JoomlaLock.com All4Share.net

ZATI İDRAK EDİLEMEZ OLANIN SEVGİSİ İDRAKSIZ DEĞİLDİR

Zatı İdrak Edilemez Olanın Sevgisi İdraksız Değildir - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 120 - Aralık 2017

 

Zatı İdrak Edilemez Olanın Sevgisi İdraksız Değildir

 

Sual: Sahabilerdeki farklılığı/üstünlüğü Efendimiz aleyhissalatu vesselam ile olan irtibatlarından ötürü anlayabiliyoruz. Ama sahabenin dışında bir de Veysel Karani hazretleri gibi zatlar var... Onlar neyi idrak etti de ümmete böyle şefaatçi olabildi, Efendimiz aleyhissalatu vesselam indinde çok özel bir yere sahip oldu? O idrak ettiği şey kesbi miydi yoksa vehbi miydi?

Cevap: Hazreti Veysel Karani’nin ismi Veysel değildir. Veysiyet onun sıfatı, karakteri olduğu için Veysel ismiyle meşhur olmuştur. Ve tasavvuf berzahında da üveysiliğin piri olarak bilinir.

Veysel Karani’nin kendi şahsında üveysiyet olduğu gibi ailesinde de üveysiyet vardır. Annesi de üveysi velilerdendir. Veysel Karani’nin dayısı üveysi velilerdendir. Dayısı hiç putperest olmamıştır. Hanif dinine mensuptur. Hazreti İbrahim’in şeriatı ile amel eden birisidir. Veysel Karani’deki o hal, o kemal tamamen vehbidir. Bununla birlikte elbette ki gayreti vardır.

Veysel Karani’nin öne çıkan ameli sevgidir, muhabbettir. Sonra bu muhabbete merhamet eklenmiştir. Muhabbetle merhameti mezcetmiştir. Veysel Karani, bu iki kanatla Allah’a yükselmiştir.

Bundan sonrakilere bakacak olursak “edenler neyi idrak etmişler”… Evet, hakikatte idraksizliğin idrakı idraktır, denilmiş. Tabi bu Hakk’ın Zatıyla ilgilidir. İdrakı mümkün olmayan Zatın (celle celaluh), sevgisi mümkünsüz değildir; bunu idrak etmişler. Aslında sahabenin de idrak ettiği budur. Zatı idrak edilemez olanın sevgisi idraksız değildir.

Bunu idrak edince bütün himmetlerini, bu anlamdaki bütün gayretlerini Allahu Teala’nın sıfatlarına yönlendirmişlerdir. Veya sıfatları üzerinden Allahu Teala’yı sevmeye yönelmişlerdir. O sevgi onları o kadar temizlemiş o kadar saydamlaştırmış, şeffaflaştırmış ki Cenabı Hakk’ın bir sıfatından baktıklarında, tefekkür noktasında, sanki bütün sıfatlarını o sıfat aynasında seyretmişler. Öyle bir şeffaflık olmuş. Ama bu sevgiyle, muhabbetle olmuş.

Buna her biri belki farklı bir şeyi katık yapmış. Dedik ya Veysel Karani merhamete muhabbeti katık yapmış. Öbürü meveddeti katık yapmış, öbürü başka bir şeyi katık yapmış. Bir şeyle bir şeyi birleştirerek, sanki bir terkip yaparak kemal bulmuşlar.

Zaten Rab-bimiz bahane Rabbi… Öyle çokça zorluk isteyen, murad eden, zorlaştıran değil. Belki çok basit bir şeyden bile, ama ciddiyetle samimiyetle yapıldığında, hoşnut olan bir mabudumuz var. Bu yolu biz biraz yokuşa sürmüşüz.

Geçenlerde de bu mevzu konuşulmuştu, İmamı Azam efendimizin (rahmetullahi aleyh) kırk yıl yatsının abdestiyle sabah namazını kılması gibi ifadeler var. Bazı büyükler hakkında da bu tip ifadeler var.

Bu tip ifadeler İslam’ı zorlaştırmaktan başka bir şey değil. Biz bununla İmamı Azam’ın büyüklüğünü ümmete anlatmak istiyoruz ama farkında değiliz İslam’ı zorlaştırıyoruz. O büyüklerin amelini, o büyüklerin takip ettiği yolu zorlaştırıyoruz. Gerçek kaynaklarda arasanız böyle şeyler bulamazsınız. Bunlar biraz abartı ifadeler.

Onların değerleri farklı noktalarda… Velev ki böyle bir şey olmuş olsa dahi İmamı Azam kırk yıl yatsı abdestiyle sabahı kılmış olsa bile onun değeri buradan değil, buradan değer olmaz. Biz onların değerini başka noktalarda aramalıyız.

Bu anlamda Cenabı Peygamber’e baktığımızda orada bizi böyle çokça zora sokan şeyler görmüyoruz. Var, birçok yönleri var ama adeta bunları ümmetinden gizlemiş.

Misal geçen bir konuyu araştırıyorduk öyle denk geldi; Cenabı Peygamber abdest bozmuşlar, sahabeden birisi hemen ibrik getirmiş, abdest bozdular, abdest alacaklar diye. Efendimiz buyurmuş ki hayır ben abdest almayacağım, ben namaz kılacağım zaman abdestle emrolundum, namaz kılacağım zaman abdest alırım, şimdi abdeste ihtiyaç yok…

Almadığından, abdestsiz gezdiğinden, gezeceğinden değil… Ümmetine bir kolaylık olsun diye orada almamış.

Bu da aslında bir örneklik…

Şimdi biz Peygamberde bu vasfı görürken -abdest bozmuş, abdest almamış, namaz kılarken alacağım buyurmuş- İmamı Azam’ı zorla yatsının abdestiyle sabaha kadar ayakta tutuyoruz. Zorumuz ne?

Bunlar bizim kurgularımız, Rabbimizin bizden beklentisi bu değil.

Ne demek istediğimi iyice anlayın, bunu abdestsiz gezelim, abdest almayalım manasında söylemiyorum. Çünkü ölüm bizi her an yakalayabilir, tedbirli olma durumundayız. Çünkü biz kendimizi biliyoruz, abdest bizim silahımız, abdest bizim zırhımız. Abdest bozduğumuz yerde müsaitse abdest alalım, bize yakışan bu…

Burada bütün mesele sevginin, muhabbetin ziyadeliği… Hakk’a itaat bütün yaratılmışa, mahlûkata şefkat. Eğer bu iki temel esasa riayet edebiliyorsak sorun yok. O zaman Cenabı Hak bize bir nasip lütfedecek. O nasibimiz ne ise onu bize ihsan edecek. Biz bu anlamda mutedil, yumuşak olalım; her türlü katılıktan, sevgisizlikten Dadaş tabiriyle “kor”luktan uzak duralım. Mutedil, munis, mülayim, muhlis, mazlum olalım…

Hani vasat yol deniliyor ya; vasat yolcunun hali budur.

Anlayış bir ufuktur, anlayış bir miraçtır. Bu ufku Hak sana açmalı. Bu miracı sen Hakk’ın kudretiyle gerçekleştirebilirsin. “Dilediğine” buyrulmuş. Birçok nimeti ilahi var ki Kur’an ifadelerinde bakıyoruz Allah bunu “dilediğine” veriyor. Allah’ın dilemesiyle oluyor. 

يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ 

O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah büyük lütuf sahibidir. (Âl-i İmrân, 74)

O fadl, o kerem, o ihsan, o lütuf dilediğine oluyor. Dilediğini o miraca kabul buyuruyor. Burada kulun yapacağı şey temiz sevgi…

Mesela hadisi şeriflere de bakıyoruz adam hiçbir amel yapmamış ama yaptığı çok basit bir şeyden dolayı Allah onu mağfiret etmiş. Yüzüğü varmış onun kaşına bir esma-i ilahi yazdırmış. Uykuda sağdan sola dönerken Allahımızın ismi şerifini söylemiş… Belki habersiz de, haberi de yok ama diline öyle gelmiş söylemiş. Fahişe bir kadın ayakkabısını/çarığını çıkarmış, afedersiniz, bir köpeği sulamış Allah onu affetmiş. Yüz kişiyi öldürmüş daha sonra vazgeçmiş tevbe etmeye giderken yolda ölmüş; rahmet-azap melekleri sizin-bizim diye üstünde nizalaşmış, Allah onu tevbeye yaklaştırmış, suç mahalline uzaklaştırmış, bir bahane halk etmiş affetmiş. Böyle hadisi şerifler var.

Bütün bunlar bize şunu gösteriyor; bu adam, bu insan, o kadın… bütün bunları niye yapmış? Bir sevgi var. Aslında bir bilinç yok, bir idrak, anlayış yok… Bir sevgi var.

Birinde Hakk’a bir sevgi var; Hakk’ın ismini söylemiş. Birinde mahluka bir sevgi var. Birinde yapılan işin şen’iliğinden bir korku var; adam o kadar cinayet işlemiş. Korkunun da temeli sevgiye gider.

İşte o sevgi bir şeylerin önünü açmış. Bu sevgi olmaksızın yapılan dağlar, zerre hükmündedir.

Fıkıhta bazı ölçüler vardır… Misal bir adam yemin kefaretini para olarak vermek istese hepsini bir günde verse bu bir kefaret olur. O günün kefareti olur. On gün verecek bunu. Ya on tane ayrı fakire verecek ya da bir fakire on gün verecek. Hepsini birden bir fakire verse bir kefaret olur.

Mesela Kabe’de, tavafta, namaz kılmaksızın yüz şaft yapsa bir tavaf sayılır. Yedi şaftın arkasından tavaf namazı kılmasa, yüz şaft yapsa bir tavaf sayılır. Hâlbuki yediden hesap ettiğinde belki on beş tavaf edecekti ama bir tavaf etti. Niye? Kafasına göre yaptı, ölçüsüz davrandı.

Sevgisizlik de bunun gibi… Sevgisiz o kadar amel yap yap… Dağ yap, Hakk’ın yanında hükmü zerre, belki zerre de etmez. Ama sevgiyle yap, zerreni dağ yazsın… O muhabbetle yap, o ülfetle yap, yaptığın zerreyi dağa saysın.

Belki kemal bulanların birçoğu kemali böyle bulmuşlar. Zerreden kürre elde etmişler. Denk gelmiş... Bizse diğer tarafta o kadar uğraşalım ki yatsının abdestiyle sabahı kılalım… Derler adamın cevizleri ötmüyor, diğerinin unları ötüyor.

Hâsılı muhabbetsiz mahbub olmaz. Yapıp ettiğimiz hiçbir şeye Cenabı Hak ihtiyaç sahibi değil. Biz muhtacız ayrı, O’nun bizden istediği o samimiyet… Muhabbeti bizden istiyor...

İşte Veysel Karani’de gördüğümüz bu… Onu o sevgi arşı alaya çıkarmış. Belki o yönüyle ele alınsa istisnalar hariç hiçbir sahabenin ulaşamayacağı bir atmosferde Veysel Karani. Sahabe Rasulullah’ı görmüş bu tartışma kabul eden mevzu değildir, o yönüyle değerlendirmiyoruz zaten. Normal bir insanın gayreti, kemali noktasında değerlendirdiğimizde istisnalar hariç Hazreti Veysel Karani ile mukayese edebileceğimiz bir sahabe gösteremezsiniz. Ona denk gelebilecek bir sahabe gösteremezsiniz.

Sevgide bir eriticilik, açıcılık, genişleticilik var. Zahir bilgide daraltıcılık var. Bilgi daraltıyor, kalıplaştırıyor, donuklaştırıyor. Mesela bir insan sırf fıkıh ilmiyle uğraşsa donuklaşır. Fıkhın yanında tasavvufla iştigal etmesin, tasavvuf ilmiyle uğraşmasın o fıkıhtan istifade edemez. Ham sofu olur. Zahid olur, alır satır.

Tasavvuf yumuşatır, eritir, açar, genişletir… Aşkın özelliğidir bu. İnsana en zor menzilleri aştıracak vasıta aşktır. Aşk olmaksızın insanın bir şeye ulaşması güçtür. Sevgiye yaratılmıştır bütün alem, sevgiden yaratılmıştır. Sevmeseydi yaratmayacaktı. Muhtaç değildi ki… Hangi birimizin Allah’a bir katkısı var, hangi birimizin Allah’a bir faydası var?

Bu anlamda şimdi Allah için dediğimiz şeylerin hangisi Allah için, bunu söyleyebilir misiniz? Niyetimiz Allah için. Ama hakikatte o şey Allah için mi? Allah’ın ona bir ihtiyacı var mı? Allahu Teala’nın bir şeyini arttırıyor mu, O’na bir katkı sağlıyor mu? Yok. Allah içinden kasıt ne? O’na duyduğumuz muhabbetten yapıyoruz. O’na ulaşsın, O’na kavuşsun diye değil, biz O’nu seviyoruz, o sevgimizden dolayı O da bizi sevsin diye namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, zikir yapıyoruz. Biz bunlara “Allah için” diyoruz. Bu bizim zannımız. Yoksa yapıp ettiklerimizin Allah’a bir katkısı yok. Bunu adım gibi biliyorum. Benim namazımın Allah’a bir katkısı yok. Benim sevgimden, sevgi ile yaptığım şeyden hoşlanıyor.

Misal çocuğu olanlar, evde iki, üç, beş yaşında küçük çocuğunuzu düşünün… Çocuğun yaptığı şeylerin size bir katkısı var mı? Yok, ama size müthiş bir keyif veriyor. O gelse konuşsa, bir hareket yapsa, oynasa keyif veriyor size. Hatta o hareketlerini yaparken yanlış bir şey de yapsa o arada misal bardağı kırsa, çayı devirse kızamıyorsunuz. Niye? Muhabbetle yaptı. Çocuk, oynarken çayı döktü. Bu bile size bir zevk, şevk veriyor.

Kulun yaptıkları Cenabı Hakk’a karşı böyle, o çocuğun yaptıkları gibi…

Yanlış söylediği bir kelime, harfleri söyleyememesi o kadar hoşunuza gidiyor ki iki de bir çağırtıp ona söyletiyorsunuz. Yarım yamalak söylemesi, yanlış söylemesi o kadar size keyif veriyor, kulağınıza hoş geliyor, gönlümüze ılgıt ılgıt akıyor. O yarım ağızla misal bir Kur’an okusun, ayetleri belki yanlış okuyor ama size bir keyif veriyor; sanırsınız Abdussamed okumuş.

Sevgiyle, muhabbetle yapılan şeyler de Cenabı Hakk’a böyle keyif veriyor, hoşuna gidiyor. Dolayısıyla da o arada yaptığın yanlışlara da bakmıyor. O çocuğun yanlışı gibi görüyor. Ciddi bir şey değilse ona bakmıyor.

Ama sevgisiz olan şeylerde kasıt aranıyor. Çünkü sevgi yoksa iddia var. İddia, bir şeyde iddialı olmak ciddi bir şey… O zaman ispat isteniyor. Tamamı isteniyor, en ince ayrıntısı isteniyor, isteniyor da isteniyor...

İslam fıkhı belli… Mesela âmâ birinin imameti fıkha göre mahsurludur. Niye, âmâ olduğundan dolayı temizliğe riayet edemez. Necasetten salim olamaz, görmüyor. Görmediğinden dolayı belki belli vazifeleri tam yapamayabilir. Bu bizim fıkhımız...

Peygamberin fıkhına bakıyoruz, Peygamber savaşa, sefere giderken Medine’de âmâ birini imam bırakıyor, ümmeti ona teslim ediyor. İbn Ümmü Mektum… Niye, namaz kıldırabilecek başka biri yok muymuş, gözü gören biri yok muymuş?.. Var, ama onu bırakıyor Peygamber… İmam o… Sevgi var İbn Ümmü Mektum’da. Hakk’a sevgi var, ümmete şefkat var. Bu yüzden Peygamber çok da bakmıyor temizmiş, değilmiş; gönlünün temizliğine bakıyor. Gönlündeki saffete bakıyor. Belki çok daha tırıntaz olan sahabeler var, belki kıraati Hazreti İbn Ümmü Mektum’dan çok daha mükemmel olanlar var ama onu tercih ediyor. Onun sevgisini tercih ediyor.

Geçen bir yerde gördüm, bu da bir sevgi emaresi olduğu için çok hoşuma gitti, duygulandım: Osmanlı bütün Selatin camilerde ikinci müezzinlerini âmâlardan tutmuş. Peygamberin sünnetine ittiba… Yakın tarihe kadar da bu böyle devam ediyormuş, sonradan kaldırmışlar.

Sarayda da harem ağaları zenci… Efendimizin hanei saadetinde haremağası Bilali Habeşi (radiyallahu anh) idi… Kadınlar bölümüyle, annelerimizle o ilgileniyor. O zenci olduğu için saraydakiler de Habeşli, zenci… Peygamberin sünnetine ittiba...

Sevgi… Peygamber’e muhabbet… O’na ait olan şeylerin devam ettiril-mesi… Görülmeyen meseleler bunlar ama bunlar müthiş bir güç, müthiş bir manevi destek…

Şimdi me-selenin bu cephesini bilmesek ne mantık canım niye ikinci müezzinler âmâ-lardan alınıyor diye hemen itiraz edeceğiz. Karşıt görüşler söyleyeceğiz. Ama meseleyi bilince, Peygamberimizin müezzininden, İbn Ümmü Mektum’dan dolayı ikinci müezzinler âmâ, akan sular duruyor, bir şey diyemiyoruz. Niye canım Habeşli birini alsınlar Osmanlı sarayına diye itiraz edeceğiz, Bilali Habeş’ten dolayı bir şey diyemiyoruz. Sevgi önümüze çıkıyor bütün zulümatı dağıtıyor, bütün muhalefeti ortadan kaldırıyor.

Allah bizi sevgiden mahrum bırakmasın. Sevgide nasibi olmayanın başka bir şeyde nasibi yok, buyursun hangi kapıyı çalarsa çalsın. Eğer bir insanın sevgide nasibi yoksa, sevmeyi bilemiyorsa neyi bilir bilsin...

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort