JoomlaLock.com All4Share.net

ŞAYET KENDİNİ YAZMIŞ OLSAYDIN DA...

şayet kendini yazmış olsaydın da

Şayet Kendini Yazmış Olsaydın Da... - Sâlik-i İrfân

Sayı : 114 - Haziran 2017

 

Şayet Kendini Yazmış Olsaydın Da...

 

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah Teala’yadır. O bizleri yoktan var eden iman, İslam, hidayet lütfeden güzel Mevlamızdır. O’na ne kadar şükretsek azdır.

İnsanlığın en güzeli Hakk’ın en güzel hediyesi, sahibimiz, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) Hazretleri’ne de binler salat ve selam olsun. O olmasaydı Cenabı Mevla’nın hiçbir nimeti bize ulaşmazdı. Bizleri seven, bizlere (harîs) çok düşkün olan sahibimiz Efendimiz’e ne kadar salat ve selam eylesek azdır.

Ülke olarak kimi sıkıntılar çekilse de millet ve ümmet olarak adım adım birlik beraberliğe, güç ve teknolojiye doğru yürümekteyiz. Düne kadar Avrupa kapılarında borç dilenen, IMF’ye borçlarını ödeyemeyen Türkiye ile bugünkü Türkiye arasındaki farkı söylemeye gerek yok. Mazlum, mağdur, muhtaç toplumlara yardım eden ülkeler sıralamasında dünya 3.sü olmamız maddi olarak gelinen noktayı gösteriyor. Eğer kişi haset-fesat bataklığında değilse gelinen nokta inkar olunacak gibi değil; fakat dinî, ahlakî boyutlarda çok gayret edilmesi gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı resmi alanlarda; Anadolu’daki tüm İslami camialar da sivil alanlarda ihlas ve samimiyetle seferberlik başlatmalıdır.

İran (her ne kadar batıl bir itikada sahip olsa da) üniversite-lise seviyesindeki gençliğini eğitmek amacıyla düzenli olarak hac ve umre seferleri düzenlemekte gençlerine dini ve milli bir kimlik kazandırmak için gayret sarf etmektedir. Maalesef bizde ise umre fiyatları sürekli yükselmekte, hacca gitmek için kuraya girmek ve 7 yıllık kontenjanın bitmesini beklemek gibi garabetler hala devam etmektedir. Görevli hocalarımız ne kadar şuurludur, hacca-umreye götürülebilen insanımıza ne kadar şuur verilebilmektedir… bunlar da ayrıca konuşulmalı…

15 Temmuz’daki ABD destekli FETÖ işgaline direnen halkımızın bu duyarlılığının bilince dönüştürülmesi için milli bir seferberlik şarttır. Eğitimde müfredatımız ve hedeflerimiz yeniden ele alınmalıdır. Üniversitelerde, özellikle eğitim fakültelerinde, öğretmen adayları, dinî-ahlakî değerlerle donanmış olmalıdır ki genç beyinlere tesir edebilsin, onları yerli ve milli hedeflere yöneltebilsin. Aksi halde Gönenli Mehmet Efendi’nin buyurduğu üzere: “Okumak diploma verir, amma eşeklik baki kalır.” sözü öne çıkar. Diplomalı fakat ahlaksız bir eğitimci, gençlere ne verebilir? 

15 Temmuz’da darbe yapmaya çalışan generaller de “okumuş” çocuklardı. Orduda en üst rütbelere gelen bu kişiler vatanlarına ihanet ederken ABD’nin maşası olduklarını fark edemeyecek kadar bilinçsiz-basiretsiz kişilerdi. Öyleyse eğitimimizi, din algımızı sorgulamak zorundayız.

AK Parti hükümeti eğitimde başarısız olduğunu zaten itiraf etmektedir. Akıllı tahtalar, tabletler, bina iyileştirmeleri artı bir değer olarak görünse de eğer idealist-nitelikli öğretmenler yetiştirilemezse yerli ve milli bir eğitimden söz etmek mümkün olmayacaktır.

Nurettin Topçu: “İlköğretim kalp eğitimi, ortaöğretim akıl eğitimi dönemidir.” derken çok temel bir değerlendirme yapmaktadır. Son yıllarda okullarımızda uygulanmaya çalışılan “Değerler Eğitimi” gibi iyi niyetli kimi çabalar varsa da bu girişimler cılız seslere dönüşmekte, okul panolarında soğuk birkaç yazıyla geçiştirilmektedir. Değerler eğitimi çalışması ile ilgili eleştirel bir alıntıyı paylaşalım:

Değerler Eğitimi mi, Ne Derler Eğitimi mi?

“Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve “Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?” diye sormuş salondakilere. Hiç ses çıkmamış tabii ki.

“Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim.” diye devam etmiş.

Salondan yine çıt yok. Fiyatı artırarak 5.000 dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan birisi: “Hocam, istersen 500 bin dolar ver, yine bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma!” demiş. Doğan Cüceloğlu da: “İşte değerler eğitimi budur!” diye noktayı koymuş.

Sorun şu: Yere düşen ekmeği çiğnememek için duyduğumuz hassasiyet, yerlerde sürünen bazı değerlerimiz çiğnenirken niçin kendini göstermiyor acaba?

Para vererek ekmek çiğnetebileceğiniz insan sayısı yok denecek kadar azken; bedavaya yalan söyleyen, azı çok, çoğu az gösteren, dedikodu yapan insanların bu kadar çok olması biraz garip değil mi? Acaba yalan söyleme konusunda daha hassas olamaz mıydık? Veya herhangi bir toplulukta birisi gıybet etmeye başladığında herkes tepki veremez miydi?

Eskiden daha duyarlıydık, diyorsunuz şimdi muhtemelen içinizden. Doğru, eskiden öyleydik. Kapkaranlık medeniyetlerin orta- sında değerlerimizle parıl parıl parlıyorduk; ama toplumsal manada suç sayılan birçok eylemin normalleşmesi o kadar hızlı oldu ki sanki bir anda söndük.

Değerler eğitimi son yıllarda müfredata girmeyi başardı ama okullarımıza bakıldığında, değerler eğitiminden çok “ne derler eğitimi” yapılıyor gibi...

Eğer bir insan kalabalıklar içindeyken yere çöp atmıyor da, etrafta kimseler yokken atıyorsa bu insanın değer yargıları oluşmuştur diyebilir miyiz? El alem ne der, diye yere çöp atmayan bir kimseye çevre bilinci oluşmuş diyebilir miyiz? “Ne derler eğitimi” belimizi büküyor, farkında değiliz.

Birin yanına beş katıp söyleyenler, pireyi deve yapanlar, tek kabiliyeti yalan söylemek ve abartmak olanlar el üstünde tutulurken; olduğu gibi davrananlar, riyadan ve malayaniden uzak kalan dürüst ve sessiz kahramanlar itilip kakılıyorsa, tu kaka ediliyorsa, bütün bunlar gayretullaha dokunmaz mı sanıyorsunuz?

Asıl hesap verilmesi gereken makamı unutmuş, insanların ne diyeceklerine odaklanmış durumdayız. Hal böyle olunca, çevremizdeki insanların doğrusu bizim doğrumuz oluyor.

Eğer doğru insanlarla birlikteyseniz nasiplisiniz. Allah işinizi rast getirsin. Ama çevrenizdekiler yanlış insanlarsa, Allah yardımcınız olsun.”

Evet, bizlere Peygamber sevgisini verecek, Hakk’ın bilgisini öğretecek, bizleri ashabı kiram ve sonraki dönem salihlerin ahlakına ulaştıracak ulema-suleha-evliyaya ihtiyacımız var. Elhamdulillah bugün de bu kaynak var; fakat “Görenedir görene, köre nedir köre ne…”

Seri yazımızda Hz. Osman (ra) efendimizle ilgili paylaşımlarda bulunuyor, onun güzel hayatından ibretlik tablolar aktarmaya çalışıyorduk. Cenabı Mevla örnek almayı, onlara benzemeyi lütfeylesin: 

Hazreti Osman (ra) Bedir Savaşı hariç bütün savaşlarda bulunmuştur. Hudeybiye Antlaşması’nda Mekke’ye elçi olarak gönderilir. Tebük Seferi’nde on bin kişilik İslam ordusunun, bütün ihtiyaçlarını karşılayıp donatır. Ayrıca bin altın da para yardımında bulunur. Bütün malını İslamiyet’in yayılması, insanların kurtulması için Allah yolunda harcar.

Hz. Ebu Bekir’in, halifeliği sırasında istişare ettiği ve görüşüne başvurduğu sahabilerin başında yine Hz. Osman gelirdi. Hz. Ebu Bekir ölüm döşeğinde iken, kendisinden sonra halife olacak zatın vasıflarını Hz. Osman’a anlatıyordu. Hz. Osman da bunları kaydediyordu. Hz. Ebu Bekir, tarif ettiği zatın ismini anmadan bayılmıştır. Hz. Osman vefat ettiği zannıyla Hz. Ömer’in ismini yazar. Biraz sonra Hz. Ebu Bekir ayılır, kimi yazdığını sorar. Hz. Osman: “Ruhunu teslim ettiğini sanmıştım. Tefrika çıkmasından korktuğum için Ömer bin Hattab’ı yazdım, ey müminlerin emiri!” der. Hz. Ebu Bekir, onun bu hassasiyetine çok sevinir ve memnuniyetini şöyle dile getirir: “İslam’a ve müslümanlara yaptığın bu iyiliğinden dolayı Allah seni hayırla mükafatlandırsın! Şayet kendini de yazmış olsaydın, yine isabetli hareket etmiş olurdun.” (Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 14) 

Hz. Osman, Hz. Ömer devrinde de bütün gücüyle ona destek olmuş ve önemli hizmetlerin tedvirinde görev almıştı. Vefatını müteakip Hz. Ömer’in tayin ettiği şûra meclisi, Hz. Osman’ı halife seçer. Şûra şu zatlardan meydana gelmektedir: Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali (r.anhum).

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah da bu heyette bulunuyordu. Hz. Ömer, vefatını müteakip bu şûranın, içlerinden birisini üç gün içinde halife seçmesini vasiyet etmişti. Hz. Ömer’in teçhiz ve tekfininden sonra, heyet durumu iki gün boyunca müzakere ettiği halde bir türlü karara varamadı. Üçüncü gün Abdurrahman bin Avf, altı adaydan üçünün adaylıktan çekilmesini, geri kalan üçü üzerinde tercih yapılmasını teklif etti. Bunun üzerine Hz. Zübeyr Hz. Ali’yi, Hz. Sa’d da Abdurrahman bin Avf’ı, Hz. Talha ise Hz. Osman’ı aday gösterdi. Abdurrahman bin Avf (ra) adaylıktan feragat ettiğini açıkladı. Bunun üzerine seçim Hz. Osman ile Hz. Ali arasında kaldı. Daha sonra Hz. Abdurrahman her ikisiyle görüşmeler yaptı. Bu arada, sokaktaki adama, evdeki kadına ve mektepteki çocuğa varıncaya kadar herkesin görüşünü aldı. Hz. Abdurrahman daha sonra halkı mescide davet etti. Halifeliğe Hz. Osman’ı münasip gördüğünü açıkladı ve ona biat etti. Hz. Abdurrahman’dan sonra Hz. Osman’a biat eden ikinci şahıs Hz. Ali oldu. Bunları diğer müslümanlar takip etti. Hepsi de biat ettiler. Hz. Osman böylece hicretin 24. yılında (m. 644) senesinde muharrem ayının birinci günü hilafet makamına gelir. (Asrı Saadet, 1: 293-294)

12 sene hilâfet makamında kalan Hazreti Osman, cesur bir kimsedir. Hiçbir felaket karşısında sarsılmamıştır. Bunun için halifeliğinde birçok zafer elde edilir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları, İslâm tarihinde altın bir devir teşkil eden Ebu Bekir ve Ömer (ra) devirlerinin bir devamıdır. Devrinde çok fetihler yapılmıştır. Horasan, Hindistan, Maverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yeri, onun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.

Yine onun halifeliği sırasında Şam’da valilik yapan Hz. Muaviye komutasındaki ordu Kıbrıs adasını alarak Akdeniz’de önemli bir mevki elde etmiştir.

Onun zamanında İslâm memleketleri batıda İspanya’ya kadar, doğuda Kabil ve Belh’e kadar genişletilmiş, İslâm orduları denizde ve karada büyük zaferlere ulaşmıştır.

Hz. Osman’ın hilafetinin ilk altı yılındaki fetihler tarihe geçmiştir. Bu zaman içinde Afrika’nın mühim bir kısmı fethedilir. İspanya’ya ilk müslüman akınları başlatılır. Kıbrıs fethedilir. Ayrıca Hz. Ömer’in vefatını fırsat bilerek isyan eden Ermenistan ahalisi itaat altına alınır, Taberistan fethedilir. Bu yılın mühim bir hadisesi, İslam donanmasıyla Bizans donanmasının Akdeniz’de karşı karşıya gelmesi ve İslam donanmasının 500 parçalık Bizans donanmasını bozguna uğratmasıdır. Bu zafer, müslümanlara Akdeniz’de rahat manevra yapma imkanını kazandırmıştır. Müslümanlar, Malta ve Girit adalarına çıkarlar. Bu arada bir grup müslüman, Anadolu sahillerine çıkarken, diğer bir grup da İstanbul surlarına dayanır. Peygamber Efendimiz’in müjdesine layık olabilmek için gayret göstermişlerdir.

Yine bu zaman zarfında idarede eyalet sistemi kökleştirilir. İslam ülkesi mülki ve idari olmak üzere iki sisteme ayrılır.

Hz. Osman’ın gerçekleştirdiği büyük ve tarihi hizmetlerinden birisi ve belki en mühimi, Kur’an-ı Kerim nüshasının çoğaltılması işidir. O sıralar Ermenistan ve Azerbaycan fethine katılmış olan sahabiler arasında Kur’an-ı Kerim’i okuma hususunda bazı farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Çünkü Irak ordusunda bulunanlar İbni Mes’ud’dan, Şam ordusunda bulunanlar da Ubey bin Kâb’dan Kur’an okumayı öğrenmişlerdi. Aradaki küçük farklılıklar sebebiyle Huzeyfetü’l Yemani, Hz. Osman’a gelmiş: “Bu ümmet, Yahudi ve Hristiyanlar gibi ihtilafa düşmeden önce onların imdadına yetiş!” demiştir.

Bu müracaat üzerine Hz. Osman, hemen bir istişare meclisi topladı. Bu heyet, yardımcılarıyla birlikte 12 kişiden müteşekkildi. İleri gelenleri Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Zübeyr, Sâid bin Âs ve Abdurrahman bin Hâris (ra) idi. Heyet, Hz. Ömer’in evinde ve Hz. Hafsa’nın himayesinde olan Kur’an nüshasını, Hz. Ebu Bekir zamanında toplatılan nüsha esas alınarak beş (veya yedi) nüsha olarak çoğaltır. Çoğaltılan bu nüshalar Kûfe, Basra, Şam, Mekke, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Bir nüsha da Medine’de bırakıldı. Bu nüshaya “imam” adı verilir.

Hz. Osman, Rasulullah’tan 146 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde yer alanlarından bazıları şunlardır:

“Kabir, ahiret yurtlarının ilkidir. Bir kimse eğer orada kurtuluşa ererse ondan sonrası daha kolaylaşır. Eğer orada kurtuluşa eremezse, ondan sonrası daha da zorlaşır.”

“Bir müslüman, yolculuk veya başka bir maksatla evden çıkar ve ‘Allah’a iman ettim. Allah’a dayandım. Allah’a tevekkül ettim. Allah’ın güç ve kuvveti dışında hiçbir güç ve kudret yoktur.’ diye dua ederse, evden bu şekilde ayrılışı iyiliklere kavuşmasına vesile olduğu gibi, kötülüklerden de uzaklaşmasına sebep olur.”

“La ilahe illallah gerçeğini bilerek ve ona inanarak ölen kimse cennete gider.”

“Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılan kimse, bütün geceyi ibadetle geçirmiş olur.”

“Kim güzel bir şekilde abdest alır, mescide girer ve namazını kılarsa, diğer namaz vaktine kadar arada geçen günahlarını Allah affeder.” (Müsned, 1: 57-75)

Cenabı Mevla bizleri Osman efendimize bağışlasın. Onun ahlakından-hayasından bize de lütfeylesin. Cenabı Mevla onların izinden giderek cennetinde-cemalinde bizleri buluştursun… 

Amin velhamdulillahi Rabbil alemîn…

 

Yazar: Sâlik-i İrfân

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort