Gülzâr-ı Hâcegân
GÖNÜL TARLASINA SEVGİ EKİLİR
Bir mukaddes devran gördüm,
Hâcegânlar tekkesinde.
Dertlilere derman gördüm,
Hâcegânlar tekkesinde.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
Ğavs Hazretleri (ks) ihvanlarıyla yolculuk yapmaktadır. Bir askeri kontrol noktasından geçerken, kontrol için durdurulurlar. Onları durduran komutan bir yüzbaşı… Merak eder Ğavs Hazretleri’ni (ks). Bu zat kimdir diye ihvanlarına sorar. Onlar da Abdulhakim El-Hüseyni Hazretleri (ks) derler. Yüzbaşı Ğavs Hazretleri’nin ismini daha önce duymuştur. Yanına gelir ve Ğavs Hazretleri’ne hürmet ettikten sonra bir soru sorar:
-Efendim, bu bölgede birçok Allah dostu var. Halk onları hep kerametleriyle anlatır. Ama sizden bahsederken hep ilminiz ön plana çıkmıştır. Âlimdir derler, ama hiç kerametlerinizden bahsetmezler. Siz keramete karşı mısınız?
Ğavs Hazretleri (ks) elindeki asasını yere batırıp üzerine takkesini koyarlar. Biraz sonra asanın üzerinden takkesini alırlar. Asa yeşerip bir salkım üzüm vermiştir. Yüzbaşı gözlerinin önünde cereyan eden bu olayla şaşkına dönmüştür. Ğavs Hazretleri (ks) üzüm salkımını eline alır, bir tanesini yemesi için yüzbaşıya uzatıp ikram ederler. Yüzbaşı üzüm tanesini alır. Gördükleri karşısında hayrettedir. Ğavs Hazretleri (ks); “Bu sizin bahsettiğiniz kerametlerden midir?” diye sorar.
Yüzbaşı; “Evet efendim, bu olay bir keramettir.” diye cevap verir. Ğavs Hazretleri (ks) yanındakilere ve yüzbaşıya verdiği cevapla keramet anlayışını ortaya koyarlar:
“Bu bir keramet… Siz üzümü yediniz, üzüm midenizde… Ama vücudunuz üzümü dışarı atacak… Bu kerametin etkisi bu kadar. Vücut dışarı atınca kerametin etkisi de bitecek.
Bizim kerametimiz; kerameti ilmiye, kerameti akliye ve kerameti maneviyyedir. Biz sohbetle, ilimle insanların anlayışını değiştiririz. Biz insanların ölmüş kalblerini diriltiriz. Bu keramet insanlara daha etkilidir.” diye buyururlar.
Ölü kalbleri diriltmek… İnsanı kamil işi… Ölü kalbleri kendi gönlünü diriltmiş mürşidi kamiller diriltir ancak. Yine bir gün Ğavs Hazretleri (ks) “Hz. İsa (ra) ölü insanları diriltti, biz ölü kalbleri diriltiyoruz …” buyururlar.
İnsan kalbi ağrıdığında, çarpıntı yaptığında korkuya kapılıp hemen doktora koşuyor. Ya kalbinin ölü olduğunu nasıl anlayacaksın? Her şeyin menfaata dönüştüğü, dünyevileştiği bir ortamda kalbini hissedebilmek… Gönlümüzden ne kadar da uzaklaşmışız…
“Kalbler, ancak Allah’ın (cc) zikriyle mutmain olur.” (Rad-28) buyurmuş Cenabı Hak. Sen Hakk’ı zikretmezsen nasıl dirileceksin, ölü halinden nasıl kurtulacaksın?.. Onların yanında Allah (cc) anılsa kalbleri titrer… İnsan sevinince kalbi harekete geçer. Sen sevmeyi unutmuşsan bu kalbi nasıl harekete geçireceksin?.. Namazda huşu ister Cenabı Hak (cc). Huşu kalbin amelidir. Peygamber Efendimiz (sav) namaz kılarken göğsünden çıkan sesi çevresindekiler duyardı. Hz. Ebubekir’den (ra) yanık et kokusu gelirdi. Aşktan yanan gönüller… Ashabtan niceleri Kur’ân-ı Kerim ve ezan okunurken bayılıp düşmüşlerdir.
Âlim bir zatın küçük bir oğlu Kur’ân-ı Kerim’i yeni öğrenmektedir. Okuduğu bir ayetin etkisinden hastalanıp yataklara düşer. Onun bu halini gören babası kendi haline bakıp hayıflanır. Oğlum bir ayetin etkisinden bu hallere düştü, ben yıllardır Kur’ân okuyup öğretiyorum halim değişmiyor. Okuduğun ayettir, hadistir, ama boğazından aşağıya geçmez bunlar…
Kalb ölüyse işittiklerin sana tesir etmez. Seni heyecanlandıran, sevindiren şeyler hayat rotanı da çizmektedir…
Yarın mahşerde Cenabı Hak (cc) senden selim bir kalb istiyor. Hayat rotan selim bir kalb olsun. “Ancak Allah'a temiz bir kalble gelenler o günde kurtuluşa erer." (Şuara-89)
Bu dünyada selim bir kalbe nasıl ulaşırım? Bunun derdini taşırsan, nasıl kalbi ağrıyan bir hasta doktora koşarsa, sen de manevi kalb doktorları olan bir mürşidi kamil ararsın.
Hz. Ömer’i (ra) düşün… Kızını diri diri toprağa gömen Ömer’den, bütün ümmeti derd edinen ve Fırat nehrinin yanındaki kuzunun hesabından çekinen birinin nasıl yetiştiğini görürsün… Ashabı kirama bin yıllık dinlerini değiştirten şey, Peygamber Efendimiz’e (sav) olan sevgileriydi.
Ölü kalbler Peygamber Efendimiz (sav) ve O’nun kamil varislerinin yanında dirilir. Kalbin dirilmezse, kalbin sevgiyle dolmazsa sendeki değişim kalıcı olmaz. Sendeki değişimi kalıcı yapan şey sevgidir… Seven sevdiğine benzemek ister. Eğer sevmezsen ashabı anlayamazsın. Sen onlara belki deli derdin, onlar sana Müslüman demezdi…
Kalbin ölüyse, vücut ülkene nefs hakimse dünyanın geçiciliği, dünyanın aldatıcı süsleri seni peşinden koşturur. Sen hep dünyanın peşinden koşarken, gölgesini yakalamaya çalışan bir adam gibi olursun. Ne yaparsan yap gölgeni yakalayamazsın. Ömrünü boşa harcamış olursun. Böylelikle ömür tarlasına hep diken, çalı-çırpı ekmiş olursun.. Bir ilahide öyle diyor:
Bu yalan dünyadan bir gün giderim
Ömür tarlasına bak neler ektin
Sen bu dünyada hep mide tarlasına mı yatırım yapıyorsun, yoksa gönül tarlanı mı ekiyorsun?
Gönül tarlasına sevgi ekilir… İman, ihsan ekilir… Müslümanlar sevgiyi önce gönüllerine, sonra tüm dünyaya yayıp yeşertsinler. Dünyanın ihtiyaç duyduğu şey sevgidir… İnsanlık sevgiye aç… Kurumuş gönüller, çoraklaşmış dünya…
Ğavs Hazretleri (ks) bir ağadan çorak, susuz bir toprak alırlar… Bir gün ihvanları su ihtiyacını dile getirince, birkaç yer tarif ederler… Oralardan su çıkar, ama yeterli değildir. En son geldiklerinde asasını vurdukları yerden müthiş bir su çıkar… Mürşidi kamilin elinde çoraklaşan toprak suya kavuşur… Ölmüş kalbler imanla, sevgiyle tekrar dirilir…
Gülzâr-ı Hâcegân : Sevgi mektebi… Şüttar yolu (aşıklar yolu)… Gülzâr-ı Hâcegân’da okutulan ilk ders sevgidir… Son ders de sevgidir. Diğer bütün dersler bu sevginin anlaşılıp yaşanması içindir. Sevgisiz yapılan ameller Allah’a (cc) ulaşmaz. Kulluk ancak sevgiyle sunulur.
Sevgiyi öğreneceğin yer sevenlerin yanıdır. İhlas muhlislerden, ihsan muhsinlerden, takva muttakilerden öğrenilir… Sevgi, ihlas, ihsan kitaplardan öğrenilmez…
Gülzâr-ı Hâcegân’da gönüller sevgiyle nakış nakış işlenir. Gülzâr-ı Hâcegân’da Allah (cc) ve Rasûlü’ne (sav) aşık gençler yetişir. Onlar güneşin etrafında pervaneler gibidir. Işığın cezbesi kuşatmıştır onları. Kısa zamanda Yunus misali derviş olurlar. Dergâha belki odun taşımıyorlar, ama gönülleri sevgiyle dolu… Onlar mürşidlerinin gönlünden fışkıran sevgi, iman, ilim ırmağından kana kana içerler. Bu öyle bir deryadır ki, bütün insanlık bu sevgi, iman, ilim denizinin başına gelse ondan bir şey eksiltemezler.
Bu pınar mürşidi kamillerin gönül pınarıdır. Sen de gönül tarlanı bu pınardan beslersen kalbin aşkın, imanın, ihsanın mekanı olur…
Cenabı Hak (cc) bu pınardan beslenmeyi hepimize nasib eylesin.
“Allah'ım! Sen’den Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah'ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.”
Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Âmin…
Kademinin tozu sürme gözüme,
Eşiğindir Hacerü’l Esved yüzüme,
Zât-ı Pâk’in kıble olmuş özüme,
Sohbettesin, kelamdasın, sözdesin.
Hâce Hazretleri (kuddise sırrruh)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
ALLAH’IN İYALİNİ (AİLESİNİ) EĞİTMEK
Dünyanın en zor işi insanı eğitmek… Batının insan eğitiminde hep kapitalist yaklaşımlar var. İnsanı eğitir ve onu daha sonra kendi menfaatleri için kullanmanın peşindedir.
İnsana, insanlığa “Allah’ın (cc) ailesi” gözüyle bakan anlayış, özde onun ulviliğini (yüceliğini) unutmaz. Ne olursa olsun ne yapılırsa yapılsın hiçbir insandan ümidini kesmez. Doksan dokuz insan öldürse de ümit kapısını asla kapatmaz. Cenâbı Hak (cc) o kulunu, tevbe etmeye niyetlendiğinde kendisine yaklaştırır. Tevbe yolunda ölse bile onu affeder. Kulun adımlarına kat kat karşılık vardır.
Mevlânâ’nın gel çağrısı asırları aşacak sesiyle bütün insanlığı Allah’a (cc) davet etmektedir:
“Gel, Gel! Ne olursan ol, yine gel!
Kâfir, mecûsî veya putperest olsan da, gel!
Bizim dergâhımız (olan İslâm) ümitsizlik dergâhı değildir.
Yüz kere tevbeni bozsan, yine de gel!”
Mürşidi kâmiller insanları Allah’la (cc) buluşturmanın derdini taşımışlar hep. Hayatları boyunca bu derd için uğraşmışlardır. Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); “Bundan sonraki hayatımda sürünmek zorunda kalsam da, bir insanın hidayet bulacağını bilsem, yaşamayı isterim.” buyururlar.
“Ya Ali! Bir kimsenin senin vasıtanla hidayete ermesi, senin için en kıymetli dünya nimeti olan kızıl develere sahip olmaktan daha hayırlıdır.” buyurmuş Peygamber Efendimiz (sav).
Bir seher vakti ambarda bir hırsız… Sırtladığı çuvalları az ilerideki bineğinin yanına taşımaktadır. O sırada avluda bulunan Seyyid Taha el-Hakkârî Hazretleri (ks) bu adamı fark edince gidip ona yardım eder, bir çuval da kendisi taşır. Hırsız şaşırmıştır… Yardım eden adama “Siz kimsiniz?” diye sorar. Taha el-Hakkârî Hazretleri (ks); “Ben bu evin sahibiyim.” buyurur.
Hırsızı bir korku alır. Taha el-Hakkârî Hazretleri (ks) devamla buyururlar ki, “Evladım, ihtiyacın olduğunda gel iste. Hem sen kötü bir iş yapmazsın, hem de biz iyilik yapmış oluruz.” Adam çok mahcup olur. Bir çuval buğdayı alarak gider. Daha sonra gelip Taha el-Hakkârî Hazretleri’nin sohbetlerine iştirak edip ona katılırlar.
Abdullah Dehlevi Hazretleri (ks) yolda giderken onu gören bir sarhoş “Allah” diye nara atar. Dehlevi Hazretleri (ks) gelip o sarhoşu severler, ona hürmet edip ağzını yıkarlar. Müridleri “Efendim, bu sarhoş, ne yapıyorsunuz?” deyince, “Yıllardır bu dergahtayım böyle ‘Allah’ diyene rastlamadım. Bu yüzden bu ağızlara hürmet ediyorum.” buyururlar.
Allah diyen ağızlar… Pişman olan gönüller… Hz. Vahşi’yi kabul eden Peygamber Efendimiz’in (sav) anlayışı kâmil varislerle devam etmiştir. Cenâbı Hakk’ın (cc) insanlığa en büyük nimeti/hediyesi Peygamber Efendimiz’dir (sav). Peygamber Efendimiz’den (sav) sonra O’nun kâmil varisleri Allah’ı (cc) insanlara, insanı Allah’a (cc) sevdirme vazifesine devam etmişlerdir.
Allah dostlarının aramızda olması bile bizi Allah’a (cc) sevimli kılar. Dostunu sevene, dostunun yanında olana değer verir Cenâbı Hak… Musa’nın (ra) taklidini yapan soytarıyı helak etmeyen Allah (cc), Mevlânâ’nın taklidini yapanı hidayete erdirmiştir. Dosta benzersen sevilirsin. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyrulmuş. halini merak ediyorsan sevdiklerine bak. Kimleri seviyorsun? Sevdiklerin seni Rabbine götürebilir mi?
Kötülerin yanında iyi olacağına, iyilerin yanında kötü olsan da kaybetmezsin. Annenin, babanın, eşinin, çocuğunun seni terk edeceği anlarda dahi o dostlar seni terk etmez. Mahşerde Hz. Ebubekir’in (ra) cebinde kibrit kutusu büyüklüğünde bir şeyde sayısız insanı sırat köprüsünden geçirip şefaat edeceği nakledilir. Şefaatin en büyüğünü Peygamber Efendimiz (sav), bütün insanlık için yapacaktır.
Hz. Ebubekir (ra) misali vücudunu büyütüp cehennemi kaplama niyazı sonraki nesillerde de devam etmiştir. İnsanlığa aşık nice evliyalar aynı tasanın derdini taşımışlar. Allah dostlarında müşâhede edilen “Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta şefkatle bakabilme” ahlâkı hamîdesi, Peygamber Efendimiz’den (sav) mirastır.Mahşer korkusu, mizan telaşı orada yapılacak yardımları düşündürüp bizi sevindirse de asıl yardım bu dünyada bize yapılan yardımdır. Mürşidi kâmiller insanlığa Cenâbı Hakk’ı (cc) en güzel şekliyle tanıtırlar. O’nu en güzel şekliyle sevdirirler…
Mürşidi kâmiller nice yanlış yoldaki insanı sohbetiyle, nazarıyla, himmetiyle hidayete erdirirler. Ğavs Hazretleri (ks) mürşidi Ahmed Haznevi Hazretleri’nin (ks) emriyle Siirt’in Baykan ilçesinin Kasrik bölgesine gidip irşad hizmetinde bulunurlar. Bu yörenin ahalisi çok bozuktur, eşkıya ağırlıktadır. Ahlakları bozuk olan bu yöre çevre köylere de çok zarar verir. Ğavs Hazretleri (ks) bu insanları o hallerinden kurtarıp gözü yaşlı, gönlü mahzun bir insan haline getirirler. Hz. Ömer’in vahşetten rahmete dönmesi gibi bu insanlar da rahmete nail olurlar.
Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırrruh) ihvanlarından biri ailesiyle sohbetleşirken önceki döneme kıyasla hallerini anlatırlar. “Allah’la (cc) aramdaki bağın samimiyetinin farkına vardım. Meğer uzaklarda ulaşılamaz zannettiğim Rabbim, bize ne kadar yakınmış düşüncesini” paylaşır. “Size şah damarınızdan daha yakınım” hitabını bilgi olarak bilebilirsin, ama onu yaşamak çok farklıdır…
Hâcegân yolunun temeli Allah’ın (cc) huzurunda olduğunu unutmadan yaşamayı öğrenmektir. Yirmi dört saat rabıtayı az görme, bu anlayışın ürünüdür.
Türkiye’de çoğu Müslümanın içinde nefsinden kaçma, şeytandan uzaklaşma isteği vardır. Zaman zaman bunu başarır. Namaza başlar, bazı kötü alışkanlıklarını terk eder. Niyeti güzeldir. Eğer bir mürşidi kâmilin terbiyesinde değilse bu halini koruyamaz. Nefs ve şeytan gibi kuvvetli düşmanlarına karşı ayakta durmak istiyorsan, onlardan daha kuvvetli dostlar bulmalısın kendine. Onlar senden çekinmez de yanındaki Salihlerden çekinir.
Hizmet alanında önemli mesafeler aldıklarını düşünenler, kalplerine yöneldiğinde aynı huzuru bulamamaktadır. Kalbi hareketini geliştirmeyenler, zamanla işlerine nefslerini karıştıracaklardır. Menfaat, hırs, kibir zamanla bu güzel hizmetlerin içini boşaltacaktır. Bir mürşidi kâmille irtibatsız hareketlerin çoğu zamanla dejenere olmuştur.
Hâcegân yolunda esas unsur insandır. İnsanın eğitimi her şeyin üstündedir. İnsanlar, kurumlar için harcanmaz. Bu yolda çoğu zaman kurumlar kapatılmış, terk edilmiştir. Tekkeler işlevini kaybetmeye başlayınca, “Kapısına kilit vurduk.” buyurmuştur Mevlana Küçük Hüseyin Efendi (ks).
Nakşibendî Hazretleri (ks) zaman zaman evleri yıkıp yeniden inşa ederlermiş. Dünyanın kalıcı olmadığını müridlerine böyle öğretirlermiş. Hz. Ömer (ra) Müslüman askerlerin Halid bin Velid’e (ra) olan aşırı güvenlerinden dolayı onu komutanlık görevinden alıp asker yapar.
Kurumlar kapatılır, evler yıkılır, görevler alınır… İnsan hala istikamet üzereyse güzel bir eğitim gerçekleşmiş demektir. Dünyada birçok fikir akımı gerçek manada insanını oluşturup eğitememiştir. Hedeflerindeki insan hep hayallerinde kalmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri gerçek medeniyeti, Bitlis’in Norşin ilçesinde Hazret’in (ks) dergahındaki müridlerin yanında bulur. Bu insanlara bu medeniyeti kazandıran nedir? Bir mürşidi kâmilin dizinin dibinde, gönülden muhabbetle yetiştirilmeleridir.
Anadolu’nun her karış toprağında evliyaullahın nakış nakış izleri görülür. Öyle bir nakış ki, yıllar geçse de kaybolmayan bir izdir bu… Küllenmiş ocaklar gibi üflemeyi bekliyor. Hakk’ın nefesini bekliyor… O’nunla buluşsa yeniden parlayacak, içindeki iman ateşi yeniden alevlenecektir.
Anadolu insanı çok yıpranmasına rağmen Allah deyince, Peygamber deyince bütün kapılarını açar. Bazen kandırılmış, sütten ağzı yanmış ama bu ondaki muhabbeti söndürememiştir.
Hasan Harakânîlerle, Yusuf Hemadânîlerle başlayan bu hareket Ahmed Yesevîler, Mevlânâlar ve Yunus Emrelerle devam etmiştir. Anadolu’nun bağrında nice evliyalar yetişmiştir. Bir dönem her bölgede bir dergâh olmuştur. Oralarda sohbetler, zikirler yapılmış, Anadolu insanının mayasına zikir, muhabbet, iman evliyaullahın eliyle karıştırılıp, yoğrulmuştur.
Anadolu insanının mayası sağlamdır… Onu bugün yoğuracak, pişirecek elleri bekliyor. İnanıyoruz ki, o ellerle buluştuğu zaman tekrar imanıyla, ihlasıyla, muhabbetiyle güzelleştirecektir… Sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa ahlakıyla örnek olacaktır.
Ya Rabbi, bizi dostlarından mahrum kılma!.. Onlara benzemeyi, Onların ahlakıyla ahlaklanmayı bizlere nasib eyle!.. Onlar Seni bize tanıtan en değerli nimetlerimizdir. Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma!.. Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir… Amin!..
Maksuduna erdirir,
Matlubunu bildirir,
Gönlün Hakk’a döndürür,
Hâcegân uluları.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
BİR KÂMİL MÜRŞİDE VARMASAN OLMAZ
Niceler gittiler mürşid arayı,
Arayanlar buldu derde devayı,
Bin kez okur isen aktan karayı,
Bir kâmil mürşide varmasan olmaz.
Yunus Emre
Bütün kötülüklerin anası insanın kendi nefsinden razı olmasıdır. Nefsinden razı olan insan hak ve hakikat peşinde koşamaz. Yitiği olan hikmeti aramanın taliplisi olamaz.
Hz. Ömer (ra) gibi hiç kendini yokladın mı? O, birçok kez ashabı kiramdan Peygamber Efendimiz’in (sav) sır kâtibi Hz. Huzeyfe’ye (ra) sormuştu; “Ben münafıklar listesinde var mıyım?” Hz. Ömer’i korkutan, bizi neden korkutmuyor? Onu arayışa götüren, ona muhasebe yaptıran duygu bizim kalplerimizi neden hareketlendirip bir arayışa yönlendirmiyor?
Bugünün Müslümanlarının en büyük gafletlerinden birisi kendini irşad etme düşüncesidir. Batının akılcı yaklaşımlarının etkisinde kalan bazı Müslümanlar, aklı ön plana çıkarıp akılla yol almaya çalışmışlardır. Akıllarıyla doğruyu, yanlışı tesbit etmeye kalkmışlardır.
Cafer-i Sadık (ra), İmamı Azam’a (ra) aklı tarif ederken; “İki iyiden hangisinin daha iyi olduğunu tesbit eder.” buyurur. Akıl iyiyi, doğruyu belirleyemez. İyiyi, doğruyu, yanlışı Rabbimiz (cc) belirler.
Peygamber Efendimiz (sav) takvayı tarif ederken kalbi göstererek “Et-takva hâhuna!-Takva bunun içindedir.” buyuruyor. İman, ihsan, ihlâs, takva ve muhabbet hep kalbin amelleridir. Kalbi selim olmayan bir Müslüman bunlara nasıl ulaşacak?
Tasavvuf; kalp eğitimi, kalbi selimleştirmenin yolu... Tarikat; gönül yolu... Kalp mektebi... Mürşidi kâmil; kalp (gönül) doktoru... Gönül muallimi...
Ekmek için fırına gitmek, ilim öğrenmek için âlime, kitaba başvurmak nasıl çok doğalsa... Terbiye görmek (irşad olmak) için bir mürşide gitmek de onlar kadar tabii ve doğal bir hadisedir. Unutma ki, kalp eğitimini ancak bir mürşidi kâmille gerçekleştirebilirsin. Kalbini midenden sonraya erteleme... Yunus gibi pişman olursun...
Köylü kıtlıkla karşı karşıya kalınca Yunus, öküz arabası ile düşer yollara. Kırşehir civarında Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş Veli'nin dergâhında bir bereket olduğu, ihtiyaç sahiplerine buğday hibe edildiği duyulmuştur.
Yolda: “Boş giden boş çıkar. Dolu gitmeli ki istemeye yüzümüz olsun…” diyerek dağlardan heybesine alıç toplar. Tekkeye varır, Hacı Bektaş Veli’nin huzuruna kabul edilir. Hacı Bektaş’a alıç heybesini takdim eder.
Ücra bir Anadolu kasabasından gelip de hediye verecek inceliğini sezen ve gözlerindeki aşk pırıltısını okuyan Hacı Bektaş Veli sorar:
-Himmet mi istersin, buğday mı?...İçtenliğiyle:
-Şeyhim, köylüler beni buğday için yolladılar, buğday isterim, der. Üç kere sorar Hacı Bektaş Veli ve Yunus buğday ister... Hacı Bektaş:
-Öyleyse, doldurun delikanlının çuvallarını, der. Tekkeden ayrılır Yunus ve bir müddet ilerler. Kafası karışmıştır. Pişman olur ve geri dönerek tekrar huzura çıkar:
- Efendim, buğdayları geri alın, ben himmete talibim, der. Hacı Bektaş Veli gülümseyerek:
-Delikanlı, sizin kilidiniz bizde değil, Tapduk Emre’dedir… Gayrı gidip O’nu bul...
Yunus köyüne döner ve Tapduk Emre dergâhına gider hemen. Tam kırk yıl sürecek manevi eğitim böylece başlar...
Taptuk'un yapısında, kul olduk kapısında,
Yunus miskin, çiğ idi, piştik elhamdülillah
Mevlana da öyle demişti: “Hamdım, piştim, yandım...” Yunus Emre’yi, Mevlana’yı pişiren şey bir mürşidi kamile intisab etmeleri, ona aşkla, teslimiyetle bağlanmalarıydı. Yunus’u, Mevlana’yı bugünlerde dilimizden hiç düşürmüyoruz. Mevlana deyince aklımıza hep semazenler geliyor. Oysa Mevlana’yı Mevlana yapan bir Allah dostu olan Şems’e olan intisabı, muhabbeti ve sonrasında yaşadıklarıydı.
Âlim olan Mevlana’yı Şems’e götüren muhabbet ve ona bende kılan ihtiyaç, bugün birileri tarafından kasıtlı olarak anlaşılamaz olmuştur. Uludağ İlahiyat Fakültesi’nde görevli bir öğretim görevlisi İmamı Âzam’ı derste anlatır. Onun ilminden, âlimliğinden, yaşantısından övgüyle bahseder. İmamı Âzam’ın; “Son iki yılım olmasa helak olurdum.” buyurmasına rağmen bu hoca: “İmamı Âzam son yıllarında tasavvufa yönelmiştir. Bunu anlamakta zorluk çekiyoruz. İmamı Âzam bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır...” demiştir. Aslında insan kendi kalbine yönelse bir mürşide ihtiyacının farkına varacaktır…
Aşkta nasibi olmayan ne bahtsız insandır. Onlar İmamı Azam’ı, İmamı Gazali’yi anlayamazlar... Onlar günümüze göre bir rektörken, bu durumundan vaz geçip bir dergâha hizmet eden Hz. Mevlana Halid Bağdâdî’yi anlayamazlar... Akşemseddin’i anlayamazlar. Hacı Bayram Veli onu kabul etsin diye köpeklerin yalından yemişti. Mürşidi beğenmeyen nefsini böyle hakir görüyordu. Daha sonra Hacı Bayram Veli’nin (ks) muhabbetiyle yetişen Akşemseddin, İstanbul’u fetheden Sultan Fatih’i yetiştirecekti.
Alaaddin Attar Hazretleri’ni de anlaya mazlar. Zenginliğini, şöhretini bırakıp Şahı Nakşibend Hazretleri’ne (ks) intisab etmişti... Gelip geçici zenginlikler peşinde koşan insan asıl zenginliğin, kalıcı zenginliğin değerini anlayamaz. Uhud dağı kadar altını da olsa yine ister.
Dünyalık peşindeysen Musab bin Umeyr’i (ra) de anlayamazsın. Mekke’nin en zenginlerinden yakışıklı bir delikanlıyken, genç yaşında her şeyi terk ederek, gelip Peygamber Efendimiz’e (sav) bey’at etti ve Peygamberimiz’in en güzide sahabelerinden oldu.
Selmani Farisi’yi (ra) İran’da bir prensken kölelikle geçen bir ömürden sonra Peygamber Efendimiz’e (sav) getiren şey hidayet aşkıydı. Ebu Talib’e, Ebu Leheb’e, Ebu Cehil’e nasib olmayan hidayet nuru, uzaklardan gelen Hz. Selman’a (ra) nasib olmuştur. Bir insanın içinde hidayet kıvılcımı parıldarsa, o insan kandilini bulur. Kandil, Peygamber Efendimiz (sav) ve O’nun kâmil varisleridir. Ashabın Peygamber Efendimiz’de (sav) bulduğu nuru, imanı, ihlâsı, ihsanı, takvayı, verayı sen de O’nun (sav) kâmil varislerinde bulabilirsin… “Sadıklarla beraber olun.” Emri şerifince onlarla olduğun her an ilâhi nimetlere nail olursun… Onlarsız bir hayattan korkarsın… Onlarsız bir dünya kapkaranlıktır… Karanlık bir dünyada yolunu bulamazsın…
Karanlıktan kork kardeşim... Nefsinin, şeytanın sana vadettiği karanlıktan kork... Nura doğru koş... “Fefirru İlallah (Allah’a (cc) koş)!” Sen hidayete koşarsan Rabbin sana yollarını açacaktır. Karanlık bir dünyada mürşidi kâmiller sıratı müstakim üzere apaydınlık bir yoldur bütün insanlığa… Tarikat Allah’a (cc) giden yol demektir... Bu yol seyri ilallahtır... Bu yol nerden gelip nereye gittiğini bilme yoludur. Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmiş:
Kanden gelir yolun senin,
Ya kande varır menzilin?
Nerden gelip gittiğini,
Bilmeyenler hayvan imiş...
Senin yolculuğun nereye gidiyor? Şeytan ve nefsin yoluna uyarsan bil ki, gönlünü çöplüğe çevirirsin. Rabbinin ve O’nun sevdiklerinin yoluna uyarsan gönlün cennet bahçelerinden bir bahçe olur...
“Bana yönelenlerin yoluna uy!” (Lokman/15)
“İşte onlar Allah’ın kurtuluş yoluna ilettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy!” (Enam/90)
“Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nîmet sunduğu Peygamberler, Sıddîkler, Şehîdler ve Sâlihlerle beraberdirler. Bunlar ise ne güzel arkadaşlardır.” (Nisa/69)
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); “Hz. Ömer’in (ra) amelini yapan Ömerleşir.” buyururlar. Senin bey’atın da teslimiyetin de Ömer gibi olsun ki yoluna şeytanlar çıkamasın... Musab bin Umeyr ol... Selmanı Farisi ol... Hz. Ebubekir (ra) gibi bey’at edersen, senin de gönlüne akıtılır her şey... Ashab ümmetin yıldızlarıydı... Onlar bey’at için Peygamber Efendimiz’in (sav) elini tuttuklarında, onların elinin üzerinde olan Allah’ın (cc) eli, sen de bey’at edersen senin elinin üzerinde de olur...
“Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih /10)
Bey’at bir kulluk sözleşmesidir... Bu kulluk sözleşmesine Rabbimizi, Peygamber Efendimiz’i ve bütün melekleri şahit tutarsın... Yaptığın bey’atla bütün günahlarına tevbe edersin... Tevbeyle, istiğfarınla tertemiz olursun. Sonra Kur’an’ı ve sünneti hayatının yegâne kıblesi olarak kabul edersin.
Bâyezid-i Bistami Hazretleri, ayak izlerini takip eden bir müridine, “Evladım, bizim ahlakımızla ahlaklanmadıkça derimi yüzüp içine girsen olmaz.” buyurmuşlar. Sen de bey’at edersen bizim için “Üsve-i Hasene” (En güzel örnek) olan Peygamber Efendimiz’in (sav) ahlakını, O’nun varisi olan mürşidi kâmillerde görürsün ve onlara benzemeye çalışırsın...
Bir mümin olarak “Emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker”i unutmazsın... Hayat senin için iman ve cihad olup düsturlaşır adeta... Ehli beyte, ashabı kirama ve saâdâtı kirama gönülden bağlı olursun... Allah (cc) dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilirsin... Allah için sever, Allah için buğzedersin... Eğer bir mürşidi kâmile intisab edersen hayatın, ölümün hep Allah (cc) için olur.
“Deki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam/162)
Rabbim! Gönlümüzü kendine ve sevdiklerine rabteyle. Arzumuz Sana kul olmaktır. Kulluğumuzu daim eyle. Verdiğin nimetlere şükretmeyi bizlere nasib eyle. Rabbim! Sevdiklerini bize sevdir, sevdiklerine de bizi sevdir… Âmin…
Bu yol sıddıklar yolu,
Sonsuz feyizle dolu,
Bilsen ya nasıl ulu,
Hâcegân uluları.
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
VUKUF-İ ZAMANİ: VAKTİNİ HAKK’A DÖNDÜR
“Dünya ömrünüz üç gün. Birisi doğduğunuz gün, biri yaşadığınız gün, biri öldüğünüz gündür.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav). Bu üç günlük ömrümüze neler sığar? Dünya, ahiretin tarlasıdır, buyrulmuşken neler ekiyoruz bu tarlaya? Hayatımıza muhabbet, iman, ihsan, İslam ekinlerini ne zaman ekmeyi düşünüyoruz?
Ekin, baharda ekilir, mahsulü sonra alınır. Kışa bırakılan ürünler telef olur… Hayatımızın kışı yaklaşmışken eli boş, gönlü boş Allah’ın (cc) huzuruna gitmekten korkmuyor muyuz? O, (cc) selim bir kalp isterken bizden, biz hangi gönülle gidiyoruz O’nun (cc) huzuruna…
En değerli hazinemizi (gönlümüzü) leşe benzetilen dünya ile doldurmanın acısını ne zaman hissedecek bu yürekler… Şehvet ekip, Cemalullah arzulamanın garabetini ne zaman fehmedecek bu akıllar… “İki günü eşit olan ziyandadır.” buyrulmuşken, biz zamanın gaflet çukurundan ne zaman kurtulacağız…
Allah (cc) rızkımıza kefil olmuşken, terazinin dünya tarafına çalışmak nereye kadar… Hayatımızda önemli yer tutması gereken şeylerle ne zaman meşgul olmaya başlayacağız…
Bir âlim öğrencilerine hayat dersi vermek istemektedir. Yanında boş bir kova ve büyük taşlar vardır. Taşları kovanın içine doldurur. Kova ağzına kadar dolmuştur. Öğrencilerine sorar: “Kovaya bir şey koyabilir miyiz?” Öğrencileri kova ağzına kadar dolduğu için: “Hayır!” cevabını verirler. Masasının altından bu sefer küçük çakıl taşları çıkarır ve kovanın içine atar. Kovanın ağzı doluncaya kadar doldurma işlemi devam eder. Kova ağzına kadar çakıl taşı ile dolar. Tekrar öğrencilerine sorar: “Kovaya bir şey koyabilir miyiz?” Öğrencileri bu sefer de: “Hayır!” cevabını verirler. Bu sefer de masanın altından kum taneleri dolu bir kap çıkarır ve kovanın içine boşaltır. Kovayı ağzına kadar doldurur. Büyük taşların arasına giren çakıl taşları, onların da arasına giren kum taneleriyle kova tıklım tıklım dolmuştur.
Âlim tekrar sorar: “Kovaya bir şey koyabilir miyiz?” diye. Öğrenciler hayret etmişler, çünkü kovada bu sefer hiç boşluk kalmamıştır. Âlim onların hayret bakışları arasında masanın altından su dolu kap çıkarır ve kovaya doldurmaya başlar... Sıvı bir madde olan su, kumların, çakılların, taşların arasından geçerek kovanın ağzına kadar dolmasını sağlamıştır. Kova bu sefer ağzına kadar su, çakıl, kum ve kayayla dolmuştur. Kovaya bir damla atılsa artık taşacak noktaya gelmiştir.
Âlim onların hayret bakışları arasında onlara unutamayacakları hayat dersini verir. “Hayatınız da bir kovaya benzer. Önemli ve büyük yer tutan meselelerinizi önce yapmazsanız, sonradan onları hayatınıza sığdıramazsınız. “
Gerçekten âlim kovaya önce kumu ve suyu koysaydı, diğerlerini sığdıramazdı. Dünyaya kulluk için, Allah’ı(cc) bilmek ve sevmek için gönderilmiş bizler, hayat kovamızı nelerle doldurduğumuzu kontrol etmeliyiz…
Peygamber Efendimiz (sav) yıllar öncesinden haber vermiş “İnsan boş vakit yönünden hüsrandadır.” diye. Allah (cc) zamana (asra) yemin ederek insanın hüsranda olduğunu bildiriyor. Ve bize “Bir işte yorulduğun zaman başka bir işe koyul.” diye fermanda bulunuyor. (İnşirah Suresi)
“Sen nefsini meşgul etmezsen o seni meşgul eder.” düsturuyla insan, vaktini zikirle, fikirle, salih amelle değerlendirmelidir. Vukuf-i zamani kendini devamlı murakabe ederek halini muhasebe etmenin adıdır. İnsan hayatı değişkenlik arz eder. Bazen mutlu olur, bazen hüzünlü, bazen coşkulu olur. Bazen durgundur, bazen (kabz) sıkıntılı haldedir, bazen (bast) genişlik halinde… Ama insan hangi hal üzere olursa olsun unutmamalıdır ki Allah(cc) onunla beraberdir.
Rabıta Allah’ın huzurunda olduğunu unutmama halidir. Vukuf-i zamani her an rabıtalı olmanın adıdır. Büyüklerimiz yirmi dört saat rabıta az buyurmuşlar. Peygamberlerin ve evliyaullahın hayatlarına baktığımızda onların her hallerinde Allah ile beraberliklerinin şuurunda olarak yaşadıklarını görürüz.
Hz. Yusuf (as) kuyulara atılır, köle diye satılır, iftiralara uğrar, zindanlara atılır... Her nerede olursa olsun Allah’a (cc) kulluğunu en güzel şekilde sunmaya çalışır. Köleyken de ibadet eder, sultanken de ibadet eder. Kulluğunu erteleyenler, değişik bahanelerin arkasına sığınanlar bu hallerinden ne zaman kurtulacaklar…
Hz. Eyyub (as) yıllarca hastalıkla mücadele eder. Malı, mülkü, evlatları, arkadaşları, her şeyi elinden gider. Ama o kulluğunu bırakmaz. İnsanın en büyük serveti Rabbi’dir. Onu kaybederse bütün hayatı mahvolur.
Evliyaullah, hayatlarında O’ndan (cc) gafil kalmaktan çok korkmuşlar. Sebeplerde müsebbibi aramışlar, eserde hep müessiri görmeye çalışmışlardır. Vakitlerini hep sohbet ve zikir meclislerinde değerlendirmişlerdir. Bu meclislerde Allah’la (cc) vuslatın zevkini yaşamışlardır.
Vukuf-i zamani kendini hesaba çekmektir. Muhabbetini, zamanını, amel defterini, dünyasını, ahiretini ölüm gelmeden hesaba çekmektir. Hayat sağlamasını zamanı geçmeden yapmaktır vukuf-i zamani.
Kanma tatlı rüyalara
Dalma derin hülyalara
Düşme bitmez davalara
Kabir kefen sarar bir gün.
Hâce Hazretleri (kuddise sirruh)
Cüneyd-i Bağdadî (ks) der ki: “Vakit sermayeni iyi kullan. O bir kere ele geçer. Kaçırdın mı bir daha ele geçiremezsin. Kâinatta vakitten daha kıymetli bir servet yoktur.”
Arifler, sûfiyi “ibnü’l vakt” olarak tarif ederler. Anlamı: zamanın çocuğu olmak… Zamanını iyi değerlendirip, o anın en hayırlı işini yapmaya çalışmak…
Vukuf-i zamani kendini bilmek olduğu gibi, yaşadığı zamanı da bilmektir.
Günümüzü tanımak, zamanı tanımak zamanımızın sahibi mürşidi kâmili tanımakla mümkündür. Zaman onları geriden takip eder. Zamanın gereklerini en iyi bilen o zamanın mürşidi kâmilleridir. Hâce Hazretleri (kuddise sirruh) Müslümanları “ebu’l vakt” olmaya çağırır. Zamanın babası olmak… “Müslümanları, ameliyle, anlayışıyla gündemi takip eden değil, gündemi belirleyen olmalıdır.” anlayışına davet eder. Müslümanlar yaşadığı zamana Hakk’ın mührünü ameliyle, ahlakıyla, anlayışıyla, duruşuyla vurmalıdırlar…
Rabbim bütün vaktimizi sevginle doldur. Gönlümüzü kendine ve sevdiklerine rabt eyle. Arzumuz sana kul olmaktır. Kulluğumuzu daim eyle. Verdiğin nimetlere şükretmeyi bizlere nasib eyle. Rabbim sevdiklerini bize sevdir, sevdiklerine de bizi sevdir… Âmin…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
GÖNÜL HUZURU ARZULAR
Her dideden gören o her yüzden görünen o
Ey göz anı görmesen de görür seni sevdiğin
Sanma ansız bir dem var her demdir o sana yâr
Sen yâr olmasan dahi yârdır sana sevdiğin
Darendeli Hulûsi Efendi (ks)
Beyazıd-ı Bestami Hazretleri (ks) hac vazifesini yerine getirmektedir. Hac esnasında nefsinin telkiniyle varlık duygusu gelir. Yaptığı ibadetler gözünde büyür. Bu düşüncesinden rahatsız olur. Gider bir fırıncıya kendini tanıtır ve ondan bütün ibadetlerinin ve iyiliklerinin sevabı karşılığında bir ekmek ister. O, zamanın meşhur sûfilerindendir. Fırıncı onu tanır, biraz da hayretle isteğini yerine getirir. Beyazıd-i Bestami Hazretleri (ks) o ekmeği alır, gider bir deveye yedirir,
-Ya Rabbi, şükür seninle baş başa kalabildim. Aradaki bütün engelleri o deve yedi, buyurur. Bir şeyim yok artık elhamdülillah, seninle baş başa kalabildim.
İbadetlerin ve iyiliklerin Allah’la (cc) aranda perde oluyorsa onlardan da vazgeçmelisin. “Şükrün aslı Allah’ı (cc) bilmektir, nimeti verenle birlikte olmaktır.” buyuruyor Hâce Hazretleri (ks).
Yâd-Daşt: Hâcegân yolunun sekizinci esası... Her an ve mekânda Allah’tan (cc) haberli olma hali. Huzur hali, huzurda olduğunu bilme hali...
Hâcegân yolunun sekiz esası, insanı Yüce Mevla’sıyla buluşturacak anlayışın ve halin olgunlaşmasını sağlar.
İnsana nimetler verilmiştir. Her insan kendisine verilen bu hazinenin değerini bilip, o hazineyi açığa çıkarmalıdır. İşlenilmeyen, gerekli düzenlemeler ve bakımlar yapılmayan araziler verimli olsa da onlardan faydalanılmaz.
İman bir hazinedir gönülde. İşleyemezsen kullanamazsın... Seni Hakk’la buluşturacak anlayıştan uzaklaşırsın. Hâcegân yolunun esasları insanın hazinesini açığa çıkarır... Altın gibi, elmas gibi değerli madenlerin diğer taşlardan ayrılmasını ve değerinin bilinmesini sağlar.
Allah (cc) kulunu huzuruna kabul etmek ister. Yerilmiş, rahmet nazarıyla bakılmamış dünyaya ait şeylerle Cenabı Hakk’ın huzuruna çıkmaktan hayâ et... Sen olmasan dünyanın hiçbir kıymeti yok Allah’ın (cc) yanında. O (cc) seni isterken, senin sevgini isterken; sen O’ndan (cc) dünyalık bir şey istiyorsun. Gönlün dünya sevgisiyle dolu...
Günahınla, mahviyetinle gitsen seni kabul eder de; varlıkla, dünya sevgisiyle gidersen vuslata erişemezsin. Nice günahkâr, şaki tevbe edip evliya olmuşken, ilim ehli bazı insanlar ilmin varlığından geçip de huzur halini yakalayamamıştır... Şeytan kibrinden dolayı huzurdan kovulmuştur.
Huzur insanı mahviyete eriştirir. Hazreti Ömer (ra) ezan-ı Muhammedî’yi işitince bayılıp düşermiş. Bu halini soranlara “Namazda Allah’ın (cc) huzuruna çıktığımda halimi beğenmeyip hesap sorarsa, ne cevap veririm?” korkusundan bu hale geldiğini söylermiş. Namazda kimin huzurunda olduğumuzu iyi düşünmemiz lazım...
Hazreti Ali (ra) Efendimiz, sırtına saplanan oku namazda çıkarttırmışlar. Namazın zevkinden okun acısını hissetmemişler... Huzur hali... Allah’ın (cc) huzuruna çıkmak bize zevk vermiyorsa ve bizi heyecanlandırmıyorsa bu halimizden korkmak gerekir. Televizyon, bilgisayar, telefon başında hissettiğimiz zevki, ibadetlerimizde bulamıyorsak kaybettiğimiz şeyleri arayıp bulmamız gerekir.
Hafız-ı Kur’an bir genç, her gece kıldığı iki rekât teheccüd namazında Kur’an’ı hatmediyor. Büyüklerimizden biri ile karşılaşmışlar. Gönül ehli, Allah (cc) dostu olan o zat gence tesbih, zikir yapmasını tavsiye buyurunca genç, biraz da kendi amelini beğenerek teheccüdü hatimle kıldığını ve bundan büyük zikir olamayacağını söyler. O zat da,
-Bu gece Hazreti Ebubekir’i (ra) imam olarak düşün ve namazını öyle kıl. Bakalım ne kadar Kur’an okuyacaksın, buyurur. Hafız genç gider, namazında söylenileni yapar, Hazreti Ebubekir’i gönlünde imam kabul edip namazını öyle kılar. Kalbi, Kur’an’ın üçte birini okumaya ancak dayanıyor ve gelen feyzden yanacak gibi oluyor. Gelip Allah (cc) dostuna haber veriyor. O zat da,
-Bu gece de Peygamber Efendimiz’i (sav) aynı şekilde düşünerek namaz kıl, buyurmuş.
Hafız denileni yapar, bu sefer Peygamber Efendimiz’i (sav) düşünerek namaz kılar.
Öyle bir nur, öyle bir aşk, öyle bir muhabbet kaplar ki onu, daha fazlasına dayanamaz. Kevser Suresi’ni ancak okuyabilir. O zat da,
-Bu gece de Cenabı Hakk’ın seni gördüğünü düşünerek, O’nun (cc) sana baktığını hissederek namaz kıl, buyurur.
Fatiha Sûresi’nden (İyya kena’budu) ayetini okurken kalbi dayanamayıp yanıyor. Ruhunu teslim ediyor.
Ashabı kiram efendilerimizden bazıları okunan Kur’anın haşyetinden ruhlarını teslim ederlermiş.
Huzurda olduğunu bilen (Yâd-Daşt) insanın bütün davranışları, düşünceleri, duyguları değişir. Huzurda olduğunu bilen insanlar dünyalık hiçbir şeyden korkmamışlardır. Bilirler ki her şey Allah’ın (cc) izniyledir. Onların korktukları, Allah’tan (cc) ve O’nun (cc) sevdiklerinden uzak kalmaktır.
Huzur yaşamın içinde öğrenilir. Ashab, Peygamber Efendimiz’in (sav) huzurunda eğitildi. Sevgiyi, teslimiyeti, fedakârlığı, kardeşliği vs. hep o huzurda öğrendiler. Çölün ortasında tüm zamanların en güzel ahlakını ortaya koydular.
Dostluk aynileşmektir... Dostun rengiyle boyanmaktır.
Cenabı Hak kendi ahlakını insanda görmek ister. Bunun için yaratmıştır onu. Halifesi yapmıştır. Kendi ahlakını öğretsin diye peygamberlerini göndermiştir. Peygamber Efendimiz (sav) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyuruyor. Bu ahlakı kazanan kişi Cenabı Hakk’ın (cc) yakınlığını elde etmeye başlamıştır. Huzurda olduğunun (Yâd-Daşt) bilinci onda oluşmaya başlamıştır.
Mekke’de sûfilere karşı zihniyette bir adam, Hâce Hazretleri’nin (kuddise sirruh) ihvanlarından birine sorar:
-Eyne Allah (cc) (Allah nerede)? Beklediği cevap; gönlümdedir veya arştadır.
Cevaben:
-Maas sadıkin (sadıklarla beraber), maaş şakirin (şükredenlerle beraber), maas sabirin (sabredenlerle beraber), maal muhsinin (muhsinlerle beraber). Bu beklemediği cevap karşısında çok şaşırır. Hâce Hazretleri’nin ihvanları, sohbetleriyle, zikirleriyle, anlayışlarıyla huzur halini yaşar ve bunu yansıtırlar.
Bütün cemadat, hayvanat Hakk’ın tesbihini yaparken, O’nun (cc) huzurunda vazifesini yaparken, insanı bundan alıkoyan nedir? Özündeki sırrı açığa çıkarırsan bütün yaratılmışların tesbihine sen de katılırsın... Huzurda olmanın şevki ve heyecanı bütün benliğini kaplar, dünyanın bütün sıkıntılarını unutursun.
Hz. İbrahim (as) gibi ateşe atılsan da şikâyet etmezsin. Hz. Eyyub (as) sabrıyla halinden razı olursun. Hz. Yusuf (as) misali kuyular, zindanlar nur olur sana. Mevlana gibi ölüm düğün gecesi, bayram gecesi olur. Ölmeden önce ölüp vuslata bu dünyada kavuşursun. Hâce Hazretleri; “Bizim işimiz; sizi, sizden kurtarmaktır.” buyuruyor. Kendinden kurtulursan huzura erişirsin. Peygamber Efendimiz (sav) “Benim öyle bir ânım var ki, ondan mukarreb meleklerin bile haberi yoktur.” buyuruyor.
Hz. Aişe annemiz naklediyor:
Bir gün Peygamber Efendimiz’in (sav) kapısını vurup içeri giriyor. Peygamber Efendimiz (sav) tefekkür halindedir. Soruyorlar:
-Sen kimsin?
-Ben Aişeyim. Peygamber Efendimiz (sav) farklı bir hal yaşamaktadır. Tekrar soruyor:
Aişe kim? Aişe annemiz şaşırmıştır. Cevap veriyor:
-Arkadaşınız Ebubekir’in kızı. Peygamber Efendimiz (sav) tekrar soruyor:
-Ebubekir kim? Aişe annemiz iyice şaşırmıştır. Cevap veriyor:
-Muhammed’in (sav) arkadaşı. Peygamber Efendimiz (sav) tekrar soruyor:
-Muhammed kim? Buyurunca Hz. Aişe annemiz farklılığı sezip dışarı çıkıyorlar.
Kamil müminler sözün bittiği yerde vuslatı ve fenayı yaşarlar. Sen de o kâmillerin izini takip edersen miraç yolculuğunda Peygamber Efendimiz’in (sav) açtığı “Kabe Kavseyn”e (iki yayın ucu mesafesindeki yakınlık) ulaşırsın. Hatta “Ev Edna” ifadesiyle daha da yakınlaşabilirsin.
Hâcegân eğitiminden geçersen Cenabı Hakk’a (cc) yakın olacağın yeri bilirsin. Bundan sonrası anlatılmaz yaşanılır. “Tasavvuf anlatılamayandır.” buyurmuş büyüklerimiz.
Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma… Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir.
Aşkın câmesinden bir kez nûş eden,
Bî-karar olup geçer serinden,
Ayrılsa bir lahza dost cemâlinden,
Sitemkâr olup o demde yanar felekler.
Hâce Hazretleri (ks)
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



