JoomlaLock.com All4Share.net

İMANİ VE İSLAMİ DEĞERLERİMİZ BİZİM KİMLİĞİMİZDİR

İmani ve İslami Değerlerimiz Bizim Kimliğimizdir - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 123 - Mart 2018

 

İmani ve İslami Değerlerimiz Bizim Kimliğimizdir

 

İnsan nüfus kâğıdı, kredi kartı gibi dünyevi değeri olan eşyalarını hiç bırakmaz, sürekli yanındadır. Evde elbise değişse de onu çıkardığı elbisenin cebinden alır, giydiği elbisenin cebine bırakır. Çok ciddi bir şey olmadıkça kimliğini unutmaz onu beraberinde gezdirir. İnsan alışverişlerinde para yerine kullandığı alışveriş kartı, kredi kartını hiç yanından bırakmıyor, sürekli yanında. Mesela bir insanın sürekli rahatsızlığı, düzenli kullandığı ilaçları olsa onları hiç yanından bırakmaz. Hastadır, ilaçları belli saatlerde içecektir, sürekli yanında gezdirir. Görüyorsunuz insülin iğnesini yanımda gezdiriyorum, saat geldi mi vuruyorum. Niye, onu bıraktığımda, yanımda olmadığında zararını görmüşüm; bana sıkıntı olmuş, hastalığım nüksedecek, şekerim yükselecek… Bunu düşündüğüm için ilacımı sürekli yanımda taşıyorum. Misal anahtarlarımız, telefonlarımız sürekli yanımızda, telefonumuzu bir yere bırakmıyoruz, sürekli yanımızda taşıyoruz. Niye, dünyevi işlerimizi onunla döndürüyoruz. Belki önemli bir meselemiz var, biri bizi arayacak telefon yanımızda yoksa belki o işi kaybedebiliriz... Bunlara hassasiyet gösteriyoruz… 

Eğer kişinin imanı da İslamî anlayışı da ümmet olma duygusu, şuuru da bu mevzular gibi onda oturmuşsa, kemal bulmuşsa bu insan imanı ile alakalı hiç bir şeyini unutmaz. Ona öyle değer verir. O onun kimliğidir, onun sanki alışveriş kartıdır… Mesela vird tesbihini unutmaz, sürekli yanında olur; bir kimliktir onun için… Namaz tesbihi yanında olur. Sürekli takamıyorsa takkesi yanında olur, sarığı yanında olur. Unutmaz bunları, bunları bırakmaz. 

Çünkü o inanır ki bunlarsız kılacağım bir namazın fazileti noksan olur. Zaten yaşadığım hayat içinde isteyerek veyahut istemeyerek birçok günaha bulaşıyorum, irademin dışında çevremde birçok yanlış oluşumlar var, ister istemez bunların birine karışıyorum, bulaşıyorum; bir sürü hatalarım var… Yememe, içmeme ne kadar dikkat edersem edeyim kaçıyor bir şeyler, ona dikkat edemiyorum. Yiyip içtiğim şeyler, gezip dolaştığım yerler, konuştuğum mevzular benden eksiltiyor, manevi kredimden eksiltiyor. Benim kredimi; faziletimi, Allah’ın yanındaki ecrimi mükâfatımı, ihlasıma, imanıma katkı sağlayacak şeyleri arttırmam lazım. Bunları da bıraktığımda sıfırlıyorum, o zaman benim maneviyatım sıfırlanıyor. 

Şimdi bir adamı düşün ki belki şartları gereği düzenli beslenemiyor, saatinde yiyip içemiyor, abur cubur yiyor, ne bulursa yemek zorunda kalıyor… Bu adamın sıhhatten kaybı oluyor. Bir de bu adam düzenli vitamin alamadığını, bağışıklık sistemini güçlendirici ilaçlar da almadığını düşün, onun hayat dengesi bozuluyor. Vücut zayıf düştüğü için çabuk gribal enfeksiyonlara, mikrobik hastalıklara kapılıyor. Misal ufak bir rüzgârdan etkilense, hava değişse, bir soğuk su içse bakıyorsun adam etkileniyor. Niye, bünye zayıf... Bu adam bünyeyi kuvvetlendirici meselelere dikkat etmeli. 

İşte ahir zamandaki Müslümanların maneviyatı böyle. Düzenli bir mana yaşantımız yok. Düzenli bir amelimiz, gece ibadetimiz, ilim hayatımız vesaire yok. Belki böyle bize ufak tefek, basit görünen şeylerden manayı güçlendireceğiz. Çünkü Allahu Teala belki bire bin verecek... Bağışıklık sistemimizi, imanımızı, ihlasımızı güçlendirecek, bizim de yapabileceğimiz sebepler var. Bunları da yapmadığımızda, bıraktığımızda zafiyete uğruyoruz. Maneviyat tamamen sıfırlanıyor, bakıyorsun ki vücut ülkesinde nefs ve şeytan hâkim oluyor. Artık biz ehadisle değil havadis ile amel etmeye başlıyoruz. Biz ilhamı ilahi ile değil vesvese ile hareket etmeye başlıyoruz. Biz Hakk’ın yönlendirmesiyle değil menfaatimize düşüyoruz vesaire… İnsanda maneviyat kalmıyor. 

Bu yüzden biz hiçbir şeyi basit görmemeliyiz. Bakın Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın bize çok basit gibi görünen şeyler üzerinde öyle buyrukları var ki bunlar aslında bizi teşvik için, bize bir başlangıç olması için… Bize o mana sahasına adım atmayı öğretiyor. 

Mesela bize, yemek yedikten sonra kalan ekmek kırıntılarının yenmesinin, tabağın dibindeki yemeğin sünnetlenmesinin günahların affına sebep olacağını; hatta o kırıntıları almanın faziletini bilseniz ben alayım, ben yiyeyim, yemeği ben sünnetleyeyim diye birbirinizle kılıçla harp edersiniz buyuruyor.

Bu düşünüldüğünde bir namaz kılma ile bir hac yapma ile bir Kur’an tilaveti ile Allah yolunda cihad ile hiç mukayese edilecek şey mi bize göre? Kıyas kabul etmez. Ama Peygamber bunu nazara veriyor. Hayatımıza bir düzen getiriyor, israftan bizi sakındırmak için. Ancak küçükten başlayarak büyük şeyleri engelleyebiliriz. Ufacık bir çakıl tanesi büyük bir kayanın altından oynasa bir kayayı devirir. Oncağız, tırnağım kadar bir çakıl tanesi bir koca kayayı yerinde sabit tutuyordu. O bir oynadı mı kayanın dengesi bozulur, yuvarlanır gider. 

İşte ekmek kırıntısı o çakıl taşı gibidir, bir denge unsurudur Peygamberin öğrettiği nizamda. Buna herkesin gücü yetebilir. Allahu Teala niyetine göre veriyor, yaptığına göre değil. Yediğin belki bir kırıntı ama niyetin büyük. Niyetin ne? İsrafı engellemek, haramı engellemek… İsraf haramdır. İşte büyüklük burada… Bakın o bir cihad hükmündedir, haramla mücadele var. İsraf haram, senin yaptığında haramla mücadele var, bu çok büyük bir şey. Ecrin buna göre verilir. 

Efendimiz camide namazda ön safın kıymetini bilseniz oraya geçmek için birbirinizle kılıçla harp edersiniz. Eğer birinci safta ne olduğunu bilseydiniz, mutlaka kura çekilirdi, buyuruyor. Bu birbirimizi ezerek, kırarak ön safa geçelim anlamında değil. Boşsa, müsaitse ön safa geçmek için kılıçla birbirinizle dövüşürsünüz. Buradaki maksat ne: Namaza önem vermek, namaz için dikkatli olmak, itina göstermek; bir nizam, intizam üzere olmak. Namaz neydi: Hayatın gayesi... Bakın fiil çok büyük. Belki “saf meselesi” basit bir mesele ama onunla hedeflediğin gaye büyük. Allah senin ecrini o hedefindeki gayene göre verecek.

Yanımızda nüfus kâğıdı taşımadan bahsettik, buna mümasil de sünneti örnek verdik. İmanla ilintili şeyleri de unutamayız. Kimliğin bizim için bir önemi var. Niye, “Ya polis kontrolünde kimliğim yok diye zorda kalırsam.” diye düşünüyoruz. Ya mahşerdeki kontrol? Burada polis noktasındaki kontrole hazırlıklı oluyorsun, kimliğini bırakmıyorsun. Mahşerdeki kontrolü düşün, ona hazırlıklı ol. Belki ahirette bir zerreye ihtiyaç duyacaksın. Bir zerre senin için terazinin dengesini değiştirecek. Allah vaat ediyor zerre hayır karşılıksız değil. Zerre hayır senin dengeni değiştirecek. Zerre senin cennete mi cehenneme mi gideceğini belirleyecek. İstenilenden zerre noksan olsa adli ile sana muamele ettiğinde belki cehenneme gideceksin. Zerre fazlan olsa rahmiyle muamele edecek seni cennete gönderecek. Şimdi o zerre şu dünyadaki dağlar büyüklüğünde altından ağır değil mi? Dağlar kadar altın olsa o zerre ondan ağır değil mi? Bak senin akıbetini belirliyor. 

O zerre düşün ki bir sarıktır… O zerre bir misvaktır, o zerre bir takkedir, bir tesbihtir, bir ekmek kırıntısıdır. O zerre ön safa geçmektir… Her şey olabilir. Bu senin ukbaya, ahirete, dine, imana, Allah’a, Peygamber’e bakışındır... 

Çok gencim, medreseden izinli olup İstanbul’a gittiğim zamanlar semtimizde bulunan bir Nakşi şeyhinin sohbetine gidip geliyorum. Şeyh efendiye zahiren bakıldığında meselelerde böyle dikkatli biri değil gibi görünüyor. Sanki biraz Bektaşi meşrep gibi alelusul yaşayan biri gibi görünüyor. 

Çok genç bir ihvanına demiş ki “Sen sakalını bırak. Sünnetine izin ver.” Bu gencin eniştesi de ihvan, aynı şeyhin müridi… O genç de bu meseleyi istişare etmek için eniştesinin yanına gelmiş. Enişte ondan daha eski, tecrübeli bir ihvan…

Demiş ki: “Şeyh Efendi bana dedi ki sakalını bırak, daha kesme.” Enişte: “Sen daha çok gençsin, sakalı taşıyamazsın. Bütün farzları yaptın da iş sünnetlere mi geldi, sakala mı geldi? Sen farzlarına ağırlık ver, namazlarını aksatma, terk etme, dikkat et!” diye telkinde bulununca da genç sakalını bırakmıyor. 

Ama sakalı da bırakmayınca utancından Şeyh efendinin de yanına gelemiyor. Bana bırak dedi, ben bırakmadım şimdi gitsem ben ne diyeceğim, diye sohbetlere gelmiyor. Ama ona sakal bırakma, sen farzlara bak, diyen enişte geliyor. Tuzu kuru derler ya, onun tuzu kuru, o geliyor. 

Şeyh efendi soruyor: “Filanca arkadaşı birkaç haftadır görmüyorum. Hayırdır, hasta mı bir sıkıntısı mı var, gelip gitmiyor… Onu görenler bilenler, arkadaşı olanlar nedenini biliyorlar mı?” Enişte de orada… Bunların meslekleri inşaatçılık, inşaat ustaları. Hemen atılıyor diyor ki: “Efendim karşıda, Avrupa yakasından iş almış, işi yoğun, çalışıyor. Yoruluyor, bazen de orada kalıyor o yüzden gelemiyor…” 

Şeyh efendi bir murakabeden sonra buyuruyor ki: “Ben ona ‘Oğlum sakal bırak.’ dedim. O sakalını bıraksaydı ben ona bir hediye verecektim. Ona bir hediye de sakalın sahibi verecekti. Ama bir münafık ona dedi ki sen farzlara bak, farzlarını yap, iş sünnete mi kaldı. O münafığı görsem ona soracağım: ‘Farz kimin farzı, sünnet kimin farzı?’...” Bu söz beni çok etkiledi. Demek ki ikisi de farz. 

Bu gidiyor kayınına diyor ki: “Senin hiç kurtuluşun yok. Kaybın büyük, kaybını geri getiremem ama beni bağışla, sakalını bırak...” 

O arkadaş genç yaşında sakal bırakıyor ama hediyeyi kaybediyor. Hediyesi ise onu yerine halife yapacaktı, tarikatı ona bırakacaktı. Hediyeyi kaybediyor… 

Farz kimin farzı, sünnet kimin farzı… Mümin burayı düşünmeli işte. Farz Allah’ın farzı, sünnet Muhammed’in farzı, o da farz. Allah’ın emriyle onu bizden istiyor, Allah için onu bizden istiyor… 

Allahu Teala bizden istediği şeylere muhtaç mı? Değil. Allah bizden istediği şeyleri, bizim için istiyor. Bizim menfaatimiz için istiyor. 

Hazreti Muhammed aleyhisselam bizden istediği şeyleri Allah için istiyor. 

Allah’ın yarattığı her şey fanidir.

وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ - Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.” (Rahman, 26) 

Ama Allah’ın dostu, Allah için bir şey yaparsa o bakidir, Allah onu yok etmez. O Allah için yapılmıştır, dostluk adına yapılmıştır. Ona Cenabı Hak değer verir, bu yüzden büyüktür. 

Allah’ın bizden istedikleri bizim içindir, fanidir onların hiçbirine Allahu Teala muhtaç değildir. Ama Rasulullah’ın yaptığı bir şey, emrettiği bir şey Allah içindir. Rasulullah’ın bizden istedikleri Allah’ın yanında muteberdir. Çünkü aşk adına, muhabbet adına, sevda adına, iman adına yapılmıştır. Farz kimin farzı, sünnet kimin farzı? Bunu nefislerimize biz sormalıyız. 

Bunun için diyorum ki o zerre; bizim hep unuttuğumuz ihmal ettiğimiz es geçtiğimiz kâle almadığımız, bir şeylerle kıyas ederek geri bıraktığımız meseleler… 

Nakşibendilerin ameli, seyri hafidir, gizlidir, buyurmuşlar. Gizlidir; şeytan bilmez ki bozsun, melek duymaz ki yazsın; Allah’a aittir… Nakşibendi salikleri Allah için her ne amel yapıyorlarsa şeytan bilmez ki bozsun, buyurmuşlar. Şeytana duyurmazlar gizlidir, gayeleri niyetlerinde saklıdır. Melek duymaz ki yazsın... Nakşibendi salikleri meleklerin kalem gıcırtılarını işitirlermiş, melekler onların zikrini duymazmış. O salik, Cenabı Hak’tan zikrinin gizlenmesini istediği için Cenabı Hak satrediyor, gizliyor, duyurmuyor. Onun niyeti nedir? Ya Rabbi bu zikrim, amelim, gayretim yalnız senin aşkındandır, senin içindir, seni sevdiğim içindir. Sen bunu her şeyden muhafaza et Ya Rabbi. Melekten, felekten her şeyden bunu muhafaza et Ya Rabbi… 

O Allah’a aittir. Onun ecri, onun kemalatı, onun mükâfatı, onun feyzi bereketi Allah’a aittir. İşte onun için buyurmuşlar şeytan bilmez ki bozsun, melek duymaz ki yazsın… Ama biz büyüklerimizden, yalan söylemelerine ihtimal veremeyeceğimiz insanlardan işittik ki onlar meleklerin kalem gıcırtılarını işittiklerini söylüyorlardı. Yanlarına gelip amel defterlerine yazdıklarını onlar müşahede ediyorlardı. İşte bu insan hiçbir zerreden vazgeçmez. Bilir ki o zerre Allah’ın yanında dağlar kadar mücevherattan ağırlıktadır. 

Pazarcı bir arkadaşımız vardı, okuryazarlığı bile yoktu. Köyde çobanlık yapmış, derken üç beş tane koyununu satmış, gelmiş İstanbul’da pazarcı olmuş. Pazarlarda çocuk, bayan elbiseleri satıyor. Bir vesile ile sohbetlere gelmeye başladı, ihvan oldu, cemaate devam ediyor… 

Bu arkadaş gördüğü rüyaları gelip bize naklediyor… Bir gün rüyasında görmüş ki konfeksiyon mağazası açmış, mağazanın bütün duvarları aynayla kaplanmış. Diyor ki bakıyorum acayibime gidiyor niye dükkânın bütün duvarları ayna, konfeksiyon mağazaları böyle mi olur? Ama hangi cepheye, aynalara baksam bir zat görüyorum. Dünyada öyle güzel bir varlık yok, diyor. Soruyorum bu kimdir, diyorlar ki; o Cenabı Peygamber aleyhissalatu vesselam. Tam tekmil donanımlı, şekil-şemail tam bir kemal üzre… Uyanıyor, sabaha kadar bunu uyku tutmuyor. Kalkıyor namaz kılıyor, tevbe ediyor. İkinci gün aynı rüya, üçüncü gün aynı rüya…

Geldi dedi ki Hocam ben tırlatacağım. Ben pazarcıyım, sabah erken kalkıyorum pazara gidiyorum, akşam geç saate kadar pazardayım, gece beni uyutmuyorlar, hep perişanım… Peygamber benden ne istiyor ben anlayamıyorum? Bana bir dükkân açmışlar her tarafı ayna; ben aynalara bakıyorum hep O zuhur ediyor. Allah selamet versin ismi Selahattin’di. 

Dedim ki Selahattin anlamadın mı hala? Hocam yok ben cahilim, dedi. Senin öyle olmanı istiyorlar, dedim. Sana diyorlar ki bak iman ettiğin Peygamber’in böyle, sen O’nun yoluna girmişsin, sen de böyle ol…

Hocam söz veriyorum yarın beni böyle görmeyeceksin, dedi. Gitmiş Fatih’e kıyafetini değiştirmiş, saçını kesmiş başına takke koymuş; evinde bir parça da zemzem varmış onunla yüzünü gözünü yıkamış, o gün niyet etmiş ben sakalımı da bırakıyorum. Efendimiz’in çerçevelerde mührü şerifi vardır onu öpmüş, yüzüne gözüne sürmüş, ağlamış… Hakikaten hatmeye geldi ki değişmiş, o adam yok, Selahattin bütün kıyafetini değiştirmiş… 

Ertesi gün o rüyayı görmemiş. Geldi dedi ki, Hocam ben şikâyet ettim, kaybettim, Efendimiz’i görüyordum, ben daha öyle rüya görmüyorum... Dedim artık o dükkân senin içine açıldı, gönlün dükkân oldu, orada göreceksin, rüyada değil. Gönül aynanda göreceksin Cenabı Peygamberi. 

Bir gün memleketine gitti. Evinin avlusunda, bir ağacın altında yatsı namazını kılmış. Hava da sıcaktı, evden cübbeyi almadım hocam, diyor. Ev halkıyla oturmuşlar, muhabbet etmişler sonra yatmış. 

Gece rüyasında yine aynı mağazayı görmüş. O dükkân açılmış yine, aynaya bakmış Efendimiz’i görmüş; Efendimiz buna buyurmuş ki Selahattin kalk namazın olmadı, Sen o namazı bir daha kıl... 

Kalkmış abdestimde mi taharetimde mi eksik vardı, yanlışım nerde, namazımı oldurmayan ne diye düşünmüş, düşünmüş… Hocam hiçbir şey bulamadım; en son aklıma geldi ki cübbem yoktu, namazı cübbesiz kıldım, cübbesiz kıldım diye herhalde bana dediler ki; namazın olmadı yeniden kıl, diyor. Kalkmış cübbe giymiş, yatsıyı yeniden kılmış. Gece sabaha kadar namaz kılmış. 

Dedim ki Selahattin sonra yattığında rüyanda yeniden gördün mü? Yok, dedi. O zaman namazın olmuş, eksiğin cübbe imiş, Allah kabul etsin dedim. 

Şimdi bakın saflığının bereketini görüyor. O kadar temiz, saf, hiçbir şey bilmiyor. O kadar hale gelmiş ki gece yatarken bile cübbeyi çıkarmayacak... Cübbeyi çıkarırsam imanım olmaz endişesi başlamış onda. Bunu yaptıran muhabbet… O zaman için hiç bilgisi yoktu… Sonradan okuma yazma öğrendi, gözleri de çok görmediği halde Kur’an okumaya uğraşıyor gayret ediyor. Belki bir saatte bir sayfayı zor okuyordu. Ne zaman pazara gitsem üçtekerli bir arabası var, o tezgâhın başında sürekli elinde ya Kur’an, ya bir dua mecmuası ezberlemeye çalışıyor. Havalar soğuk elleri donmuş, millet boş teneke kutularının içinde ateş yakmış oralarda ısınırken bu arabanın başında oturuyor ki; bir satır, bir sure daha ezberleyebilir miyim, bir ayet daha okuyabilir miyim… Bunun derdine düşmüş. Bakardım, imrenirdim… Ya Rabbi bize de böyle bir iman nasip et diye dua ederdim. 

Meselelerine öyle inanmış, öyle sahiplenmiş ki onu ikaz ediyorlardı. Biz öyle olmadığımız için bize bir şey demiyorlar. Biz belki birçok farzları yer geldiğinde terk ediyoruz bizi kimse ikaz etmiyor. Niye, bizde kırk düzenden bir düzen yok, o yapışmış... O Peygamberi, sünneti, farzı nasıl anlamışsa onu ikaz ediyorlardı. Hayatına imrenirdim böyle derdim ki; Ya Rabbi biz de bununla teberrükleneceğiz. 

Allah bize böyle anlamayı nasip eylesin. Dediğim gibi dünyalık şeylere böyle değer veriyoruz, dünyada işimize yarayacak hiçbir şeyimizi unutmuyoruz ama imanı takviye edecek meselelerde duyarsız olabiliyoruz. Acelemiz var, sünneti kılmayabiliyoruz, namazlardan sonra tesbihleri terk edebiliyoruz...

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort