Gülzâr-ı Hâcegân
AŞK PAZARINDA CANLAR SATILIR
Bu aşk pazarında,
Canlar satılır.
Satarım bu canı,
Alan bulunmaz.
Yunus Emre
Bu dünya aşk pazarıdır. Sevgini, aşkını yaşama yeridir. Bu aşk pazarında canın bile değeri kalmamıştır artık. Senden önce canını feda eden çok olmuştur.
Hz. İbrahim (as) ateşe atılırken kendisine gelen Cebrail’den (as) bile yardım istememiştir. Allah’a (cc) olan teslimiyeti tamdı…
Hz. Eyüp (as) hastalığından bir an olsun şikâyet etmedi…
Hz. Zekeriya (as) ağaç kavuğunda kesilirken Rabbi’ni zikrediyordu… Zikir; sevgi ve teslimiyettir Hz Zekeriya’da. Ölüm vuslattır. Ve kavuşmak Yüce Mevla’yadır… Hz. Yahya’da (as) babasının zikrine eşlik etmiştir.
Hz. Hacer çölde yapayalnız bir kadın… Ve bir de bebek… “Rabbim emrettiyse, O (cc) bana yeter.” Anlayışı, teslimiyettir. Teslimiyetin tüm insanlığa öğretilmesidir. Allah (cc) onları sevmiştir. Ve insanlara da sevdirmiştir. Onlara dünyanın en tatlı suyu zemzemi vermiştir. Amellerini sevmiştir ve Müslümanlara bu amelleri hacda farz kılmıştır.
Hz. İsmail’in (as) bıçağa gösterdiği tavır, Rabbine olan teslimiyetin ve muhabbetin en güzel örneklerinden biridir.
Canlarının ne kıymeti vardı onlar için… Can da O’nun (cc) değil miydi zaten? Sen kendi canını değerli sanırsın. Sadece canını değil, sen de olan şeyleri değerli sanırsın. Kendini bilmek, kendinde O’nu bilmektir. O’na ait olan şeyleri bilmendir. Senin değerin de O’na ait olduğun içindir.
Sevgi, sevdiği için her şeyi feda etmeyi göze almaktır.
Pervane ateşe olan aşkından, yansa bile ateşe olan yolculuğundan vazgeçmez. Aşk ateşi onu yakar.
İnsan nefsini kömüre benzetmiş büyüklerimiz. Yıkamakla temizlenmez. Ancak onu yakarsan kül edebilirsin. Sendeki nefsi ancak aşk ateşiyle yakarsan küle çevirirsin…
Her maddenin belirli bir erime seviyesi vardır. Altın, gümüş, bakır, demir hepsi belli bir sıcaklıkta erir… Ve kullanılır hale gelir…
İnsanın erime potası aşktır. Aşk insanın Yüce Mevla’sıyla buluşma zeminidir… Kulluk zeminidir… Her amelde takva ister dinimiz… Sevgi takvanın özüdür.
Allah (cc) için yapılan amel, sevmek ve sevilmektir… Allah’ı (cc), Resulü’nü, dostlarını ve O’na sevgili gelen her şeyi sevmek…
Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh), Ğavs Hazretleri’nin yakın hizmetinde olduğu günler... Kendileri, camiden bir vesileyle erkenden çıkıyor. Camiden çıkarken Ğavs Hazretleri’nin ayakkabılarının üzerinde çamur görür. Önce bir bezle temizlemek ister ayakkabıyı. Gönlüne gelir ‘Bu ayakkabının sahibi öyle temizdir ki, bez ayakkabının yanında kirli kalır.’ Cübbesinin koluyla temizlemek ister, fakat yine temizleyemez. Ayakkabıyı cübbesinden temiz görür. Diliyle temizlemek ister, fakat yine temizleyemez. Ayakkabı kendilerine dilinden de temiz görünür. Ayakkabıyı öylece yerine bırakır. Ğavs Hazretleri de camiden çıkar, ayakkabıya bakar, onu giymez, eline alır yalınayak giderler… Bazen sevgiye karşılık amel de bulunmaz. Sevgi öylesine yücedir.
Ashabın ve evliyaların hayatlarına sevgiyle bakmazsak anlamakta zorluk çekebiliriz.
İman sevgiyle ziyadeleşir ve olgunlaşır… Kardeşini sevmen, kendin için istediğini kardeşin için istemen imanındandır…
Kur’an’da iman edenler, salih amelle birlikte zikredilir. Dini sevap ve günahları toplamayla matematik işlemine çevirenler, dinin özündeki sevgiyi kaybetmiştir. Sevap ve günah tüccarlığıyla salih amele ulaşılmaz. Sevgiyle yapılan ameller Allah’a (cc) ulaşır.
“Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a sadece sizin takvanız ulaşır.” (Hac-37)
Namazda huşunuz ulaşır. Namazınızda sevginiz yoksa… Oruçta sevginiz yoksa… Sevginizi sunmazsanız amellerinizden geriye ne kalır?
Zekâtınız… Ashab zekât verecek nisaba ulaşmak için çalıştı, uğraştı. Tek arzuları Rab’lerin emrini yerine getirip, O’nun rızasına kavuşmaktı. Zekâtını vermemek için değişik hilelere başvuranlar, Allah’a neyi sunar oldular acaba?
Sevgisiz bir din insanda yük gibi durur… Bugün dini sırtımızda bir hamal gibi, yük olarak görmeye başladık… Ve bu yükün altında ezilmeye başladık. Kurulaştı, yavanlaştı hayatımız… Çürümeye başladık… Çöle çevirmeye başladık hayatımızı…
Oysa Allah (cc) ve Resulü, bizi hayat veren şeylere çağırıyordu.
Bize sunulan şeyler bizim için nimetti, şükredilmesi gereken şeylerdi… Din hayattı su misali… Din sevgiydi bizim için…
Sevdiğimiz bir elbiseyi giyer gibi Müslümanlığı taşıma lıyız üstümüzde… Üstümüze en yakışan elbisemiz, ahlâkımız, imanımız, aşkımız olsun.
İlim, iman, aşk… Bunlar mahlûk değillerdir. Cenab-ı Hakk’ın zatından bahsettiği şeylerdir. İlim, iman ve aşk bize peygamberimizin gönlünden süzülüp gelmiştir.
Bugün ilim, iman ve aşkta problem yaşıyorsak O’nunla (sav) irtibat zayıflığındandır.
Aşk pazarının en büyük canı, cananı, sevgilisi Hz. Muhammed’dir. Bu pazarın en değerli şeyleri Peygamberimiz’e ait olanlardır.
Ashab, Peygamber Efendimiz’e (sav) ait her şeyi çok değerli bilip, en kıymetli hazineleri gibi saklamıştır. Onların en değerli hazineleri Peygamber Efendimiz’in sünnetini yaşamalarıydı.
Hayatımız sünnetten izler taşıyorsa hazinemiz var demektir. Zenginiz…
Gönül penceremizi nefsin tutkularına, isteklerine kapatalım. Yalnız Allah’ın (cc), Resulü’nün (sav) ve dostlarının penceresi açık kalsın.
Gönlümüz sevgileriyle dolsun. Gönlümüz sevgiyle dolarsa, O’nun (cc) için feda edeceğimiz her şeyin çok küçük kalacağını görürüz.
O’nun (cc) lutfû, keremi varsa, O (cc) bizi seviyorsa, bu bizim en büyük nimetimizdir.
Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma…
Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
NUR MESCİDLERİ
Nur aydınlıktır… Cenab-ı Hak (cc) peygamberleriyle aydınlatmıştır yeryüzünü ve tüm âlemleri. Sultanu’l Enbiya Peygamber Efendimiz (sav) en büyük aydınlığımızdır. O’nsuz (sav) dünya kapkaranlıktır. O (sav) Cenab-ı Hakk’ın (cc) bize en büyük yardımıdır. Bizi karanlıklardan alıp aydınlığa çıkaran nurdur O (sav).
O (sav) bizim dinimizdir. O (sav) imandır, hayattır.
Bugün en büyük nimetimiz O’nun ümmeti olmaktır. Ve O’nun kâmil varisleriyle birlikte olmaktır. O’nun Ehl-i beyti ve kâmil varisi olan insan-ı kâmiller bugün Allah’ın yardımıdır bizlere. Onları sevmek imanımızdır. Ehl-i beyti sevmek, Allah’ın dostlarını sevmek imanımızdır bizim. Nübüvvet nuru, mürşid-i kâmillerin gönlünde velayet nuru olup aydınlattı tüm insanlığı… İrşad ettiler Müslümanları…
İrşada akıllarda, gönüllerde başlandı ilkin. Ashab şirkten uzaklaşan anlayışlarla ve muhabbetle yöneldi Peygamberine… Çileyle yoğruldu Mü’minler… Dostluk ve sevgi yolunda kararlılıklarını, duruşlarını, imanlarını gösterdiler. Onlar ashab oldular… Onlar kardeş oldular… Onlar gelmiş geçmiş en hayırlı ümmet oldular… Bir araya geldiler, tek yürek tek beden oldular… Medine’de bir mescid inşa ettiler. Nur mescidiydi bu mescid. O’nun (sav) nurunu taşıyan her mescid, dünyayı nurlandırmıştır…
Onları mescid yaparken görmeliydiniz. Dünyanın en mesud, en bahtiyar insanıydılar. Rablerinin emriyle bir mekân yaptılar Medine’de.
O mekânın asıl yeri gönüllerdi. Mescidleri gönüllerindeydi. Çoktan inşa edilmişti gönüllerde nur mescidleri. Gönüllerindeki sevgi Ravza’nın harcıydı, kerpiciydi, ağacıydı, serinleten dallarıydı… Orayı sımsıcak yapan kalpleriydi.
Mescid yapıldıktan sonra onların her şeyi oldu. Orada ibadet ettiler, orada okudular, orada sohbetleştiler… Orayı cennet bahçesine çevirdiler…
Mescid hayattı onlar için. Bir nurdu gönüllerini aydınlatan…
Gönüller sultanı, iki cihan serveri Peygamber Efendimiz mescide nasıl giderdi? Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve isimlerini saymakla şerefleneceğimiz gönüller sultanının yıldızları ashab nasıl giderdi? Mescidde nasıl buluştular? Birbirlerine selam verirken, birbirlerine sarılırken nasıldılar?
Hiç düşündük mü ashabın Peygamberimizi mescidde bekleyişini, O’nu (sav) özleyişini? Yeryüzünün en sevilen insanı, onlara baktığında gönülleri aşkla nasıl titredi? O’nun (sav) nazarına değen ölü kalplerin nasıl dirildiğini hiç düşündük mü? Bizim kalplerimiz de ölüydü. Bize de nazar eder misin Efendim… Dirilsin bizim gönüllerimiz de cemalinle, nazarınla Efendim…
Ölü kalpler imanın, aşkın mekânı oldu. Ashab âşık demekti aslında… Peygamberimiz’e (sav) âşıktılar onlar. Bütün hayatları boyunca O’na (sav) muhabbet için yarıştılar. O’nun (sav) nurunun pervanesiydiler. Onlar mescid kuşuydular… Peygamber mescidinin bülbülüydüler… Gülün cemalini seyretmek en büyük arzularıydı. Geceleri göremediği için sararıp solmaya başlamıştı Hz. Sevban (ra). Ashabın en belirgin özelliği muhabbetiydi. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” hadisini duyunca, en sevindikleri gün oldu o gün. Bayram ettiler…
Peygamberimiz mescidde sohbet ederken nasıldı? Ashab nasıl dinledi O’nu (sav), neler hissetti? Mesciddeki kütük, Peygamberimiz kendisine yaslanıp konuşmayacak diye ağladı. O’nu (sav) görmemenin, görememenin hüznünü duyuyor muyuz içimizde?… Yoksa biz ağlamayı unuttuk mu? Gözlerimiz, gönüllerimiz kurudu mu?
Her sözü mercandı, her sözü inciydi O’nun (sav). O sözler ashab için aşk nağmeleriydi… Gönüllere yazıldı bütün hadisler… Gönle yazılanlar kolay kolay silinmezdi… İlim sadırdan sadıra nakledildi ilkin. En temiz, en berrak ilim gönülden gönüle aktarılanlar oldu. Nübüvvet nuru velayet nuruyla bütün Müslümanların gönüllerini aydınlattı.
Ashabın ibadeti nasıldı mescidlerde..? Namaza nasıl niyetlendiler, nasıl kıldılar namazı… Saf tutuşları nasıldı… Mescidleri huşuya nasıl bürümüştü onlar..?
Hz. Ali kendisine saplanan oku namazda çıkarılmasını istediğinde nasıl bir huşu içerisindeydi..?Peygamberimiz “İlk kalkacak ilim, huşu ilmidir.” buyuruyor. Huşu bizim mescidlerde kalmadı artık. Bizim mescidlerde ne kaldı acaba..?
Biz ashabı görseydik neler hissederdik… Hasan Basri’nin: “Siz onları görseydiniz deli derdiniz.” dediği gibi biz de deli der miydik onlara… Ya onlar… Onlar bizim mescide gelişimizi görseydi, mesciddeki halimizi görseydi bize ne derdiler..?
Mescid…
Nurlu mescid…
Kutlu mescid…
Âşıklar mekânı mescid… Ebu Hureyre aşkından direklerden öteye gidemedi mescidde.
Nereye götürür seni aşkın? Muhabbetin nerede, yönelişin nereye? Nefsinin arzuları ne zaman bitecek? Cenab-ı Hakk’a şevkini, aşkını ne zaman sunacaksın..?
Bir yerlerden başlayabilirsin. Mescidlere gidersin… Gönlün mekânı nur mescidlerine… Sevban gibi özleyerek gel. Ömer gibi gel ki, şeytan kaçsın sokağından… İhlasla gel, Salebe gibi dünyayı arzulama. Uzaklaşırsın, uzaklaştırılırsın, sürülerin olsa da fakirleşirsin… O’ndan mahrum olmak en büyük fakirliktir bizim için.
Zenginlik nur mescidlerindedir. O’nunla vuslata erer Müslümanlar. Muhabbeti ilahî öğretilir nur mescidlerinde..
Gönüller nurlanır, akıllar nurlanır…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
GÖNÜL KARDEŞLİĞİ
Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor: “Müminler bir bedenin azaları gibidirler, bir yerde ağrı olsa diğer azalar da bunu hisseder.”
İnsanlık kardeşliğin, arkadaşlığın zirvesiyle Asr-ı Saadette “Ashab-ı Kiram”la tanıştı. Onlar, bütünleşip bir beden oldular kardeşlikleriyle. Onlar, muhacirler ve ensarlar ilmek ilmek, nakış nakış kardeşliği dokudular insanlığın özüne…
Dünya, saadet güneşi Peygamber Efendimiz (sav) ve her biri bir yıldız olan güzide ashabının yaşayıp ortaya koydukları dostlukla aydınlanmıştır… Onların açtığı kardeşlik yolu, Müslümanlara ışık tutan kılavuzlarından olmuştur.
Peygamber Efendimiz’den (sav) tevarüsle gelen tasavvuf yolu saliklerine “ihvan” denmiştir. Birbirlerine kardeşlik bağıyla bağlıdırlar onlar … İhvanlık anlayışını ashabdan almışlardır. Ve kardeşliklerini yaşanmışlığın üzerine bina etmişlerdir. Birlikte yaşamadan, bir şeyleri paylaşmadan kardeşlik tam manasıyla oluşmaz.
Günümüz Müslümanları kardeşliği kitaplardan öğrenmeye çalışıyor. “Aşk kâğıda yazılmıyor.” diyor şair. Aşk gönüllere yazılır ve oradan neş’et eder… Kardeşlik de gönüle yazılır ancak. En sağlam kardeşlik gönül kardeşliği “ihvan” kardeşliğidir… Teoride oluşan kardeşlikler yapaydır. En ufak darbede çatırdamaya ve bozulmaya mahkumdur.
Peygamber Efendimiz (sav) :”Birbirinizi sevmedikçe iman edemezsiniz, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz.” buyuruyor. Kardeşliği, yarenliği Müslümanların muhabbetine bağlıyor…
Muhabbetle birbirine bakıp tebessüm eden Müslümanların sadakası oluyor bu. Günahları affediliyor, kirlerinden temizleniyor…
Nefsani arzuları için kaç kere “seni seviyorum” ifadesi kullanır insanlar… Gönül kardeşimiz, yarenimiz, ihvanımız olan dostlarımıza unuttuk “Seni Allah (cc) için seviyorum” demeyi… Bakışlarımız muhabbetsizleşti, gönüllerimiz katılaştı… Aramızdaki sevgi köprüleri yıkılmaya başladı… Muhabbet derelerinden gönlümüze sevgi akmıyor artık…
Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevgi için
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim… diyor Yunus EMRE.
Biz ibadetimizle, tesbihimizle, ilmimizle vuslata ereceğimizi zannetmeye başladık. Çok gayretlendik belki, ama birbirimizi unuttuk… Birbirimizi sevmeyi unuttuk. Önemsiz görmeye başladık kardeşlerimizi… Oysa onlar Yüce Mevla’mızın ailesiydiler …
Biz aynı bedenin azalarıydık. Kimimiz göz, kimimiz el, kimimiz ayak, kimimiz kalptik. Göz kulağa küsmüş, el ayaktan kopuk, kalbi yalnız bırakmışız… Bir taraflarımız acıdığında, yaralandığında diğer taraflarımız duymuyor, hissetmiyor.. Müslümanların dertleri derdimiz olmaktan çıkmış artık…
Büyüklerimizin ifadesiyle bizler, birbirimize Allah’ın (cc) hediyeleriyiz. Hediyeleri gördüğümüzde bile bir heyecan kaplar içimizi… Birbirimizi Allah’ın (cc) hediyesi görmek ne büyük bir saadettir bizler için. Bugün biz hediyeleri beğenmez olduk. Kardeşlerimizde hep kusur aramaya başladık. Onlar bizim baş tacımızdı, velinimetimizdi.
Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Bir mü’minin diğer mü’min kardeşlerine karşı ilgisi, birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.” Bu binanın harcı kardeşliktir, muhabbettir, fedakârlıktır… Sevgilerimizin yerini tartışmalar aldı artık. Sonu gelmeyen dini, siyasi tartışmalar…
İki müslümanın çekişmesi, Müslümanları “Kadir Gecesi”nin bilgisinden mahrum etmiştir. Günümüz çekişmeleri ve tartışmaları hangi nimetleri gönlümüzden alıyor acaba?
En acısı da Peygamber Efendimiz’i (sav) üzmek… Münakaşalarımızla O’nu (sav) incitmek… Salat ve selamımız O’na (sav) ulaştığı gibi, ümmetinin durumu da iletilir. Cenab-ı Hak (cc.) Peygamber Efendimiz’e (sav) bakıyor. O (sav) mutlu oldu mu, cemaliyle nimetlerini bahşediyor bizlere… O (sav) hüzünlüyse, sıkıntılıysa celaliyle muamele ediyor Cenab-ı Hak bizlere. O’nu incitmek ve üzmek en büyük korkumuz olmalı. O’nun bize duyacağı muhabbetin azalması en büyük felaketimizdir bizim.
O’nu özlemek, O’na muhabbet duymak, O’nun ümmetini sevmek imanımızdır. Bu bizim en büyük nimetimizdir.
Peygamber Efendimiz (sav) inşallah mahşerde bizlerle de övünür. Ve ashabına müjdelediği O’nu özleyen kardeşlerinden oluruz.
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
GÜL KOKULU MEKÂNLAR
Şehirler insanın sosyal yaşamı sonucu bir araya gelişlerinin simgesidir. Şehirler binlerce yıllık kültürü ve mirası taşırlar. Taşıdıkları bu miras şehirlerin kimliklerini oluşturur.
Şehirler insanın sosyal yaşamı sonucu bir araya gelişlerinin simgesidir. Şehirler binlerce yıllık kültürü ve mirası taşırlar. Taşıdıkları bu miras şehirlerin kimliklerini oluşturur.
Yaşanan olaylardan izler taşır yüreklerinde mekânlar. Bazı mekânlar da kişileriyle bütünleşmiştir adeta.
Erzurum Abdurrahman Gazi’nin (ra), İmam Efendi’nin (ks), Hacı Salih Efendi’nin (ks), Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin ve isimlerini sayamadığımız nice büyüklerin şehridir. Erzurum’un manevi sahipleri onlardır.
Erzincan Terzi Baba’nın (ks), Pir-i Sami’nin (ks) şehridir.
Konya Mevlana’dan aldığı mirasla bir semazen gibi dünyanın etrafında dönmektedir.
İstanbul; peygamberlerin, sahabelerin, evliyaların şehri… Sen özündeki gül kokusunu (peygamber kokusunu) kaybetmezsin İstanbul…
Veysel Karani’yi barındıran yer: Yemen… Senden gelen koku Peygamberimizi(sav) mest etmiştir. Biz nasıl sana hayran olmayız…
Müslümanların ilk zaferi Bedir… Sana katılan bütün sahabeler övülmüş.
Uhud’a giderseniz Hz. Hamza’yı (ra) hatırlarsınız. Kahramanlığıyla siz de cesaretlenirsiniz. Şehadetinin hazinliği sizin de hüznünüz olur.
Şehitolduğunda üzeri kefenlenemeyen sahabeyi hatırlarsınız. O, Peygamberimize en çok benzeyen ve Mekke’nin en güzellerinden, en zenginlerinden olan Musab’dan (ra.) başkası değildir.
Onları hatırlarken imanınızın kuvvetlendiğini hissedersiniz.
Hendek’te Selman-î Farisi’yi hatırlarsınız. Kölelikten valiliğe giden yolda en büyük sermayesi Peygamber (sav) sevgisi ve Peygamber (sav) dostluğuydu. O, aileden sayılmıştı.
Hayber Hz. Ali’yi hatırlatır. Yiğitliğin destanı yazılır orada…
Sevr, Hira O’nun (sav.) ayak izini taşır. Arafat bütün Müslümanlardan izler taşır. O’nun(sav) hürmetine yaratılan bütün kâinat, Peygamberimizden (sav) izler taşır.
Şehirler kimlikleriyle tanınırlar. Bu kimlik onlarda bir hava, bir koku oluşturur. Gülünü kaybeden şehirler solmuştur, kimliksizleşmiştir, sevimsizleşmiştir. Gül kokmayan şehirlerde hava alamazsınız, boğulursunuz. İçinize bir kasvet çöker…
Gül, Peygamber (sav) simgesidir. Gül, İslam medeniyetinin özüdür. İslam medeniyeti gül medeniyetidir bir yönüyle… İslam’ı yaşayalım ki, gül koksun şehirlerimiz… Gül’den iz taşıyan bütün şehirlerin kokusu farklıdır.
Erzurum’a giderseniz manevi kokusuyla adım atarsınız şehre. Adım başı bir türbeyle karşılaşırsınız. Ve selamlaşırsınız onlarla. Aldığınız koku da onların kokusudur. Bu koku her yerde aynıdır.
Evliyaullah sevgisi, Erzurumlulardan muhabbet olarak yansır size. Erzurumlulardan sıcak bir muhabbet akar gönlünüze…
Konya’da sizi bekleyen Mevlana kokusudur… Asırları aşan çağrısıyla size “gel” demektedir.
İstanbul, manevî kokunun merkezi gibidir Türkiye’de. İstanbul onca günah yorgunluğuna rağmen, manevi kokusunu yaymaktadır tüm dünyaya… Eyüb-el Ensarilerin (ra), Akşemseddinlerin (ks) manevi mirasında taze güller kokar İstanbul’da.
İstanbul en çok camileriyle tanınır. Camilerinden, mescitlerinden yayılan nur canlı tutar İstanbul’u… İstanbul’u Nur mescidine çevirir bu mekânlar.
Elazığ, Bitlis, Adıyaman… Onlar da Türkiye’nin çeşit çeşit, renk renk kokularıdır.
Dünyayı aydınlatan nur, sevgililer sevgilisi. Âlemlerin efendisi, gönüllerin sultanı, Peygamber Efendimizden (sav) yayılan kokuyla Medine-i Münevvere’den gelmektedir.
Âşıklar bu kokunun sarhoşluğuyla mest olmuş, bu dünyayı unutmuşlardır. O’nu hatırlatan her şey gönüllerinin tacıdır. O’ndan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmışlardır. Gül’ün kokusu yayılır Medine’nin her sokağından… Bu kokunun bir damlası onları dünyanın en zengini yapmıştır. Bu zenginlik pahayla ölçülmez. Aşklarının ameli, en büyük sermayeleridir onların…
Mekke-i Mükerreme Cenab-ı Hakk’ın zatının tecellisiyle simsiyahtır… Aşkıyla yanmıştır adeta.
Peygamberler eliyle kurulmuş, onlarla yaşatılmış, şehirlerin anası: Mekke… En çok sevilen şehir Mekke… Seni Peygamber Efendimiz (sav) sevmiş. Sen gönüllerimizin tacısın…
Âşıklar Kâbe’de Altınoluk’tan gönüllerine akacak aşk damlasını beklerler her an… Bu damla ilah-i aşk damlasıdır… Bir perde aralansın diye dua ederler orada… Tavaf ederler sevgilinin mekânında. Tavaf gönüllerinin aşk yoludur.
Gül kokulu mekânlar; Nuh’un gemisi gibi bizi, bu dünyanın tufanından kurtaran yerlerdir.
Ramazan ayında gül kokulu bu mekânlar, gül bahçesine dönerler… Sahuruyla, iftarıyla, çarşısıyla, insanıyla gül medeniyetinin simgesi
olurlar. Gül’ün (sav) izinden giden gül kokulu insanlara, gül kokulu mekânlara kavuşturan Yüce Mevlâ’mıza sonsuz şükürler olsun.
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
BU YOL SİZİ ALLAH’A DAVET EDER
Bu yolla tanıştığınızda, sünnetin canlı yaşandığını göreceksiniz. Sünnetten aktarılan taptaze sohbetlerle karşılaşacaksınız. Bu sohbetler ki, ilmin tevarüs ettiği bir gönülden süzülen incilerdir. Size dinin hakikatlerini açıklayan kaynak bilgilerdir.
Bilgi, kaynağından gelirse katışıksız ve tertemizdir. Günümüzde aslından uzaklaştırılan bir dinle karşı karşıya bırakılmışız. İnsanlara sunulan din, Allah’ın bize gönderdiği din değildir. Muhammedî bir din değildir bu…
Birilerinin nefislerinden, hevalarından uydurdukları din, bizi Allah’a(celle celaluhu) vasıl kılmaz.
Allah’a(celle celaluhu) vasıl olmayı gündeminden uzaklaştırmış Müslümanlar… Dinlerini Allah’a(celle celaluhu) sunamaz olmuşlardır. Allah’a (celle celaluhu) sunulacak bir din de kalmamıştır artık.
Bugün Allah’ın (celle celaluhu) nimeti ve azabını algılayışımız da değişmiştir. Biz, azabı nimet sayar olmuşuz. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor. “Allah (celle celaluhu) bir topluluğa azap edeceği zaman, o topluğun içindeki âlimleri çeker, alır.” Bugün Müslümanların anlayışları körelmiştir… Feraseti ve yakınlığı olan âlimlerimiz azalmıştır.
Maya temiz ve sağlam olmayınca yetişen nesil de çabucak bozulmaktadır. Müslümanlara bakın; hayatlarını, amellerini, anlayışlarını, kavramlarını inceleyin… Bir yerlerinde nefse açılan bir kapı göreceksiniz. Bu kapılar kapanmadan, kavramlar İslamîleşip özüne yaklaşamaz. Bu yol, sizi dinin özüne davet etmektedir.
Din kavramlarıyla ayakta durur. Kavramların içini boşalttığımızda yaşanılacak bir şey kalmaz.
Dinin kavramlarının insan-ı kâmillerde sarsılmaz bir kale gibi, dimdik ayakta durduğunu göreceksiniz. Bu kale dinin kalesidir. Bu kaleyi topla, tüfekle yıkamazsınız… Bu İslam kalesinin sahibi Allah’tır (celle celaluhu), Resulullah’tır (sallallahu aleyhi vesellem) ve dostlarıdır…
Bu yol sizi; bu sarsılmaz, yıkılmaz iman kalesine, dinin kalesine davet etmektedir.
Kaleye sığınmak pasif bir eylem değildir. Bu kale, içinden başka kaleler de kolonlayacaktır… Küfrün ve fitnenin karşısında anlayışıyla, yaşamıyla, ahlâkıyla, imanıyla dimdik ayakta duran kaleler… Muhammedî kaleler…
İnsanlığın özlediği ve ihtiyaç duyduğu şey Müslüman duruştur. Bu bir Hüseynî duruştur. Bu yol sizi, Hüseynî bir duruşa davet etmektedir.
“İman içimize oturmazsa, imanî meseleleri sürekli öteleyebiliriz.”
Bilgiyi işleyecek ve kullanacak olan imandır. Bilgi, kulun Allah’la (celle celaluhu) birlikteliğini, kulluğunu anlaması içindir.
“Allah’la (celle celaluhu) tanışmayan bir insanın imanı kâmil olmaz. Müslüman olur, ama mümin olmaz.” buyuruyor Hz. Mevlana Hâce Yakub Sani (kuddise sırruh).
İnsanı Allah’la (celle celaluhu) tanıştıracak, buluşturacak olan mukarreb mürşid-i kamillerdir.
“Biz Alah’tan (celle celaluhu) kaçar olmuşuz. Allah’sız (celle celaluhu) yaşamayı tercih etmişiz.” “İmanı hayatımızda kullanmak yerine, imanı bütün meselelerin dışında bırakmışız.” buyuruyor Hâce hazretleri.
Bu yol sizi Allah(celle celaluhu) ve Resul’ünün (sallallahu aleyhi vesellem) önüne hiçbir şey geçirmemeye, hayatınızda imanî meselelerinizi öncülemeye çağırmaktadır.
İmansız bir kalp nasıl ölü gibiyse, müminin olmadığı bir dünya da ölüdür. Onu diriltecek Müslümanlardır.
Gelin ve yaşayın…
Dünya yeniden hayat bulsun sizinle ey müminler, muvahhidler, muttakiler, mukarrebler… “Allah’ın ipine topluca sarılın.” buyuruyor Yüce Mevlâmız.
Bu yol sizi Allah’a (celle celaluhu) davet etmektedir.
Gelin hep birlikte bu ipe sarılıp kurtuluşa erenlerden olalım…
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



