolu bir annenin yavrusuna süt veremeyişi gibi… Sevdiğine hizmet edememek çok yıpratır Hâce Hazretleri’ni (ks). Bu ses kısıklığı fazla uzayınca birkaç uzman doktora gidilir. Bazıları o kadar umutsuz konuşur ki, bundan sonra sesiniz hiç gelmeyebilir gibi sözler söylerler… Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) birçok hastalığına rağmen halinden şikâyetçi değildir. Hastalıklar Rabb’iyle arasında bir cilve gibidir. Sohbetsiz kalınca Mevlâ’ya yönelir… “ Ya Rabbi, sohbet edemezsem seni anlatamam, seni sevdiremem, seni tanıtamam…” diye dua buyurur. Ailesi de : “Hakk hiç kendi sesini kısar mı?” buyururlar ve Hâce Hazretleri’nin sesinin daima böyle kalmamasını niyaz ederler.
Sohbet aşktır, maşuğu anlatmaktır…Sesi açılır, sohbetler başlar… Bu sohbetler doyumsuzdur… Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) sohbetlerinde bulunan insanlar o tadı doyasıya yaşarlar… Bu sohbetlerde akıl istifade eder, idraki artar… Kalp mutmain olur, huzura erer… Gönül kendisine açılan âşıklar yolundan gitmeye başlar… Hz. Adem’le (as) başlayan nebiler silsilesi bu aşk kervanının kutlu yolcularıdır. Aşık olursan senden önce bu yoldan (aşıklar yolu) gidenleri takip edersin… Dağların, taşların kaldıramadığı yükün aşk olduğunu anlarsın… İnsan vefat edince emanetini teslim etti, denir. İnsanın taşıdığı emanet “aşk”tır…
Hz. Adem aşkı yaşasın diye dünyaya gönderildi. Aşk vuslattı, aşk hasretti… aşk mahviyetti… aşk kul olabilmekti… aşk hizmet edebilmekti…
Aşık kendisiyle meşgul olmaz, maşuğu için yaşar. O’nu mutlu etmek, O’nu razı etmek en büyük isteğidir. Nakşibendiler için”İlahi Ente maksudi ve rıdake matlubi(Ya Rabbi maksadım Sensin ve isteğim Senin rızandır.)” anlayışı aşk olmuştur. Aşk maşuğu için yaşamak olmuştur. De ki: “Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir. (Enam-162)
Aşk müminde sadece soyut olmaktan çıkar, hayatıyla ölümüyle, ibadetiyle somutlaşır…
Kainat insana aşıktı, insan Rabb’ine… Dünya insanın kalbine girince karıştı ortalık. Kabil’le başlar kargaşa ve dünya sevgisi… Habilleşenler ise en güzel varlıklarını sundular Rabb’ine: Bazen ellerindeki nimetler, bazen en sevdikleri, bazen canları oldu… Kulluk maşuğu sevindirmek, razı etmektir. O neden razı, O neyi seviyorsa müminin baş tacıdır.
Reşahat’ta geçer… Aşık bir genç sevgilisinin geçeceği yollara güller döker, o gelmeden oradan ayrılırmış. Onu görenler onun bu haline şaşırır, sorarlarmış, “ Sen bu gülleri yollara döküyorsun ama o kim döktüğünden habersiz.” Genç onlara , “Olsun, o benim döküğümü bilmese de bu yoldan geçerken gönlü hoş olmaz mı? Onun sevinmesi bana yeter.” dermiş. Cenabı Hakk’ın bir işten razı olması bizim için yeterli olmalı…
İnsan umreye, hacca gittiğinde Rabb’ini sevindirir. Türkiye’de son zamanlarda umre ve hac ziyaretlerine yoğun ilgi görülmektedir. Bu ilgi hepimizi sevindirmektedir. Müslümanlar bu ziyaretleri ibadet olmaktan çıkarıp turistik gezilere çevirmemelidir. Son zamanlarda umreden gelenlere neler yaşadıkları, neler hissettikleri sorulunca yaptıkları gezileri, piknikleri anlatır oldular. Ravza-i Mutahhara’ya gidip Peygamber Efendimiz’i (sav) ziyaret edeceğine çarşıya pazara yönelmektedir. Rabb’in ve Peygamber’in seni nefsinden kıskanır. Sürekli nefsin arzuları peşinden gitmen gayrete dokunur.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) mukaddes beldelerde özellikle Mekke-i Mükerreme’de ihvanlarına ihtiyaçları dışında alış-veriş yapmamalarını buyururlardı. Mekke-i Mükerreme’de Cenabı Hakk’ın zatının tecellisi vardır. Burada Cenabı Hak (cc) zatının dışındaki şeylerle seni meşgul görmek istemez. Aşığın hizmeti maşuğunu razı etmektir.
“Allah'ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim.
Allah'ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.”Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Amin…
Sevdiğim mihr-i mâh, cihan-nümâdır,
Tâvusi kudsi, zümrüdü ankâdır,
Öyle yüksek uçar, sanki hümâdır,
Bakmam gayriye cümle sivâdır,
Lütfuna şâyân olmak isterim.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



