JoomlaLock.com All4Share.net

ZALİMLER VE ZULÜM HAKKINDA SÜNNETULLAH (ZULÜM KANUNU)*

1- Zulmün Lügat Anlamı:

Lisânu’l-Arab’ta:1 “Zulüm, bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Zulüm, haksızlık etmek ve haddi aşmak temeline dayanır. Hak sahiplerinin haklarına engel olanlara “zaleme” denir. Birbirlerine zulmettiler, demektir” denilmektedir.

El-Müfredât’ta:2 “Lügatçılara ve çoğu ilim erbâbına göre zulüm, bir şeyi eklemek veya eksiltmek yahut da yer ve zamanından değiştirmek suretiyle hususi yerinden başka bir yere koymaktır.” denilmektedir.

Firuzabâdî3 de “Zulüm, hakkı terk etmenin azında ve çoğunda kullanılır.” demektedir.

2- Zulmün Şer’î Anlamı:

Sahîh-i Buharî’nin şerhinde İmâm Askalânî (773/1371) şöyle demektedir: “Zulüm, bir şeyi meşru olan yerinden alıp başka bir yere koymaktır.”4

İmâm Aynî (762/1361) ise “Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Şer’î anlamı ise, meşru olan yerinden alıp bir başka yere koymaktır.”5 demektedir.

3- Zulüm Adâletin Zıddıdır:

Zulüm, adâletin karşıtıdır. Öyleyse adâlet nedir?

Lisânu’l-Arab’ta “Adâlet, zihinlere doğru ve dürüst diye yerleşen bir kelime olup sapmak kelimesinin karşıtıdır. Hâkim adâletle hükmettiğinde, denilir. Hak ile doğru hükmetmektir. İnsanların âdili, sözünden ve hükmünden râzı olunan kimsedir.”6 denilmiştir.

El-Müfredât’ta “Adâlet, benzerler arasında eşitliği sağlamaktır.” denilmektedir.7

İbnu’l-Esîr (606/1209) en-Nihâyesi’nde “Adalet, kişinin kendisiyle hevâ ve arzularına meyletmeyip hükmünden sapmadığı bir olgudur.”8 demektedir.

Firuzabâdî (476/1083) ise şöyle diyor: “Adâlet, zulmün zıddıdır. Hükmünde doğru davranana âdil denir.”9

Adâletin Tercih Edilen Tanımı:

Adâletin (ki zulmün karşıtı idi) ve zulmün tarifleri ışığında, adâleti, bir şeyi şer’î yerine bırakma, her şeyin yer, mertebe, hüküm ve teklif bakımından hakkını vermek şeklinde tanımlamak mümkündür.

4- Her Şeyde, Herkes İçin Zulmün Haram Oluşu:
Zulmün ve zulme yanaşmanın haramlığı hakkında Kur’ân’da ismiyle anılan birçok apaçık âyet mevcuttur. Ve bu, adâletin emredilmesi şeklindedir. Çünkü adâletle emretmek, zulümden nehyetmek demektir. Şu âyet, bu kabildendir: “Allâh adâleti emreder.” (Nahl/90)

Bu, mutlak bir emir olduğundan, her türlü adâletin herkes için emri söz konusudur. Şu halde kâfir olsun, zâlim olsun hiçbir kimseye zulüm câiz değildir. İbn Teymiyye (ö.728/1327) şöyle demektedir; “Bu sebeple adâlet, her şeyde ve herkese vacip bir emir olurken, zulüm de her şeyde ve herkese haram olmaktadır. Öyleyse, Müslüman olsun, kâfir olsun, zâlim olsun hiç kimseye zulmetmek helâl olmaz. Allâh (cc) buyuruyor ki: “Ey insanlar, Allâh için adâletle şâhidlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adâletten saptırmasın. Âdil davranın, takvâya yakışan budur.” (Mâide/8) “Şeneânu kavmin” demek, kâfir bir kavme olan buğzu, kızgınlığı demektir.”10

Yine İbn Teymiyye; “Çünkü adâlet, ki kitaplar ve peygamberler onunla gelmiştir, zulmün zıddıdır. Zulüm ise haramdır. Nitekim bir kudsî hadîsde, Peygamber (as), Rabbi’nden şöyle rivâyet ediyor; Ey kullarım! Zulmü Kendime haram kıldım. Aranızda da onu size haram kıldım, zulmetmeyiniz.”11

5- Zâlimin Tevbesi, Âhiret Azabını Kaldırır mı?

Bilindiği gibi zulüm günahtır. Zâlim, zulmünden tevbe etmezse, âhirette onunla cezâlanır. Fakat bir daha dönmemek üzere nasuh ve makbul bir tevbe edince, tevbesi zulmünün âhiretteki cezâsını düşürür. Ancak, zulmü haksız yere adam öldürmesi veya öldürmeksizin bedenine eziyet vermesi, yahut bir başkasının hakkını gasbetmesi gibi kul haklarıyla ilgili ise, tevbesi zulmünün âhiretteki cezâsını düşürür mü? İbn Teymiyye bu meseleyi şöyle ele alır; “Sırf tevbe Allâh hakkını, dolayısıyla azâbı düşürür. Mazlumun hakkını ise düşürmez. Tevbe edenin tevbesi ile mazlumun hakkı düşmez. Ancak, mazlumdan zulmen aldığının aynısını iade etmesi, tevbesinin makbul olmasını sağlar. Dünyada olmasa bile, âhirette mutlaka iade edecektir. Öyle ise, tevbe eden zâlime gereken, iyiliklerini öylesine artırmasıdır ki, mazlumların hakkı verildiğinde kendisi müflis (sermayesini yitirmiş) durumda kalmasın. Bununla birlikte Allâh (cc), dilediğinin, şirkten başka günahını affetmeyi dilemesi gibi, kendi katından mazluma vermeyi dilediği zaman buna kimse engel de olamaz.”12

6- Zâlimin Dünyada Cezâlandırılması:

Genelde zâlim -zulüm ve zâlimler hakkında sünnetullâh gereği- başkasına yaptığı zulmünden dolayı, daha dünyada iken cezâ görür. Buna, Ebû Dâvud’un (ö.275/888) rivâyet ettiği hadîs delil olmaktadır: “Allâh’ın, âhirete saklamakla birlikte, bağy ve sılâ-i rahm gibi daha dünyada iken sahibine cezâyı layık gördüğü hiçbir günah yoktur.”

Bu hadîsin şerhinde: “Allâh (cc), bağy, yani zulüm ve sultana karşı gelmek, bir de sılâ-i rahm, yani akrabalarla ilişkiyi kesmek gibi, hiçbir günahın cezâsını, âhirete ertelemekle birlikte, işleyene âcilen revâ görmemiştir.”13 denilmiştir.

Mazlumun duâsı da makbuldur. Buharî’nin (ö.256/870) İbni Abbâs’tan rivâyet ettiği hadîste, Hz. Peygamber’in (as) Yemen’e gönderirken Muaz b. Cebel’e şöyle dediği nakledilir: “...Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allâh (cc) arasında perde yoktur.”

Bu hadîsin Askalânî’ye (852/1448) ait şerhinde “Yani, mazlumun sana bedduâ etmemesi için zulümden kaçın. Öte yandan burada zulmün her türlüsünden sakındırma söz konusudur.” “Onunla Allâh arasında perde yoktur.” demek, yani o bedduaya engel olacak bir güç de yoktur, öyle ise mazlum, âsi de olsa, Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği hadîste olduğu gibi, duâsı makbuldur. Peygamber (as) buyruyor ki: “Günahkâr da olsa mazlumun duâsı makbuldur. Onun günahı kendine aittir.”14 Bu hadîsten şu hükmü çıkarmak mümkündür; mazlum, âdeta zulmedene bedduâ yapıyor ki, Allâh, dünyada ondan intikam alarak zâlime olan kinini söndürüp kalbine şifa versin. Allâh dilerse dünyada iken zâlimi cezâlandırmak suretiyle mazlumun duâsını kabul buyurur.

Bir Düzeltme ve Bir Açıklama:

Genelde zâlim daha dünyada iken zulmünün cezâsını görür, demiştik. Ancak “genelde” ifademizden anlaşıldığı gibi, her zâlim, daha dünyada iken hemen cezâlanır, şeklinde bir anlam çıkarılmaz. Çünkü, zâlime mühlet vermesi (imhâl) Allâh’ın bir sünnetidir. Onun cezalandırmayı ihmâl etmesi söz konusu değildir. Bazen onu dünyada cezâlandırma, bizim bilmediğimiz, ama Allâh’ın bildiği, istidraç (nimet vererek zaman tanımak istemesi) gibi bir hikmetten dolayıdır. Ya mazlum başkalarına zulmetmişti de, düştüğü durum onun zulmünün bir cezâsı olarak karşısına çıkmıştır. Ya da Allâh, zâlimin ileride düzelip samimî bir tevbe edeceğini ve kendine zulmedenden hakkını alacağını biliyor. Yahut  da cezâsının gecikmesine sebep olan başka hikmetlerden dolayı Allâh (cc) zâlime zaman tanıyor olabilir.

Allâh’ın hikmetini ve kulları hakkındaki sünnetlerinin herbirini bütün yönüyle kavramamız mümkün değildir. Ancak zulüm, naklettiğimiz hadîste olduğu gibi, zâlime cezânın tez gelmesini sağlar. Mazlumun, zulme uğrayanın duâsı müstecabtır ki o, çoğu defa kendisine zulmedene âcil bir intikam için beddua eder. Bütün bunlar, cezânın zâlime peşinen gelmesinin sebeplerindendir. Fakat sebeplerin de ötesinde, Allâh’ın kulları hakkındaki hikmeti, güçlü ve etkin dilemesi (meşîet) vardır.

7- Bir Zâlimi Diğer Bir Zâlimin Üzerine Salmak da Bir Cezâlandırma Biçimidir:

Allâh’ın, “Zulüm ve Zâlimler” hakkındaki bir diğer ilahî kuralı da fertleri birbirine zulmeden bir milletin başına, yaptıklarının bir cezâsı olarak, zâlim bir idâreciyi musallat etmesidir. Nitekim Yüce Mevlâ buyruyor ki; “İşte kazandıkları (günahları)ndan ötürü zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız.” (En’âm/129)

Bu âyetin tefsîrinde; “Bir kısım zâlimleri diğer bir kısmının üzerine salarız, o da onları zillet ve felâkete götürür. Bu, zâlimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden vaz geçmezse, Allâh ona diğer bir zâlimi musallat eder. Nefsine zulmeden zâlim, halkına zulmeden yönetici ve ticaretiyle insanlara zulmeden tüccâr gibi bütün zâlimler bu âyetin şümûlüne girmektedir.”15 denilmektedir.

İmâm er-Râzî (544/1149), bu âyetin tefsîrinde; “Âyet gösteriyor ki halk, ne zaman zâlim durumunda olurlarsa, Allâh (cc) onlara kendileri gibi başka bir zâlimi musallat eder. Bu zâlim idâreciden kurtulmak istedikleri zaman da zulmü terkederler.” demektedir.16

Âlûsî (1270/1853) de bu âyetin tefsîrinde şöyle demektedir; “Âyetten anlaşılmaktadır ki, yönetilenler zâlim olunca, Allâh (cc) kendileri gibi zâlim birini onlara musallat eder. Hadîste de zaten; “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.” buyrulmaktadır.17

8- Zâlimler Kurtulmazlar:

Allâh’ın “Zulüm ve Zâlimler” hakkındaki sünnetinden birisi de onların, âhirette kurtulamayacakları gibi dünyada da iflâh olmamalarıdır. Allâh (cc) şöyle buyruyor: “De ki: Ey kavmim, gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, Ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünya) yurdu(nu)n sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü görmezler!” (En’âm/135)

Bu, Allâh’ın elçisi Hz. Muhammed’e (sav) küfürlerinde ısrar eden kavmine âyette geçen sözleri söylemesini istediği hitaptır. Aynı zamanda korkunç bir tehdittir de.

Yani, doğru zannediyorsanız, yolunuzda, yerinizde öylece devam edin. Ben de yolumda  ve istikametimde devam etmekteyim. Bu dünyada iyi neticeler kiminmiş, ileride bileceksiniz. Elbette Resûlü’nün ve O’na tâbi olan inananlarındır. Nitekim Allâh (cc) va’detti, va’dîni yerine getirip Resûlü’nü kâfirlere karşı destekledi. Resûlü ve mü’minler için söz konusu olan iyi neticelerin de sebebine işâreten sünnetinin; “Zâlimler iflâh olmaz.” şeklinde olup mü’minlere muhalif olanların zâlim olacağını bildirdi. Zulüm, daha kapsamlı olduğundan küfrün yerine kullanıldı. Bu daha faydalıdır. Çünkü, zâlim kurtulamayacağına göre, zulüm çeşitlerinin en kötüsü olan küfrün mensubu kâfir nasıl kurtulur?
Haklar noktasında insanlara zulmedenleri kapsadığı gibi, Allâh’ın nimetlerine nankörlük ederek veya ulûhiyette O’na ortak koşarak nefislerine zulmedenler de “kurtulmayan zâlimler”in kapsamına girerler. Sünnet değişmez. O da, zâlimlerin iflâh olmayacakları, yardım görmeyecekleri ve arzularına kavuşacakları kanundur. Allâh’ın âdil sünnet ve âdeti gereği, zâlimler için kurtuluş söz konusu olmayınca, bunun hak ehli ve adâlet ehli olan peygamberler ve onlara uyan mü’minlere mahsus olduğu şu âyetlerde ifade edilmiştir;

“Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem de şahidlerin (şahidliğe) duracakları günde yardım ederiz.” (Gâfir/51)

“Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: Mutlaka kendilerine yardım edilecektir. Ve gâlip gelecek olanlar, mutlaka bizim ordumuzdur.” (Saffât/171-173).18

*Abdulkerim Zeydan’dan Tercüme
1 İbn Manzûr, age., c.15, s. 266.
2 el-İsfehânî, age., s. 315.
3 Fîrûzâbâdî, age., c. 4, s. 230.
4 Şerh-u Sahîh-i Buharî, c. 5, s. 95.
5 Aynî, Umdetü’l-Kaarî, c.12, s. 238.
6 Lisânu’l-Arab, c.13, s.156
7 el-İsfehanî, age., s. 325
8 İbnu’l-Esîr, age., c. 3, s. 189
9 Fîruzâbâdî, age., c. 4, s. 28
10 İbn Teymiye, age., c.1, s. 351-352.
11 age., c.1, s. 353.
12 age., c.1, s. 362. İbn Teymiye’nin “Mazlûmların hakkı verildiği zaman müflis durumda kalmasın” sözü, Buharî’nin Ebû Hureyre’den rivâyet ettiği şu hadîse işâret ediyor gibi: Resûlullâh (as) buyurdu ki; “Kim bir kardeşinden haksız olarak bir şey almışsa kıymetlenmeden aynı gün iâde etsin. Eğer iyi bir ameli varsa ondan haksızlık ettiği kadar alınır, yoksa kardeşinin günahından ona yüklenir.” Askalânî, Şerh-i Sahîh-i Buharî, c. 5, s.161.
13 Avnu’l-Ma’bûd, Şerh-i Sünen-i Ebî Davûd, c.13, s. 244.
14 el-Askalânî, age., c. 3, s. 357-360.
15 Tefsîr-i Kurtûbî, c.7, s. 85.
16 Tefsîr-i Râzî, c.13, s.194.
17 Tefsîr-i Âlûsî, c. 8, s. 27.
18 İbn Kesîr, age., c. 2, s.178-179; Âlûsî, age., c. 8, s. 31; Tefsîr-i Menâr, c. 8, s.119-120; Fîzilâl, c. 8, s.113
.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort