JoomlaLock.com All4Share.net

NASIL NAMAZ KILIYORUZ?

Nasıl Namaz Kılıyoruz - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 119 - Kasım 2017

 

Nasıl Namaz Kılıyoruz

 

Geçmiş zamanlarda Sultanahmet civarındayım, bir yere gidiyorum. Birisi beni böyle sakallı görünce durdurdu. Baktım Arap kıyafetleri içinde Arap bir insan. Bana önce İngilizce bilip bilmediğimi sordu, İngilizce bilmiyorum, dedim. Arapça biliyor musun dedi, çat pat biliyorum dedim. Ayasofya, Sultanahmet Cami, Topkapı Sarayı nerelerde, bunların yerlerini bana gösterebilir misin, deyince anladım ki bu bir turist, oraları ziyaret edecek… Nerelisin diye sordum ona, Suriyeliyim dedi. Suriyeliyim deyince daha da sıcak geldi bana, hemen sınır komşumuz… Orada bir banka oturduk. Dedim ki ben size arkadaş/yardımcı olabilirim, buraları size gezdirebilirim. Öyle deyince bu sefer bana dedi ki siz namaz kılıyor musunuz, namaz kılanlardan mısınız? Dedim ki ben size yardımcı olacağım müzeleri, camileri göstereceğim. Bunun benim namaz kılmamla kılmamamla nasıl bir alakası, bağı var? Dedi ki siz bana arkadaşlık teklif ettiniz, dediniz ki arkadaş olalım; arkadaş arkadaşın dini üzeredir, Allah Rasulü böyle buyuruyor, bu hadisi şerif. Ben de o yüzden soruyorum ki namazınız var mı? Madem arkadaş olacağız sen samimi bir Müslüman mısın, sen namaz kılıyor musun? Sende namaz yoksa beni etkileyebilirsin, senin halin bana bulaşabilir… 

Çok duygulandım… Dedim ki ben ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum, böyle bir şeyi soranı ilk defa görüyorum. Allah kabul ederse namaz kılmaya çalışıyorum, sen de dua et, inşaallah devamlı olsun. Neyse onunla ahbap olduk. Suriye’de bir lisede edebiyat öğretmeniymiş ama oldukça dinine düşkün, dinibütün bir insan, ciddi bir İslami eğitim görmüş. Bir arkadaşımı aradım arabasıyla geldi, buna yardımcı olduk, dolaştırdık. Namaz vakitlerinde farklı bir camide namaz kılıyoruz… O da bizi sevdi... 

Hadisenin üstünden yaklaşık otuz, otuz beş sene geçti, o sorusunu unutmadık. İlk tanıştığı kişiye arkadaş olabilmek için “Sen namaz kılanlardan mısın?” dedi. Yani o cesareti de hoşuma gitti. Türkiye’ye ilk gelen bir insan ama arkadaş olacağı kişiyi seçmeye çalışıyor. İstiyor ki Müslümanlardan olsun…

Sual: Efendim, bizim çevremizde de Müslüman olduğu halde namazlarını aksatan, kılmayan kişiler var. Bunları da dışlamak uygun bir davranış olmasa gerek, değil mi?

Cevap: Elbette. Belli haller müstesna insanın insanı dışlaması kadar çirkin bir şey olmaz. Her insanın eksikleri, noksanları olabilir. Cenabı Peygamberimiz buyuruyor ki: “İki mümin iki el gibidir. Birbirini yıkar.” Sağ el sol eli, sol el sağ eli yıkar. Yani yıkamadan maksat, birbirlerini temizlerler. Birbirlerindeki eksikliği, yanlışlığı, bozukluğu giderirler. Müminler birbirlerine böyledirler. O yüzden dışlamak uygun bir şey değildir. 

İnsanın dünyadaki yaşantısının temel ögelerinden birisi de budur; kazanmak. Mesela siz niçin bu üniversite branşını okumuşsunuz; kendinizce hayatınızla ilgili bir hesap yapmışsınız, ben bu branşı okursam şöyle şöyle iş kurarım, böyle böyle bir yere girerim, böyle bir kazancım olur, demişsiniz. Yani hayatta bütün planlarınız kazanma üzerinedir; felsefe budur. 

Din için de bu böyledir. İnsanlar arasındaki ilişki de gerek bu ilişkiler İslami ilişkiler olsun, gerekse batıl ilişkiler olsun. Yani bir sosyalistle de arkadaş olsan onun sana yaklaşımı seni kazanmak üzeredir: “Ben bunu sosyalist, komünist yapabilir miyim?” Bir PKK’lı ile tanışsan onun bütün arzusu seni PKK’ya kazanmaktır ki batıl bir dava… 

Kaldı ki bir Müslüman bunu herkesten daha ziyade düşünmelidir. Yani ben bu kardeşimi İslam’a kazandırabilir miyim, namaza alıştırabilir miyim? Ahlakını güzelleştirebilir miyim? Bunun hayatında belli çirkinlikler varsa -afedersiniz- içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu varsa onu bunlardan uzaklaştırabilir miyim? İnsanlığa, topluma, kendi ailesine, kendisine faydalı bir hale getirebilir miyim?.. İşte kazanma duygusu budur. Bu duygu her Müslüman’ın içinde vardır. O yüzden kimseyi dışlamamalıdır. 

Misal bir ağaca bakım yaparsın, ilgilenirsin, çapalarsın, sularsın, gübrelersin ama bir türlü meyve vermez. Umduğunu bulamazsın. Belki ağaç olarak miadını doldurmuştur, kurumuştur. Ne yaparsın o zaman, onu keser taze bir fidan dikersin. Şimdi bir insana da emek verip arkadaşlık yapıp eğer onu faydalı bir hale getiremezsen; sen ondan zarar görüyorsan o zaman ilişkini bitirirsin. Sen ondan uzaklaşırsın, ne halin varsa gör dersin. Ama bu belli bir gayretin, belli bir emeğin neticesi olur. 

Yoksa sırf bu adam namaz kılmıyor diye onu dışlamak uygun olmaz. Böyle olsa bugün Müslüman toplumlarda belki nice insanlar o toplumun içinde olmayabilirlerdi. Çünkü hepimiz böyle çekirdekten namaza başlamış insanlar değiliz. Hepimiz sonradan belki bir arkadaş vesilesiyle namaza alıştırılmışız, davet edilmişiz, bizi böyle meclislere götürmüşler, bu sohbetlere gele gide temiz insanlarla arkadaşlık yapmışız. O insanlardan gerçekten dürüstlük, adalet, doğruluk, vefakârlık, fedakârlık görmüşüz, cezbetmiş bizi bu; demişiz ki insanlık bu, Müslümanlık bu. Ben de böyle olayım... Allah’ın da hidayeti, yardımı olmuş bakmışız ki namaza başlamışız, temiz bir insan, topluma faydalı bir insan olmuşuz. Her birimiz belki böyle kazanılmışız. 

Belki ailemizden de çok fazla bir şey görmedik. Hatta böyle olduk diye belki ailelerimizle mücadele etmek zorunda kaldık. Ailelerimiz de çok fazla Müslüman olmamızı istemediler çünkü toplumumuzda bazen İslam yanlış anlaşılmış. Hele hele Türkiye’de son yaşanılan 15 Temmuz hadisesinden sonra bu olaylar Müslümanları bir fikir istifhamına itmiş. İslam’a biraz soğuk bakıyorlar. Acaba bunlar bir örgüt mü? Bunlar bir çete mi, bunlar devleti mi ele geçirecekler? Samimi bir Müslümanın böyle bir derdi yok, samimi bir Müslümanın tek gayesi vardır: Muhabbetullah ve marifetullah…

Sual: Hocam, Müslümanın bütün meselesi şeriatın hükümran olmasını sağlamak olmamalı mı?

Cevap: Bütün mesele bizde. Böyle bir şeyi arzulamak güzel de arzu ile olabilecek bir şey değil. Misal şurada gördüğün binayı yok say, burada hepimiz ellerimizi açsak, Allah’tan temenni etsek, dua etsek şöyle bir bina olsun diye Allah’ın kudretinden eksik değil, Allahu Teâlâ yapar ama yapmaz, adeti değil. Biz istek ile dua ile böyle bir bina yapamayız. 

Biz nasıl dua etmeliyiz? Önce bu binanın malzemesini almalıyız. Demirini, çimentosunu, kumunu, tuğlasını… buraya getirmeliyiz. Sonra kolları sıvamalı işe girişmeliyiz. Temelini kazmalıyız, vesaire bir gayret, bir çaba içersine girip sonra ellerimizi açmalıyız. O’na dua etmeliyiz. Ya Rabbi biz senin rızan için böyle bir bina yapmak istiyoruz. Biz bunu misal cami yapacağız, medrese yapacağız, Kur’an kursu yapacağız, fakirlere aşevi yapacağız, öğrencilere yurt yapacağız… Hayır üzere bir bina yapacağız, bunun için bir gayrete giriştik, Ya Rabbi sen bizi muvaffak eyle, sen bize yardım eyle. 

Bu çalışma ile birlikte bu dua bütünleşirse inşaallah kısa zamanda bir bina oluşur yoksa olmaz, Allah’ın âdetinde yok. 

Şimdi belki bütün Müslümanlar adaletli, hakkaniyetli, eşitliğe riayet edilen, kul hakkının yenmediği, kimseye zulmedilmediği, faizin, fuhşun olmadığı bir ortam, bir sistem istiyor. Bu istek güzel ama bir de düşünelim ki biz böyle bir sisteme ne kadar layığız. Bizim hal hareketimiz, amelimiz, durumumuz, konumumuz bunu taşıyabilecek seviyede mi? Halk arasında bir söz vardır: Allah dağına göre kar verir, derler. Dağın yüksekliğine göre kar yağar. Misal Ağrı Dağı’na yağan kar ile Palandöken’e yağan kar bir değildir. İrtifa, yükseklik farklı olduğu için kar da farklıdır. Ağrı Dağı’nda misal beş metre kar yağıyordur, Palandöken’e iki metre yağıyordur. 

Öncelikle biz İslam’ı, o istediğimiz sistemi özümüze getireceğiz. Nefsimizde tatbik edeceğiz, sonra evimizde onu tatbik edeceğiz. Evimizde adaletli olacağız, hakkaniyetli olacağız, çoluk çocuğumuza zulmetmeyeceğiz, eşitlik ilkesine riayet edeceğiz. Evde onu yaşayacağız geliştireceğiz, model oluşturacağız. Sonra onu yakınımızdakine, yanımızdakine paylaşacağız, anlatacağız bak böyle yapalım, böyle yaşayalım. Derken Cenabı Hak da bizim samimiyetimize inanır, güvenirse bize hayırlı sahipler gönderecek, istediğin o sistem o zaman oluşacak. İçinde/yaşantında oluştuğunda… Yoksa Hazreti Ömer’in güzel bir sözü vardır, hiç kimseye gökten altın gümüş yağmaz, der. Gökten böyle bir sistem gelmez, gönüllerden gelir bu sistem. 

Bedeli pahalı olur. Mesela sen elmas bir gerdanlığa talip isen ona göre bir bedel hazırlamak durumundasın. Bijuterinin fiyatı farklıdır, bir elmas kolyenin fiyatı farklıdır. Bijuteri de var, elmasa benzetiyorlar ama o kıymetli bir şeyse nadirattansa, çok az bulunan, ender bulunan bir şey ise onun bedeli ona göredir. 

İslam’ın bedeli pahalıdır. Mesela namaz kılmak pahalı bir şeydir, bunun için herkes kılamıyor, bedelini veremediği için. Namaz kılmak pahalı bir şeydir fedakârlık ister, özveri ister, itina ister, iç dış temizlik ister… O yüzden herkes kılamıyor. O kadar çok istenilen şeyler var ki. 

Zahiren, fıkıh kitaplarında namazın içinde ve dışında meseleler vardır, bunlar on ikidir. Namaza hazırlıktır bunlar; altısı namazın dışındadır yani namaza durmadan, başlamadan evvel yapmamız gereken altı şık vardır. Bir de namaz içinde, namaz kılarken yapacağımız altı şart vardır. Bunların toplamı on ikidir. Bu on iki şeyle namaza girilir. Ama buna adeta özet olarak on iki demişler. Her bir mesele kendi içinde bine ayrılır; on iki bin meseledir. Kamil anlamda bir namaz kılabilmek için yer geldi mi o on iki bin meseleye riayet gerekir, namazın tam bir namaz olması için.

Her bir meseleyi altın gibi düşünsen, ki altından kıymetlidir, bir namaz kılabilmek için on iki bin altın vermen gerekir, öyle düşün. On iki bin altını ortaya koyacaksın ki bir namaz kılasın. Bu yüzden diyorum namaz pahalı veya diğer bütün ibadetler buna örnektir. 

Abdest pahalıdır, herkes o yüzden onu alamıyor, özen göstermiyor. Adam bir tek cuma namazına gidiyorsa cuma günü abdest alıyor. Bayram namazına gidiyorsa sadece bayram namazında abdest alıyor, çok pahalı. 

Gençsiniz, Allah muvaffak kılsın, önünüzü açsın; nice yaşlılarımız var yaşı atmışa, yetmişe gelmiş hala alnı secdeye gelmemiş, hala namaz kılmamış… İnsan üzülüyor… 

Bir insan tek başına top oynayamaz. Sporu seven bir insan şu alanda tek başına maç yapmaya kalksa, topu ayağına alsa dolandırsa bir iki dolandırır sıkılır. Arkadaş lazım ki onunla yarışsın birbirine çalım atsın o topu onun ayağından, öbürü diğerinin ayağından kaçırsın; bir kale olsun ki yaptıklarına netice olsun, gol atabilsin… Basit bir oyun bir eğlence arkadaşlarla güzel, onlarla tadı çıkıyor. 

Sen tek başına bir orta oyunu oynasan tiyatro yapsan, tek kişilik yapsan ama seni seyreden hiç kimse olmasa, takdir edecek, alkışlayacak, tebrik edecek kimse olmasa yaptığının bir anlamı olmaz, sıkılırsın bir daha oynamazsın. Kime oynayacaksın? Her şey o toplulukla yani o iş için bir araya gelen insanlarla güzel.

Şimdi biz de kendimizde namazda devamlılık istiyorsak namazda huzur, huşu istiyorsak namazdan bir karşılık bekliyorsak namaz kılan bir toplulukla iç içe olacağız, oyunu kuralına göre oynayacağız. Namazlı insanlarla, Müslüman insanlarla, temiz insanlarla bir arada olup birbirimizden adeta akü misali enerji alacağız. 

Misal arkadaşımız sizi davet etmiş, belki tek olsaydınız düşünebilirdiniz “nasıl bir yer gidilir mi, gidilmez mi; gideyim mi, gitmeyeyim mi…” Ama yanında tanıdığın ikinci bir arkadaşının olması size bir cesaret vermiş; o gidiyor, ben de gideyim, ondan bir cesaret almışsınız bir güven oluşmuş. 

Namaz kılan topluluk da böyle… Birbirimize bir güven vermişiz, birbirimize destek olmuşuz. Bunun için müslümanın müslümana ciddi ihtiyacı var... 

Birkaç günden beri sohbetlerin seyri öyle gelişiyor: Namaz ve kulluk/ibadet gibi konular üstünde paylaşımlar oluyor. Şimdi burada arkadaşların vesilesiyle yine bu konu üzerine mevzu oldu. 

Şunu anlıyoruz ki Cenabı Hak bizden kendi Zatını, dolayısıyla kendi emrini, O’nunla bizim aramızı hoş tutacak meseleleri sürekli gündemimizde tutmamızı istiyor. Neye yoğunlaşırsak yoğunlaşalım ne ile meşgul olursak olalım bu, temelde bizim değişmeyen gündemimiz olmalı: Allah’a kulluk; Allah için yaşamak, Allah için olmak… İnsan bunu gerçekten hayatına yerleştirebilirse Bediüzzaman’ın da ifadesiyle o zaman dakikaları bereket anlamında günler hükmüne, günleri haftalar hükmüne, haftaları ay, ayları sanki yıl hükmüne geçecektir. Yani bir yıl içinde yapılabilecek şeyleri Allahu Teala ona kolaylaştıracak bir ay içinde muvaffak olacak. Ay içinde yapılacak şeyi belki gün içinde yapabilecek. Allah önünü açacak, geniş imkânlar verecek, elinden tutacak. O’nun nusretiyle işler kolay olacak. 

Ne zaman? 

Ne zaman o kişi Allah için alır, Allah için verir, Allah için oturur, O’nun için kalkar, O’nun için konuşur, bakar… Her ne yapıyorsa gayesi Allah olursa o zaman hayatta bir bereketlenme, kıymetlenme oluyor. Her şey asli değerini buluyor. Sanki her eşya dile gelip lisanı haliyle size kendini takdim ediyor, kendini anlatıyor. Niçin var olduğunu anlatıyor. Misal bardağa nazar ediyorsunuz, bardak size konuşuyor. İçindeki çaya nazar ediyorsunuz, çayı tefekkür ediyorsunuz çay size konuşuyor. Niçin olduğunu, ne olduğunu, nelere faydalı olduğunu söylüyor. Söyleyen o değil, Hak gönlünüze ilham ediyor. Ona ait bilgileri lütfediyor Cenabı Hak. Sanki gönülde bir hikmet kitabı açılıyor. O kitabın sayfalarını Cenabı Hak lütfuyla size okuyor, okutuyor. O zaman kolay oluyor. Bilinen bir şeyi yapmak kolaydır. Biz şimdi bir dakika sonra ne olacak bilemiyoruz onun için endişemiz var bir dakika sonrasından… Endişemizin temelinde bilememek var, bilsek endişeli olamayacağız, rahat olacağız. Tevekkül edeceğiz, teslimiyet göstereceğiz. Misal belki bizim için çok hayırlı bir şey olacak; bilsek bunu biz de katkı sağlayacağız, bir an oluşsun diye. Ama bilemeyince hep tedirginiz, belki hep temkinliyiz, tedbirliyiz, endişeliyiz, kaçar bir durumdayız. Başıma ne gelecek acaba, ne olacak acaba? Ama gündemimiz Mevla olursa bu endişe kalkıyor, endişeye mahal kalmıyor. Çünkü O bize buyuruyor ki: “Korkmayın, üzülmeyin, endişelenmeyin, Biz sizinleyiz!” Biz sizinleyiz… Bitti. O’nun bizimle olduğunu hissedebiliyorsak ve bunu inanca dönüştürebiliyorsak sorun yok. Bizim Karadenizlilerin öyle sözü vardır; dünya yansa yıkılsa filancanın bir bağ otluğu yanmaz, derler. Niye, endişesi yok, tevekkül sahibi. İnsan o zaman öyle oluyor. 

Allahu Teâlâ’yı sürekli gündemimizde tutmak durumundayız. Yani tabir bulamıyorum… Cenabı Hak günlük hayatımızın şeref konuğu olmalı, hayatımızın baş tacı olmalı. Hayatımızın tamamını, niyette, O’na vakfetmeliyiz. Ya Rabbi alıp verdiğim her nefesi sana vakfediyorum, senin için Ya Rabbi! Bu minval üzere alışverişini de yap, ticaretini de yap, ziraatını yap, zanaatını yap; hayatta meşru olan, yapılması gereken ne gibi güzellikler varsa bunları yap ama Hak’la birlikte yap. 

Bizim oralarda derler ki “El eliyle yılana tutma, yılana bile yazıktır.” Ağyar eliyle, yabancılık hissiyle yılana bile dokunma yılana yazık olur. Ağyar kim: Nefis. Yabancı kim: Dünya. Nefsin eliyle, nefsin arzusuyla isteğiyle nefsin güdümüyle yönlendirmesiyle neye yönelirsen yönel ona yazık olur, onu murdar edersin. 

Bir hadisi şerifte: “Müminden artan mümine şifadır.” buyuruyor Rasuli Kibriya. Benim dikkatimi çekmiştir bu hadisi şerif. İnsandan artan insana şifadır, buyurmamış Cenabı Peygamber; müminden artan mümine şifadır, buyurmuş. Diyelim şu çaydan bir arkadaşımız içti dibinde bıraktı, onu alsan “Bismillahirrahmanirrahim” deyip şifa niyetine, Allah Rasulü’nün bu müjdesine uymak için o niyetle içsen şifa bulursun Allah’ın izniyle. Ama bunun müminden artmış olması lazımdır. 

Tanımadığın birinden artmış, o zehir olabilir. Niye, içerken o Bismillah dememiş olabilir. Allah’ın ismini anmamış olabilir. Allah’ın ismi anılmadan kesilen et haramdır, yenmez. 

Müminden artan şifadır… 

Bu hadisten ben şunu anlıyorum: İnsanın bütün hayatı böyle… Allah adına, Allah için değil de nefsiyle neye yönelirse; su içse onu murdar eder, o su murdar olur içilmez bir daha. Hâlbuki mümin artığı şifa… Ekmeğe dokunsa onu murdar eder. Besmelesiz dokunsa “Bismillah” demese, o ekmeği yerken Rezzakulalem olarak Hazreti Allah’ı düşünmese bu Allahımın ikram ettiği, ihsan ettiği bir rızıktır, bunun sahibi Allah’tır diye düşünmese yediği ekmek murdar olur ve onu zehirler. Ondan artsa, sen de yesen seni de zehirler. 

Hrıstiyan papazlar bir gün Cenabı Peygamber’e misafir oldular… O esnada da Efendimiz yemek yiyorlar… Onlar gelince Efendimiz şefkat Peygamberi, merhamet Peygamberi, Kâinat Güneşi, onları sofraya davet etti, onlar da oturdular Efendimiz’in sofrasına. Hazreti Enes b. Malik hizmet ediyor; getiriyor, götürüyor genç bir delikanlı. Bir an düşündü bunlar Hristiyan, ondan da öte müşrik. Allahu Teâlâ sure-i Tevbe’de buyuruyor ki: “Müşrikler necistir, pistir!” Bunlar pis. Bunlar Hazreti Peygamber’in yemeğine, ekmeğine tutacaklar, onu pis edecekler, berbat edecekler. Hemen gitti içeriden bugünkü çatala benzer bir şey yaptı. Şu Çinlilerin yemek yediği çubukları düşünün, öyle çatala benzer bir şeyler yaptı getirdi bunlara ikram etti… Eliniz kirlenmesin, siz bunlarla yiyin dedi. Onlar bunu bir jest kabul ettiler, onla yemeğe başladılar. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) bıyık altı tebessüm ediyor, keyifleniyor… Onlar yediler, konuştular, soruları ne ise sordular kalkıp gittiler. 

Efendimiz Hazreti Enes’e sordu ki: 

Ya Enes niye böyle yaptın? 

Ya Rasulallah ayet birden kalbime geldi. Allah’ımız buyuruyor ki; onlar pis, necis. Şimdi onlar necis elleriyle sizin yemeğinize dokunacaklar onu da pis edecekler. Gönlüm razı olmadı ki siz pis bir şey yiyesiniz size layık değil Ya Rasulallah. Onlar dokunmasın diye böyle yaptım. “Müminin ferasetinden korkun o Allah’ın nuruyla bakar.” Efendimiz bu feraseti takdir buyurdu, çatal sünnet oldu. Kaşık bidattir arkadaşlar, Sultanulenbiya kaşık kullanmamıştır ama çatal sünnettir, takriri sünnettir; beğenmiş, tasvip etmiş.

Şimdi mümin bu zaviyeden adeta hayata bakmalıdır. Enes b. Malik’in penceresinden, zaviyesinden bakmalı. Nefsin eliyle dokunduğu her şey necistir, kötüdür. Mademki Allahu Teâlâ buyuruyor: “Nefisleriniz kötüdür, kötülüğü emreder, sizi kötülüğe sevk eder” öyleyse o nefsin arzusuyla yönelinen her şey kötüdür. Bakın nefis seni ibadete teşvik etse dese ki kalk namaz kıl, riyadır o namaz. Nefsin dese oruç tut, bu riyadır… Nefsin yöneldiği şey temiz değil, namaza teşvik etse seni o namaza karşı dikkatli ol. Seni zikre teşvik etse o zikre karşı dikkatli ol, çünkü kaynağı membaı önemli. Gelen duygu Rahmani mi, Rahman tarafından mı ilham ediliyor; şeytani mi, şeytanın vesvesesi mi?

Sual: Hocam, Allah’a şükür nafile namazlar kılabiliyoruz. Bu isteğin nefsin teşviki ile mi geldiğini kul nasıl anlar? Kılmaya devam edelim mi?

Cevap: Devam et, inşaallah Allah kabul etsin. Ama nafile namazını kılarken bak içinde şöyle bir arzu, duygu var mı: Acaba beni gören, bana bakan, beni takip eden var mı? Görüldüğünde hoşuna gidiyorsa, sen namaz kıldığında seni takip edenlerin, izleyenlerin olmasından bir hoşnutluk duyuyorsan sen o namazı onlara kılıyorsun. 

İçimizdeki duygular önemli… Eğer birilerinin bizi görmesinden hoşlanıyorsak, görsün diye istiyorsak, onlardan bir takdir bekliyorsak, “bir aferin derler, takdir ederler, maşaallah derler, takdir ederler…” böyle beklentiler varsa bilelim ki nefsimizin o yaptığımız şeyde tuzu biberi var. O zaman onu yapmayalım onu erteleyelim gidip kimsenin olmadığı tenha bir yerde yapalım.

Sual: Bazen de içimizden ibadet yapmak gelmiyor fakat biz kendimizi o ibadeti yapmak için zorluyoruz. Bu durumda nasıl hareket etmeliyiz?

Cevap: İçinden gelmiyor ama sen kendini zorluyorsun, o güzel, ona devam et. O zorlama ile nefsin gücünü kırarsın. Allah’ın yardımıyla o savaşı nefis kaybeder inşaallah. Zorlansan da devam et, bırakma. İsteksiz olman önemli değil, onu değerlendirecek olan Cenabı Hak’tır. Sen meselenin o yönüne girme. Bil ki o isteksizlik nefisten geliyor. Nefis orada tırnağını dikiyor. Yapma diyor sana, bak daha başka bir şey yapabilirsin diyor. 

Mesela bazı ibadetler vardır ki halk gördüğünde takdir eder, o ibadetleri yapmayı ister nefis. Ama bazı ibadetler vardır ki mesela onu istemez, onu sana yaptırmaz. 

Mesela desen ki ben nafile oruç tutacağım, itiraz etmez. Her gittiğin yerde onu sana söyletir. Çay getirirler, sana ben oruçluyum dedirtir, reklam var; bu oruca itiraz etmez. Ama nefsine de ki ben gece, kimse yokken, sessiz sakin odamda kalkıp namaz kılacağım, nefis seni gece kaldırmaz, o namaza itiraz eder.

Sual: Bazen sabah namazına giderken içimizde korku oluyor?

Cevap: Kendini yalnız hissetme. O yalnızlıktan korku gelir. Allah benimle diye düşün yürü yoluna, fayda ve zarar yalnız Allah’tandır. Allah dilemedikçe hiçbir şey sana zarar veremez. Dünyadaki bütün ordular, hepsi o sabah vakti senin üzerine gelse Allah dilemedikçe senin bir kılına zarar veremezler. Ama eğer Allah seni, tabiri caizse, gözden çıkarmışsa da seni Allah’a karşı koruyacak bir varlık yoktur. O orduların hepsi senin lehine olsa, senin için gelmiş olsa seni Allah’a karşı koruyamazlar. Nemrut’u Cenabı Hak bir sivrisinekle devirdi. O kadar orduları vardı, askerleri vardı ama koruyamadılar. Onun için fayda ve zarar Allah’tan…

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort