JoomlaLock.com All4Share.net

ZALİMLER VE ZULÜM HAKKINDA SÜNNETULLAH-2 (ZULÜM KANUNU)*

9- Milletlerin Kendi Zulümleriyle Helâk Olmaları:
Allâh’ın “Zulüm ve Zâlimler” hakkındaki bir sünneti de, milletlerin kendi zulümleriyle helâk olmalarıdır. Bu umumî sünnetin îzahı çerçevesinde Kur’ân’da pek çok âyet bulunmaktadır; “Böylece zulmeden milletin ardı kesildi.” (En’âm/45) “Zâlim toplumdan başkası mı helâk edilir?” (En’âm/47) “İnanmadıkları için sizden önceki nice nesilleri helâk etmişizdir.” (Yûnus/13)
Son âyette geçen sebep durumundaki “Lemmâ“ kelimesi, başka bir fiillin oluşmasından dolayı, fiilin meydana gelmiş olmasına delâlet eden zarfdir. Yani bu kelime, sebep durumundaki “zulm”ün meydana gelmesiyle geçmiş milletlerin yok olup gittiklerine delâlet etmektedir.

Zulüm iki çeşittir:
1- Kişilerin, günahları ve Allâh’ın itaatindan çıkmaları ve birbirlerine zulmetmeleri sebebiyle nefislerine zulümleri.
2- Halkının haklarını yok yere harcayan, onları, devamlılıktan uzak, sıkıntılı ve düşkün bir yaşantıya sürükleyen ve düşmanların istilâsına müsait konuma getiren idarecilerin zulmü.
Bu noktada Allâh’ın şu sözü ne kadar doğrudur;
“(Halkı) zulmeden nice şehri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka bir topluluk getirdik.” (Enbiyâ/11)1
İşte bu kanun milletler arasında sürekli ve kaçınılmaz bir sünnettir. Zulümleri sebebiyle yok olup gitmelerinin bir zamanı vardır. Bu zaman, durumlarının ve düşmanlarının (zayıf ve kuvvetli oluşları gibi) hallerinin değişmesiyle değişir. İşte bu, âyette işaret edilen ecelleridir; “Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri (ecelleri) gelince ne bir ân geri kalırlar, ne de ileri giderler.” (Yûnus/49)2

10- Zâlim Milletlerin Helâki için  Belli Bir Süre Vardır:
Zâlim milletlerin yok olması için belli bir ecel söz konusudur. Şöyle ki, zâlim milletlerin devamı belli bir süre ile sınırlıdır. Bu süre sona erince ecelleri gelmiş demektir. Tıpkı ömrünün müddeti bitip eceli geldiğinde insanın ölüp yok olması gibi. Bunu şöyle îzah etmek mümkündür: Bir millet içerisinde zulüm, insandaki hastalık gibidir. Hastalık, kendisi için takdir edilen sürenin bitiminden sonra hastanın ölümünü hızlandırır. Bu sürenin bitimiyle artık onun ölüm zamanı yaklaşmıştır. Aynı şekilde millet içerisinde zulüm, Allâh’ın ecel olarak bildirdiği muayyen sürenin bitmesiyle yıkıma, yok olmaya götüren yıkıcı tesir ve alâmetlerin meydana gelmesiyle o milletin helâkini hızlandırır. Yani Allâh’ın, milletlerin ecelleri için koymuş olduğu umumî sünnetinin gereği takdir ettiği müddet, o millette var olan adâlet gibi devam unsurları veya zamanla ortaya çıkan zulüm gibi bozulma ve yıkım âmillerine bağlıdır.
“Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri (ecelleri) gelince (onlar), ne bir ân geri kalırlar, ne de öne geçerler (tam vaktinde bitip giderler).” (A’râf/34)
Âlûsi (1270/1853) bu âyet hakkında şunları söylemektedir; “Yani, helâke uğramış her milletin bir eceli, köklerinin kazınması için konulmuş belli bir süreleri vardır.”3 Bu milletin helâki, muhakkak olsa da geliş zamanı bizim için mâlum değildir. Yani, yakînen biliyoruz ki, zâlim bir millet “Zulüm ve Zâlimler Hakkındaki Sünnetullâh” gereği kesin helâk olacaktır. Fakat yok oluşunun vaktini bilmemiz ve kavramamız mümkün değildir. Hiç kimse buna ne bir gün ne de bir yıl tâyin edemez. Bu, Allâh katında belli saatlerle sınırlanmıştır. Bu sebeple Allâh (cc) şöyle buyurmuştur; “Süreleri (ecelleri) gelince bir ne ân geri kalırlar ne de öne geçerler.” (A’râf/34)4

11- Sünnetullâh, Zâlim Milletlerin Helâki İçin de Geçerlidir:
Sünnetullâh, zâlim milletlerin helâki için de geçerli bir ilahî bir kanundur. Allâh (cc) şöyle buyurur; “(Yâ Muhammed!) Bu Sana anlattıklarımız, o şehirlerin  haberlerinden (başlarına gelen olaylardan)dır. Onlardan kimi hâlâ ayakta, kimi de biçilmiştir. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. Rabbi’nin emri geldiği zaman, Allâh’tan başka çağırdıkları tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamazdı ve onların ziyanların artırmaktan başka bir işe yaramadı! İşte Rabbin, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması, çok acı ve çok çetindir.” (Hûd/100-102)
Allâh (cc) “Biz onlara zulmetmedik.” buyuruyor. Helâk etmekle biz onlara zulmetmedik. Fakat yaptıkları sebebiyle nefislerine zulmederek helâk olup gittiler, demektir.
“İşte Rabbin, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar.” Yani, Allâh’ın azâbı geçmiş milletlere özgü değildir. Aksine, bütün zâlimleri cezâlandırma hususunda O’nun sünneti birdir. Kimsenin, helâkin sadece geçmiş zâlimlere mahsus olduğunu zannetmesi doğru değildir. Çünkü Allâh onların durumlarından hikâye ile buyruyor ki; “İşte Rabb’in, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar.” Anlaşılıyor ki, helâke götüren bu durumlarda geçmiş zâlimlere ortak olan herkes, aynı çetin azâba çarptırılmada da onlara ortak olacaktır. Âyet, zulmün vehâmetinden sakındıriyor. Öyle ise, zâlim kendine verilen mühlet ve tanınan süre ile aldanıp durmasın!5

12- Bir Devlet Küfr ile Devam Eder Ama Zulm ile Durmaz:
Allâh Teâlâ şöyle buyruyor: “Halkı ıslâh edici kimseler olsaydı, Rabbin, o şehirleri haksiz yere helâk edecek değildi.” (Hûd/117)
Kâfir bir devlet âdil olabilir. Yani, kanunları insanlara zulmetmediği gibi ne insanlar nefislerine, ne aralarında birbirlerine zulmetmezler. İşte bu devlet, küfrüne rağmen ayakta kalır. Çünkü, bir devleti yalnız küfrü sebebiyle helâk etmesi Allâh’ın sünnetinden değildir. Fakat devlet, küfrüne, insanların birbirine olan zulümlerini eklerse durum farklı olur. Bunu ilim erbâbı ve müfessirler söylemektedirler. İmâm er-Râzî (544/1149) tefsîrinde şunları söylemektedir; “Bu âyetteki zulümden maksat şirktir. Yani Yüce Mevlâ aralarındaki muamelelerinde islâh edici oldukları, bozgunculuktan uzak kalarak birbirlerine dürüst davrandıkları sürece yalnız şirkleri sebebiyle bir şehir halkını helâk etmez.”6
Kurtubî Tefsîri’nde ise şunlar yazılıdır: “Zulüm, şirk ve küfür demektir. Halkı ıslâh edici kimseler demek, yani aralarındaki hak alışverişlerinde ıslâh ediciler demektedir. Âyetin mânası şöyledir; Allâh, fesadı karıştırmadıkça, yalnız küfürleri sebebiyle onları helâk etmemiştir. Nitekim Şuayb’ın (as) kavmini ölçü ve tartıda hîle yapmaları, Lût kavmini de livata (eşcinsellik) gibi çirkef bir fiili işlemeleri sebebiyle helâk etmiştir.7

13- İbn Teymiyye’nin Zâlim Bir Devletin Helâki Hakkındaki  Sözü:
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye (662/1263) şöyle der: “İnsanların işleri, dünyada, günaha bulaşmayan haklar konusundaki zulümdense, ancak içinde bir takım günahların bulunduğu adâletle düzelir. Bunun için Allâh, kâfir de olsa, âdil devleti ayakta tutar ama Müslüman da olsa zâlim olanı berdevam etmez, denilmiştir. Yine dünya, adâlet ve küfürle devam eder ama zulüm ve İslâm’la devam etmez, denilmiştir. Adâlet, he şeyin ölçüsüdür. Dünya işlerinde adâlet icra edilirse, icra edenler kâfir oldukları için, âhirette mükâfat alamasalar da, o adâlet sâyesinde dünya ayakta kalır. Fakat adâlet icra edilmese dünya ayakta kalmaz. Halkın îmanı da olsa, adâleti uygulamaya koymadıkları için, îmanları âhirette onlara fayda sağlamayacaktır.”8

14- Kanunun Uygulamada İltimâs, Helâke Götürücü Zulümdür:
Kanunun, tüm insanlara aynı ölçüde ve kayırma olmadan tatbik edilmesi gönüllere rahatlık verir. Haklı olan zayıfta, kuvvetli olanın zulmünden emin olduğu kanaatini yerleştirir. Çünkü devlet, onun yanında mahkemelerinin adâlet ve ciddiyetle, herkese ve iltimassız tatbik ettiği kanunlarının temsilcisidir. Her kimin, devlet, kanunlarıyla yanındadır, o kimse, ne kadar güç, mevki ve yetki sahibi olsalar da, başkalarından daha güçlüdür.
Bu hal bozulup kanunlar herkese tatbik olunmayıp kayırmalar baş gösterince ve hele hâkim buna önayak olunca bu, devletin bizzat işlediği ve yardımcı olduğu veya susup engel olmadığı bir zulümdür. Devlet bizzat zulme sarılır ve onu örtbas ederse, artık o devlette helâk ve yok oluş sebebi baş göstermiştir. Zamanla yok olur gider. Bu, Resûlüllâh’ın (as) bizi sakındırdığı durumdur. Buharî ve Müslim’in Hz. Aişe’den rivâyet ettikleri bir hadîste şöyle denilmektedir: “Mahzum Kabilesi’ne mensup olan hırsız bir kadının durumu Kureyş’i fazlaca meşgul etmişti ki bu hırsızlık konusunda Resûlullâh’la kim konuşabilir, deyip duruyorlardı. Buna Resûlullah’ın sevdiği Üsame b. Zeyd ancak cesaret edebilir, dediler. O da konuyu açınca Resûlullah’ın yüzünün rengi değişti. Ve buyurdu ki; ‘Allâh’ın hududundan bir had (cezâ) konusunda benden şefaat mi bekliyorsun?’ Üsâme; ‘Estağfirullah, Yâ Resûlüllâh!’ dedi. Akşam olunca Resûlullah kalkıp hutbe okudu. Allâh’ı layıkı vechile sena ettikten sonra buyurdu ki; ‘İmdi, sizden öncekiler, ancak içlerinden soylu/aristokrat birinin hırsızlık yapması durumunda onu salıvermeleri, ama güçsüz birinin hırsızlık yapması durumunda da ona cezâ/had uygulamaları sebebiyle helâk oldular. Nefsimi kudret elinde bulundurana yemin olsun ki ben Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık etse elini keserim.’ Sonra emretti, o hırsızlık eden kadının eli kesildi.”9
Bu hadîsin şerhinde; “Bu hadîste, evlat da olsa, akraba da olsa, asilzâde de olsa gerekli kimselere haddi yerine getirmede iltimasın terkedilmesi gereği konu edilmektedir. Bu iş, bir hayli sıkı tutulmuş olup, hadîs, bu hususta ruhsat kullananı da kınamıştır.” denilmiştir.10

15- Devletin Zulüm Sebebiyle Helâk Olmasının Delili:
Hırsızlık eden kadın hakkında bahsi geçen hadîste Resûlullâh (as) buyuruyordu ki; “Sizden öncekiler, ancak içlerinden soylu birinin hırsızlık yapması durumunda onu salıvermeleri, ama güçsüz birinin hırsızlık yapması durumunda da ona had uygulamaları sebebiyle helâk oldular.”
Kanunun tatbikinde iltimas, devletin bizzat yaptığı veya yardımcı olduğu bir zulümdür. Halbuki devletin zulmü ortadan kaldırıp mazlumları himâye ederek zâlimleri cezâlandırması beklenirdi. Zulmün en ağır ve acı olanı da seni korumakla yükümlü olandan gelen zulümdür. Zulmün bu ve diğer çirkin çeşitlerini bizzat devlet uygular veya göz yumar yahut yardımcı konumda bulunursa, halkın zihninde kötü bir izlenim bırakır, devlet hakkında var olan ümitleri korku ve endişeye dönüşür ve devlete olan güvenleri sarsılır. Ayrıca bu durum onları devleti önemsememeye, idareyi zayıflatmaya, idarenin devamından yana olmamaya ve onu müdafaa etmemeye iter. Daha kötüsü, onları devletin yıkımını, düşman istilasıyla bile olsa yok olup gitmesini isteme gibi bir düşüncenin kucağına atar. Sonra da lisân-ı halleriyle şöyle derler; “Devlet artık bizim için güven duyduğumuz, himâye gördüğümüz, haklarımızın korunması konusunda huzur içinde olduğumuz ve zâlimlerin düşmanlıklarına meydan verilmeyen büyük bir sığınak durumunda değildir.”
Zulüm, bizzat devlet eliyle devam eder veya örtbas etmek, bertaraf etmemek yahut görmezlikten gelinmek suretiyle yayılma gösterirse iş, devleti kendilerine düşman gören insanlarla işbirliği yapıp devleti yıkmak üzere harekete geçen mazlumlara kalır. Bu söylediğim, mazlumları tahrik etmek  için değildir. Zulmederek onları bu hâle düşüren, bu konuda zâlime yardımcı olan veya gücü yettiği halde zulme engel olmayan devletin durumunu ortaya koymaya çalışıyorum.

1 Tefsîr-i Menâr, c.11, s. 315.
2 age., c.11, s. 315.
3 Tefsîr-i Âlûsî, c. 8, s.112.
4 Tefsîr-i Menâr, c. 8, s. 402.
5 Tefsîr-i Zemahşerî, c. 2, s. 447; Tefsîr-i Râzî, c.17, s. 517.
6 age., c.18, s.76.
7 Tefsîr-i Kurtubî, c. 9, s.114.
8 İbn-i Teymiye, Risâletü Emru bi’l-Mâ’rûf ve’n-Nehyu Ani’l-Münker, s. 40.
9 el-Askalânî, age., c.12, s. 87; Nevevî, age., c.11, s.187; Aynî, age., c. 23, s. 276.
1 el-Askalânî, age., c.12,  s. 96
.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort