Gülzâr-ı Hâcegân

Cumartesi, 15 Aralık 2012 20:58

MAHMUD VEHBİ EFENDİ

EPSEMCELİ MAHMUD VEHBİ EFENDİ HAZRETLERİ

Fenadan bekâya Vehbi Efendi,
Göçüp gitdi bu dinin derd-mendi,
Kerim’in keremine yok nihayet,
Ne devletdir hidayetten bidayet...




Mahmud Vehbi Efe 1870 senesinde Erzurum ili Pasinler ilçesine bağlı Altınbaşak (Kındığı) köyünde dünyaya geldi.   Hüseyin Efendi’nin dördüncü oğludur.  İlk derslerini babası Hâce Hüseyin Efendi’den aldı.Hâce Hüseyin Efe o zamanlar kındığı imamıydı. Daha o zamanlar oğlunun manen inkişaf ettigini gören babası Hüseyin Efe, onu ve ağabeyisi Hace Muhammed Lütfü Efe’yi  manevi birer varis olarak bırakıp dünyadan ahirete göçtü. Vehbi Efe ile ilgili elimizde fazla malumat olmaması, hakkında bilgi eksikligine neden olmuştur.


Vehbi Efe’nin çocukluk yıllarına rastlayan Osmanlı rus savaşı olan  93 harbinde, ailesinin çektikleri bilinir. 1891 yılında ilim öğrenmek amacı ile Pîr-i Küfrevî hazretlerinin yanına gitti ve Pîr-i Küfrevi tarafından halife tayin edilerek Nakşibendi icazetini aldı.

Sırayla Epsemce ve Sögütlü köylerinde imamlık yaptı.1944 yılında Milli Şef döneminde dostları ile hapse atıldı. 1946 yılında Hakk’a yürüdü. Nâşı Epsemce köyünde bulunmaktadır. Vehbi Efendi Hazretleri’nin kabir taşı kitabesi Efe Hazretleri’ne aittir.


O kitabede şöyle buyurmuşlar.

Hamdülillah fazl-ı ekber ehl-i iman olduğum,
Ümmet-i Muhammedim tabi-i Kur’an olduğum.

Hangâh-ı Hazret-i Mennan’a mihmanım bugün,
Şüphe yoktur müstehakk-ı rahm-i Rahman olduğum.

Kesret-i zenbim beni mahcûp edip Tevvab’dan,
Ümidim rahm-i Rahim hak ile yeksan olduğum.

Ehl-i iman hizmetinde terki can ettimse de,
Kabul ede dergâhında kulu kurban olduğum.

Huzûr-ı izzet-i Hak rûz-i ceza halim n ‘ola,
Kerem-i Kerim’e kaldı affa şayan olduğum.

Zairan-ı kabrimi affeyleye Bari Hûda,
Fatiha ihdasına muhtac-ı ihvan olduğum.

Ganiyyün Kerimun lehu tarihim,
Bu beşarettir bize nail-i gufran olduğum.

Vehbi’l Hâce namı ile abd-i aciz bendeyim,
Rahmede ruhuma Mevlâ tenden üryan olduğum.

Hâce Mahmud Vehbi Efendi’nin Sosyal Yönü

Vehbi Efe denilince hatırlananlar: Suları bulmak, çeşmeler yapmak, yoların taşını paklamaktı. Ömrü boyunca köy yollarındaki taşları topladı, çeşmeler yaptı veya çeşme-lerin akarlarını temizledi, sulara geçitler yaptı, köprüler kurdu. O tam anlamıyla bir hizmet ehliydi.

Hâce Mahmud Vehbi Efendi yaşadığı bölgenin ilmine, irfanına ve bilhassa sosyal hayatına pek çok hizmet etmiştir. Hasankale civarındaki köylerde görülen bir çok hayır eseri Vehbi Efendi Hazretleri’ne aittir.

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin anne dedesi Sadat-ı Kiram’dan Pasinli Mahmud veya Derviş Mahmud diye de bilinen Şeyhoğlu  Dede Mahmud Hazretleri’ni rüyada görüp kabrinin bulunduğu yeri Vehbi Efendi Hazretleri keşfetmiştir. Kındığı (Altunbaşak) köyünden yanına aldığı bazı kimselerle kabrin bulunduğu yerde kazı yaparak Hazret’in çürümemiş cesedini bulur ve oraya türbe yaptırır. Türbesini bizzat yenileyip düzene koyan Vehbi Efendi Hazretleri’dir.

Hâce Mahmud Vehbi Efendi’nin Mahviyyeti ve Müsamahası

Hâce Mahmud Vehbi Efendi hakkında ittifakla anlatılan şu hatıra O’nun hoşgörü ve müsamahasına; dost kazanma hasletine ve yalnızca güzel ahlâkına  bir misaldir.

Vehbi Efendi çoğu zaman köyleri ziyarete gider köylülerin yol, su vs. ihtiyaçlarını tespit eder sonra da onları teşvik etmek suretiyle gereken çalışmaları yaptırır ve kendisi de bizzat bu çalışmalara katılırdı. Yine Pasinler’in bir köyünü şereflendirmiş, ziyaretine gelen kalabalık bir cemaate sohbet etmektedirler. O esnada köy köy dolaşıp tütün satan, sabah akşam içip hemen hemen hiç ayık gezmeyen bir şahıs bu köye gelir. Köyde kimseyi göremeyince rastgeldiği birine köylülerin nerede olduklarını sorar. Onların Vehbi Efendi Hazretleri’nin huzurunda sohbette bulunduklarını öğrenir ve, “Ben de şu Allah adamını bir gidip göreyim.” der ve Vehbi Efendi’nin sohbet buyurdukları haneye gider. Kapıda bulunanlar onu içeri almak istemezler fakat o kendisine ısrarla mani olmak isteyenlere aldırmadan huzura girip  Vehbi Efendi’nin yanına oturur. Sarhoş olduğu her halinden bellidir. Vehbi Efendi merhaba eder gönlünü alacak sözler söyler ona. Tütüncü arada bir yüksek sesle, “Hey Allah’ın adamı ben sana kurban olayım deyip nara atmakta ve sohbeti kesmektedir. Arada böyle sohbet kesildikçe cemaat huzursuz olur. Sonunda Vehbi Efendi de sohbeti kesmek zorunda kalır.

