Gülzâr-ı Hâcegân

İslam adına olumsuzluklarıyla tanınan bir aile ortamında büyüyen bir hanım…
Hiç bir menfi tesir altında kalmayan, cehalet ve şirkten kendini kurtaran bir mücâhide...
“Gasilü’l-melâike = Meleklerin yıkadığı kimse” unvanı verilen Hz. Hanzala Efendimiz’in (ra) hanımı

Hz. Cemile binti Abdullah, Medineliler’in en önemli lideri, Müslümanlar Medine’ye hicret edeceği günlerde şehrin yöneticiliğine getirilmesi düşünülen Abdullah b. Ubey b. Selül ile Havle binti Münzir’in kızıdır. Medine’de doğup büyüyen Hz. Cemile annemiz, genç kız olunca çeşitli talipleri çıkmaya başladı. Bunlardan biri de Medine’nin önde gelenlerinden, oldukça saygı duyulan, dindarlığından dolayı “Rahip” lakabı ile anılan Ebu Amirin oğlu Hz. Hanzala efendimiz idi.

Hz. Hanzala b. Ebu Amir, son derece iyi yetişmiş akıllı ve dindar bir gençti. Cahiliye döneminde bile putlara tapmayan, Allah’ın (cc) varlığına inanan çok az kişiden biriydi. Kaderi ilahi, Peygamber Efendimiz’in (sav) iki amansız düşmanının çocukları babalarının aksine son derece samimi birer Müslüman oldular. İkisi de İslam’ın ilk günlerinden itibaren kendilerini Allah (cc) ve Resulü’nün (sav) rızasını kazanmaya adadılar.

Hz. Cemile akıllı, zeki, ferasetli bir hanımdı. Çevresinde olan biten hadiseleri değerlendirme konusunda da basiret sahibiydi. Onun feraset ve basireti şu hadisede çok açık olarak görülmektedir:

Hz. Cemile ile Hz. Hanzala Efendimiz’in düğünlerinin yapıldığı gecenin ertesi gününde Uhud Savaşı yapılacaktı. Savaş yerine geceden gidilmesi kararlaştırıldı. Peygamber Efendimiz (sav) ashabıyla Uhud’a doğru hareket etti. Hz. Hanzala’nın evinin önünden geçerken: “Ey Hanzala! Haydi, harbe!” diye seslendi. Peygamber Efendimiz’in (sav) sesini uyku arasında duyan Hz. Hanzala hemen fırlayıp dışarı çıktı. İslam askeri arasına katılıp Uhud’un yolunu tuttu. Uhud savaşında Hz. Hanzala büyük kahramanlıklar göstermişti. Zorlu geçen bu savaşta Ashaptan çok şehit verilmiş, Hz. Hanzala da bu şehadet şerbetini içen şehitler arasında yerini almıştı. Savaş bitip İslam askerleri Medine’ye dönerken Hz Hanzala’nın dul kalan hanımı Hz. Cemile annemiz de İslam ordusunu karşılayanlar arasında bulunuyordu. Peygamber Efendimiz (sav) ordunun önünde hüzünlü bir vaziyette görünüyordu. Yakınlarını göremeyenler Peygamber Efendimiz’den (sav) durumları hakkında bilgi alıyorlardı. Bir günlük gelin olan Hz. Cemile’de kocasından sual edip: “Ya Resulûllah! Hanzala nerededir?” dedi. Resulûllah Efendimiz (sav) hüzünlü bir şekilde: “O şehit oldu.” buyurdu. Hz. Cemile bu cevap karşısında: “Ya Resulûllah! Hanzala sizin sesinizi duyunca hemen fırlayıp dışarı çıktı. Bir daha geri dönmedi. O gece gusletmeye de fırsat bulamadı.” diyerek cenazesinin yıkanmasını talep etti. Bunun üzerine Fahri Kâinat Efendimiz (sav) Hz. Cemile’nin gönlünü hoş edecek şu sevindirici haberi verdi: “Ben, meleklerin, gümüş kaplar içinde bulunan su ile gökle yer arasında Hanzala’yı yıkadığını gördüm” buyurdu. Peygamber Efendimiz’den (sav) bu müjdeli haberi alan Hz Cemile üzüntülerini gönlüne gömdü. Bu müjdeden sonra Hz. Hanzala İbni Âmir’e: “Gasîlü’l-melâike = Meleklerin yıkadığı kimse” unvanı verildi.

Bazı şeyler vardır ki onların çağrısı her şeyden önemlidir. Candan da Canandan da… Cihat çağrısı işte böyle bir şeydi. Allah Resulü’nün (sav) çağrısı da her şeyin feda edilerek koşulması gereken çağrıdır ve bu çağrılara icabet etmenin ödülü yarım kalan guslün melekler tarafından tamamlanması gibi özel bir ödüldür. Her insanın hayatında çağrılar vardır. Bu çağrılara icabet edebilmek için terk edilmesi gereken şeyler vardır. Yüce Rabbim bizlere de icabet edebilmemiz için terkleri kolaylaştırsın. Belki haddimizi aşmak olacak ama Rabbim terk ettiklerimizi de terk edebilmeyi bize kolaylaştırsın. Mevla’mız (cc) ayeti kerimesinde “Dua edin duanıza icabet edeyim” buyruğu üzere haddimizi aşma cüretkârlığı gösteriyoruz. Eşini Rabbine yolcu eden Hz. Cemile, bir süre sonra ondan bir parça taşıdığını anlayınca çok sevindi. Hz. Hanzala’dan hamile bulunuyordu. Onun şehit olmasından sonra dünyaya gelen bu çocuğa Abdullah adını verdi.

Genç yaşta dul kalan Hz. Cemile kendisine talip olan Ensar’ın hatibi Hz. Sabit İbni Kays İbni Şemmas ile evlendi. Bu izdivaçtan da Muhammed adında bir oğlu oldu. Hz. Cemile kendine güvenli, bilgili, zeki bir hanımdı. Her şeyi Peygamber Efendimiz’e (sav) sorardı. Bir gün kocası Hz. Sabit İbni Kays ile imtizaç edemediğini (iyi geçinemediğini) ileri sürerek Resul-i Ekrem Efendimiz’e (sav) müracaat eyledi. Boşanmak istediğini söyledi. Efendimiz de (sav) mehir olarak aldığı bahçeyi geri vermek suretiyle, Hz. Sabit’e karısını boşamasını tavsiye etti. İslam’da ilk boşanma hadisesi muhalaa (bir kadının mehrini kocasına bağışlaması, geri vermesi suretiyle) bu şekilde gerçekleşmiş oldu.

Hz. Cemile daha sonra, Hz. Malik b. Duhşem ile evlendi. Onunla mutlu bir evlilik süren annemizin bu evlilikten Fürey’a adında bir kızı oldu. Hz. Ömer zamanında eşi Hz. Malik b. Duhşem’i kaybeden annemiz, eşinin vefatından bir süre sonra Hz. Hubeyb b. Yesaf ile evlendi. Ondanda Abdullah adında bir oğlu dünyaya geldi. Hz. Cemile ömrünü İslamî esaslara riayet ederek geçirmeye gayret etmiştir. İslami vazifelerini yerine getirme konusunda oldukça titizdi. Hz. Ömer Efendimiz (ra) zamanında hayatta olan Hz. Cemile annemizin ne zaman vefat ettiği hakkında bilgi bulunmamaktadır.

İlk ve ikinci eşlerinden olan Hz. Abdullah ve Hz. Muhammed’in İslam’a ve Müslümanlara pek çok hizmetleri oldu. Son olarak Yezid’e karşı Harre savaşına katılan iki kardeş, bu savaşta şehit edildiler.

Rabbim bu mübarek annemizden razı olsun, bizleri de şefaatlerine nail eylesin. (Amin)

Kaynakça:
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hz. Ümmü Ma’bed künyesi ile tanınan annemizin asıl ismi Atike binti Halid’dir. Babası Halid İbni Huleyf, Huzâa Kabilesi’ne mensuptur. O, Mekke ve Medine arasında bulunan Kudeyd bölgesinde bir çadırda yaşayan bir ailenin kızıydı. Büyüyüp genç kız olduğunda amcasının oğlu Temim İbni Abduluzza ile evlendi. Ondan bir oğlu oldu. Oğullarının adını Ma’bed koydular. Çocuklarının doğumundan sonra annemiz, Ümmü Ma’bed yani Ma’bed’in annesi künyesi ile tanınır oldu.

Hz. Ümmü Ma’bed, akıllı, iffetli ve güçlü bir kadındı. Kuraklık ve kıtlık yıllarında Kudey’deki çadırının önüne oturup gelen geçen yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan eli açık ve cömert bir kadındı. Onun bu güzel ahlâkı İslâm’ın nuruna kavuşmasına vesile oldu. Saf, temiz, merhamet dolu kalbe sahip olan bu mübarek kadının çadırına uğrayanlardan birisi de Kâinat Güneşi Peygamber Efendimiz (sav) oldu. Annemiz kutlu misafirini henüz tanımıyordu.

Peygamber Efendimiz (sav) ile birlikte, Hz. Ebû Bekir, Hz. Âmir b. Füheyre ve Hz. Abdullah b. Uraykıt da onun çadırına uğradılar. Ondan hurma ve et satın almak istediler. Fakat Hz. Ümmü Ma’bed’in yanında bunlardan hiçbir şey bulamadılar. Çünkü hazerde, seferde azığı tükenen veya kıtlığa uğrayan halk, onda bulduklarını, satın alıp tüketmişlerdi. Hz. Ümmü Ma’bed; “Vallahi, yanımızda bir şey bulunsaydı, sizin ihtiyacınızı gidermek için ikram ederdim!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Ey Ümmü Ma’bed! Yanında süt bulunur mu?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “Yoktur! Vallahi davarlar kısırdır!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav), çadırın bir tarafında duran arık koyunu gördü ve; “Ey Ümmü Ma’bed! Nedir şu koyun?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “O, arık, davar sürüsünden geri kalmış, dermansız, güçsüz bir koyundur!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Onda süt var mı?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “O, bundan tamamıyla mahrumdur!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Benim onu sağmama izin verir misin?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “Evet! Anam, babam sana feda olsun! Eğer sen onda süt bulabileceğini sanıyorsan, sağ!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav), koyunu getirtti. Koyunun arkasına çömeldi. Bacaklarını ayırdı, besmele çekti, koyunun memesini eliyle sığadı ve; “Ey Allah’ım! Ona (Ümmü Ma’bed’e) koyununu bereketli kıl!” diyerek dua edince, koyunun memesi sütle dolup taştı. Peygamber Efendimiz (sav) beş on kişinin kanasıya içeceği büyüklükte bir kap getirtti ve içine süt sağdı. Kabı ağzına kadar doldurdu. Önce Hz. Ümmü Ma’bed ondan kanasıya içti. Peygamber Efendimiz’in (sav) yanında olan sahabe efendilerimiz de ondan kanasıya içtiler. Onlardan sonra da, Kâinat Güneşimiz (sav) içti ve; “Kavmin sulayıcısı, onlardan sonra içer!” buyurdu. Hepsi de, susadıktan sonra, ondan tekrar içtiler ve kandılar. Peygamber Efendimiz (sav), tekrar kabın içine süt sağıp doldurdu ve Hz. Ümmü Ma’bed’e bıraktı. Hz. Ümmü Ma’bed bir koyun getirip kesti ve etini pişirdi. Peygamber Efendimiz’le (sav) arkadaşları ondan yediler. Hz. Ümmü Ma’bed pişirdiği etten, yolda yiyecekleri kadar da, onların sofralarına koydu. Etin daha çok kısmı kendilerine kaldı. Peygamber Efendimiz (sav) ve arkadaşları oradan ayrılıp kutlu yolculuklarına devam ettiler.

Bu sırada müşrikler her yerde Peygamber Efendimiz’i (sav) arıyorlardı. Bu arayış sırasında Hz. Ümmü Mabed’in de çadırına uğradılar ve Peygamber Efendimiz’in (sav) nereye gittiğini sordular. Cömert olduğu kadar zeki ve akıllı da olan bu mübarek kadın, öfkeli müşriklere, önce kimi aradıklarını sordu. Onlar da Peygamber Efendimiz’i (sav) tarif ettiler. Hz. Ümmü Ma’bed, önce hiçbir cevap vermeden sustu. Biraz daha zorlamaları ve nereye gittiğini bilip bilmediğini sormaları üzerine; kendilerinden bir şey anlamadığını ve “Sanırım siz geçen yıl bana konuk olan ve süt ikram ettiğim kişilerden bahsediyorsunuz.” dedi. Gelenler onun bir şey görmediğini sanarak; “İşte onu arıyoruz” diyerek kendilerince Hz. Ümmü Ma’bed ile alay edip oradan ayrıldılar. Bu konuşmanın sonucunda Allah Resûlü’nün (sav) o yoldan geçmediğine kanaat getirerek başka bir yola saptılar.

Daha sonra Hz. Ümmü Ma’bed’in kocası Hz. Ebû Ma’bed geldi. Kapta dolu sütü görünce şaşırdı; “Bu süt bize nereden geldi? Koyunlar kısır ve uzaktalar! Çadırda da süt sağılır hayvan yok!” dedi. Hz. Ümmü Ma’bed; “Hayır! Vallahi, bize ancak mübarek bir Zât uğradı. Şöyle şöyle söyledi, şöyle şöyle yaptı!” diyerek olan biteni birer birer anlatınca, Hz. Ebû Ma’bed: “Vallahi, ben sanırım ki, O, Kureyşiler’in aramakta oldukları sahihleridir! Ey Ümmü Ma’bed! Hele sen O’nu bana bir tarif et bakayım.” dedi. Hz. Ümmü Ma’bed:

“Gördüğüm öyle bir Zât idi ki, güzelliği besbelli idi.
Güzel huylu idi.
Kendisinde ne karın büyüklüğü ne de baş küçüklüğü vardı.
Kendisi çok biçimli ve güzel çehreli idi.
Kendisinin gözlerindeki siyahlıkta ve kirpiklerinde çokluk, sesinde naziklik vardı.
Gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı.
Gözü, kudretten sürmeli idi.
Kaşlarının ucu ince, saçları koyu siyahtı.
Boynunda uzunluk ve yükseklik, sakalında sıklık vardı.
Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük, tatlı sözlülük görülmekteydi.
Sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı akmakta idi.
Sözü açık ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gereksiz sayılacak derecede çoktu.
Uzaktan bakılınca, kendisi insanların en heybetlisi idi.
Yakınına gelince herkesten daha tatlı ve çekici idi.
Kendisi orta boylu olup, boyu ne hoşa gitmeyecek derecede uzun, ne de göz hakir görecek, başkasına bakacak derecede kısa idi.
Sanki O bir fidan idi ki; iki fidan arasında bitmiş, parlaklığı ve yeşilliği onlara üstün gelmişti.
O’nun yanında yoldaşları da vardı ki, O, bir şey söylediği zaman onlar dinlerler, O’nun verdiği emri yerine getirmeye koşuşurlardı.
Kendisi ekşi ve asık suratlı değil, güleçti.
Kimseyi kınamaz ve azarlamazdı.” dedi.

Hz. Ebû Ma’bed; “Vallahi, bu Zât, Mekke’deki işi bize anlatılmış olan, Kureyşiler’in sahibidir. Ey Ümmü Ma’bed! Eğer ben kendisine rastlamış olsaydım, arkadaşlığına kabul edilmemi dilerdim! Yine de bir yolunu bulursam, muhakkak bunu yapacağım!” dedi.

Allah Resûlü (sav) ve arkadaşları çölün ortasında kendilerine uğrayıp oradan ayrıldıktan sonra Hz. Ebû Ma’bed ve özellikle Hz. Ümmü Ma’bed uzun süre yaşadıkları bu güzel anları unutamadılar. Kalpleri iman nuru ile aydınlanmış, Peygamber (sav) aşkı ile yanmaya başlamıştı. Müşrikler takibe son verip etraf sakinleşince vakit geçirmeden eşini ve çocuğunu yanına alan Hz. Ebû Ma’bed, hemen Medine’ye doğru yola çıktı. Medine’ye varınca eşi ile birlikte Allah Resûlü’nün yanına giderek Müslüman oldular. Bir süre Medine’de kalan Hz. Ümmü Ma’bed ve eşi daha sonra yaşadıkları Kudey’de geri dönüp burada yaşamaya devam ettiler.

İmanla şereflenen annemiz, İslam’ın gerekliliklerini öğrenip öğrendiklerini de hayatına tatbik ederek en güzel şekilde yaşamaya çalıştı. Hz. Ümmü Ma’bed’in bildirdiğine göre; Peygamber Efendimiz (sav) tarafından memesi sığanan (sıvazlanan) ve kesilmemesi emrolunan koyun, Hicretin 18. yılındaki kuraklığa kadar kalmış, kuraklıktan yeryüzünde az veya çok bir şey kalmamışken, onlar bu koyundan sabah akşam süt sağıp durmuşlardır.

Hz. Ümmü Ma’bed’in yeğeni o kutlu günden kalan bir anıyı şöyle anlatmaktadır; “Allah Resûlü (sav) halamın çadırına indiği gün, çadırda biraz dinlendikten sonra halamdan su istemiş. Su gelince onunla elini yüzünü yıkamış, kalan suyu çadırın yanındaki böğürtlen dikeninin dibine dökmüş. Onlar gittikten bir süre sonra Allah Resûlü’nün (sav) suyu döktüğü yerden büyük bir hurma ağacının yetişmeye başladığını görmüşler. Büyüyen ağaç çok geçmeden hurma vermeye başlamış. Ondan ben de çok yedim. Hurmaların rengi Yemen zağferanı, kokusu amber gibi, tadı çok güzeldi. Ondan yiyen aç ise doyuyor, susuz ise kanıyor, hasta olan şifa buluyordu. Onun yapraklarından yiyen deve ve keçilerin memeleri süt doluyordu. O gerçekten mübarek bir ağaçtı. Yıllarca hurmasını yediğimiz bu ağaç bir sabah hızlı bir şekilde solmaya başladı. Hurmaları döküldü, yaprakları sarardı. Bir süre sonra o gün Allah Resûlü’nün (sav) vefat ettiğini haber aldık. Birkaç önemli olayda yine böyle sararıp solan bu hurma ağacı, Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün tamamen kurudu.”

Hz. Ümmü Ma’bed annemiz yıllar önce Allah Resûlü (sav) ile yaşadığı o unutulmaz anları, yıllar sonra O’nun sevgili eşleri ile de yaşadı. O bu anısını şöyle anlatır; “Aradan yıllar geçmişti. Hz. Ömer’in hilafetinin son günleriydi. Bir gün Hz. Osman ile Abdurrahman b. Avf’ın Allah Resûlü’nün (sav) hanımları ile hacca gittiklerini gördüm. Hz. Osman en önde, Abdurrahman b. Avf ise en arkada geliyordu. Gelip bizim hanemizin önünde mola verdiler. Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman b. Avf hurma dallarından onlara gölge yaptı. Efendimiz’in (sav) eşlerini görünce ağlamaya başladım. Yanlarına yaklaştığımda; “Niçin ağlıyorsun?” dediler. “Allah Resûlü’nü (sav) hatırladım. Hicret ederken O da buraya gelmişti” dedim. Allah Resûlü’nün (sav) eşleri de benimle birlikte ağlamaya başladılar. Sakinleştiğimizde konuşarak tanıştık. Bana çok iltifat ettiler. Her biri ayrı ayrı benimle konuştu. Hepsi de; “Müminlerin emiri bize yıllık maaşlarımızı verdiğinde mutlaka yanımıza gel.” diye bana sıkı sıkı tembih ettiler. Hz. Ömer’in maaşlarını verdiğini duyunca Medine’ye gittim. Allah Resûlü’nün (sav) eşleri beni görünce her biri bana elli dinar hediye verdi.

Hz. Ömer’in (ra) halifeliğini de gören Hz. Ümmü Ma’bed’in ne zaman ve nerede vefat ettiği kesin olarak bilinmemektedir.

Rabbim, O’nu (sav) gören gözler hürmetine bizi O’nun (sav) şefaatine nail eyle! (Âmin)

Kaynakça:
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 1-2. Cilt, Işık Yayınları, İstanbul, 2008.
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008
.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hattab b. Nüfeyl’in kızı olan Hz. Fâtıma, Hz. Ömer’in kız kardeşidir. Annesi Hanteme ise Ebû Cehil’in kız kardeşidir. Hz. Fâtıma olgun bir yaşa gelince amcası Amr b. Nüfeyl’in oğlu, Aşere-i Mübeşşere’den (Cennet ile müjdelenen on kişi) olan Hz. Saîd bin Zeyd ile evlendi.

Hz. Fâtıma binti Hattab, eşi Hz. Saîd b. Zeyd’in nasihatleriyle yeni dini ve Son Peygamber’i (sav) öğrenmiş, hiç tereddüt etmeden teslim olmuştu. Sorgu sual etmeden hakikati görüp hemen anlayacak meziyete ve nasibe sahip bu iki gencin evi İslâm’ın nuruyla dolmuş, huzur ve mutlulukları kat kat artmıştı. Mekke’de eziyetler alıp başını gitmiş olsa da onların küçük evleri huzurun kaynağı idi. Kimseciklere duyurmadan birlikte öğreniyor, birlikte ibadet ediyor, birlikte Kur’ân okuyor ve Allah’ın (cc) rızası yolunda biri yorulsa diğeri çalışıyordu. Hz. Habbab b. Eret her gün evlerine geliyor, kalplerindeki iman ağacının gelişmesi için onlara yeni gelen ayetleri okuyor ve İslâm’ı anlatıyordu. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) ahlâki güzelliklerini ve vasıflarını naklediyordu. Hz. Fâtıma ile kocası Hz. Saîd, Allah (cc) ve Resûlü (sav) yoluna baş koymuş birer fedai olmuşlardı. Ancak Müslüman olduklarını gizli tutuyorlardı. Zira Hz. Ömer’in tutumundan endişeleniyorlardı. Haklıydılar, çünkü Mekke’de bin türlü hinlik düşünülüyor ve bir sürü hain bir yığın şerli düşünce peşinde koşuyordu. Herkesin bir planı olduğu kesindi ama Allah’ın (cc) planı hepsinin üstündeydi.
Hz. Fâtıma’nın kardeşi Hz. Ömer o zamanlar Kureyş’in en cesur, sert ve korkusuz adamıydı. Mekke’de ondan korkup çekinmeyen yoktu. Kılıcı keskin ve pehlivandı. Hz. Ömer, gençliğinde binicilikte de maharet sahibiydi. Mekke’de az bulunan okuma yazma bilenlerden biri de Hz. Ömer’di.

Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) İslâm’ı tebliğ ettiği yıllarda diğer Mekkeliler gibi Hz. Ömer de, İslâm’a karşı çıktı ve Müslüman olanlara çok eziyetler etti. İnandığı putlara gönülden bağlıydı. Gönlündeki putlar kırılırsa bu sefer de Yüce Allah’a (cc) gönülden bağlanırdı. Bunun için de vakit ve saatin gelmesi, bir de sebebin halk edilmesi gerekiyordu. Zaman ilerliyor ve beklenen vakit geliyordu. Artık Hz. Ömer, Müslüman olacak ve Mekke’de her şey değişecekti. Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav), Yüce Allah’ın (cc) kendisine verdiği tebliğ görevini üstlenmesinden altı yıl geçmişti. Bu zaman zarfında bir hayli Mekkeli Müslüman olmuştu. Gittikçe de Müslümanların sayısı artıyor ve bu durumu İslâm düşmanları hazmedemiyorlardı.

Bu sıralarda Hz. Ömer’e, Hz. Muhammed’in (sav), Habeşistan’a hicret etmeyen Hz. Hamza, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir ile zaman zaman gizli toplantılar yaptığı, Safa tepesi yakınlarındaki bir evde onlarla bir araya geldiği anlatıldı. Bunu duyan Hz. Ömer, çok sinirlendi ve küplere bindi. Hemen kılıcını kuşanıp onların bulunduğu yere doğru yola çıktı. Yürürken yüzünden etrafa gazap saçılıyordu. Yolda Hz. Nuaym b. Abdillah’a rastladı. Hz. Nuaym ona; “Nereye böyle, ey Ömer?” diye tedirgin bir ifadeyle sorunca Hz. Ömer; “Muhammed’i arıyorum. Şu Kureyş’in birliğini bozan, onların dininden dönen ve halkın inançlarıyla alay eden, onların ilâhlarına küfreden adam var ya! İşte onu kendi ellerimle öldüreceğim.” dedi. Hz. Nuaym, bu sözleri duyunca, Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatından endişe ederek O’nu korumak, Hz. Ömer’in hedefini değiştirmek maksadıyla şöyle konuştu; “Ey Ömer! Görüyorum ki, nefsin seni yoldan çıkarmış. Muhammed’i (sav) öldürecek olursan zanneder misin ki, Muhammed’in (sav) yakınları seni sağ bırakır? Şimdi evine dönsen de önce kendi ailenden olanları yola getirsen iyi olmaz mı?” Bu sözleri dinleyen Hz. Ömer şaşırarak; “Ailemden kimi kastediyorsun?” diye sordu. Hz. Nuaym da; “Kimi olacak, kız kardeşinle enişten Saîd’i kastediyorum. Vallahi kız kardeşin Fâtıma da, enişten Saîd de Müslüman olmuşlar ve Muhammed’e (sav) uymuşlar. Git de asıl onları yola getir.” diye cevap verdi. Hz. Nuaym diyor ki; “Ben, Ömer’in, Hz. Peygamber’e (sav) bir fenalık yapacağından korkmuştum. Yapacağı bir kötülük varsa Fâtıma ve Saîd hedef olsun da Hz. Peygamber (sav) böyle bir suikasttan kurtulmuş olsun, diye düşündüm.”

Elbette ki Hz. Nuaym, o Müslümanlara karşı olan kötü bir düşüncesinden dolayı değil, sırf Hz. Peygamber’in bir suikasta hedef olmaması için böyle davranmıştı. Çünkü kendisi Müslüman’dı. Aynı zamanda Müslüman bir aileye mensuptu. Onlarla birlikte toplanıyor, İslâm’ı öğreniyordu.

Hz. Ömer, Hz. Nuaym’dan aldığı haber üzerine, Müslüman olduklarına dair ipucu bulmak amacıyla doğruca kız kardeşi Hz. Fâtıma’nın evine yöneldi. O sırada, evlerinde Hz. Habbâb b. el-Eret de bulunuyordu. Elinde de Kur’ân-ı Kerim’in Tâ-hâ Sûresi’nden bir kaç ayetin yazılı olduğu bir metin vardı. Hz. Habbâb, yeni vahyedilmiş olan bu ayetleri Hz. Saîd ve Hz. Fâtıma’ya öğretmekle meşguldü. İşte bu sırada kapıya yaklaşmakta olan Hz. Ömer’in sesini duyunca, içerideki odaların birine geçerek gizlendi. Hz. Fâtıma ise Kur’ân sayfasını dizinin altına koyarak saklamaya çalıştı. Ancak Hz. Ömer, içeride Kur’ân okunurken kapıya varmış ve onların seslerini duymuştu. İçeri girer girmez; “Biraz önce duyduğum mırıltı neydi? Söyleyin bakalım!” diyerek tehditler savurmaya başladı. “Yanlışın var, bir şeyler yoktu.” dedilerse de o; “Hayır, bir şeyler mırıldanıyordunuz. Üstelik haber aldım, Muhammed’e (sav) tâbi olmuş ve dinine girmişsiniz.” diye diretti ve eniştesinin üstüne yürüyerek onu tartaklamaya başladı. Bu arada, kocasını kardeşinin elinden kurtarmak için araya giren Hz. Fâtıma’yı da dövmeye koyuldu ve yaraladı. Durum bu noktaya varınca artık dayanamayan eniştesi ve kız kardeşi bağırarak; “Evet, ey Ömer! Biz, Müslüman olduk! Allah’a (cc) ve Rasûlü’ne (sav) iman ettik, anladın mı? Şimdi ne istersen yap!” diyerek ona meydan okudular.

Hz. Ömer, kız kardeşini kanlar içinde görünce bu kez yumuşadı, pişmanlık duymaya başladı ve içinden yaptıklarına üzülerek mahzun bir ifadeyle kız kardeşine; “Biraz önce okumakta olduğunuz şu sayfayı verir misin?” diye ricada bulundu. Hz. Ömer, okuma yazma biliyordu. Ancak Hz. Fâtıma itiraz ederek; “Onu imha edeceğinden endişe ediyoruz.” dedi. Hz. Ömer putları adına yemin ederek; “Korkma! Okuyup geri vereceğim.” diye söz verdi. Hz. Ömer, böyle konuşunca kız kardeşi onun İslâm’ı kabul edeceğinden ümitlenerek şu cevabı verdi; “Bak kardeşim! Sen necissin, putlara taptığın için pissin. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim’i, ancak temiz olanlar ellerine alabilirler.” diye uyardı. Bunun üzerine Hz. Ömer, kalkıp yıkandı. Sonra kardeşi ona bu sayfayı verdi. Hz. Ömer bu sayfada yazılı olan ayetlerin bir bölümünü okuyunca; “Aman ne güzel, ne yüce sözler!” diyerek hayret ve hayranlığını dile getirmekten kendini alamadı.

Bu sözleri gizlediği yerden dinleyen Hz. Habbâb da artık kendisini güven içinde hissederek ortaya çıktı ve ona şöyle hitap etti; “Bak ey Ömer! Ben, Allah’tan ümit ederim ki, O’nun elçisinin davetine uyarsın. Çünkü dün kendisinden işittim, şöyle dua ediyordu: Ey Allahım! İslâm dinini şu iki insandan biriyle, ya Ebu’l-Hakem b. Hişam (Ebû Cehil) ile veya Ömer b. el-Hattab ile güçlendir.” Hz. Habbâb, Hz. Peygamber’in (sav) onun hakkındaki bu gıyâbî duasını dile getirdikten sonra ona şöyle yalvardı; “Ey Ömer! Gel etme, eyleme! Allah’a boyun eğ!”

Hz. Habbâb’ın bu sözlerini dikkatle dinleyen Hz. Ömer; “Tamam, ey Habbâb! O halde Muhammed’in (sav) nerede olduğunu bana göster de gidip Müslüman olayım.” dedi. Buna son derece sevinen Hz. Habbâb; “Rasûlullah (sav), Safa tepesi yakınlarında bir evdedir ve yanında da bir grup arkadaşı vardır.” der, demez Hz. Ömer, hemen kılıcını yanına alarak,

Hz. Peygamber’in (sav) ve ashâbının bulunduğu eve doğru gitti; varıp kapıyı çaldı. İçeriden Hz. Ömer’in sesi duyulunca sahabelerden biri kapıya yanaşarak dışarıyı gözetleyip onun kılıcını kuşanmış ve kapıda durmakta olduğunu gördü. Telaşla Hz. Peygamber’e (sav) dönerek; “Ey Allah’ın elçisi! Kapıda Ömer var, kılıcını kuşanmış olarak duruyor!” diye haber verdi. Bunun üzerine orada bulunan Hz. Hamza: “Bırak gelsin, eğer niyeti iyiyse biz de ona iyilikte bulunuruz. Yok, eğer şer istiyorsa bu sefer de onu kendi kılıcıyla keseriz.” dedi. Hz. Peygamber de (sav); “Bırakın gelsin.” diye emredince sahabe kapıyı açtı.

Hz. Ömer içeri girer girmez Hz. Peygamber (sav) ayağa kalkarak onu karşıladı. Üzerindeki cübbesini eliyle kavrayarak onu şöyle bir sarstı ve; “Ey Hattâb’ın oğlu Ömer! Hangi maksat seni buraya getirdi? Söyle bakalım!” diye nabzını yokladıktan sonra şöyle devam etti; “Bak! Şu tavrını bırakmazsan Allah senin üzerine bir belâ indirecektir.” uyarısında bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer; “Ey Allah’ın Elçisi! Ben buraya, Allah’a (cc), Resûlü’ne (sav) ve Allah’tan inen gerçeklere iman etmek için gelmiş bulunuyorum.” karşılığını verince, Hz. Peygamberimiz (sav) sevincinden tekbir getirmeye başladı. Tekbir sesini duyan sahabeler, Hz. Ömer’in İslâm’ı kabul ettiğini hemen anlayıp onlar da çok sevindiler.

Hz. Peygamber, davet ve ibadetin bu günden sonra açıktan açığa yapılacağını ilan etti. İki saf halinde dizdiği sahabeleriyle birlikte Kâbe’ye doğru bir yürüyüş düzenledi. Bu safların birinde Hz. Ömer, diğerinde ise Hz. Hamza vardı. Kureyşliler, Hz. Ömer ve Hz. Hamza’yı Müslümanların arasında görünce çok üzüldüler. İşte o gün, Hz. Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Ömer’e, hak ile bâtılı ayıran manasına gelen el-Fâruk unvanını verdi. Hz. Ömer’in Müslüman olması Mekke’deki Müslümanları biraz olsun rahatlattı, sevindirdi. Ashabı kiramdan Hz. Abdullah b. Mes’ud şöyle buyurmakta; “Ömer’in Müslüman oluşu bir fetih idi. Hicreti bir yardım idi. Halifeliği de bir rahmet idi. Vallahi Ömer Müslüman oluncaya kadar Kâbe’nin yanında açıktan namaz kılmadık.”

Hz. Fâtıma binti Hattab, Allah Rasûlü’nün (sav) duasının gerçekleşmesine vesile olmuştur. Hz. Ömer’in Müslüman olmasında elbette ki en büyük pay, kız kardeşi Fâtıma’nın ve eniştesi Saîd’indir. Hz. Fâtıma binti Hattab eşi ile birlikte Medine’ye hicret ederek ömrünün sonuna kadar faziletli, örnek davranışlar sergileyerek hayatını devam ettirdi. Ardında Abdullah, Abdurrahman, Ezyed ve Esved adında dört evlat bırakmıştır. Kardeşi Hz. Ömer’in (ra) halife bulunduğu günlerde Medine’de ahirete göç etmiştir.

Onlar bizlere hizmetin metodunu öğretiyorlar. Rabbimiz’e sonsuz hamdü senalar olsun ki öğretmenler değişse de müfredat değişmeden yeni öğretmenlerle hizmete devam etmektedir. “Hayatımız talim, tatbik ve tebliğden ibarettir.” anlayışıyla yolumuzu aydınlatanlar var oldukça, daha nice Fâtımalar yetişecek ve nice Ömerler İslâm’a kazandırılacak Allah’ın izni ve inayetiyle.

Hz. Fâtıma abisinden şiddet gördü ve daha da fazlasının olabileceğini bile bile iman gücüyle Mekke’nin karşısında titrediği Hz. Ömer’e inancını açıklamaktan geri kalmadı. Duruş önemli diyoruz ve bu duruşu ancak gerçek iman sahibi ve gerçekten yaşayanlar yapabiliyor. Çünkü insanın duruşu yaşantısıyla ve yaşantısı da inancıyla alakalıdır. Peygamber Efendimiz’in (sav) yaşantısını ve ashabı kiramı çok iyi tanımamız lazım.

Rabbim hayatımızı talim, tatbik ve tebliğ üzere daim eylesin. Bizi sevsin, sevdiklerine sevdirsin ve sevdiklerini çok sevdirsin. (Âmin)

Yararlanılan Kaynaklar:

M. Asım Köksal, Hazreti Muhammed ve İslâm Tarihi, Cilt 1-2, Işık Yayınları, 2008
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ’NİN 2008 EYLÜL Sayısı
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hz. Ümmü Hakîm de emanı hatırlattı. Hz. İkrime şehadet getirip Müslüman oldu ve Peygamber Efendimiz’e (sav); “Vallahi sen hak ve gerçeğe, iyi ve güzele davet ediyorsun. Zaten sen peygamber olmadan da en iyimiz, en doğru sözlü ve en vefalı olanımızdın.” dedi. Gözyaşlarını tutamayan Hz. İkrime, Efendimiz’e (sav) başka söylemem gereken bir şey var mı? dedi. Efendimiz de (sav); “Allah’ı (cc) ve burada hazır bulunanları şahit tutarım ki, ben Müslümanım, muhâcirim, mücâhidim! de.” buyurdu. Hz. İkrime; “Allah (cc) ve buradakiler şahit olsun ki ben Müslümanım, muhâcirim, mücâhidim.” dedi.

Daha sonra Hz. İkrime “Ya Resûlallah! Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar, şirkin yayılması için attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, yüzüne karşı veya arkandan söylediğim bütün sözlerden dolayı benim için Allah’tan af diler misin?” dedi. Kâinat Güneşi Efendimiz (sav) onun adına Allah’tan (cc) mağfiret diledi. Hz. İkrime sevincini şu sözlerle dile getirdi; “Ya Resûlallah! Allah’ın kullarını Allah yolundan çevirmek için harcadığımın iki katını Allah yolunda harcamaktan ve Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların iki katını Allah yolunda yapmaktan geri durmayacağım.”

Cahiliye döneminde put ticareti yapanların başında gelen Hz. İkrime, Müslüman olduktan sonra Mekke’de birisinin evinde bir put olduğunu duyarsa hemen gidip onu kırardı. Hz. Ümmü Ümare ve eşi yeni bir hayata başlamışlardı. Bu yeni hayatlarına muhabbet, hürmet ve hizmet hâkimdi. İmanın verdiği huzur ve neşe içerisinde günlerini geçiriyor, İslâm’ı yaşamak ve yaymak için gayret ediyorlardı. Hz. İkrime artık gündüz yiğit, gece âbid olarak Peygamber Efendimiz’in (sav) yanından hiç ayrılmıyordu. O artık İslâm düşmanı İkrime değil, İslâm aşığı Hazreti İkrime idi.

Hz. İkrime tam bir Kur’ân sevdalısı olmuştu. Kur’ân’a öylesine sarılmıştı ki; “Bu benim kitabım! Bu Rabbim’in gönderdiği kitap!” diye elinden ve dilinden hiçbir zaman eksik etmedi. Sabah akşam gözyaşları içerisinde okuyup, mânâsını derin derin düşünürdü. O artık Kur’ân’la dost oldu. Bir gün Hz. Ümmü Hakîm yanına geldi ve: “Senin gibi ağlayarak Kur’ân okuyan görmedim.” dedi. O da: “Korkuyorum Ümmü Hakîm, korkuyorum! Müşrikken yaptıklarım aklıma geliyor sürekli!” dedi. Hz. Ümmü Hakîm sevgili eşini teselli etmek için İslâm’a girdiği günde Resûlullah Efendimiz’in (sav); “Ya Rabbi! İkrime’yi affet! Yaptıkları bütün kötülükleri mağfiret et!” diye dua ettiğini hatırlattı.

Hz. Ümmü Hakîm cesaret ve şecaat sahibi bir hanımdı. Hz. Ebû Bekir devrinde Bizanslılarla yapılan Yermük Savaşı’na kocası Hz. İkrime ve oğlu Amr ile birlikte katıldı. Sevgili oğlu ve kocası bu savaşta öylesine kahramanlıklar gösterdi ki komutan Hz. Halid İbni Velid, Hz. İkrime’ye engel olmak istedi. Hz. İkrime ise kaçırdığı fırsatları telâfi etmek niyetindeydi; “Beni bırak Halid! Önce yaptıklarımı ödeyeyim.” dedi. Var gücüyle savaş meydanına atıldı. Bu savaşta öyle hadiseler yaşanıyor ki gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:

“Yermük Muharebesi’nde idim. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de, güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretiyle bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki; ‘Su istiyor musun?’ Belli ki istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında Hz. İkrime’nin sesi duyuldu; ‘Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun, su!’ Amcamın oğlu Hâris, bu feryadı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen Hz. İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa, Hz. İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime Hazretleri elini kırbaya uzatırken, Hz. Ayyaş’ın iniltisi duyuldu; ‘Ne olur bir damla su verin! Allah rızası için bir damla su!’ Bu feryadı duyan Hz. İkrime, elini hemen geri çekerek suyu Hz. Ayyaş’a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa, Hz. Ayyaş’a yetiştiğim zaman, son nefesini ‘Kelime-i Şehâdet’ getirerek tamamladı. Derhal geri döndüm, koşarak Hz. İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim? Onun da şehit olduğunu müşâhede ettim. Bari dedim, amcamın oğlu Hz. Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çare ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim eylemişti. Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı halde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli halleri gıpta ile baktığım en büyük iman kuvveti tezahürü olarak hâfızama âdeta nakşoldu!”

Hz. Ümmü Hakîm, Yermük’te hem şehid hanımı hem de şehid anası oldu. Hz. İkrime’nin şehadeti üzerine dul kalan annemiz iddet süresi dolunca ashabdan Hz. Halid Bin Said ile nişanlandı. Yermük Savaşı’ndan sonra Bizanslılar, Ecnadin’de toplanmışlardı. Ecnadin vakası ortaya çıktığında Hz. Halid, yeni nikahladığı Hz. Ümmü Hakîm’i beraberinde götürmüştür. Düğün yemeği hazırlanıp yenildikten hemen sonra, düşman askerlerinin baş göstermesiyle muharebeye başlanır ve Hz. Halid şehit düşer. Bir günlük gelin Hz. Ümmü Hakîm’in, o gün zifafa girdiği çadırın direğini söküp alarak, yedi düşman askeri öldürdüğü rivayet edilir. Annemizin nerede ve ne zaman vefat ettiğine dair kesin olarak herhangi bir bilgi kaynaklarda zikredilmemektedir.

Cenâbı Hak (cc) onlardan razı olsun. Bizleri de şefaatlerine nail eylesin. (Âmin)

Kaynaklar
M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’üs Sahabe 1. Cilt, Merve Yayınları, İstanbul
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Hz. Ümmü Hakîm binti Hâris, azılı İslâm düşmanı Ebû Cehil’in kardeşi Hâris İbni Hişam’ın kızıdır. Annesi Halid b. Velid’in kız kardeşi, Fâtıma binti Velid binti Muğire’dir. Mekke’de doğup büyüyen Hz. Ümmü Hakîm’in, bütün akrabaları, Peygamber Efendimiz’in (sav) ve İslâm’ın amansız düşmanlarıydı. O bu düşmanlıkları duyarak büyüdü. Sürekli duyduğu bu olumsuz sözler nedeni ile uzun süre kalbini İslâm’ın nuruna kapalı tuttu.

Evlilik çağına gelince amcası Ebû Cehil’in oğlu İkrime b. Ebû Cehil ile evlendi. Annemizin hayatı Bedir Savaşı’ndan sonra tamamen değişti. Bedir Savaşı’nda Ebû Cehil ve birçok yakını Müslümanlar tarafından öldürülünce bütün aile intikama kitlendi. Uhud Savaşı’nda, Hind binti Utbe ile birlikte def çalarak, şiirler okuyarak erkekleri savaş meydanına sürükleyen iki yoldaş, birbirlerinin nefretlerini kızıştırarak yol alıyorlardı. Gören onların kadın bedeninde birer ejderha taşıdıklarını sanırdı. İnandığı dava uğruna canını feda etmekten çekinmeyen, iradesi kuvvetli bir hanımdı. Hendek Savaşı’nda da üstlendikleri bu çığırtkanlık görevlerinin başında idiler.

Hudeybiye Barış Antlaşması’ndan sonra birçok Mekkeli’nin gönlü İslâmiyet’e karşı yumuşadı, hatta bazıları Müslüman oldu. Hz. Ümmü Hakîm’in eşi İkrime, silah arkadaşı Hz. Halit b. Velid’in Müslüman olmasına çok üzüldü. Kendisini İslâm’a çağıran arkadaşına “Benden başka herkes Müslüman olsa yine de Müslüman olmam.” diye cevap verdi. İnsan bazen söylediği ile imtihan oluyor. Hz. İkrime’nin imtihanı hayırlara vesile oldu.

Mekke Fethi günü, Mekkeliler’in neredeyse tamamı Allah Resûlü’nün (sav) çağrısına uyarak evlerinden dışarı çıkmadılar. Fakat İkrime b. Ebû Cehil ve ona uyan küçük bir grup evlerine girmeyip Müslümanlara karşı savaşarak direndiler. Fakat fazla tutunamayıp kısa sürede bozguna uğrayarak her biri bir tarafa kaçtı. İkrime b. Ebû Cehil’de bir daha dönmemek üzere Mekke’den kaçanlar arasında idi.

Evet, Mekke’nin fethi, İslâm’ın gönülleri fethi demektir. Çünkü iki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) Mekke’ye girip Kâbe’yi putlardan temizleyerek Allah’ın (cc) birliğini, İslâm’ın yüceliğini, affını, engin merhametini bütün Mekke halkına “Sizler serbestsiniz.” diye ilân edince, Kureyşliler gruplar halinde İslâm’a koştu. İşte bu sebeple diyebiliriz ki Mekke Fethi gönüllerin fethidir. Bu gönül sahiplerinden birisi de Hz. Ümmü Hakîm binti Hâris. Fetih günü Resûlullah Efendimiz’in (sav) engin merhameti ve müsamahası karşısında Hakk’a teslim oldu. Müslümanların Kâbe’de huşû ile ibadet etmeleri onu çok etkiledi. Peygamber Efendimiz (sav) fethin ikinci günü Safa Tepesi’nde yeni Müslüman olanlardan bey’at almağa başladı. Hz. Ümmü Hakîm, Kureyş’in reisi Ebû Süfyan’ın hanımı Hint binti Utbe ve yanlarında birçok hanımla beraber Resûlullah Efendimiz’e (sav) bey’at etmeğe geldi. Gönüllere yapılan bu fetih orada eskiye dair ne varsa hepsini bir anda yok etmişti. Cahiliye dönemine ait intikam hisleri ve düşmanlık duyguları eriyip yok olarak, yerini İslâm’ın güzelliklerine bıraktı. Allah Resûlü (sav) şunları buyurdu: “Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak üzere bana bey’at edin. Zina yapmayın, çocuklarınızı öldürmeyin, iftira etmeyin. Marufta (iyi olan şeyde) bana karşı gelmeyin.” Hanımlar arasından Hint ile Hz. Ümmü Hakîm ayağa kalktı ve sözcü olarak: “Ya Resûlallah! Sen bize ancak doğruyu ve güzel ahlâkı emrediyorsun.” diyerek bey’at ettiklerini söylediler. Hep birlikte kelime-i şehadet getirerek İslâm’la şereflendiler.

Müslüman olduğu için büyük bir huzura kavuşan annemiz, şimdi eşinin durumunu düşünüyordu. Allah Resûlü (sav) yaptıklarından dolayı onun görüldüğü yerde öldürülmesini emretmişti. Allah Resûlü’nün (sav) amcasının kızı Hz. Ümmü Hani’ye sığınan babası Hâris b. Hişam’ın emanının kabul edilmesi onu iyice ümitlendirdi. Bundan dolayı: “Ya Resûlallah! İkrime sizin kendisini öldüreceğinizden korktuğu için kaçıp Yemen’e gitti. Ya Resûlallah! Ona eman verir misiniz?” diye rica etti. Allah Resûlü (sav) ricasını kabul ederek yıllar yılı kendisine ve Müslümanlara her türlü kötülüğü yapan İkrime b. Ebû Cehil’i bağışlayıp eman verdi. Allah Resûlü’nden (sav) izin alan annemiz eşini bulmak üzere Rum asıllı kölesi Akke ile yola çıktı. Yemen tarafına doğru yola koyuldu. Çok zahmetli ve sıkıntılı geçen bu arayışın tek tesellisi eşinin Müslüman olma ihtimali idi. Bu sıkıntılı çöl yolculuğunda bir de kölesi Akke’nin bozuk düşünceleri, kötü niyeti ile karşılaştı. Çok akıllı olan annemiz kölesine aşırı tepki göstermeyip, onu yol boyunca sürekli oyaladı. Akk kabilesinin yaşadığı obalardan birine gelince durumu kabile halkına anlatarak onlardan yardım istedi. Kabile halkı kötü niyetli köleyi yakalayıp sıkıca bağladılar. Köleden kurtulan annemiz yola yalnız devam ederek Tihame sahillerinden birine geldi. Bir gemi kalkmak üzere idi. Hz. Ümmü Hakîm eşinin bu gemide olabileceğini düşünerek uzaktan; “İkrime!.. İkrime!.. Geri dön İkrime!” diyerek seslenmeğe başladı. Bu sesi duyan İkrime, karşısında hanımı Hz. Ümmü Hakîm’i görünce gemiden atlayıp yere indi. Büyük bir heyecan ve sevinç içerisinde kocasına; “İkrime! İnsanların en merhametlisinden senin için eman getirdim. Eğer onu kabul etmez ve Müslüman olmazsan aramızdaki bağ kopar.” dedi. Ancak eşi duymazlıktan geliyor gemiye tekrar binmek istiyordu. Annemiz kararlı idi ve eşine; “Ey amcamın oğlu! Ben sana insanların, akraba haklarını en çok gözeten, insanların en iyisi ve en hayırlısı olan Zât’ın yanından geldim. Kendini boş yere helak etme. Senin için Resûlullah’tan (sav) eman aldım. Sen emniyettesin.” dedi. İkrime duydukları karşısında şaşırarak duraksadı. Annemiz eşine iyice yaklaşarak “Senin için Allah Resûlü Muhammed’den (sav) eman aldım.” deyince eşi “Gerçekten böyle bir şey yaptın mı?” dedi. Hz. Ümmü Hakîm büyük bir sevinçle; “ Evet, Allah Resûlü (sav) ile konuştum, sana eman verdi.” deyince İkrime’nin gönlündeki o kara perdelerden ilki açıldı. Bu habere çok sevinen İkrime, perdeleri kaldıra kaldıra kâinatın Güneşi’ne (sav) doğru eşiyle birlikte yola çıktı.

Gönlü yumuşayan İkrime’nin aklına bir ömür düşmanlıkla geçirdiği günler geldi. Yaptıklarının hepsine pişmandı. Rahmet Peygamberi’nin (sav) engin şefkati ve müsamahası, onun kalbini İslâm’ın nuruna açtı. Hanımının bunca çilelere katlanarak çölleri aşıp gelmesi onu çok mutlu etti. Hz. Ümmü Hakîm Rum asıllı kölenin yaptıklarını eşine anlatınca Hz. İkrime ilk iş olarak onu öldürdü. Sonra hanımı ile sohbet ederek, yeni bilgiler alarak çölleri aşmağa çalıştı. Kalbini ve kafasını sürekli meşgul eden sorulara cevaplar aradı. Müslümanların Mekke’ye girişlerini, Kureyş’in durumunu, Resûlullah’ın (sav) tavırlarını ve kendisi hakkında nasıl eman aldığını öğrenmek istedi. Çok akıllı olan annemiz bu soruları fırsat bildi. Eşinin gönlünün huzur ve sükûna kavuşması için Müslümanların Kâbe’deki ibadetlerini, Allah Resûlü’nün müsamahasını, bütün herkesi affedip serbest bırakmasını ve Kureyşliler’in grup grup Müslüman oluşlarını anlattı ve kendisinin de Hint ile beraber İslâm’a girdiğini söyledi. Bu duydukları İkrime’nin gönül şehrini fethediyordu. Bunca düşmanlığına rağmen Allah Rasûlü’nün (sav) hiç bir şey olmamış gibi sevgi, şefkat ve merhamet ile davranabilmesi İkrime’de çok büyük hayranlık uyandırdı. Yol boyunca olanları düşünen İkrime b. Ebû Cehil kendini Müslümanlığa hazırlıyor, geçmişi ile hesaplaşıyordu. Hesaplaşma bitmiş, hakikat galip gelmişti. Mânâ âleminde onun yaptığı bu kalbi muhasebeyi gören Allah Resûlü (sav), yolcular Mekke’ye yaklaştıkları sırada sahabeler ile oturuyordu. Onlara; “İkrime b. Ebû Cehil mü’min ve muhacir olarak buraya geliyor, sakın onun babasına kötü söz söylemeyiniz. Çünkü ölüye kötü söz söylemek diriyi rahatsız eder, ölüye de bir şey erişmez.” buyurdu. İkrime çadırın kapısına gelince Peygamber Efendimiz (sav) ayağa kalkıp onu kucakladı ve; “Hoş geldin süvari muhacir. Zaten senin gibi akıllı adamlara Müslüman olmak yakışır.” buyurdu. O artık Hz. İkrime oldu.

M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’üs Sahabe 1. Cilt, Merve Yayınları, İstanbul
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort