JoomlaLock.com All4Share.net

GÖNÜL KIBLESİNE GİDER

Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni
(Yunus Emre)    

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) Medine’de Özbekistanlı bir Müslümanla tanışırlar. Özbekistanlı Müslümanın hali çok hoşuna gider. Onun halini ifade etmek için ona “24 Ayar” derler. 24 Ayar altın gibi kaliteli bir Müslüman…

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) “24 Ayar”ın Medine’ye gelişini bir sohbetinde anlatmışlardı:

Özbekistanlı Müslüman bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sav) görür. Kâinatın Efendisi (sav) rüyasında onu çağırmaktadır... Sabahleyin rüyasını annesine anlatır. Ekinlerin hasat zamanıdır. Annesine hasatı yapıp onların parasıyla Medine’ye gitmek istediğini söyler.

Annesi oğlunun Peygamber’in (sav) emrine itaatteki gevşekliğine kızar. İnsan düşünmeden edemiyor. Günümüzde evlatlarını türlü dalaverelerle ehlullahın muhabbetinden sohbet meclislerinden alıkoyan analar babalar nasıl bir vebal altına girdiklerinin farkında mıdır acaba? Onları nelerden mahrum ettiklerinin bilincinde midirler?
24 Ayar’ın annesi ona ‘Hemen yola çıkalım.’ der. Davet eden Peygamber Efendimiz (sav) ise eğer, müsterih tut gönlünü, O, bizi kendisine ulaştıracaktır. Evlerini oradaki garip bir çobana verirler. Ona ekinlerini kaldırmasını, ahırdaki hayvanlara bakmasını ve artık geçimini bunlardan sürdürmesini söyleyerek her şeylerini ona bırakırlar. Ertesi gün yola koyulurlar.  

Ne malları vardır yanlarında ne de kimlikleri… Uzun bir yolculuktan sonra Özbekistan’dan Medine’ye gelirler…

Ravza’da bir vakit namazını kılarken yanına bir adam gelir. Namazdan sonra onunla görüşmek ister. Namaz bittikten sonra yanındaki adam ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sorar. “24 Ayar” başından geçenleri anlatır.

Yanına gelen Medineli Müslüman, kendisinin de Peygamber Efendimiz’i (sav) rüyasında gördüğünü ve ona yardım etmesini istediğini söyler. Medineli Müslüman 24 Ayar’ı ve annesini hurma bahçesi içinde bir eve götürür. Evde kalabileceklerini ve bahçenin bakımıyla ilgilenmelerini söyler.

Onu Özbekistan’dan çağıran Peygamber Efendimiz (sav) daha o gelmeden yerini hazırlamıştır.

24 Ayar aslî vatanına sefer etmiştir. Gönlünün kıblesi Peygamber Efendimiz’e (sav) kavuşmuştur.

Biz kendi ayarımızı düşündük mü? Kaç ayar Müslümanız?

Bizi 24 Ayar gibi belki rüyamızda Medine’ye çağırmıyorlar… Ama bizi Muhammedî (sav) bir imana, Muhammedî (sav) bir ahlaka çağırıyorlar. Medine’de yaşamıyoruz belki, ama yaşadığımız yeri Medineleştirebiliriz… Caddelerimiz Muhammedî cadde, sokaklarımız Muhammedî sokak olabilir.

Bize 24 Ayar gibi evini, barkını bırak da denilmiyor. Gönlümüzden onların sevgisini uzaklaştırmamız isteniyor. Mekânlarımız gibi gönüllerimiz de Muhammedîleşebilir. “Sefer der vatan” Muhammedîleşmektir. Aklın, fikrin, gönlün O’nunla (sav) bezenmesidir.

“Huş der dem”: Her nefeste Allah’la olmak… “Nazar ber kadem”: Ayakuçlarına bakmak… “Sefer der vatan”: Aslî vatana sefer etmek…

Her nefeste Allah’la (cc) olduğunun bilincine varan,

yürüyüşünde istikamet üzere

olan, aslî vatanına sefer etmeye hazırdır.

Biz bu yolculuğa çıkmaya hazır mıyız? Nefsimizin arzularından vazgeçip gönlümüze sefer etmek… Yoksa bu dünyada elimizde tuttuğumuz şeyleri bırakmak zor mu geliyor bize?

Ancak “kalb-i selim”le gidenlerin kurtuluşa ereceği bir güne biz ne hazırlıyoruz? Gönlümüz nereye sefer ediyor, nelerle huzur buluyor?

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) yollarını ifade ederken “aşk yolu” olduğunu ifade ederler. İnsan bu aşk yoluna girmişse âşık olduğunu söylüyorsa azık değil tahammül istemelidir.

Sabrın büyüğü Allah’adır (cc) buyruluyor.

Peygamber Efendimiz (sav) ‘Biz Allah ve Rasûlünü seviyoruz’ diyenlere, belaya hazır olmalarını buyuruyor. Çileye, sıkıntıya hazır olmak…

Hicret, ashabın (ra) yaşadığı en büyük sıkıntılardandı. Ashab-ı kiram dünyalık her şeylerini bırakıp sevgileri ve imanları için Medine’ye gitti. Hicret bir eğitimdi, bir okuldu onlar için. Bu anlamda “Sefer der vatan” kul olmanın mektebidir…

Hâce Hazretleri’nin üstadları Es Seyyid Muhyiddin Geylani el Bağdadi (kuddise sırruh) Hazretleri İstanbul’a gelir. İstanbul’u tanıtmak için tarihi ve dini mekânlara giderler. Kendileri o tarihlerde Anadolu yakasında ikamet etmekteler, gittikleri yer ise Avrupa yakasında. Yolda gezerlerken önlerine bir sail çıkar. Üstadları Hâce Hazretleri’nden (kuddise sırruh) o saile bir şeyler vermesini ister. O da hemen biraz para verir. Bir sokak değiştirirler önlerine bir sail daha çıkar. Üstadları ona da vermelerini ister, ona da verirler. Hâce Hazretleri’nde sadece dönüşe yetecek para kalmıştır. Önlerine yine bir sail çıkar. Üstadları yine bir şey vermesini isteyince Hâce Hazretleri cebindeki son parayı da verir. Para bittiği anda sailler de biter. Kısa bir zaman sonra Üstadları eve geri dönmek isterler. Hâce Hazretleri geri dönecek paraları olmadığını ifade eder. Bu konuşmayı yaptıklarında bir deniz kenarındadırlar. Üstadları üzerinde İlâhî cezbenin tesiri olan bir zat imiş ve “Denizden yürüyelim!” demiş. Hâce Hazretleri: “Olmaz.” demiş. “Bize para lazım. O parayla ancak geri dönebiliriz!” buyurmuş. Üstadları cebinden bir elmas çıkarıp: “Bununla geri dönebilir miyiz?” diye sormuş. Hâce Hazretleri: “Hayır.” demiş. Üstadları ceblerinden altın, zümrüt, yakut gibi mücevherler çıkarıp: “Bunlarla gidemez miyiz?” diye sormuş. Hâce Hazretleri yine “Hayır.” demiş ve bu olayın bir imtihan olduğunu anlamış. Kendi anlatımlarıyla: “Elimdeki mücevherleri bir kuyumcuya götürsem bütün sülalemi ömür boyu rahat içinde yaşatacak para alırım…” Hâce Hazretleri elindeki bütün mücevherleri denize dökmüş. Belki sülalelerine bir ömür yetecek serveti bir çırpıda denize atarlar, fakat tevekkül ve teslimiyet gibi saltanatların da sahibi olurlar.

Döker dökmez yanlarına bir araba yanaşır ve bugün bir hayır işlemek istediğini söyleyerek onları arabalarına alır. Yolda giderlerken arabanın sahibi kişiyle Hâce Hazretleri konuşurlar. O kişi: “Benim annem de bir tarikate bağlı.” demiş. Üstadımız sorar: “Kime bağlılar, ismini biliyor musunuz?” Cevaben der ki “Tam olarak bilmiyorum ama Bağdat’ta Muhyiddin Efendi diye bir zat imiş. O’na bağlı…”  Hâce Hazretleri konuşmalarını Arapça olarak üstadına nakleder: “Efendim bu arkadaşın annesi size intisaplıymış. Sizin ihvanınızdanmış…” Muhyiddin Efendi de o kişiye tesbihini vererek: “Evladım bunu annene ver bize dua etsin.” buyururlar…

“Allah (cc) kuluna yeter.” Anlayışı Müslümanlarda zayıflamaya başlayınca, Müslümanların dünyalık endişeleri arttı. Rızık kaygısıyla dinlerinden çok taviz verdiler.

“Sefer der vatan” Allah’a (cc) tevekkülün, teslimiyetin adıdır.

“Sefer der vatan” bir eğitimdir.

Gönül yolculuğunun adıdır. İnsanın nefsî arzularından vazgeçip Hakk’a gidişinin adıdır.

Aslî vatanına sefer edersen, müminlerin emiri iken Hz. Ömer (ra) misali sırtında fakirlere yardım çuvalı taşırsın.

Musab bin Umeyr gibi Mekke’nin en güzellerinden, en zenginlerinden olsan da Uhud’da şehid olduğunda üzerini örtecek kefen bulamazlar.

Ebu Zer misali sefere giderken deven seni geride bıraktığı için deveni çölde bırakıp Peygamber’e (sav) yetişirsin.

Abdurrahman ibn-i Revaha gibi savaşta parmağın yaralanırsa seni rahatsız etmesin diye parmağının üzerine basıp koparırsın. Nefsinin ve şeytanın geride ailen var, bahçelerin var seslerine aldırmaz, onun gibi şehit olmaya koşarsın.
Alaaddin Attar Hazretleri gibi Buhara’nın en zenginlerinden olsan da, pazarda elma satmak zoruna gitmez.

Mevlana Halid misali medresenin yani şimdiki üniversitelerin en gözde âlimiyken dergâhın tuvaletini temizlersin. Nefsin isyan etmek isterse sakalınla temizlemekle nefsini korkutursun.

Allah’a (cc) dost olabilmek için neler yapmışlar? Yaşadıklarını çile görmemişler ve asla şikâyetçi olmamışlar onlar.

Allah’a gidiş iki adım buyruluyor. Birincisi nefsini üzerine basmak, ikincisi Allah’a (cc) vasıl olmak.

Su kaynağından çıktıktan sonra denize kavuşuncaya kadar dağlardan, taşlardan akar gider. Bazen yukarılardan aşağılara düşer, bazen kayalara çarpa çarpa akar. Yolculuğundan vazgeçmez. Denize ulaştığında durgunlaşır, sakinleşir, huzura erer…
Korkma kardeşim aşk yo-lunda sefer ediyorsan Allah (cc) seni muradına eriştirir. İnsanın seferinin sonunda da huzur vardır.

Akan su temizdir. İnsanın zahiri seferi gibi, gönül seferi de onu temizler. Beden seyahatle sıhhat bulduğu gibi gönül de sıhhate kavuşur. Süflî arzularını terk eder. En büyük temizlik gönül temizliğidir.
“Sefer der vatan” gönül temizliğinin adıdır.

Kemale ermek kemalden bahsetmekle olmaz. Kamil insanlarla birlikte olmakla olur. Gerçek sefer kendi gönlünden evliyaullahın gönlüne yaptığın seferdir.

Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakma… Sevdiklerini bize sevdir, bizi de sevdiklerine sevdir.

Seninle olmak bize
Asr-ı saadet gibi
Yanına her gelmeyi
Bilmişim hicret deyi
Hâce Hazretleri (kuddise sırruh)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort