JoomlaLock.com All4Share.net

UHUD HARBİ’NİN MÜCÂHİDESİ HZ. ÜMMÜ ÜMÂRE (R.ANHA)

Asıl adı Hz. Nesîbe binti Ka’b olan annemizin künyesi Hz. Ümmü Ümâre’dir. Annesi Rebab binti Abdullah, babası Ka’b ibni Amr’dır. Medine’li Hazrec Kabilesi’ne mensup olup, Neccaroğulları hanımlarındandır. Hz. Zeyd İbni Asım ile evli olan Hz. Ümmü Ümâre annemizin ondan, Abdullah ve Habîb isminde iki oğlu olur.

Allah Resûlü (sav) insanlık âleminin toprağına İslâm ve iman tohumları serpiyor; Kur’ân ayetleri hikmet çağıltılarıyla akıl ve idrakleri aydınlatıyordu. Mekke semaları İslâm’ın nûruyla aydınlanmaya başlamış, Yesrib’e de bu nûr ulaşmıştı. Birinci akabe biatından sonra Allah Resûlü (sav) Medine’ye, Hz. Mus’ab b. Umeyr’i gönderdi. O ki, ismi okunduğunda dahi yüreğimizi sızlatan, İslâm’ın ilk öğretmeni, imanı için bütün varlığını elinin tersiyle geri çeviren ve Uhud’da şehit olan güzel insan. Kelimeler O’nu anlatırken kifayetsiz kalıyor.

Nûr şehri Medine’de ilâhî davet başlamıştı. Bu davete koşanların başında Hz. Ümmü Ümâre ve eşi Hz. Zeyd ibni Asım vardı. Hz. Mus’ab b. Umeyr (ra)  vasıtasıyla bu nûra kavuşan annemizin hayata bakışı tamamen değişmişti. Gönül kapılarını ilâhî hikmete açan bu mübarek insanların evini, İslâm’ın azamet nûru aydınlatmıştı.

Aradan bir yıl geçti, bu inanmış ve nûrlanmış insanlar Kâbe’yi ziyaret etmek üzere yola çıktılar. Güneşin ateşten okları, taşların sivri dişleri, dağların yol vermez geçitleri onları ilgilendirmiyordu bile. Onlar gece gündüz yola devam ederek, Akabe mevkiine geldiler. Varlığın sebebi Peygamber Efendimiz (sav) bir müddet sonra orayı şereflendirdiler. Medineli Müslümanlar Resûlullah Efendimiz’i (sav) kendi canları ve mallarını korudukları gibi koruyacaklarına dair söz verdiler. Böylelikle annemiz, Peygamber Efendimiz’e (sav) Akabe’de ilk biat eden, Medineli hanım sahabelerden olma şerefine nail oldu.

Hz. Ümmü Ümâre, saadetlerin en yücesine ererek, kervanla birlikte Medine’ye döndü. Artık bütün gayesi Allah’ın (cc) rızası ve Resûlullah’ın (sav) hoşnutluğu olmuştu. Hz. Ümmü Ümâre annemiz bütün vaktini, gayretini, hizmetini, çocuklarının İslâm terbiyesi üzere yetişmesine, çevresindeki insanları Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sav) davete ve ev işlerine harcamaktaydı. İslâm’ı yaşama konusunda gösterdikleri titizlik ve kararlılıkları, tanıdıkları ve çevrelerindeki başka insanlara tebliğdeki heyecan ve mutlulukları, onları İslâm’ın bir neferi hâline getirmişti. Artık Peygamber Efendimiz’in (sav) kendi memleketlerine hicret etmelerini hasretle beklemekteydiler.

Bu bekleyiş, İki Cihan Güneşi Efendimiz’in (sav) Medine topraklarına ayak basmasıyla son bulmuştu. Medineli Müslümanlar son dinin son Peygamberi’ne (sav), vahyin kaynağına kavuşmuş oldular. Hepsinin gönlünde büyük bir sevinç ve mutluluk vardı. Allah Resûlü (sav) Hicaz ülkesinde Yesrib’i yeni dinin davet merkezi yapmıştı. Artık Yesrib, Medine olmuş, Ensar da bundan büyük şeref duymuştu. Müşriklerin zulmünden kurtulan muhacirler, Medine’de güç birliği sağlamışlar ve Bedir’de Mekke müşriklerine karşı ilk zaferi elde etmişlerdi. Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu Hz. Abdullah da genç bir delikanlı olarak Bedir’e katılmıştı.

Hz. Ümmü Ümâre annemiz, eşi ve iki oğlu ile Uhud Savaşı’na katılmış, gösterdikleri fedakârlık ve kahramanlıklar tarihe altın harflerle yazılmıştır. Yaşanan bu unutulmaz anları mücâhide annemiz şöyle anlatıyor: “Halk ne yapıyor bir bakayım deyip, gündüzün başlangıcında Uhud’a gittim. Yanımda, içinde su bulunan bir kırba vardı. O sırada Resûlullah (sav) bazı sahabeler arasında bulunuyordu. Zafer ve galebe Müslümanlarda idi. Müslümanlar bozulunca Resûlullah’ın yanına varıp düşmanı oradan kılıçla ve okla defetmeye çalıştım, yaralandım. Müslümanlar Resûlullah’ın (sav) yanından uzaklaşmışlar, yanında on kişi bile kalmamıştı. Resûlullah’ın (sav) önünde ben, oğullarım ve kocam birlikte canlı kalkan olduk. Gelen oklara, hücumlara karşı vücudumuzu siper ettik. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav) benim yanımda kalkanımın bulunmadığını görünce, ashaptan birine; ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak.’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp, kendimi koruyarak çarpışmaya devam ediyordum. Bize ancak süvariler (atlı asker) yapacaklarını yaptılar. Bir ara müşriklerden bir atlı bana bir kılıç darbesi indirdi. Bende onun atının ayaklarına kılıçla vurunca at arkasının üzerine yıkıldı. Düşmanın yere serildiğini gören Allah Resûlü (sav) oğluma seslendi; ‘Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu! Annene bak! Annene yardıma koş!’ buyurdu. Oğlum bana yardım edince, müşriği öldürdüm. Müslümanların Resûlullah’ın (sav) yanından uzaklaştığını gören azılı müşrik İbni Kaima: ‘Bana Muhammed’i gösterin! Eğer O kurtulursa Ben kurtulamam.’ diyordu. Bunun üzerine ben, sancaktar Hz. Mus’ab b. Umeyr ve Resûlullah’ın (sav) yanında sebat eden bazı sahabiler, Resûlullah’ın (sav) önüne gerildik.”

Evet, savaş olanca hızıyla devam ediyor, müşrikler her yandan saldırıyordu. Bir ara iri yarı azılı müşrik İbni Kamia, Resûlullah’ın (sav) yanına kadar sokuldu. Mübarek yüzünü yaralayıp, iki dişini şehit etti. İşte bu sırada annemiz bütün cesaret ve şecaatiyle bu bedbaht kişiye bir kaç kılıç darbesi savurdu. Fakat düşman iki zırhı üst üste giymişti. Bu sebeple vuruşları ona tesir etmedi. İslâm sancaktarı Hz. Mus’ab b. Umeyr’i de bu azılı müşrik, İbni Kamia şehid etmiştir. İbni Kamia müşriğinin kılıç darbesiyle annemiz omuzundan yaralandı. Peygamber Efendimiz (sav) annemizin yaralandığını görünce oğlu Abdullah’a: “Annenin yarasını sar!” buyurdu. Sonra bu bahtiyar aileye şu müjdeyi verdi; “Ev halkınızı Allah mübarek kılsın, senin ve annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ailenize rahmet etsin.” buyurdu. Hz. Ümmü Ümâre annemiz, bu müjdeleri duyunca Efendimiz’e (sav); “Ya Resûlallah! Dua et de cennette sana komşu olalım.” ricasında bulundu. Resûlullah Efendimiz de (sav); “Allah’ım! Bunları, cennette Bana komşu ve arkadaş eyle!” diye dua etti. Hz. Ümmü Ümâre annemiz, bu duayı duyunca çok memnun oldu ve; “Bu bana yeter! Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok.” diyerek sevincini açığa vurdu. Artık yaralarının acısını hissetmez oldu. Peygamber Efendimiz (sav) annemizi cennetle müjdeleyince şehadet arzusuyla coşan aile daha büyük bir aşkla müşrikler üzerine hücum etti.

Bir ara Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu Hz. Abdullah da sol kolundan yaralandı. Şefkat Peygamberi Efendimiz (sav) ona da; “Yaranı sar!” buyurdu. Bu sefer annesi oğlunun yanına koştu ve yarasını sardı. Sonra oğluna “Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpışmaya devam et” dedi. Rahmet Peygamberi Efendimiz (sav), annemizin bu sözünü işitince: “Ey Ümmü Ümâre! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” buyurarak iltifatta bulundu. Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu hemen ayağa kalktı ve müşriklerle çarpışmaya başladı. Bu arada Hz. Abdullah’ı yaralayan müşrik, Resûlullah’ın (sav) üzerine doğru gelmeye başladı. Onu gören Allah Resûlü (sav) annemize adamı göstererek, “Bu gelen, oğlunu yaralayan kişidir.” buyurdu. Annemiz derhal harekete geçti ve düşmana saldırdı. Bacaklarına indirdiği bir kılıç darbesiyle adamı yere devirdi. Efendimiz (sav) bu manzara karşısında ön dişleri görününceye kadar gülümsedi ve bu kahraman hanım sahabesine “Ey Ümmü Ümâre! Adamı perişan ettin!” iltifatında bulundu ve “Hamd olsun Allah’a ki, düşmanına muzaffer kılıp, gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi.” buyurdu.

Peygamber Efendimiz (sav) savaş sonrasında, Hz. Ümmü Ümâre annemizin gösterdiği kahramanlığı ümmetine şöyle duyurdu: “Uhud günü ne zaman sağıma, soluma baksam beni korumak için çarpışan Nesibe’yi görüyordum.” buyurdu. Bu mücâhide annemiz Uhud Savaşı’nda on iki, on üç yerinden yaralanmıştı. Bunların en ağırı, tedavisi bir yıl süren, omzundan aldığı yaraydı.

Peygamber Efendimiz (sav) zaman zaman Hz. Ümmü Ümâre annemizi ve ailesini ziyaret eder, yarasının ne durumda olduğunu sorar ve bir müddet sohbet ederdi. Annemiz ibadetlerini büyük bir titizlikle ve istikrarlı bir şekilde ifa ederdi. Hasta ve yaralı olduğu sıralarda bile nafile ibadetleri ihmal etmemiştir. Çok cesur ve atılgan bir kişiliğe sahip olan annemiz, öğrenmeyi çok seven, soru sormaktan çekinmeyen, bilip gördüklerini genç kuşaklara anlatan, sorgulayan, kendini Allah (cc) ve Resûlü’ne (sav) adamış, son derece ahlâklı bir hanımdı. Allah Resûlü’nden (sav) hadis rivayetinde de bulunmuştur.

Hz. Ümmü Ümâre, Uhud’dan sonra, Hayber, Huneyn Savaşları’na, Ümretü’l-Kaza ve Mekke’nin fethine de katıldı.

Hz. Ebû Bekir (ra) zamanında dinden dönen Müseylemet-ül-Kezzâb, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Hz. Ümmü Ümâre’nin oğlu Hz. Habîb İbni Zeyd, Amman’dan Medine’ye dönerken yolda bu sahtekâr ile karşılaştı. Müseyleme, kendisinin peygamberliğini kabul etmesini istedi. Hz. Habib, onu tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehit edildi. Bu haber Hz. Ümmü Ümâre’ye ulaştığında, “Elhamdülillah, şehit anası oldum.” diyerek büyük bir metanet örneği gösterdi ve takdire rıza oldu. Onu asıl üzen, peygamberlik iddiasında bulunan bu yalancının hâlâ ortalarda dolaşmasıydı. Hz. Ümmü Ümâre, Müseyleme’nin ölümünü göstermesi için Yüce Allah’a (cc) dua etti.

Yaşı altmışın üzerinde olmasına rağmen, Museyleme’ye karşı hazırlanan orduya oğlu Hz. Abdullah ile birlikte katılan annemiz, Yemâme harbinde de büyük kahramanlıklar gösterdi. Müseyleme Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak öldürüldü. Bu savaşta kolunun birini kaybeden annemizle, İslâm ordusunun kumandanı Hz. Hâlid bin Velid (ra) yakından alâkadar oldu, yaralarını sardırdı. Hz. Ebû Bekir Efendimiz de hilâfeti zamanında kendisini evinde ziyaret eder, hâlini, hatırını sorardı.

Hem Allah (cc) yolunda bilfiil çarpışarak hem de din-i mübini tebliğ ederek, gece gündüz çalışarak, cihadın her iki mânâsını da kavramış, gereğini hakkıyla yerine getirmiş olan Hz. Ümmü Ümâre annemiz, o günden günümüze ışık tutan nadide bir İslâm mücahidesidir. Hz. Ömer Efendimiz döneminden sonra Medine’de vefat eden annemizin, Cennetü’l-Bâkî Kabristanı’na defnedildiği rivayet edilmektedir.

Ya Erhame’r-Râhimîn; annemizdeki iman ve gayret ateşinden bir şulenin de bizim gönlümüze düşmesini aşk, şevk ve hasret ile niyaz ediyoruz. (Âmin!)

M. Asım Köksal, İslâm Tarihi 3-4, Işık Yayınları, İstanbul, 2008
Hilal Kara, Abdullah Kara, Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Nesil Yayınları, 2007
Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009
Mustafa Necati Bursalı, Mübarek Hanımlar, Şelale Yayınları, 1990

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort