Gülzâr-ı Hâcegân
İLK MÜSLÜMANLARDAN HZ. ZİNNÎRE ER-RÛMÎ (RA)
İmanda sebatın en güzel örneğini veren bir hanım sahabe... Rabbimiz’in lütfu ile gözlerine tekrar kavuşan, imanda sebatın mükâfatını dünyada iken gören bir iman eri!.. Kölelikten azat edilerek hürriyetine kavuşan bir bahtiyar…
Hz. Zinnîre (ra), Rum kökenli bir cariyedir. O dönemde sık sık yapılan baskınlardan birinde esir alınarak köle pazarlarında satıldı. Hz. Zinnîre hatun, son olarak Mekke’ye getirilerek burada Mahzun ya da Abdüddaroğulları’ndan birine satıldı. Allah Resûlü (sav) İslâm’ı tebliğ etmeye başladığı sırada Mekke’de bulunan Hz. Zinnîre, O’nun anlattıklarını duyunca çok hoşuna gitti. Gizliden gizliye yeni dini öğrenmeye çalıştı. Konu hakkında bilgisi arttıkça İslâm’a olan ilgisi de arttı. Bu sırada Mekke’de kulaktan kulağa yayılan Kur’ân ayetlerini dinliyordu. Duyduklarının insan sözü olamayacağını anlamıştı. Ancak Müslüman olmak onu ciddi bir sıkıntıya sokacaktı. Bir süre düşündükten sonra hak ve hakikatten uzak duramayacağını anladı ve İslâm’a girmeye karar verdi. Allah Resûlü (sav) Erkam’ın evinde gizli gizli İslâm’ı tebliğ ederken oraya giderek ilk Müslüman hanım sahabelerden olma şerefine nail oldu.
Hz. Zinnîre (ra) Müslüman olduğunu bir süre gizlemeye çalıştı. Ancak Kureyşliler onun İslâm’a girdiğini bir şekilde öğrenmişti. Onun İslâm’ı kabul ettiğini duyan sahibi küplere bindi. Nasıl olur da bir köle kendi iradesiyle hareket edebilirdi? Ne yapıp etmeli onu dininden döndürmeliydi. Hemen harekete geçti. Ona her türlü işkenceyi yaptı. Akla hayale gelmedik eza ve cefalara maruz bıraktı. Fakat Hz. Zinnîre’yi imanından vazgeçiremedi.
Hz. Zinnîre’nin (ra) imandaki bu sebatı efendisini deli ediyordu. Bunca işkenceye rağmen o, halâ “Allah, Allah” diyordu. Bir defacık olsun Lât ve Uzza’yı söyletemeyen sahibi artık yorulmuştu. Onunla başa çıkamayacağını anlayınca işi Ebu Cehil’e bıraktı. Kin ve kibirinden kuduran azgın müşrik canavarlar gibi zayıf, biçare kadına saldırdı. Hz. Zinnîre Hatun’u kırbaçlar altında inletti. Hırsını alamayan vahşi adam bütün var kuvvetiyle onun boğazını sıktı. Elleri yanlarına düşünce onu öldü diye bıraktı.
Gözü dönmüş müşriklerin tek yapabildikleri zulümdü. Zalimin zulmünden başka hiç bir şeyi yoktur. İslâm kahramanı bu mübarek hanım dayanılmaz işkenceler altında gözlerini kaybetti. Fakat asla zalime boyun eğmedi ve imanından vazgeçmedi. Ebu Cehil, kendisini güçlü, kuvvetli zannediyordu ama imanın gücü karşısında çaresiz kaldı. Ne yapacağını şaşırdı. İmanın bir nur ve güç kaynağı olduğunu anlayamadı. Allah (cc) ve Resûlü’ne (sav) inanmanın sabır, sebat ve tahammül gücü verdiğini bilemedi. İnanan insanın hiç bir zaman zulme boyun eğmeyeceğini tahmin edemedi. Zulümle, işkence ile İslâm’a engel olacağını düşündü ama hiç bir mü’mini geri çeviremedi.
Hz. Zinnîre (ra) ten gözlerini kaybetmişti ama imanını asla. İşkencelerinden bir netice alamayan azgın müşrik Ebu Cehil bu seferde psikolojik baskı yaparak bu mübarek hanımla alay etmeye başladı.“Gördün mü Lât ve Uzzâ senin gözünü de kör etti!” dedi. Müşriğin bu hezeyanlarına Hz. Zinnîre bütün samimiyetiyle şöyle cevap verdi: “Hayır, vallahi hayır! Sizin tanrı diye ibadet ettiğiniz taş ve odun parçasından başka bir şey değildir. Vallahi bu öyle değil! Benim gözümü böyle edenler onlar değildir. Lât ve Uzzâ ne yarar ne de zarar verebilir. Asla onlarda böyle bir güç yoktur. Onlar hiçbir şeyi göremezler. Fakat bu ancak Rabbimin işidir. Benim Rabbim gözlerimi geri iade etmeye kadirdir.”
Evet, Hz. Zinnîre böylesine yüce bir imana sahipti. O; “Benim Rabbim gözümü açma kudretine sahiptir.” diyerek imanın ve teslimiyetin en güzel örneğini bizlere göstermiştir. Kâinatı yoktan var eden, insanı, güneşi, ayı, yıldızları, hayvanları, bitkileri yaratan, onları idare eden ve yaşamlarını devam ettiren yüceler yücesi Rabbimiz’e hiç bu iş ağır gelir mi? Elbette O’nun her şeye gücü yeter. Sabır ve sebat ile müşrik hezeyanlarına meydan okuyan Hz. Zinnîre’nin, kör olan gözlerini, İlâhi kudret günün ilk ışıklarıyla ışıtıverdi. Görmeyen gözleri görür oldu.
Müşrikler Hz. Zinnîre’nin gözlerinin açılmış olduğunu görünce şaşkına döndüler. Putlarına olan inançları zayıfladı. Bazıları neredeyse Müslüman olacaktı. Fakat hilebaz müşrik Ebu Cehil hemen araya girdi ve: “Muhammed’in izinden giden şu akılsızlara mı hayret ediyorsunuz? Eğer O’nun getirdiği gerçek olaydı O’na biz uyardık. Hayırlı işlerde onlardan daha evvel davranır, onları geçerdik! Zinnîre’nin doğruyu bulmakta bizi geçeceğini mi sandınız?” dedi. Gaflet onları öylesine sarmıştı ki bu hadiseden düşünüp ibret alamadılar. İman edecekleri yerde “Bu da Muhammed’in sihridir.” dediler. Hâlbuki Yüce Rabbimiz bu hadiseden ibret alınması için Kur’ân-ı Kerim’de şu ayet-i celileyi nazil buyurdu. Meâlen: “Küfre sapanlar, inananlar için; ‘Eğer o, Muhammed’in getirdiği iyi bir şey olsaydı, onlar buna inanmada bizi geçemezlerdi.’ dediler. Fakat onlar, bu Kur’ân ile doğru yola girmedikleri için; ‘Bu eski bir yalandır.’ diyecekler.”(Ahkâf Sûresi: 11)
İslâm’ın ilk günlerinde köleler ve fakirler Müslüman olunca, Kureyşin ileri gelenleri, iman ve İslâm’ın hayır getirmediğini, bunun bu dine ilk girenlerin seviyelerinden belli olduğunu söylemişler, Kitab’a da dil uzatmışlardı. Nazil olan bu ayet inkârcıların sapık tutumlarını sergileyip kınamıştır. Bu hadise Müslümanların imanlarını, kâfirlerin de küfürlerini artırmıştır.
Hz. Zinnîre Hatun’un dinindeki sebatı, inancındaki bu samimiyeti ve ihlâsı onu kölelikten kurtardı. Allah (cc) yolunda her şeyini feda etmeye hazır olan Hz. Ebu Bekir (ra) onu satın alarak Allah (cc) rızası için azat etti. Kaynaklarda vefatıyla ilgili kesin bilgiler olmamasına rağmen, Mekke’de vefat ettiği ihtimali yüksektir. Rabbim şefaatlerine nail eylesin.
Evet, aradan ortalama bin beş yüz yıl geçmiştir. Bugün bizler imanımız için gözlerimiz kör olana kadar işkence görmüyoruz ama günümüzde bu işkenceler okullarda, iş yerlerinde, sokaklarda, evlerde televizyonda, internette, büyük küçük demeden ve hiç durmaksızın herkese uygulanmakta. Zahirde belki canımız acımıyor fakat mana âlemimiz zarar görüyor. Sinsice uygulanan bu oyunlar gözlerimizi kör etmekte. Gözümüzün körlüğü kalbimize gaflet perdeleri çekerek, adeta hakka, hakikate karşı bizi kör etmektedir. Günümüz müşrikleri insanlığı uyutmak için hiç uyumuyor. Bizler de bu entrikalara karşı uyanık olmalı ve Hz. Zinnîre gibi imanda sebat etmeliyiz. Kendimizi çok iyi bir şekilde yetiştirip, tam donanımlı birer iman eri olmalıyız. Bu donanıma insan tek başın erişemez. İman eri olmak istiyorsak bir insanı kâmile ihtiyacımız var demektir. İnsanı kâmili bulmuşsan önce seveceksin, sevgin seni ona teslim edecek ve itaat ederek donanımın sağlanacak. Artık gayretimizle ve himmetin neticesiyle gözümüzdeki körlükler yavaş yavaş kalkacaktır inşaallah.
Rabbim yâr ve yardımcımız olsun! Bizleri sevsin, sevdiklerine sevdirsin, sevdiklerini sevdirsin, sevdiklerine olan sevgimizi ziyadeleştirsin ve sevdiğini başımızdan eksik etmesin. (Âmin)
Yararlanılan Kaynaklar:
*Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.
*Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul.
*Hasan Tahsin Feyizli, Feyzü’l Furkan Kur’an’ı Kerim Meali, Server İletişim.
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
FATIMA BİNTİ ESED (R.ANHA)
Allah Resûlü’ne (sav) ve İslâm davetine eşsiz destek veren, bu uğurda canını ortaya koymakta tereddüt etmeyen Hz. Fâtıma b. Esed, Ebu Tâlib’in hanımı, Hz. Ali’nin annesidir. Allah Resûlü’nün (sav) “Annem” dediği Fâtıma b. Esed, O’nu büyütme şerefine mazhar olan, hanımlar sultanıdır.
Hz. Fâtıma b. Esed, Mekke’de Hâşimoğulları Kabilesi’ne mensuptur. Amcasının oğlu Ebu Tâlib ile evlendi. Bu evlilikten Tâlib, Akîl, Câfer ve Ali adında dört oğlu, Ümmü Hâni, Cümâneve, Rayta adında da üç kızı dünyaya geldi. İkisi de, Kureyş’in en önemli ailesi olan Hâşimoğulları’nın en saygın kişileriydi. Mekke reisi olan Abdulmuttâlib onlara çok değer verir, oğlu Ebu Tâlib’e ve gelinine son derece güvenirdi.
Zor bir coğrafyada büyük bir hayat mücadelesi vererek yaşıyorlardı. Bölge halkı genelde ticaretle uğraşır, uzak beldelere giderek alışveriş yaparlardı. Çölde şartlar oldukça yıpratıcı ve zordu. Peygamber Efendimiz’in (sav) babası Abdullah, hayatının baharında gittiği Şam yolculuğundan dönemedi. Henüz yeni evliydi ve eşi, Kâinatın Efendisi’ne hamile idi. Abdullah’ın vefatı aileyi çok üzdü. Oğlu dünyaya gelince herkes, özellikle dedesi Abdülmuttâlib O’na büyük ilgi ve sevgi gösterdi. Ancak, Kâinatın Efendisi eşsiz bir terbiyeden geçiyordu. Altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini kaybetti. Abdulmuttâlib ölümden çok torununu düşünüyordu. Ama endişe etmiyordu. Çünkü O’nu gönül rahatlığı ile bırakacağı bir oğlu ve gelini vardı. Kalabalık bir ailesi olan Ebu Tâlib’in maddi durumu da iyi değildi. Ancak Abdulmuttâlib onların çok merhametli ve şefkatli olduklarını bildiği için Nur Muhammed’i (sav) onlara emanet etti.
Dadısı Hz. Ümmü Eymen ile birlikte Ebu Tâlib’in evine yerleşen Peygamber Efendimiz (sav) on yedi yıl onlarla birlikte yaşadı. Hz. Fâtıma b. Esed bu süre içerisinde Efendimiz’e en güzel şekilde bakıp, evleninceye kadar hizmet etti. Hz. Fâtıma b. Esed (r.anha) varlık nuru, inci tanesi bu yetime annesini aratmayacak tarzda candan hizmet etmiş, şefkat ve merhamet nazarlarını üzerinden eksik etmemiştir. O’na karşı davranışlarında ve hizmetlerinde özel ihtimam göstererek evini sımsıcak bir yuva haline getirmeye gayret etmiştir. Bu titizlik ve hizmetteki özel itinası onu Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hususî iltifatlarına nail kılmıştır. Efendimiz (sav) onun hakkında: “O Benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce Benim karnımı doyururdu. Saçımı tarar, bir anne şefkati ile sevgisini, sıcaklığını Ben’den esirgemezdi.” buyurmuştur.
Ebu Tâlib fakir biriydi, ailesi kalabalıktı ve yiyecekleri kısıtlıydı. Eğer sofrada Efendimiz (sav) bulunuyorsa, çoluk çocuk herkesin karnı doyardı. Efendimiz herhangi bir sebepten dolayı yemeğe katılamamışsa, sofradan aç kalkıyorlardı. Bu durum Ebu Tâlib’in gözünden kaçmamış ve Efendimiz sofraya oturmadan kimseyi oturtmamıştır. Ebu Tâlib sık sık Efendimiz’e “Sen mübarek bir çocuksun!” derdi.
Hz. Fâtıma b. Esed annemiz, hayat şartlarının ağır oluşu ve çok çocuğu olması sebebi ile hepsiyle ilgilenemiyordu. Ama bütün bunlara rağmen Hz. Ümmü Eymen annemizin de yardımı ile Allah Resûlü’nü (sav) ihmal etmiyordu. Peygamber Efendimiz, kendi yuvasını kuruncaya kadar bu sıcak aile ortamında amcasının ve yengesinin himayesinde yaşadı. Yirmi beş yaşına ulaşınca Kureyş kadınlarının hanımefendisi Hz. Hatice (r.anha) annemiz ile evlendi. Huzur ve saadet dolu mutlu bir yuva kurdu.
Bir ara kıtlık olunca Peygamber Efendimiz (sav) amcasının geçimlerinde zorlandığını gördü. Amcasından oğullarından birisini yanına vermesini istedi. Ebu Tâlib Hz. Ali’yi Resûlullah’a verdi. Hz. Fâtıma b. Esed annemiz Peygamber Efendimiz’i yakından tanıdığı için o sırada henüz küçük bir çocuk olan Hz. Ali’yi ona emanet etmekte en ufak bir sakınca görmedi. Böylece kendisi amcasının evinde yetiştiği gibi, Hz. Ali’yi (kv) de kendi evinde yetiştirdi. Daha sonraları ise, Allah’ın (cc) emriyle, kızı Hz. Fâtıma’yı Hz. Ali ile evlendirdi. Mübarek soyu, torunları Hasan ve Hüseyin vasıtasıyla devam etti.
Peygamber Efendimiz (sav) kırk yaşına geldiğinde nübüvvet nuru ile nurlandı. Beklenen yeni din ve son peygamberin geldiği haberleri Mekke sokaklarında yayılmaya başlayınca müşrikler O’nu himayesiz bırakmaya, hatta öldürmeye yeltendiler. Ama amcası EbûTâlib ve hanımı Fâtıma binti Esed sevgili yeğenlerine arka çıktılar, O’nu himayeleri altına aldılar. Kendileri hemen İslâm’a koşamadılar. Fakat O’nu davasında serbest bıraktılar. İstediği gibi hareket etmesini sağladılar. Himayesinde bulunduğu amcası Ebû Tâlib dünyadan göçünce İki Cihan Güneşi Efendimiz’in (sav) işi daha da zorlaştı. İşkenceye varacak tarzda eza ve cefalara maruz kaldı. Bütün bu hâdiseler Fâtıma binti Esed’i çok üzüyordu. Sevgili Peygamberimiz’i çok seviyor ve O’na inanıyordu. Fakat kocasından dolayı İslâmı’nı açığa vuramamıştı. Artık zamanı gelmişti. O’nun davasına gönül verdiğini ilan ederek O sevgiliye destek olmak istiyordu. Kelime-i şehadet getirerek İslâm’la şereflendi. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) annesi kadar sevdiği yengesinin Müslüman olmasına çok sevindi ve acılarını birazcık olsun unuttu.
Hz. Fâtıma binti Esed artık Mekke’de yaşanamayacağına karar verdi ve diğer Müslümanlar gibi Medine’ye hicret etti. Allah (cc) yolunda muhacir olma saadetini elde etti. Orada oğlu Hz. Ali (ra) ile Peygamber Efendimiz’in (sav) kızı Hz. Fâtıma’nın düğünlerini yaptı. Aynı evde gelin kaynana birlikte mesut bir hayat yaşadılar.
Hz. Fâtıma binti Esed annemiz, Peygamber Efendimiz’in “Fâtıma Ben’den bir parçadır.” dediği sevgili kızına kayınvalide olmuştu. Bunu kendisi için büyük bir bahtiyarlık sayıyordu. Gelinini üzmemek için son derece titiz davranışlar sergiliyordu. Evde iş bölümü yapmışlardı. Neşe ve sürur dolu bu evde gelin kaynana arasındaki muhabbetin en canlı örnekleri görülmekteydi. Onların sevgi ve saygı içerisinde geçinmeleri hem Allah Resûlü’nü hem de Hz. Ali’yi çok sevindiriyordu. Hanelerine rahmet ve bereket yağıyordu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) yengesi Hz. Fâtıma binti Esed’in iyiliklerini hiç unutmamıştı. Medine’deki evinde devamlı ziyaretine gitti. Halini, hatırını sordu; çeşitli yardımlarda bulunarak onu gözetti. Bir evlâdın annesine yapması gereken hizmetin daha fazlasını yapmaya gayret etti. Ona “Anne” diye hitap etti ve hep o şekilde yâd etti. Zaman zaman öğle üzeri ziyaret eder, yanında kaylûle (öğle istirahati) yapardı. Sevgili Peygamberimiz’in Medine’ye yerleşmesinin üzerinden dört sene geçmişti. Bir gün yengesi Hz. Fâtıma’nın vefat haberini aldı. O gün o kadar üzüldü ki “İşte bugün annem vefat etti.” buyurdu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) bir vefakârlık örneği olarak o gün sırtından gömleğini çıkarıp Hz. Ali’ye verdi. Annesine kefen yapılmasını istedi. Cenaze namazını da kendisi kıldırdı. Son bir sevgi işareti ve iltifat olarak kabrine inmiş ve yanı üzerine biraz uzandıktan sonra Hz. Fâtıma binti Esed annemizin na’şını kabre indirtmiştir. Ashab, daha önce böyle bir şey görmemişlerdi. Peygamber Efendimiz’e (sav) bu durumu sordular: “Ya Resûlallah! Sizin bu kadına yaptığınızı başka hiç bir kimseye yaparken görmedik.” dediler. Peygamber Efendimiz de (sav): “Ebû Tâlib’ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir kimse yoktur. O benim annemden sonra annemdi. Ona ahirette cennet elbiselerinden elbise giymesi için gömleğimi sardırdım. Kabrine yattım ki, kabir azabı azalsın diye.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz’in bu yengesi için duyduğu üzüntüden hayrete düşenlere; “O beni doğuran annemden sonra annemdi. Kendisinin çocukları aç durur, suratlarını asarlarken, o önce benim karnımı doyurur, saçımı tarar ve gül yağıyla yağlardı. O benim annemdi.” buyurmuştur.
Hz. Fâtıma binti Esed kabri üzerine toprak atıldıktan sonra Peygamber Efendimiz (sav) sevgili annesi için şu duayı yaptı: “Allah sana merhamet etsin ve seni hayırla mükâfatlandırsın. Anneciğim! Allah sana rahmet etsin. Annemden sonra Bana annelik yaptın. Kendin aç kalır, beni doyururdun. Kendin giymez, Beni giydirirdin. En iyi nimetleri kendin yemez, Bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah rızası için ve ahiret yurdunu umarak yapardın. Allah ki, dirilten ve öldürendir. O hiç ölmeyendir. Devamlı diri olandır O. Ey Allah’ım! Annem Fâtıma binti Esed’i affet. Kabrini genişlet. Ben Resûlü’nün ve Ben’den önceki peygamberlerinin hürmeti için duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan yüce Rabbim!” Sevgili Peygamberimiz annem dediği Hz. Fâtıma binti Esed’e son vazifelerini yaptıktan sonra tebessüm etmeğe başladı. Orada bulunanlara şu müjdeyi verdi: “Cebrail Aleyhisselâm geldi ve ‘Bu kadın cennetliklerdendir.’ diye Bana haber getirdi. Ayrıca Yüce Allah meleklerinden yetmiş binine bu kadının cenaze namazına katılmalarını emretti. Melekler de onun cenaze namazını kıldılar.”
Cenâbı Hak bizleri şefaatine nail eylesin. Ne büyük bir saadet ve mutluluktur böyle bir duaya muhatap olmak. Gıpta etmemek elde değil. Kâinatın Güneşi Efendimiz (sav) dünyalarını değiştirdiler ama O’nun varisleri, sevenleri davayı devam ettiriyorlar. Bizler de sevenleri sevip, Allah aşkı ile hizmet için taşın altına elimizi koyarsak, ümit ediyoruz ki onlar bizi dünyada ve ahirette de yalnız bırakmazlar.
*M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslam Tarihi, C. 1-2, Işık Yay. 2008
*Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yay. 2007
*Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
CENNETLE MÜJDELENEN HAYIRLI DADI HZ. ÜMMÜ EYMEN (R.ANHA)
Allah Resûlü’nün (sav) “annem” dediği Hz. Ümmü Eymen, Resûlullah Efedimiz’in (sav) babası Abdullah’ın cariyesiydi. Hz. Ümmü Eymen aslen Habeşistanlıdır. Peygamberimiz’in (sav) doğumuna şahit olmuş ve vefatına kadar O’ndan (kısa kesintiler hariç), bir an olsun ayrılmamıştır. O’nun büyüyüp yetişmesinde emeği olan bahtiyar insanlardan biriydi. Peygamber Efendimiz’in (sav) evliliklerinde, çocuklarının doğumunda, çocuklarının evliliklerinde ve torunlarının doğumunda bu mübarek annemiz onların her zaman yanlarında, hizmetlerinde olmaya çalışmıştır. O bir peygamber âşığıdır. O’nunla birlikte sevinir, O’nunla birlikte üzülürdü.
Ebvâ Köyü’nde henüz altı yaşında annesizliğin acısını tadan Resûlullah Efendimiz’i (sav) bağrına bastıktan sonra, O’na şefkat kollarını uzatacak kadar da vefakâr biriydi. Artık bundan sonraki yaşamını da bu öksüz ve yetim yavruya adayan, O’na hizmet eden ve birçok kez O’nu tehlikelerden korumuş, fedakâr bir insandı. Bu meziyetlerinden dolayı da Hz. Peygamber’in (sav) sevgisine mazhar olmuş bir hanım sahabe. Efendimiz’in (sav) küçüklüğünden beri yaşadığı birçok olağanüstü hallerine de şahit olmuştur.
Hz. Ümmü Eymen annemiz sevgi ve sadakat hamuru ile yoğrulmuş, sevdiği kadar sevilmiş yüce bir kadındı. Allah Resûlü (sav) Hz. Hatice (r.anha) annemizle evlendiğinde Hz. Ümmü Eymen annemizi azat etti. Ama annemiz, Efendisi’nden (sav) ayrılmadığı gibi hizmetine de devam etti. Hürriyetine kavuştuktan sonra Ubeyd b. Zeyd el-Hazrecî ile evlendi. Bundan sonra annemizin hayatı tamamen değişti. Eşi, onu alıp Medine’ye götürmek istiyordu. Resûlullah’tan (sav) ayrılacak olmak ona çok ağır geliyor, O’nun hasretine dayanamayacağına inanıyordu. Ancak, gözyaşları sel olsa da Efendisi’nden (sav) ayrılıp eşi ile Medine’ye hicret etti. Bir yıl sonra oğulları Eymen dünyaya geldi. Hz. Ümmü Eymen annemiz oğlu ve eşi ile çok mutlu idi. Tek üzüntüsü, Efendimiz’e (sav) olan özlemiydi. Bir süre sonra eşi vefat etti. Her geçen gün Allah Resûlü’ne (sav) olan özlemi artan annemiz Medine’de daha fazla kalamadı ve oğlunu da yanına alarak Mekke’ye geri döndü.
Mekke’ye gelince doğruca Resûlullah’a (sav) giderek, eşinin vefat ettiğini, bunun için geri döndüğünü söyledi. Allah Resûlü (sav) annemizi teselli ederek yeniden yanına aldı. Hz. Ümmü Eymen annemiz Mekke’ye geldikten bir süre sonra İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’e (sav) vahiy gelmeye başladı. Hz. Hatice annemizden sonra ilk iman eden hanım sahabe olma şerefine nail oldu. Müslüman olmakla hayatında yepyeni bir sayfa açılan Ümmü Eymen’in özel hayatında da yeni bir sayfa açılacak gibiydi. Zira Allah Resûlü (sav) onun dul kalmasından dolayı çok üzülüyordu. Bundan dolayı bir gün etrafındaki sahabelerine “Kim cennet hanımlarından biri ile evlenmekten hoşlanırsa, Ümmü Eymen ile evlensin!” buyurdu. Bunun üzerine sahabeler, Ümmü Eymen’le evlenmek için harekete geçti. Ancak Hz. Zeyd b. Harise, diğerlerinden önce davranmıştı. O sırada Hz. Zeyd b. Harise 38 yaşlarında idi. Hz. Ümmü Eymen ise ondan en az 15-20 yaş büyüktü. O, bu yaş farkına aldırmadan, hem canından çok sevdiği Efendimiz’in (sav) isteğini yerine getirdi hem de cennetle müjdelenen bir hanımla evlenmiş oldu. Hz. Ümmü Eymen annemizin bu evlilikten de bir oğlu oldu. Usâme ismini verdikleri çocuklarının doğumu yalnızca onları değil, Allah Resûlü’nü de (sav) çok sevindirdi. Resûlullah Efendimiz (sav) Hz. Usâme’yi her zaman kendi torunu gibi sevdi.
Hz. Peygamberimiz (sav) dadısını sık sık ziyaret eder ve kendisine “Ey Anne!” diye hitap ederdi. “Annemden sonra, annem!” diyerek sevgi ve saygı gösterirdi. Ona baktıkça: “Bu, benim ev halkımdan sağ kalandır!” buyururdu.
Hz. Ümmü Eymen’nin fazileti sadece Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) hizmet etmesiyle sınırlı değildir. Onun o kadar çok meziyeti vardır ki anlatmakla bitmez. O öncelikle ilk iman edenlerden birisi ve iki defa hicret ederek muhacir olma şerefini nail olmuş imanlı, ihlâslı ve samimi bir Müslümandı. Hz. Ümmü Eymen annemizi Hz. Peygamberimiz’in (sav) ve Müslümanların gözünde sevimli kılan bir diğer meziyeti de cesaretiydi. Uhud gibi çetin bir savaşta Müslümanların ani baskın sonucu ne yapacaklarını şaşırması ve bozgun havası oluşması sebebiyle birkaç sahabenin kaçarak Medine’ye kadar geldiklerini gören Hz. Ümmü Eymen annemiz, yerden toprak alarak onların yüzüne serpti; “Kılıcınızı bize verin! Siz evinize gidip kadınlar gibi yün eğirin.” diyerek kendi gibi kahraman annelerimizle birlikte Uhud’a koştu. Yaralıları tedavi etti, onlara su taşıdı. Hayber Savaşı’na yirmi sahabe annemiz katıldığı halde Hz. Ümmü Eymen annemiz şiddetli hastalığından dolayı katılamamıştı. Bazı münafıklar da annemizi korkaklıkla suçlamışlardı. Annemizin hakkında konuşan münafıklar acele etmişlerdi. Zira o iyileşir iyileşmez hemen Hayber’e, Resûlullah Efendimiz (sav) ile birlikte düşmana karşı savaşmaya koşmuştu.
Hz. Ümmü Eymen (r.anha) Mute Savaşı’nda eşi Hz. Zeyd b. Hârise’yi kaybetmiştir. Hz. Zeyd b. Hârise hem Hz. Peygamber’in (sav) evlatlığı hem “Hubb-i Resûlullah” (Resûlullah’ın sevgilisi) künyesine mazhar olmuş nadide bir insan, hem de Kur’ân-ı Kerim’de ismi zikredilen bir sahabeydi. Hz. Ümmü Eymen, Mekke’nin fethine katıldıktan sonra iki oğlu Hz. Usâme ve Hz. Eymen’i de yanına alarak Huneyn Savaşı’na katıldı. Oğlu Hz. Eymen, Huneyn’de şehit düşerek onu şehit annesi makamına ulaştıran cesur bir mücahitti. Dolayısıyla Ümmü Eymen hem şehit annesi hem de şehit eşiydi. Diğer oğlu Hz. Usâme’ye gelince, o da “El-Hubb-i ibnü’l-Hubbi” (Sevgilinin oğlu) lakabına mazhar olan ve 18–20 yaşlarında Hz. Peygamber (sav) tarafından İslâm ordusuna komutan tayin edilen izzet sahibi bir insandı.
Dikkat edilecek olursa bu aile Hz. Peygâmber’in (sav) yakınında olan ve birçok güzel haslete sahip bir aileydi. Hz. Peygâmber Efendimiz’in (sav) yetişmesinde ve İslâm dininin yayılmasında büyük fedakârlık gösteren annemize karşı Efendimiz de (sav) vefalı bir evlat gibi davranıyordu. Onu bir hizmetçi veya Habeşî, siyahî köle gibi değil anne gibi görüyor ve öyle davranıyordu. Nitekim ona “Ey Anacığım!” diye hitap edip, onun için “Annemden sonra annemdir.” diyerek sevgi ve saygı gösterirdi. Ona baktıkça: “Bu, benim ev halkımdan sağ kalandır!” buyururdu. Enes b. Mâlik’ten şöyle rivayet edilir:
“Allah Resûlü (sav), zaman zaman Ümmü Eymen’i ziyarete giderdi. Bazen ben de onunla birlikte olurdum. Her zaman Allah Resûlü’ne (sav) yiyecek içecek ikram ederdi. Allah Resûlü (sav) oruçlu olduğunda ya da bir şey yemek istemediğinde Ümmü Eymen heyecanlanır, O’nu yemesi için zorlardı. Hatta bir keresinde içecek ikram ettiğinde almayınca ısrar etti, kızarak sesini biraz yükseltti. Allah Resûlü (sav) ona bir şey söylemeyip sadece tebessüm etti. Allah Resûlü (sav) ona bu tür hareketlerinden dolayı bir şey demez, hatta onun bu halinden hoşlanır, yaptıklarından dolayı ona tebessüm ederdi.”
Resûlullah Efendimiz (sav) ona iltifat eder, zaman zaman onunla şakalaşırdı. Muhammed b. Kays şöyle anlatır:
“Ümmü Eymen’in bir bineğe ihtiyacı vardı. Allah Resûlü’ne (sav) giderek ona, ‘Beni bir deveye bindirir misin?’ dedi. Resûlullah (sav), ‘Seni ancak bir deve yavrusuna bindirebilirim’. buyurdu. Hz. Ümmü Eymen, Resûlullah’ın (sav) şaka yaptığını anlamadı. ‘Yâ Resûlallah! O beni taşıyamaz. Ben öyle bir şey istemiyorum.’ dedi. Allah Resûlü (sav) tekrar, Ben seni deve yavrusundan başka bir şeye bindiremem, diye şaka yaptı. Allah Resûlü (sav) şaka yaptığında bile doğru söylerdi. Zira her deve, annesinin yavrusuydu.”
Hz. Ümmü Eymen annemiz biraz kekeme idi. Konuşurken zaman zaman dili sürçerdi. Özellikle selam verirken sıkıntı çeker, “Selamün aleyküm-Selam üzerinize olsun!” diyecekken, “Selamün la aleyküm-Selam üzerinize olmasın!” derdi. Dili sürçüp bu şekilde selam verdiği için de üzülürdü. Resûlullah Efendimiz (sav) ona, bundan sonra selam vereceği zaman “Es-Selam” şeklinde selam vermesini söyleyerek onu rahatlattı.
Doğumundan vefatına kadar Peygamber Efendimiz’i (sav) en yakından bilen ve en iyi tanıyanlardan birisi olan Hz. Ümmü Eymen annemiz, Resûlullah Efendimiz (sav) hakkında şu tesbitte bulunmuş, Risale-i Nur’da da bu ifadelere yer verilmiştir: “Hiçbir vakit Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi. Ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde!” (Mektubat s. 178)
Mübarek Hz. Ümmü Eymen annemiz, Nur Muhammed’in (sav) doğumuna şahit olduğu gibi vefatını da gördü. Vefattan sonra günlerce gözyaşı döktü. Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) ziyaretine giderek; “Resûlullah (sav) onu nasıl ziyaret ettiyse biz de öyle ziyaret edelim.” dediler. Yanına vardıklarında ağlamaya devam ettiğini görünce şaşırdılar. Niçin ağladığını sorup, “Resûlullah için Yüce Allah’ın katındaki makamının daha hayırlı olduğunu bilmez misin?” şeklinde ihtarda bulundular. Bunun üzerine, kendisini ağlatan şeyin Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatı olmadığını, çünkü her canlının ölümü tadacağını bildiğini, vahyin kesilmesine üzülüp ağladığını bildirdi. Bu cevap orada bulunanları ağlattı. Hz. Ümmü Eymen annemiz, Hz. Fatıma annemizin de en yakın sırdaşlarındandı. Hz. Fatıma annemizin son anlarında da yine onun başucundaydı. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve diğer sahabeler sık sık ziyaretine giderlerdi. Ona lâyık olduğu hürmeti gösterirler, ihtiyaçlarını gidererek hizmet ederlerdi.
Yaşı bir hayli ilerleyen Hz. Ümmü Eymen annemiz üç halife dönemini görmüş ve Hz. Osman’ın (ra) halifeliğinin ilk yıllarında rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur.
Allahu Teâlâ (cc) ondan razı olsun ve şefaatine bizleri de nail eylesin.
M. Asım Köksal, Hazreti Muhammed ve İslam Tarihi, Cilt 1-2, Işık Yayınları, 2008
Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, 2007
M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, C.2, Merve Yayınları
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
İSLAM’IN İLK KADIN ŞEHİDİ HZ. SÜMEYYE BİNTİ HAYYAT
İşkenceler altında inlemesine rağmen, imanından taviz vermeyen o mübarek insan…
İslâm’ın ilk kadın şehidesi…
Ailesinin gözü önünde işkence yapılarak şehit edilen, sabır abidesi…
Allah ve Resûlü’nün yolunda şerefle ölmeyi göze almış iman eri… İslâm’ın ilk çilekeş ailesi...
Dünyadayken cennetle müjdelenen mübarek aile…
Ve halâ adı dökülünce dudaklarımızdan, Hz. Sümeyye’nin kızgın kumlar altında deşilen ciğerlerinin yangını bütün bedenimizi kuşatıyor.
Hz. Sümeyye binti Hayyat, Mahzumoğullarından Ebû Huzeyfe İbni Muğıre’nin kölesi idi. Hizmetiyle kendini sevdirmişti. Hz. Yasir, kimsesiz ve yoksul bir âdemoğlu. Memleketi Yemen'den ayrıldıktan sonra vardığı Mekke'de Ebû Huzeyfe b. Muğire'nin yanında hizmetkâr olarak çalışmaya başladı. Efendisi, Yasir'den ziyadesiyle memnundu; çünkü teklif ettiği bütün işleri kâmilen yerine getiriyordu. Hiçbir kusurunu görmüyordu, çünkü o işinde fedakârca çalışan, aldığı parayı da az görmeyen biriydi.
Bu iyi huylu, her işin üstesinden gelen bahadırı Ebû Huzeyfe, kölesi Hz. Sümeyye ile evlendirdi. Bu evlilikten Ammar ve Abdullah adlarında iki oğulları dünyaya gelmişti. Ömürlerinin Mekke'deki kısmı Mahzumoğulları'nın yanında geçmiştir. Mahzumoğulları onları bazen mahcup edip incitse ve aşağılasa da genel itibariyle hoş tutuyordu. Onlar da bu iyiliğin altında kalmıyor, büyük gayretlerle hizmetinde bulundukları aileye sadık kalıp çalışıyorlardı. Ama günler geçiyordu, Risalet Güneşi doğunca Hz. Yasir ailesinin evi de aydınlanacaktı. İşte o zaman kim dost kim düşman, kim iyi kim kötü, kim yumuşak kalpli kim hain açığa çıkacaktı.
Bu mübarek ailede ilk önce Hz. Ammar b. Yasir Müslüman oldu. Heyecanla evine gelen Hz. Ammar ev halkını İslâm’a davet etti. Hiç tereddüt etmeden bu bahtiyar ailenin fertleri İslâm’la şereflenerek birer iman fedaisi oldular. Hz. Sümeyye ve ailesi Müslüman olduktan sonra son derece şiddetli işkencelerle karşılaştılar. Ancak hiçbir zaman imanlarından ve onu korkusuzca ilan etmekten taviz vermediler.
Ümmü Hâni şöyle der: “Ammar, onun babası Yâsir, kardeşi Abdullah ve annesi Sümeyye, Allah (cc) yolunda büyük işkencelere maruz kaldılar.”
Hz. Osman'dan rivayet edilir: "Bir gün, Allah Resûlü (sav) elimden tuttu. İşkence yapılan Müslümanları ziyaret etmek için birlikte şehrin dışındaki vadiye gittik. Ammâr ve ailesine büyük bir işkence yapılmıştı. Ammâr'ın babası Yâsir, Allah Resûlü'nü (sav) görünce, ‘Yâ Resûlallah! Zaman hep böyle, işkenceli mi olacak?’ diye sordu. Peygamberimiz (sav): ‘Sabrediniz!’ buyurduktan sonra: ‘Ey Allah’ım! Yâsir ailesini bağışla!’ diyerek dua etti.
İslâm'ın lehine gelişen hadiseler karşısında kızıp köpüren müşrikler, Müslümanlara işkence yapmak suretiyle acılarını çıkarma çabasındaydılar. Peygamberimiz (sav), yine bir gün, işkenceye uğratıldıkları sırada o kutlu aileye rastlamıştı: “Sabrediniz ey Yâsir ailesi, Sevininiz ey Yâsir ailesi! Sevininiz ey Ammar ailesi! Hiç şüphesiz, sizin mükâfat yeriniz Cennettir!” buyurdu.
Hz. Sümeyye, Müslümanlığını açıklamaktan çekinmeyen ilk yedi Müslüman’dan birisi olup, dininden döndürülmek için yapılan en ağır işkencelere çok zayıf ve yaşlı olmasına rağmen katlanıp, müşriklerin yaptırmak istediklerini yapmadı. İslâm'ın şerefi için ölmeyi göze alıp, müşriklerin söyletmek istediklerini söylemedi.
Bir gün, Müslümanlara kızan Mekkeli müşrikler, Hz. Sümeyye ve Yâsir’i sürükleye sürükleye çöle götürdüler. İkisi de çok yaşlıydılar ve sürekli maruz kaldıkları işkenceden dolayı, yürüyemeyecek hale gelmişlerdi. Ancak, müşriklerin gözünü kan bürümüştü. İhtiyar çiftin yaşlı ya da kadın olması umurlarında bile değildi. Sahrada bütün gün işkence etmeye devam ettiler. Genç ve güçlü olan oğulları Hz. Ammâr’ın bile tahammül edemediği işkencelere dayanmaya çalışıyorlardı. Ebu Cehil akşam olduğunda, elinde mızrağı ile işkence yapılan yere geldi. Müslümanların bu kadar işkenceye rağmen hala dinlerini terk etmemesine çok sinirlendi. Hele bu iki ihtiyarın, neredeyse ölmek üzere olduklarını, yine de direndiklerini görünce büsbütün kızdı. Bağırıp çağırmaya başladı. Bir taraftan sövüyor, bir taraftan da önüne gelen Müslüman’a tekme tokat vuruyordu. Onu gören müşrikler yeniden işkenceye başladılar. Hz. Yâsir; müşriklerin söyletmek istedikleri şeyi söylemedi. İslâm'ın şerefi için ölmeyi göze aldı! Müşriklerin işkenceleri altında can verdi. İslâm’ın ilk erkek şehidi oldu. Müşrikler, hızlarını alamamışlardı. Onlardan biri, okunu yayına yerleştirerek Hz. Yâsir’in oğlu Abdullah'ı vurup şehit etti. Yüce Allah (cc) Yâsir ailesinden razı olsun!
Müşrikler cinayet işleyip kan döktükçe vahşileşiyorlardı. Kana doymayan Ebu Cehil, Hz. Sümeyye annemizin bir bacağını bir deveye diğer bacağını başka bir deveye bağladı. Bir taraftan da “Sen Muhammed'e âşık olduğun için Müslüman oldun” diye kendisi gibi iğrenç iftiralar savuruyordu. Hz. Sümeyye, ona, hoşuna gitmeyecek bir cevap verince develerin Hz. Sümeyye’yi parçalamasını beklemeden mızrağını annemizin karnına sapladı. Bu da yetmedi. Mızrağı yukarı doğru çekerek karnını boydan boya yırtıp, vücudunu parçalayarak şehit etti. Böylece İslâm'ın ilk şehidi olan kocasından sonra o da İslâm'ın ilk Şehidesi oldu. Allah azze ve celle annemizden zerreler adedince razı olsun, bizleri de şefaatlerine nail eylesin.
Resûlullah (sav) onun şehid edildiğini duyduğunda çok üzüldü. Hz. Ammar b. Yâsir'i teselli etti ve onu şehit edenler için “Allah, anneni katledenleri kahretsin!” buyurdu. Müşrikler; Hz. Ammar b. Yâsir'e güneşin en yakıcı sıcaklığı altında göğsüne ağır kaya parçası koyarak, boğarcasına başını suya batırarak işkence yaparlardı. Muğîre oğulları onu Meymun kuyusuna batırırlardı. Müşriklerin suya batırarak işkence yapmış oldukları bir sırada Peygamberimiz (sav) Ammar b. Yâsir'e rastlamıştı. Hz. Ammar ağlıyordu! Peygamberimiz (sav) elini onun gözlerinin üzerine sürdü ve “Bir daha kâfirler seni yakalayıp suya batırırlar ve sana ‘Şöyle şöyle söyle!’ derler ve bu işkenceyi tekrarlarlarsa, onların söyletmek istediklerini söyleyiver, işkenceden kurtul!” buyurdu. Kureyş müşriklerinden Mugîreoğulları Hz. Ammar b. Yâsir'i bir gün yakaladılar, Meymun kuyusunun içine batırdılar: “Sen Muhammed'e sövünceye ve ‘Lât ve Uzzâ Muhammed'in dininden daha iyidir’ deyinceye kadar seni bırakmayacağız!” dediler. Peygamberimiz’e (sav) dil uzattırmadıkça ve putlarının daha hayırlı olduğunu söyletmedikçe de, onu bırakmadılar. Peygamber Efendimiz’e (sav): “Yâ Rasûlallah! Ammar kâfir olmuş!” diye haber verildi.
Kâinatın Efendisi (sav): “Hayır! Ammar, tepesine kadar, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur! İman onun etine ve kanına karışmış, işlemiştir!” buyurdu. O sırada, Hz. Ammar b. Yâsir, Peygamberimiz Efendimizin (sav) yanına geldi. Ağlıyordu. Efendimiz (sav): O'nun gözyaşlarını eliyle silerken: “Sana ne oldu? Arkanda ne haber var?” diye sordu. Hz. Ammar b. Yâsir: “Şer var yâ Resûlallah! Beni sana sövdürmedikçe, beni senden vazgeçirtmedikçe, Lât ve Uzzâ putlarının da senin dininden daha iyi olduğu bana söylettirilmedikçe bırakılmadım!” dedi. Peygamberimiz (sav): “Sana bunlar söylettirildiği zaman, kalbini nasıl bulmuştun? Söylemiş olduğun sözlerden kalbin ferahlı mıydı, değil miydi?” diye sordu. Hz. Ammar b. Yâsir: “Hayır! Ferahlı değildi! Kalbimi Allah'a ve Resûlü’ne imanın ferahlığı ve rahatlığı içinde ve dinime bağlılığımı da demirden daha sağlam bulmuşumdur!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sav): “Öyle ise, sana bir vebal yok! Ey Ammar! Eğer onlar bir daha bu söylediğini tekrarlatmak için seni zorlarlarsa, tekrarlayıver!” buyurdu.
“Kalbi imanla (tevhid ile) huzur bulmuşken, (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, kim imanından sonra Allah’ı inkâr eder veya (emirlerini kabul etmeyip) gönlünü küfre/kâfirliğe açarsa, Allah’tan onların üzerine (büyük) bir gazap vardır; en büyük azap da onlar içindir” (Nahl; 106) mealli ayetteki istisnanın Hz. Ammar b. Yâsir hakkında nazil olduğu rivayet edilir.
Hz. Sümeyye ve eşi, iman aşkı ile dinlerinin izzet ve şerefi uğruna, azimet ile hareket edip ölmeyi tercih etmişler; müşriklerin söyletmek istedikleri küfür sözünü söylememişlerdir. Hz. Ammar b. Yâsir ise ruhsat ile amel etmiş; kalbi Allah'a ve Resûlüne imanla dopdolu olduğu halde, müşriklerin söylemeye zorladıkları küfür sözünü dil ucu ile söyleyip işkenceden kurtulmuştur.
İman gücünden daha büyük bir güç yoktur ve imansız yürek sineye yüktür. Selam olsun, Allah (cc) yolunda canından geçip Allah’ın (cc) yakınlığını arzu eden mübareklere… Rabbim! lütfen bizleri de imanla yaşayıp imanla Sana kavuşanlardan eyle!...
Yararlanılan Kaynaklar
M. Asım Köksal, Hazreti Muhammed ve İslâm Tarihi, Cilt 1-2, Işık Yayınları, 2008
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009
Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, 2007
M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Cilt 1, Merve Yayınları
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR
HATİBETÜ’N-NİSÂ ESMA BİNTİ YEZİD
Bu ayki yazımızda, günümüz insanının erkek ve kadınıyla ilim ve irfandan kopuşlarına ve ezberci gidişatına karşın, asr-ı saadet toplumunun bilgi ve ilme olan istek ve iştiyakını model şahsiyetlerden Hz. Esma binti Yezid’in (ra) hayatını inceleyerek kısmi de olsa anlamaya çalışacağız.
Yezid b. Sekere’nin kızı olan Hz. Esma annemiz, büyük sahâbelerden Muaz b. Cebel’in halasının kızıdır. Kocası Ebu Sa’d ez-Zürakî el-Ensarî künyesiyle kaynaklarda yer almaktadır. Hz. Esma’nın (ra) çocukları ile ilgili de, Ümmü Âmir ve Ümmü Seleme künyeleriyle tanınmasından yola çıkarak Âmir ve Seleme isminde iki çocuğu olduğunu söylememiz mümkündür.
Hz. Esma binti Yezid Allah Resûlü (sav) Medine'ye teşrif ettikten bir süre sonra Ensar hanımlarından Kebşe binti Rafi’ ve Havva binti Yezid’in de aralarında bulunduğu bir grup ile birlikte Ebu Eyyûb’un evinde misafir olan Allah Resûlü’ne (sav) giderek biat ederler. Bu grup, Allah Resûlü’ne (sav) ilk olarak biat eden Medineli hanımlardı. O, bu biati şöyle anlatır: “Biat için Allah Resûlü’ne (sav) giden hanımlar arasında ben de vardım. O zaman cesaretli genç bir kızdım. Allah Resûlü’ne (sav) ‘Yâ Resûlullah! Elini uzat sana biat edeyim’ dedim. Allah Resûlü (sav) ‘Ben hanımlarla musafaha etmem. Allah’ın (cc) size yüklediği sorumlulukları yerine getirmeniz konusunda sizden biat alıyorum’ buyurdu.”
Allah Resûlü (sav) sahâbelerini sürekli zühde teşvik eder, onların kalplerini hep Allah’a (cc) yöneltirdi. Bunun için bazen, insanları Allah’tan (cc) uzaklaştıracak, zamanla onları yanlışlara sürükleyecek meşru şeylerden bile sakındırır, dünyaya meylederek Allah’ı (cc) unutma hastalığına tutulmamaları için dikkatlerini çekerdi. Bunlardan biri de Hz. Esma’nın biati sırasında yaşandı. Hanımlara altın takı takmak helâl iken, Allah Resûlü (sav) onu takva ve zühde teşvik ederek altın takmasının doğru olmadığını bildirdi.
Hz. Esma şöyle anlatıyor: “Biat etmek için Allah Resûlü’nün (sav) huzuru saadetlerine gittim. O’na yaklaştığımda kolumda parıldayan ve ses çıkartan altın bilezikleri gördü. Bana, ‘Bu takıları takmaktan hoşlanıyor musun?’ diye sordu ve ardından ‘O bilezikleri çıkar at ey Esma! Allah’ın o bileziklerden dolayı sana ateşten bilezikler takmasını ister misin? Kim kendisinin ya da çocuğunun koluna veya ayağına altın takı takarsa kıyamet günü bunlar, onlara ateşten takı olarak takılacak.’ diye buyurdular. Allah Resûlü’nün (sav) sözleri biter bitmez o bilezikleri çıkarıp attım. Halen onları kimin aldığını bilmiyorum.”
Evet, bu yaşanan hadise bizlere, itiraz etmeden söyleneni yapma ve teslimiyet konusunda en güzel örneklerden bir tanesidir.
Hz. Aişe annemize yakın olan Hz. Esma (ra), Allah Resûlü’ne (sav) hizmet için her fırsatı değerlendiriyordu. Bu konuyu kendisi bir vesile ile şöyle dile getiriyor: “Allah Resûlü’ne (sav) hizmet ediyordum. Bu sırada halam geldi ve O’na, soru sormaya başladı. Allah Resûlü (sav) halamın kolundaki bilezikleri görünce onu da benim gibi uyardı. Halam, ‘Yâ Resûlullah! Hanımlar bu takıları olmadığı zaman kendilerini eşlerine beğendiremezler’ dedi. Allah Resûlü (sav) gülümsedi ve ‘Gümüş kolye, inci alıp takamaz mısınız? Onu zaferan ile ovarsınız altın gibi olur’ buyurdu.”
Hz. Esmâ gönlü Resûlullah (sav) sevgisiyle dolu, zeki bir hanımdı. Fırsatları değerlendirmesini bilirdi. Zaman zaman Efendimiz’in (sav) hâne-i sââdetine gelir, hanımları müminlerin anneleriyle sohbet ederdi. Hz. Âişe annemizin gelin olarak Efendimiz’in (sav) evine geldiği gün, o da orada bulunuyordu. Bir ara Fahr-i Kâinat Efendimiz’e (sav) süt takdim edilmişti. Efendimiz (sav) sütten biraz içtikten sonra Hz. Âişe annemize uzatmıştı. O da yeni gelin olarak utandığından almak istememişti. Bunun üzerine Hz. Esmâ: “Yâ Âişe! Resûlullah’ın ikramını geri çevirme, al ve iç” dedi. Hz. Âişe aldı ve bir miktar içtikten sonra Efendimiz’e (sav) tekrar verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bu sefer sütü Hz. Esma’ya uzattı. O da kâseyi aldı ve teberrüken Efendimizin (sav) içtiği yerden içti. Allah Resûlü (sav) kalan sütü orada bulunan hanımlara ikram ederek “Onu alıp içiniz buyurdu.” Hanımlar da “Bizim iştahımız yok, tokuz” deyince, Allah Resûlü (sav) “Yalan ile açlık bir arada bulunmaz.” buyurdu.
Allah Resûlü’nün (sav) Hz. Esmâ’nın evinde yemek yediği ve orada ashabına dini meseleler anlattığı, sohbet ettiği de vâkidir. Hz. Esma annemiz diyor ki: “Resûlullah’ı akşam namazında bizim mescidimizde gördüm. Evime davet ettim, O’na kemikli et ve ekmek ikram ettim Hz. Peygamber (sav) ashabına ‘Allah’ın adı ile yiyiniz’ buyurdu. Hz. Peygamber (sav) beraberindeki ashabı ve o anda evde bulunanlar toplam kırk kişi idi. Nefsim kudretinde olan Allah’a (cc) yemin ederim ki ben bazı kemiklerin sıyrılmadığını ve ekmeğin de hiç eksilmediğini gördüm. Resûlullah (sav) evimizde ki bir kırbadan da su içti, sonra evimizden ayrıldı.
Ben o kırbayı aldım yağladım ve bir kenara kaldırdım. Biz o kırbadan hastalara su içirirdik, bir de bereket umarak kendimiz ondan içerdik.”
Hz. Peygamber’in (sav) beraberindeki kırka yakın arkadaşı ile beraber Hz. Esma’nın yemek davetine icâbet etmesi ona verdiği kıymetin önemli bir göstergesidir.
Hz. Esma annemiz cesaret ve şecaati ile tanınan bir hanım sahabedir. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) ile birlikte bazı savaşlara katılmıştır. Hayber Gazvesi ve Mekke’nin Fethi bunlardandır. Hz. Ebu Bekir’in (ra) hilafeti döneminde ise Yermük Savaşında bizzat cephede yer alarak büyük bir başarı göstermiştir. Onun bir çadır direğini eline alarak savaş alanına daldığı ve dokuz Romalıyı öldürdüğü rivayeti hemen hemen kendisinden bahseden bütün kaynaklarda yer almaktadır.
Hz. Esma, akıllı ve dini konularda hassas bir hanımdı. Zaman zaman Resûl-i Ekrem’in (sav) sohbetinde bulunurdu. Bir gün huzuruna vardığında Efendiimiz sahâbelere Deccal ile alâkalı bilgiler veriyordu. Oturup dinledi ve işittikleri karşısında şaşırıp ağlamaya başladı. Hz. Peygamber (sav) onun ağladığını fark edince: “Ey Esma! Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da: “Ey Allah’ın Resûlü! Karnımız aç iken ekmeğin pişmesini bile bekleyemeyecek kadar sabırsız kimseleriz. Deccal çıktığı zaman kıtlık olursa halimiz nasıl olacak?” diye ızdırabını açıkladı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) “O gün, Allah’ı tesbih eder ve kelime-i tevhide devam ederseniz açlıktan emin olursunuz.” buyurarak, Hz. Esma’yı teselli etti. Akabinde sözüne devam ederek: “Böyle feryat etmeye gerek yok. Ben hayatta olursam size siper olurum. Deccal çıktığında ben sağ olmazsam Allah (cc) müminleri korur ” buyurarak, Allah’ı (cc) çokça zikretmeleri gerektiğini belirtti.
Hz. Esma annemiz, toplumda ayıp olarak nitelenen ve konuşulmasından ve sorulmasından çekinilen konuları bile dini gayret ve hassasiyeti nedeniyle Hz. Peygamber’e (sav) sormaktan çekinmemiştir. Hz. Esma bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (sav) giderek hanımların hayızdan ve cünüplükten nasıl temizleneceklerini sormuştu. Onun bu tavrını takdir eden Hz. Âişe (ra) annemiz: “Şu Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Dinlerini öğrenmek hususunda kendilerine hayâ mâni olmuyor” buyurmuşlardır.
Hz. Esma henüz yeni Müslüman olduğu halde Allah (cc) ve Resûlü’ne (sav) son derece bağlı, İslâm’ın emir ve yasaklarına karşı büyük bir teslimiyet içindeydi. Birçok yakını Uhud savaşına katılarak şehit olmuştu. Hz. Esma annemiz, onların şehadet, Hz. Peygamber’in (sav) ise sağ olduğu haberini aldığında “Resûlullah sağ olduktan sonra her musibet bana kolay gelir” diyerek Resûlullah’a (sav) olan sevgisini ve bağlılığını ifade ederken aynı zamanda büyük bir sabır ve teslimiyet örneği göstermiştir.
Hz. Esma annemiz bir gün Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) gelerek kadınlar adına tarihi şu soruyu sorar. “Şu anda söyleyeceklerimi size iletmemi isteyen Müslüman hanımların temsilcisi olarak huzurunuza geldim. Size söyleyeceklerim hususunda ben de onlarla aynı düşüncedeyim. Yüce Allah (cc) sizi, kadın ve erkek bütün Müslümanlara elçi olarak gönderdi. Biz size inandık ve tabi olduk. Biz kadın olduğumuz için evlerimize kapanıp kalıyor, nefislerinizi tatmin ediyor ve çocuklarınızı karnımızda taşıyoruz. Siz erkekler ise cuma namazı kılmak, camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlıyorsunuz. Bütün bunlardan daha önemlisi Allah (cc) yolunda cihad ediyorsunuz. Siz erkekler hac veya umre için yahut düşmanla savaşmak üzere evinizden çıktığınız zaman, mallarınızı biz koruruz, sizin elbiselerinizi dikeriz, çocuklarınızı besleriz. O hâlde biz kadınlar sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olamaz mıyız?” Hz. Esma’nın bu sözlerini dikkatle ve takdir duygularıyla dinleyen Hz. Peygamber (sav) onun fikirlerini ifade konusundaki zekâsını ve açık sözlülüğünü takdir etti ve yanındaki sahabelere yönelerek: “Siz bir kadından, dini konuda sorduğu bir soruda bundan daha güzel, daha veciz bir söz işittiniz mi?” buyurdu. Sonra Hz. Esma’ya: “Ey kadın, dinle ve seni buraya temsilci gönderen kadınlara da iyice anlat! Bir kadın kocasıyla güzel geçinip onun hoşnutluğunu, rızasını kazanırsa, bu saydığın üstün amellerin hepsine denk bir iş yapmış olur. Yani aynı sevabı elde eder.” buyurdu. Hz. Esma, Efendimizden (sav) almış olduğu bu müjdeyi bir an önce arkadaşlarına iletmek istedi. Tekbir, tehlil getirerek sevinçle ve hızlı adımlarla arkadaşlarının yanına geldi. Büyük bir neşe içerisinde ve sevinç gözyaşlarıyla Resûlullah’tan (sav) duyduklarını hanım kardeşlerine aktardı. Hepsi bu müjdeli haberden dolayı adeta bayram yaptı. Artık ev hizmetlerini bir yük olarak değil, kendilerine sevap kazandıran bir ibadet olarak gördüler.
Hanımlar adına, onları temsilen Hz. Peygambere birtakım sorular sorması ve aldığı cevapları kadınlara ulaştırması nedeniyle hanımlar tarafından kendisine “Hatîbetü’n-Nisâ” yani “Hanımların Sözcüsü” unvanı verilmişti.
Gönülleri cezbeden ne kadar zarif bir anlayış. Din-i Muhammedi ne mükemmel bir din. Kadının eşine itaatinin ve niyetinin üzerine verilen şu eşsiz mükâfatlara bakar mısınız! Biz kadınlara verilmiş ne büyük, ne güzel bir müjde…
Hz. Esma annemiz, Efendimiz’in (sav) özel ilgi, alaka ve sevgisine mazhar olabilme şerefine nail olmuştur. Kaynaklarda Hz. Peygamber Efendimiz’den (sav) 81 hadis-i şerif rivayet ettiği bildiriliyor. Hz. Esma’nın Allah Resûlü’nden (sav) sonra yirmi yıl yaşadığı ve hicretin 30. Yılında Şam’da vefat ettiği bildirilmektedir. Orada Bâbu Sağir Kabristanına defnedilmiştir.
Cenâbı Hak bizlere de bu mübarek annelerimizin sevgisinden, teslimiyetinden, gayretinden ilminden ve itaatinden ders alabilmeyi, aldığımız dersleri yaşantımızda tatbik edebilmeyi ve tıpkı onlar gibi tebliğ yapabilmeyi nasip ve müyesser eylesin.
KAYNAKLAR
1- Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları,2007, İstanbul.
2- Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
3- www.belgeler.com Esma binti Yezid’in Müsned’deki Rivayetleri, Hatice Nurcan Yılmaz, Şanlıurfa 2012
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