Mecliste bir sessizlik olur. Tütün satıcısı az sonra ayağa kalkar şöyle bir etrafa bakındıktan sonra dışarı çıkar. Huzurda bulunan cemaatin ekserisi tütüncüye hor bakmışlar; onu o meclise layık görmemişlerdir. Kimi söylenerek kimi de el ve baş hareketleriyle tepkilerini, öfkelerini belli ederler. Bunu gören Vehbi Efendi Hazretleri cemaate hitaben: “Bre âdemler! Nedir bu haliniz, tavrınız; niçin horladınız bu zavallıyı? 0 midesine indirdiği bir haramla sarhoş olmuş. Eğer her haram sarhoş etseydi acaba içimizde hangimiz ayık olabilecektik?”

Mey gibi her bir haramın sekri olsaydı eğer
Ol zaman ma’lum olurdu mest kim huşyar kim

İçeride bu sohbetler devam ederken tütüncü dışarıya çıktıktan sonra ev sahibinden gusül abdesti almak için su ister. Güzelce guslettikten sonra içeri girer ve Vehbi Efendi Hazretleri’nin ellerine ayaklarına sarılır ağlar ağlar ağlar... 0 tütüncü artık tevbekâr olup Vehbi Efendi Hazretleri’nin muhabbet (sevgi) ve meveddet (kardeşlik) halkasına katılmıştır.

Vehbi Efendi Hazretleri mahviyyet ve müsamahasıyla, dost kazanma hasleti ve güzel ahlâkıyla, cemiyete bir insan daha kazandırmıştır.

Umma ki Küsmeyesin!

Vehbi Efendi’nin huzûruna gelip arkadaşından küstüğünü şikâyet yollu anlatan müridine cevabı çok manidardır: “Oğul niçin umdun ki küstün. Umma ki küsmeyesin.”

Küsmemek insanın iki cihan mutluluğu için önemli bir düstûr ve bir olgunluk göstergesidir. Efe Hazretleri bir cinaslı manisinde, incinenin incitenden kemâl ve olgunluk bakımından daha aşağı bir kademede bulunduğunu işaret ederek buyuruyor ki:     

Aşık der incidenden,
İncinme incidenden.
Kemâlde noksan imiş,
İncinen incidenden.

Allah-u Teâlâ, Hâce Mahmud Vehbi Efendi gibi zatları, hayatlarındayken tanıyıp, onlardan istifade edebilmeyi bütün ümmet-i Muhammed’e nasip etsin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 03 Aralık 2012 00:00

ALVARLI EFE HAZRETLERİ

ALVARLI HÂCE MUHAMMED  LUTFÎ HAZRETLERÎ

alvarli-efe-hazretleri


Muhammed Lûtfi’yi hayr ile yâd et
Hayr duâ ile kalbin âbâd et
Bir fâtihâ oku rûhunu şâd et
Her iki âlemde Mansûr olasın

 


Lâkabı:

 


Allah Teâlâ’nın nûrunun, kudret ve sırlarının kapısı olan, Allah dostları arasında olan değeri yüksek ve derecesi yüce bulunan Muhammed Lûtfî Hazretlerinin meşhur lâkabı Efe veya Alvarlı Efe’dir.


Efe ta’biri, efendi ünvanından kısaltmadır. Erzurum bölgesinde hâl ve kemâl, ilim ve irfân sâhibi insanlara hürmet ve muhabbet ifadesi olarak efe denilmektedir. Kendilerine hâce (hoca) denilmesi de ilim sahibi ve Nakşibendî tarikatı silsilesinin altın halkalarından birisi olduğundandır.

Doğum yeri ve yılı:


Efe hazretleri hicri 1285; Miladi 1868 yılında, Muhterem pederleri Hâce Hüseyin Efendi Hazretleri’nin:

Bu karye-i kındığı hoş mekândır,
Erenler meskeni râhat-ı candır,
Husûsâ hakkî sultan-ı velâyet ,
Kudûmiyle  müşerref bir mekandır...

Mısrâlarıyla vasf ettiği Erzurum’un Pasinler (Hasankale) ilçesine bağlı Kındığı (Altınbaşak) köyü’nde gözlerini dünyâya açtı.

Nesebi (Soyu) :


Efe Hazretleri’nin muhterem babası, zâhirî ve bâtınî ilimlerde yed-i tûlâ (tam bilgi) sâhibi olan Hâce Hüseyin Efendi’dir. Efe Hazretleri’nin büyükbabası Hâce Muhammed Efendi’dir. Annesi Seyyide Hatîce Hanım’dır. Büyükannesi ise Fâtıma Hanım’dır. Efe Hazretleri anne cihetiyle seyyiddir.

Îlmî Tahsili ve Îmametî:


Efe Hazretleri tahsîlini muhterem pederleri Hâce Hüseyin Efendi’den tamamlayarak icâzet aldı. 1307/1889–1890 yılında Hasankale’nin Sivaslı Câmii Şerîfi’ne imâm olarak ta’yin edildi. İmâmeti âlimler, fazîletli insanlar, seçkin kimseler ve halk tarafından takdîr ve tebrîkle karşılandı.

Bitlis’e, Muhammed Küfrevî’nin Huzûrlarına Gidişi :


Sivaslı Câmi-i Şerifi’nde imamlığa başladığı 1307/1890 yılında, muhterem babasıyla beraber Bitlis’e Muhammed Küfrevî’nin ziyaretine giden Efe Hazretleri, o mukaddes zâtın kudsî nazarıyla kâmil bir insan hüviyetini kazandı. Hazret-i Pîr Muhammed Küfrevî, Hâce Hüseyin Efendi’ye hâlifelik icazeti verdi ve “Muhammed Efendi’yi de sana yardımcı tâ’yîn ettim” buyurdu. Efe Hazretleri beş yıl sonra 1312/1894–1895 tarihinde Hazret-i Pîr’den halîfelik icâzeti aldı.

Efe Hazretleri’nin Ebedî Âleme Göçüşleri:


Ömrü boyunca insanlığa ve İslâmiyet’e gerçek bir insân-ı kâmil, gerçek bir rehber-i se’âdet ve gerçek bir mümessil-i peygamber olarak hizmet eden Efe Hazretleri 28 Receb-i Şerif 1376/12 Mart 1956 tarihinde bâkî âleme göç ederek fâni âleme gözlerini yumdu. Na’ş-ı şerifi Erzurum’dan iştirak eden çok kalabalık bir cemaatle Alvar köyüne götürüldü ve muhterem pederi Hâce Hüseyin Efendi’nin yanına defnedildi. Şâhidesinin kitabesi yegâne mahdûmu ve mümtaz halîfesi Hacı Seyfeddin Efendi’ye aittir.

Şemâil ve Ahlâkı:

Efe hazretleri mütebessimdi. Nurani idi. Beyaza yakın buğday benizli idi ve mübârek kaşlarının arası açıktı. Efe hazretleri, Resulullah ahlâkının canlı bir numûnesi idi. Alvar İmamı’nda dikkatimizi çeken en önemli özellikler şekati, cömertliği ve halktan istiğnâ duygusu idi. Kısaca bunlara değinelim:


İstiğnâsı:İstiğnâ, halktan maddi yardım talep etmemektir, şahsına yönelik olarak minnet altında kalmamaktır. Özellikle din düşmanlarının “ilmi kazanç vâsıtası yapıyorlar” ithamına karşı istiğna düstûru bu zamanda çok ehemmiyet kazanmıştır. Efe hazretleri de mübarek ömrü boyunca istiğnâya azami dikkat etmiş bir zattır. Oğlu merhum Hâce Seyfeddin Efendi bu yönü için şunları demektedir: “Bu zat, şu doksan sene ömrü hayatı içinde, taşı taşın üstüne koymamış, bir ev sahibi olmayı dahi hatırlamamış, dünya metaı ve malına malik olmayı hiç arzu etmemiştir. Gayet temiz elbise giyer, mu'tedilen her hareketi vakur, müstağni... Dünyası ve geçimi hatırası için bay-geda hiç kimseye göz ucu ile veya ima ile dahi olsa tenezzül etmemiş ve dâr-ı maişetini temin etmek üzere hiç kimseden ufacık bir yardım hatırından bile geçmemiş. Her zaman için ve her gün sofrasında müteaddit insanlara ikram etmek üzere misafirperverliğini her şahıs hayretle takdir ederdi.

Cömertliği:


Misafirin kademleri kesilse,
O evden bereket ref’ olur elbet.
Gönülde sehâvet gülleri solsa,
Hürmet-i ahbâba kalır mı himmet…


Alvar İmamı’nın nazarı dikkati çeken mühim bir hususiyeti de alabildiğince cömertliği idi. Oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu bu hususiyetini şöyle anlatır: “Son zamanlarında kendisine niyaz ve istirhamla hediye edilen neler ise, yerli yerince mahallini keşif ederek bir emaneti yerine tevdi etmek üzere ulaştırır idi. Bu meyanda gelen hediyeleri misafirlerine ikram eder ve kendilerine dua ederek ikramını minnet bilir, kemâl-i iltifatla misafirlerini yolcu ederdi. Ve hatta şunu da kasemle ilave edeyim ki, yirmi iki yaşından doksan yaşına kadar yani altmış sekiz sene sofrasına misafirsiz el sürdüğü ender görülmüş idi.”


Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Efe’nin cömertliği hakkında şunları ifade ediyor: “Dikkatimi çeken mühim bir meziyeti de onun cömertliği idi. O, eşe dosta, ihtiyaç sahiplerine ikram etmekten çok zevk alırdı. Herkesin isteklerini ve ihtiyaçlarını büyük bir sürûr içerisinde yerine getirmeye gayret eder, böylece gönüllerle muhabbet ve uhuvvet tohumlarını ekerdi.”

Şefkat ve merhameti:
Sakın incitme bir cânı,
Yıkarsın arş-ı Rahmanı…


Dizeleri Alvar İmamı’nın inceliğine ne güzel bir misaldir.


Düşkünlere ve hastalara o derece merhametli idi ki, hiçbir ana ve baba evladına o derece şefkat ve merhamet edemez... Yanına gelen muzdariplerin ızdıraplarına çareler aramak üzere maddi ve manevi onlarla beraber olur ve çok kimseler yanından ızdıraplarına çare ve dertlerine derman olunmuş halde ayrılırlar idi.

 


İrşadı ve Sohbetleri:


Alvar İmamı bir Nakşbendiyye-Halidi şeyhi olmakla beraber aynı zamanda Kadiriyye tarikinde de mürşid-i kâmil idi. Nakşî yanıyla Küfrevilerin halifesi idi, diğer yanıyla Kadiriler açısından, Azerbaycan türkü Seyyid Hamza’nın halifesi idi.


O'nun meclisi herkese açıktı. Sohbetleri Tevhid derslerini talim mahiyetindedir. Hadis-i şeriflerden bahseder, Peygamber ve Sahabe sevgisini işlerdi.


Mehmed Kırkıncı Hocaefendi  bu konuda şunları söylüyor: “Ekseriya sohbetlerinde marifetullah ve muhabbetullahtan, Allah’ı sevmekten bahsederdi. Bu bakımdan meclisinde bulunanlar onu zevk ve şevkle dinlerdi. Doğrusu onun sohbetinde başka bir haz, başka bir tat var idi. Bu ise ona Allah’ın bahşettiği bir lütuftu.”


Dergâhında Hatm-i Hâcegân denilen zikir toplantılarında cehrî ve hâfî zikirler çekilir, aynı zamanda Efe hazretlerinin bestelenmiş şiirleri ile kalpler coşardı. Bir şiirinde zikrin ehemmiyetini şöyle anlatır:

Arş-ı azam sallanır,
Zakir Allah dedikçe,
Levh-u kalem allanır,
Zakir Allah dedikçe…

Efe hazretleri’nin Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylani hazretlerine çok ciddi bir merbûtiyeti vardır, dîvanında bu açıkça sezilir. Bir şiirinde ondan Şemş-i marifet pîrimiz,


Tarikatte rehberimiz,
Gönüllerde enverimiz,
Dü cihan destgirimiz…


diye bahseder. Ona göre Geylani hazretleri “Haremgâh-ı visâlin mahremidir.”

Bir başka şiirinde de Hazret-i Gavs için şunları söyler:

Feyz-i Rabbani merkezi,
Sırr-ı velayet me’hazi,
Meydan-i reşadet bazi,
Abdülkadir’dir Gavsullah…

Şeyhi olan Muhammed Küfrevi için de, bir şiirinde şöyle der:
Muhammed Küfrevi kenz-i keremdir,
Meyân-ı kâmilde Mesiha demdir,
Avn-i Hüda ile sahib kademdir,
Lokman-ı manevi derman iledir…


Ehl-i Beyt Muhabbeti:
Efe hazretlerinde Ehl-i Beyt’e çok büyük bir ta’zim vardır. Divanında bu açıkça görülür. Birçok şiiri Kerbela faciasına ayrılmıştır. Onların en meşhurunun bazı mısraları şunlardır.

Bu gün mâh-ı Muharremdir, muhibb-i hânedân ağlar.
Bu gün eyyâm-ı mâtemdir, bu gün âb-ı revân ağlar.
Hüseyn-i Kerbelâ’yı elvân eden gündür.
Bu gün Arş-ı muazzamda olan âli divân ağlar.
Bugün Âl-i abânın gülşeninin gülleri soldu,
Düşüp bir âteş-i dilsûz, kamu ehl-i iman ağlar.
Gürûh-i hânedâna Lütfiya kurban ola cânım,
İla yevmil kıyâme cân ile ehl-i iman ağlar...
Onun şiirlerinde Hz. Ali’ye de büyük bir sevgi ve bağlılık görülür:

Nur-ı ayn-i Muhammed’dir,
Şah-ı merdan Hayder Ali.
Dürr-i Deryayı Ahmeddir,
Şah-ı Merdan Hayder Ali…
Fakat onun bu sevgisi ölçülüdür ve Ehl-i sünnet prensipleri dairesindedir. O, dört halifenin de aşığıdır:

Veliler serveri Sıddık-ı Ekber,
Severdi Sıddıkı Allah, Peygamber,
Adalet güneşi Hazret-i Ömer,
Nur-u Kur’an ile Osman Münevver,
Şecaatte Ali güneşten ezher,
Biz severiz çar-ı yar-i veliyi,
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali’yi…

Efe hazretleri bir felaket ve helaket devrinin gül yetiştiren dertli bahçevanlarındandı. Hep ızdırablı yaşadı. Halk içinde Hak ile beraber olma güzelliği ile kalbine gelen ilhamlarla etrafını çemenzara çevirdi. İnşallah bu küçük çalışma içimizde onu yakından tanıma aşkı şevki uyandırır...




1-Hülasat-ül Hakayık- Naşir-Seyfeddin Mazlumoğlu-1974
2-Sahabeden Günümüze Allah Dostları-10. Cilt-Şule Yayınları-İst-1994
3-Alvarlı Efe Hazretleri-Ahmed Ersöz-Nil Yayınları-1993
4-Hayatım Hatıralarım- Mehmed Kırkıncı Zafer Yayınları- İst-2004


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Cuma, 09 Kasım 2012 19:24

KİLİNKARLI ABDULKERİM EFENDİ

kilinkarli_abdulkerim_efendi

 

KİLİNKARLI ABDULKERİM EFENDİ(1892 – 1950)

Kilinkarlı Abdulkerim Efendi, Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Kilinkar köyünde, h.1341 yılında dünyaya gelmiştir.

Babası Şeyh Halil Efendi, annesi Nazan Hanım’dır. Genç yaşta babasını kaybedince amcası Şeyh Esad Efendi’nin himayesinde kalır ve ilk medrese derslerini amcasından alır.

Şeyh Esad Efendi’nin vefatından sonra amcasının oğlu Çokreşli Şeyh Abdurrahman Efendi’den hilafetini almıştır. (Şeyh Abdurrahman Efendi, Ziyaeddin Norşinî’nin halifesidir.) Abdulkerim Efendi derslerinin büyük kısmını kendi köyü Kilinkar’da, irşadla birlikte devam ettirir. Arazisinin bir kısmı Karayazı ilçesine bağlı Payveren köyünde bulunduğundan bazı seneler burada ikamet ederdi.  O yörede birçok tekke ve medresesi mevcuttu. Bu zaman zarfında, Aşağı Pasin yöresinde, irşad ettiği çok sayıda hafız ve saygın müridi mevcuttu.

Abdulkerim Efendi’nin üç oğlu olup en büyüğü Şeyh Zahid Efendi, ondan sonra Şeyh Nizameddin ve en küçük oğlu Mazhar Efendi’dir. Şeyh Zahid Efendi, Norşinli Şeyh Maşuk Efendi’nin halifesidir.Abdulkerim Efendi’nin büyük oğlu Şeyh Zahid Efendi, Erzurum’un büyük âlimlerinden Eşref Hocaefendi’nin kayınbabasıdır. Eşref Hocaefendi’ye en büyük vasiyeti; “Sakın, sakın medreseyi bırakma! En büyük görevin budur.” olmuştur. Abdulkerim Efendi’nin yaşadığı hallerden bir kısmını, yine damatları Eşref Hocaefendi’nin dilinden dinleyelim:

Abdulkerim Efendi kışın, çok soğuk ve tipili bir günde Karayazı’dan, Köprüköyü’ne bağlı Yağan köyüne gelirken yanında bulunan müridleri içlerinden; “Bu havada, bu soğukta nerede kalacağız?” diye geçirirler. Yağan köyüne yaklaştıklarında onları iki tane nûrâni, beyazlar giyinmiş zat karşılar. Kendilerini misafir ederler ve yine bu iki zat aynen refakat ederek onları uğurlarlar.

Norşin’de bulunan Şeyh Abdurahman Efendi, Abdulkerim Efendi’nin babası Şeyh Halil Efendi’yi irşad için görevlendirir. O yöredeki hanımların çoğu açık gezerken öyle bir zaman olur ki açık gezen hanım kalmaz.

Abdulkerim Efendi, haccın yasak olduğu 1946 yılında hacca gitmek ister; ancak pasaport verilmemektedir. Norşin’e, Şeyh Masum Mutlu Efendi’nin yanına gider. Masum Efendi’nin şahsına ait pasaportla, o yörede bulunan altmış ulema ile birlikte Suriye sınırında bulunan Nusaybin’e giderler. Masum Efendi’yi sınırdaki komutanlar tanımaktadır ve sadece Masum Efendi’nin pasaportu vardır. Komutanlar ulemadan altmış bir kişiyi mayınsız bölgeden kaçak olarak geçirirler.

Suriye’de bulunan Şeyh Ahmed Haznevi Hazretleri, kendilerini karşılar, misafir eder ve altmış kişiye Suriye pasaportu çıkarır, yolculuk başlar. Lübnan’a giderek Beyrut’a vasıl olurlar. Lübnan’dan sonra gemi ile yolculuğa devam ederler, Süveyş Kanalı’nı geçerek bir haftada Cidde Limanı’na varırlar.            
Gemideki yolculukları zamanında vakit namazları için altmış bir kişi arasında kıble ihtilafı zuhur eder. Her âlimin seccadesi başka başka yönlere çevrilidir. Gemi mühendisleri yanlarından geçerken duruma vakıf olurlar ve bir pusula getirerek kıble yönü tespit ederler. Altmış bir ulemadan tek bir zatın kıble isabeti doğru çıkar; bu da Abdulkerim Efendi’dir. Mühendislerin dikkati bu zat üzerinde toplanır ve Abdulkerim Efendi’ye yönü nasıl bulduğunu sorarlar; “Müminin feraseti budur, karanlığı aydınlatır. Çünkü O Allah’ın nuruyla bakar.” cevabını alırlar.

Abdulkerim Efendi, Hicaz’da, bir rüyada; Resûlullah (sav) Efendimiz’i kendilerine dünya üzerine dua ederken görür ve; “Ben dünyayı istemiyorum, ebedi âlem için duaya muhtacım.” diye geçirir. Hemen akabinde Resûlullah (sav) Efendimiz; “Abdulkerim! Ebedi âlem için de dualarım seninle.” buyurur.          
Abdulkerim Efendi’nin, Kilinkar’da kaldığı günlerden biridir. -Yasaklı dönemin hareretli günleridir.- Pasinler Kaymakamı, Köprüköy Nahiye Müdürü Necati Bey’e haber gönderir; “Ben bu köye gideceğim, bütün köylü köyün dışına karşılamaya gelsin.” Köye haber ulaşır ve köylü köyün çıkışında kaymakamı karşılamaya gelirler. Abdulkerim Efendi de halkın arasındadır. Kaymakamın hanımı da beraberdir. Köylü ile selamlaşır. Abdulkerim Efendi’ye sıra gelince Abdulkerim Efendi, kaymakamın elini sıkar ama hanımına el vermez.

Pasinlere dönen kaymakam çok hiddetlidir. Abdulkerim Efendi’nin oğlu Zahid Efendi’yi makamına çağırır ve der ki; “Babana söyle! Sakalını çok uzun gördüm. Öyle sakal olmaz, onu derhal kısaltsın.” Zahid Efendi, bunu söylemesinin mümkün olmayacağını belirtse de kaymakamın ısrarları üzerine kapıyı suratına çarparak çıkar. Kaymakamlıktan çıkarken Abdulkerim Efendi’ye adeta âşık olan jandarma komutanı yüzbaşı ile karşılaşır. Yüzbaşı durumu öğrenince hemen kaymakamın makamına girerek boğazına sarılır. “Bir daha böyle bir zata hakarete kalkarsan seni kendi ellerimle öldürürüm.” der. Bu durum zamanın milletvekillerinden birisine intikal ettirilir ve bir hafta içinde kaymakamın Trabzon’un bir ilçesine tayini çıkar. Çocukları, ailesi ve ev eşyası ile birlikte Trabzon’a giderken kamyon bir uçurumdan aşağı düşer ve kurtulan olmaz.

1940’lı yıllarda gezici başöğretmen kadrosu mevcuttur. Bunlardan biri, okulları gezerken teftiş görevini yürütür. Ancak âlimlere karşı saygısı olmayan, düşman birisidir. Adı Sait CORDAN olan bu müfettiş Abdulkerim Efendi’yi duyunca onun bulunduğu köye gitme ve Abdulkerim Efendi’yi sorular sorarak küçük düşürme planları yapar. Köye yaklaşır ve köyün önündeki suyu geçerken soracağı soruları tamamen unutur. Köyden ayrılırken Abdulkerim Efendi’den el tutmuş olarak ayrılır. Ahmet BAŞAR olarak bu ismi duyunca 1959 yılında Erzurum’da gazi ilkokulunda okurken bizim okulun başöğretmeni Sait CORDAN olduğunu fark ettim. Başöğretmen Sait CORDAN, Azap köyünde de o yıllarda öğretmenlik yapmıştır.Abdulkerim Efendi’nin zaman zaman ulemalar hakkında şu mısraları söylediği belirtilmektedir:Benim için ulu hocalar var ki onların izzetinden dolayı ayaklarını herkes alnına koyuyor.Eğer ben onlardan değilsem de benim için de onlara olan sevgimden dolayı izzet ve şeref var.Abdulkerim Efendi, 1949 yıllarında tifo hastalığına yakalanır. Evde yatarken oğlu ve yeğeni de aynı rahatsızlığa yakalanır ve hastalık tifüse bozar. Abdulkerim Efendi’nin rahatsızlığını duyan Erzurum, Kars, Ağrı ve civar illerden halk ziyarete gelir. Abdulkerim Efendi üzülmektedir. Rahatsızlık bulaşıcıdır. Gelen insanlara gelme diyemezsiniz. Gelince de onların rahatsız olmamaları için Allah’a dua eder; “Rabbim! Bizden başka kimse rahatsız, hasta olmasın.” Dua kabul olur, binlerce insan gelmesine rağmen kimsede bir hastalık vuku bulmaz. Fakat kendileri bu rahatsızlığın neticesinde 01.12.1950 yılında beka âlemine göç eder. Türbesi kendi köyü olan Kilinkar’da bulunmaktadır.  Rabbim şefaatlerine nail etsin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Cumartesi, 03 Kasım 2012 18:23

SERÇEMELİ HACI HÜSNÜ EFENDİ 1912 – 2008

Hacı Hüsnü Efendi 1912 yılında Erzurum merkez köylerinden Serçeme’de dünyaya gelmiş olup babası, Dumlu Hoca’nın oğlu molla Abdullah Efendi, annesi Fatıma Hanım’dır.

İlk gençlik devrelerini doğduğu köyde geçirmiş reçberlikle uğraşırken köyün imamı olan Ahmet Selim Hoca’dan ve dedesi Dumlu Hoca’dan dini tedrisatlarını ikmal etmiştir. Tahminen 1938 yıllarında köyden Erzurum merkeze hicret etmiş ve Maksut Efendi Hoca’dan Arapça dersleri görmüş, Erzurum’da kaldığı müddetçe manifaturacılıkla meşgul olmuş ve bir taraftan da derslerine devam etmiştir.

1945 yılında Hicaz’a gidebilme imkânına kavuşma düşüncesi ile Gaziantep’e hicret etmiş, burada da dokumacılıkla uğraşmıştır. Üç yıl geçtikten sonra tekrar Erzurum’a dönerek kısa müddet kantariye işi ile meşgul olmuş ve Erzurum’un ileri gelen esnaflarında Hacı Hamit Karadeniz ile ortaklaş çalışmış. Hacı Hamit çalıştığı dönem içerisinde birkaç hatırasını şöyle anlatmıştır: O yıllarda ortağı ile müşterek satışını yaptığı üzüm piyasası 50 kuruştur. Hacı Hüsnü Efendi’nin bulunmadığı bir zamanda ortak Hacı Hamit Efendi, bir hayli satış yapmış olup bu satışı 50 kuruş yerine 53 kuruştan gerçekleştirmiştir. Daha sonra Hacı Hüsnü Efendi’ye hesabı verirken Hacı Hamit Efendi 53 kuruştan sattığını söylemiş, Hüsnü Efendi bunu duyunca çok üzülmüş. Üzümü sattıkları tüccarın gitmiş olmasına rağmen 50 kuruştan fazlasını kabul etmemiş.

Yine bir gün Hacı Hamit Efendi hesap işlerine çok dalmıştır. Kâr hesaplarıyla uğraşmaktadır. Ezan okunmuş, namaz kılınmıştır.  Hacı Hüsnü Efendi yanına gelerek Hacı Hamit Efendi’nin hafızasında hesap etmiş olduğu rakamı söylemiş ve “O kâr seni kurtarmaz, seni kurtaracak; ancak  Allah’a  ibadetindir.” nüktesini koyar.

Hacı Hüsnü Efendi’nin yeğeni olan Erzurum’un saygın  alimlerinden Veli Velioğlu Hocaefendi’den bizzat yaşadıkları hayat hikayelerini dinleyelim...

Serçeme köyünde ikamet eden Hüsnü Efendi’nin hizmetkarlığını yapan Mehmet Efendi, Veli Hoca’ya bir hatırasını şöyle anlatıyor:

Hacı Hüsnü Efendi ile tarlaya sap getirmeye gittik, çarığımın (Deriden yapılmış ayakkabı şeklinde giyecek) altı yırtılmıştı. Yürürken ayağıma diken veya keskin taşlar batmaması için sekerek gidiyordum. Hüsnü Efendi bana dönerek;  “Mehmet ağa hayrola! neden öyle sekerek geziyorsun?” dedi. Ben de dedim ki; “Efendim, çarığımın altı yırtıldığından ayağıma diken yahut taş batmaması için ancak bu şekilde yürüyebiliyorum.” diye mu-kabelede bulundum. “Dur Mehmet ağa dur! Bana neden çarığının yırtık olduğunu haber vermedin.” dedi ve beni sırtına almaya çalıştı. Ben kabul etmeyince bana dönerek; “Ben seni çarıklı olarak çalıştırmaya borçluyum.” deyip hemen beni arkaladı ve öküzleri koşarak arabanın boyunduruğuna bindirdi. “Mehmet ağa hemen sen git ve yeni çarık dik.” diyerek gönderdi.

Hüsnü Efendi’nin annelerine olan hizmeti, kitaplarda okuduğuma göre, Veysel Karani Hazretleri’nin benzeri idi. Erzurum’un AyazPaşa ve Kasım Paşa mahallelerinde oturduğu   zaman,  takva yaşayan kesim  fırınlardan ekmek yemezlerdi ki, sebebi; ekmek pişiren kişiler olur da abdest almadan ekmek pişirirler diye kendi evlerinde pişirdikleri ekmeklerle idare ederlerdi.   

Hacı Hüsnü Efendigil de ekmeklerini evde pişirerek ihtiyaçlarını bu şekilde karşılardı. Hamur olduğu zaman, o gün Hacı Hüsnü Efendi şafakta kalkar hamuru yoğurur, hazırlar, sabah namaz kılındıktan sonra dükkânına giderdi ki annesi o zahmete katlanmasın, anasına karşı el bağlar, emrini beklerdi.

Yine Hacı Hüsnü Efendi’nin diğer bir hatırası ise Medine-i Münevvere’de marangozluk yaptığı günlere aittir. Bir gün anası çağırmış, işi bırakarak annesinin emrini yerine getirmeye gelmiş. Annesinin gönlünü yaptıktan sonra işe dönmüş ve akşam eve dönüşünde yemek yiyip namaz kılıp gece vakti tekrar dükkânı açarak çalışmaya başlamış, ustasının evi dükkânının üstünde imiş. Dükkândan bir ses geldiğini duyan ustası dükkâna inerek Hüsnü Efendi’nin çalıştığını görmüş. “Hüsnü Efendi ne yapıyorsun bu saatte?” diye sorduğunda Hüsnü Efendi ona cevaben “Ben gündüz eve gittim, günlüğüm yarım kaldı, onu tamamlıyorum.” demiştir.

Hacı Hüsnü Efendi 2004 yılında Erzurum’a geldiğinde bir gün evde otururken rahatsızlığı nedeniyle onun daima yanında ve hizmetinde bulunan Hafız Bedreddin Atalar’la ben onun odasının dışına çıkıp diğer odada istişare yaptık, dayımın bundan sonra da bende kalması ve benimle beraber olması gerektiğine karar verdik. Odaya yanına döndüğümüzde Hafız Bedreddin’e hitaben; “Hafız Efendi! Hele yakınıma gel, diyerek çağırdı, sakın yanlış bir iş görmeyin evvel nasıl ise yine öyle.” deyip bizi ikaz ederek kerametini göstermiş oldu.

1982 yılında ilk defa gidişinde İstanbul’dan, beni çağırdı, ben de İstanbul’a gitmek için otobüse bindim Ankara’dan aktarma olduk başka otobüsle yola devam ettim. İstanbul’a geldim, yanına vardım. Hürmeten elini öptüğümde “Ne ile geldin?” diye  sorduğunda ben de “Otobüsle geldim ama Ankara’da aktarma olduk ve cehaletimden dolayıdır Anakara’yı sevemedim.” dediğimde; “Veli Hoca, Hacı Bayram Veli Hazretleri orada. Nasıl bu şekilde konuşursun?” dedi ve bana bir mektup verdi; “Anakara’ya git.  Hacı Bayram Veli Hazretleri yakınında Doktor Emin Acar Efendi’ye bu mektubu götür.” dedi. Ben de mektubu aynen sahibi Doktor Emin Acar Efendi’nin makamına götürdüm. Öyle bir cemaat gördüm ki, ben meleklerin arasında mı kaldım, diye taaccüb ettim. Emin Acar Efendi de beni başka bir yere gönderdi. Orada genç iki doktor bulunuyordu. Onların cemaatinin de bu cemaate benzer bir cemaat olduğunu görünce anladımki dayım bana lisanı hal ile diyor ki; “Her yerde Allah’ın dostları mevcuttur, diline ve kalbine sahip ol.”

Ağustos 2010 sayılı dergimizde bahsetmiş olduğumuz Hacı Mustafa Efendi Mekke’de bulunuyordu ve annesi ile kardeşi Hacı Hüsnü Efendi’yi yanlarına almışlardı. Dolayısıyla 1949 yılı sonlarında annesi, kendi ve Hacı Hüsnü Efendi Mekke’ye hicret ettiler. Kısa bir zaman sonra anneleri Mekke’nin havasını alamayınca Hacı Hüsnü Efendi’yle Medine’ye hicret etmek zorunda kaldılar ve Medine’ye geldiklerinde Ravzayı Mutahhara’ya yakın bir yerde yani Hazreti Ebubekir’in mescidine çok yakın bir evde ikamet ettiler. Medine  hayatındaki zamanın bir kısmını marangozluk  bir kısmını da  ticaretle geçirdiler.  Medinedeki büyük zevat ile görüşüp onların sohbetlerine ve arkadaşlıklarına devam etti. Bu zevatlardan bazılarını zikredelim: Meşhur, Kafkasyalı Şeyh Şamil Hazretleri’nin oğlu ile komşuluk etti. Konyalı Ali Ulvi Kurucu ile iki kardeş gibi hukuku oldu.  Türkistanlı Şeyh Muhammed Arabi’ye intisab edip ondan manevi feyizler aldı. Medine’de yerleşen meşayihten Hacı Fehmi Efendi ve ulemadan Ali Rıza Kaşıkçı, yine ulemadan aslen Konyalı saatçi Osman Efendi,  Buharalı Şeyh Muhammed Zekeriya Efendi ile sıkı irtibatlarını devam ettirmiştir. Medine’deki Erzurum Ribatı’nın yapılışı esnasında, vakfın bütün marangozluk işlerini kendi eliyle yaptı ve oraya çok çalışmakla beraber hasta olana kadar buranın idareciliğini de yürüttü. Benim en son gördüğüm hiçbir yerden kazancı, geliri olmadığı halde cebinde parası bitmez. Evinde de yok yoktur. Gelen giden misafirleri ikramsız göndermezdi.

1957 yılında ilk evliliğini Erzurum’un Küçük Tuy köyünden Hacı Nuran’ın kızı ile yapmış. 1982’ye kadar devam etmiş bu evlilikten bir kızı olmuş ancak vefat etmiştir. İkinci evliliği ise 1983 yılında Pasinler kazasından olup Mübaşir Hafız Halil Efendi’nin kızı iledir. Bu hanımı halen hayatta olup Medine’deki evlerinde ikamet etmektedir. Hacı Hüsnü Efendi ise 2008 yılı Nisan ayının 15’inde dünyalarını değişerek Cennetü’l-Baki’ye defnedilmiştir.

Veli Velioğlu Hocaefendi’nin Hacı Hüsnü Efendi’nin bir dönem İstanbul’a gelişlerinde ziyaretlerinden sonra kaleme aldıkları bir şiirleriyle yazımızı tamamlıyalım:

Şehri Medine’de Edip Mücavir
Sılayı Rahm İçin Sen Safa Geldin

Şefkatli ensarın şehrinde kaldın
Kubbe-i Hadra’dan feyizler aldın
Ahvalinle bize tercüman oldun
Sılayı rahm için sen safa geldin

Gülşen bahçesinin bir gülistanı
Ricaller beytinde hafi ahvali
Bulasın Mevla’dan ulu makamı
Sılayı rahm için sen safa geldin

Hizmeti ümmide oldun Karani
Yapmadın noksanı oldun yarani
Cemali Mevla’nın sen ol hayrani
Sılayı rahm için sen safa geldin

Rıhlet haberini vaktaki aldım
Hürrem oldum birden duramaz oldum
Mevla’nın izniyle yanına geldim
Sılayı rahm için sen safa geldin

Mevla razi olsun sebep olandan
Elin tutup İstanbul’a gelenden
Mevlam azad etsin dertten veremden
Sılayı rahm için sen safa geldin

Bu abdu’l-Veli’ye ikramlar oldu
Nakibu’l-eşraf’ı künyede buldu
Mesrur olup dahi şükürler buldu
Sılayı rahm için sen safa geldin

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Çarşamba, 11 Temmuz 2012 03:31

HATTAT HACI MUSTAFA NECATİ EFENDİ

SERÇEMELİ HATTAT HACI MUSTAFA NECATİ EFENDİ
(1371 - 1991)

Hocaefendi, Serçeme (Eskipolat) köyünde dünyaya geldi. Babası Molla Abullah, annesi Fatıma Hanım’dır.

Çocukluk devrelerinde ağaç yapraklarını eline alarak bir şeyler okurmuş ama onu kimse anlayamamıştır. İlk tahsil çağını dedesi Dumlulu Hoca ve köyün imamı Hafız Hamdi Efendi’den almıştır. Bilahare Erzurum’a geldiğinde Solakzade Sadık Efendi (Eski Erzurum  Müftüsü ) ve Maksut Efendi’den derse devam etmiş, ilmini ve Farisi derslerini, aslen Serçemeli olan, tabur imamı Muhammed Nuri Efendi’den okumuştur. Eski Osmanlı devresinde Semerra Kadısı Abdülvehhab Evyap’tan okumuştur ve Elmalılı Hamdi Yazır’dan tefsir derslerine devam etmiştir.


1948 yılına kadar hem okumuş hem de okutmuştur. 1948’de Mekke-i Mükereme’ye hicret etmiş ve yedi yıl Mekke-i Mükerreme’de Medresetü’l-Felah’da Hanefi fıkhı    üzerine müderrislik yapmış, oradan Medine-i Münevvere’ye hicret etmiş, 1991 yılına kadar da Medine-i Münevvere’de  ders okutmuş ve ticaretle meşgul olmuştur.


Hayatı boyunca sünneti seniyyeden bir nebze ayrılmamış ve İslam namına asla taviz vermemiştir.


Veli Velioğlu Hocaefendi’nin dayıları olması hasebiyle ondan dinlediklerimiz: 1998 yılında ben umreye gittim. Meseleleri öğrenmek için soru kağıtları ayarlayarak hazırlık yapmıştım. Bu soruları da kayda almak için cebime ufak bir teyp  koydum, teybi nasıl çıkaracağımı düşünürken “Veli Hoca! Teybi çıkar, ortaya koy.” dedi ve benim müşkül meselemi halletti.

Diğer taraftan keşfi kubur olduğunu şöyle hissettim. Bizim dededen dedeye intikal eden evimizde bir yatır  vardır.  O yatırın kimliğini sordum, “İsa Aleyhisselam’ın havarilerinden biridir” dedi ve şöyle anlattı: Bir cuma günü köye geldim. Ziravang (Sorgunlu) köyünde ziyaretin ön tarafında oturdum, çay içiyorum. Annem de ekmek pişiriyordu. Çok seri bir şekilde tesbih çekildiğini işittim, sağıma soluma baktım. Ablam bana; “Sağına soluna ne bakıyorsun?” diye sordu. “Nene Hanım, bir tesbih sesi geliyor ama kimseyi göremiyorum.” dedim ve ablam bana dedi ki; “Her cuma günü bu zat tesbihini çeker. Benim duyduğum hüsni zannım şudur; o günkü büyüklerin söylediğine göre bunların anneleri abdest almadan çocuklarına süt vermezlermiş, işin kaynağı da buradan gelmektedir.”


1987’de Mekke kralının emri üzerine Mustafa Necati Hocaefendi buluğ çağına gelmeyen çocukları ile beraber yurtdışına gönderilmek üzere uçağa bindirilirler. Uçak arıza yaparak kalkamaz, o gün nezarette kalırlar. Ertesi gün tekrar uçağa binerler, uçak kalkar, ancak havada tekrar arızalanarak inmek zorunda kalır. Buharalı Zekeriya Efendi -ehlullahtan bir zat-, haber gönderir; “Merak etmesinler, Mustafa Efendi’yi gönderemezler. Buranın sahibi Resûlullah’dır (sav).” Kral, daha sonra emrini iptal eder.

Hacı Mustafa Efendi, 1948 yılında Mekke-i Mükerreme’de, hicretinin birinci yılı yani 1949 yılında kardeşi ve annesini de Mekke-i Mükerreme’ye aldırmak için ev kiralar. Annesi ve kardeşi henüz yolda iken ev sahibi evini kiraya vermekten vazgeçer. Ne kadar başka ev tutmaya çabalasa da ev bulamaz ve annesi ile kardeşi bir ay süre ile mezkür bir sokakta, açık havada kalırlar.  Hacı Mustafa Efendi  alışveriş için bir dükkan kiralar ama ne giden ne gelen var. Kapının önünden bile geçen olmaz. Bir ay böyle zor şartlar altında imtihanı geçirir. Bir ayın sonunda bir zat gelerek “Kardeşim, kimdir bu dükkanın sahibi, nerede, arayıp bulamıyoruz.” der ve Mustafa Efendi ile görüştükten sonra dükkan çalışmaya başlar. Ev temin edilir ve bu imtihan güzellikle neticelenir...

Hacı Mustafa Efendi’nin en efdal hizmetlerinden biri de Medine-i Münevve-re’de  Erzurum Ribatı’nın yapılması olmuştur. Bu vesile ile Erzurum Ribatı’nın yapılmasında bani olmakla beraber, hazırlık çalışmaları için iki defa Türkiye’ye gelerek faaliyetlerini sürdürmüştür.

Ribatın arsası 1966 yılından önce alınmış ve 1968 yılından sonra yapımı devam etmiştir. Ribat, hac zamanı hacılara ve ulemaya hizmette özen göstermek, hac mevsiminin dışında da talebe yetiştirmek maksadıyla kurulmuştur ve halen hizmetleri devam etmektedir.


Ribatın bir feyz kaynağı olduğu, Medine halkının sık sık ziyaret ve ilgisinden anlaşılmaktadır.  Hacı Mustafa Efendi’nin 1991 yılı Ekim ayında Hakk’ın rahmetine kavuşarak âşıkı olduğu Medine şehrinin Cennetü’l-Baki Kabristanı’na defnedilmiştir.


Vefat yılı olan 1991 senesinde ben Hacc’a gitmiştim. Hocaefendi hac ziyaretinde hacıların fazla alışverişlerine rıza göstermezdi. Bir yatsı namazından sonra dükkanın arkasındaki medreseye gittim. Erzincanlı Mustafa Efendi isminde bir zat çay yapıyordu. Dayım, Erzincanlı Mustafa Efendi’ye dönerek; “Mustafa Efendi, çay hazır mı?” Mustafa Efendi “Evet.” dedi. “Öyleyse sen çayı başkasına devret, Veli Hoca ile çarşıya gidip Veli Hoca’ya bir teyp alın ama iyisi olsun, bantları bozmasın.”  Gittik, teybi alıp geldikten sonra talebelerine okuttuğu Akıbetül Tehavi ve Fıkıhtan Lubüb kitaplarını kasete alarak bana hediye etti. O yılda vefatıyla bir kerametini böylece anlamış oldum.


ESERLERİ:  
Şifaüttilmiz / Hacıların rehberi                    
Manzum halinde beyit kitabı                   
Usul-i Fıkıh (Erzurum Eğitim Merkezi’nde okutulmaktadır.)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort