JoomlaLock.com All4Share.net

TASAVVUF ÖNCELİKLE ÂLİMLERİN İHTİYACIDIR

Her geçen gün daha ileri bir seviyeye ulaşan teknolojik gelişmeler yedisinden yetmişine, gencinden yaşlısına tüm insanlığı etkisi altına almakta. Hâlihazırda kullanılan ve mevcut ihtiyaçlara fazlasıyla cevap veren bir ürünün yeni sürümü, modeli, rengi veya şekli farklı bir tarzda karşısına çıktığında insanlar bu yeni ürüne ulaşamadıklarında eksik kalacaklarını zannedip hemen ona sahip olmak istiyorlar. Bu alandaki ilerlemelerin, yeniliklerin insanları cezbeden ve insanlar tarafından takip edilmesinin önemli bir sebebi de piyasaya sürülen ürünlerin sürekli güncellenmeleri, daha ileri sürümlerinin yayınlanmasıdır şüphesiz.

Maddi âlem mânânın tekrarı gibidir. Bâtınî planda mevcut olmayan bir şey zâhirde var olamaz. Nasıl ki maddi alanda “güncelleme” varsa manada da “güncelleme” vardır. Cenâbı Hak değişen zamana, mekâna ve şartlara karşı dinini güncellemektedir. Örneğin Hz. Âdem ile Hz. Musa’nın şeriatı veya İsevî şeriatı ile Efendimiz’in şeriatı aynı değildi. Efendimiz’e kadar bu yenilenme/güncellenme Peygamberler vasıtası ile yapılırken, asrısaadetten sonra müceddid, müçtehid efendilerimiz eliyle Cenâbı Hak dinin yaşanılırlığını tecdid etmiş, hakikatleri güncellemiştir. Ulemamız da tecdidi “Kitap ve Sünnet’te yer aldığı halde zamanla unutulup kaybolan hususların ihyası ve bu iki kaynakta yer alan hükümlerin muktezasıyla amelin emredilmesi” olarak tarif buyurur.

Kastedilen mânâda tecdid, bu sünnetullah tasavvuf için de geçerlidir. Nasıl ki şeriat, yani dünya hayatının ilâhi hudutlara göre yaşanması tecdid ediliyorsa bu dinin özü olan tasavvuf müessesesi de yenileniyor ve günümüz insanının daha ziyade istifade edeceği hale getiriliyordur.

Günümüz âlimlerinin tasavvufa bakışlarını üç farklı grupta değerlendirebiliriz: Birinci grup tasavvufun hak olduğu, insanı Hakk’a vasıl eden yegâne vesilenin mürşidi kâmilin terbiyesinde, gözetiminde yapılacak bir kullukta, kâmilin gözetiminde yaşamanın olduğuna inananlar.

İkinci grup, tasavvufun şirk olduğuna inanan, ehli tasavvufu, ehli rabıtayı müşrik kabul eden; tasavvufu Hint, Yunan mistisizmi olarak görüp ellerinden geldiği kadar aleyhinde propaganda yapanlar.

Üçüncü grup ise tasavvufu hak olarak görmekle birlikte günümüzde mevcut mürşidi kâmil olmadığına inanan, meşayıhın geçmiş zamanlarda yaşadığını iddia edenler.

Bu üç grubu değerlendirme sadedinde şunları söyleyebiliriz: Biz kendi cephemizden birinci grup âlimlere tabiyiz ve onların hâli, tavrı üzere hâllenmeye gayret ediyoruz. Onların yolunu kendimize tek kurtuluş kapısı olarak görmüşüz.

İkinci grupta bahsettiğimiz anlayıştaki okumuşlara Allah eğer murad buyurmuşsa hidayet etsin diye dua ediyor onlar hakkında başka bir sözcük kullanmayı kelimelere eziyet olarak telakki ediyoruz.

Üçüncü grup içinde zikrettiğimiz âlimlere bir evliyaullahtan bahsettiğimizde: “Tasavvuf şüphesiz haktır ama günümüzde ama nerede o Hasan Basri’ler, Maruf Kerhi’ler, Seriyyu Sakati’ler… ki gidip onlara teslim olalım.” derler. Bunların ikinci gruptakilerden farkları ‘grip ilaç kullanırsan yedi günde kullanmazsan bir haftada iyileşir.’ sözüne benzer. Belki tasavvufu da inkâr edecekler de biraz insafları kaldığı için ‘Haktır ama mürşid yoktur.’ diyorlar. Kendilerini bu yoldan müstağni görüyorlar.

Hâce Hazretleri (ksa) bir divanda İhyâ u Ulumu’d-Dîn’den mürşidi kâmil bahsini okumaktalar. Kendileri kitap okurken Ğavs Hazretleri (ks) divana girer ve Hâce Hazretleri’ne ne yaptıklarını sorarlar. “Kitap okuyorum.” buyurur Hâce Hazretleri (ksa). Ğavs Hazretleri okuma, bırak anlamında “At o kitabı.” buyururlar. Hâce Hazretleri de emri te’vil etmeden kitabı o anda açık olan divanın penceresinden dışarı atarlar. Ğavs Hazretleri başka bir kelam etmeden çıkarlar. Daha sonra yanlarına gelen Hâce Hazretleri’ne (ksa),

-Ben sana kitabı okuma, bırak anlamında ‘at’ dedim. Sen neden kitabı dışarı attın? diye sorarlar.

Hâce Hazretleri (ksa) de,
-Efendim, siz at buyurdunuz, ben de emrinizi te’vil etmedim, buyururlar.

Ğavs Hazretleri neden kitabı okumamalarını istediğini açıklarken:
-Oğlum, Gazâlî gibi bir mürşid ararsan Kuşeyrî gibi mürid olman gerekir. Zamanın mürşidi zamana göre, zamanın müridi de zamana göredir, buyururlar…

Ğavs Hazretleri’nin bu mübarek sözü üçüncü grup içinde saydığımız âlimlerin öğrenmesi gereken bir hakikat. Yukarıdaki menkıbede de vurgulandığı üzere Hasan Basri, Cüneyd Bağdâdî gibi sûfîler, mürşidler bulsam bağlanırım, bunlar da bu zamanda olmadığı için intisaba gerek yok, diyen kişiler namazda gözleri olmadığı için ezanda kulakları olmayan kişilerdir.

Böyle diyen âlimlere biz de şöyle mukabelede bulunsak acaba kabul ederler mi? “Nerede İmam Âzamlar, nerede İmam Nevevî’ler nerede Gazâlî’ler, Şâranî’ler… bunlar olsa da gidip onlardan ilim ahzetsek. Bunlar olmadığı için günümüzde kendisinden ilim tahsil edilecek âlim yoktur…” Bu sözler ne kadar mantıksız ve nefsî ise tasavvufu kabul edip günümüzde mürşidi kâmil olmadığını iddia etmek de o kadar akıl dışı ve nefsîdir.

Biz büyüklerimizden ilim bahsinde mütekaddimîn ulemanın eserlerindense müteahhirîn âlimlerin görüşlerinin, kitaplarının günümüz insanı için daha yararlı olduğunu işittik. Bu mânâda İbn-i Âbidîn: “Fıkıh kitaplarının en faziletlisi ilk yazılanları, en faydalısı ise son yazılanlarıdır.” buyurmuştur. Aynı şekilde hicri 13.yy’dan sonra gelen mürşidi kâmiller bu tarihten önce gelen evliyadan, sulehadan hem makamat açısından hem de irşad ve tasarrufat yetkinliği bakımından çok daha yücedir. Bu hususta Hâce Hazretleri (ksa): “Geçmiş dönemlerde ki birçok şeyh günümüzde yaşasaydı mürid bile olamazlardı.” buyurmuştur.

Bu yüzden tasavvuf haktır ve vardır. Aynı şekilde mürşidi kâmil de haktır ve mevcuttur.

Hasan Basri Hazretleri’ne (rh.a) ashabın hâli, din anlayışları, yaşantıları sorulduğunda: “Siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizi görseydi Müslümanlığınızdan şüphe ederlerdi.” buyurmuştur. “Şimdi nerede Hasan Basri’ler ki gidip ona teslim olalım.” diyen âlimlere sormak isteriz, Hasan Basri’lere tasdik ettirecek imanınız, ihlâsınız var mı ki onları bulsak da intisap etsek diyorsunuz?

Bu gibi insanlar ayeti kerimede: “Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc: 22/46) buyrulan hakikatin müzhiridir.
Bu mânâda şair;

Çapaktan ötürü göz güneşi yadsıdı,
Hastalıktan ötürü ağız, suyun tadını yadsıdı…
buyurmuştur.

Bizler kendi gözlerimizdeki çapaklardan dolayı güneş yoktur diyoruz. Hastalıklarımızdan dolayı Rabbimiz’in nimetlerinin tadına varamaz olduk.

Rabbim, bizleri “Kalpleri olup da kavrayamayanlardan” (el-Araf: 7/179) etmesin… Bakınız bu ayeti kerimede geçen “yefkahun” kelimesi fıkhetme, kavramanın kalp ile yapılabilecek bir ameliye olduğunu işaret eder. Yefkahun kelimesi ile “Allah bir kulu hakkında hayrı murad ederse onu dinde fakih kılar.” hadisi şerifindeki “fakih” sözcüğü aynı köktendir. Yani dinde fakih olmak, ince anlayış sahibi olmak; salt fıkıh ilmiyle, bu ilimleri ezberlemeye yarayan akılla değil, kalp ile yapılan bir eylemdir. Kalp ile yapılan eğitimin adresi de tasavvuftur. Tasavvuftan nasibini almayan bir âlim hangi ilim dalına sulûk ederse etsin güdük kalacaktır, ince anlayışa ulaşamayacaktır.

Tasavvufun hak olduğunu kabul eden âlimler arasında kişinin Allah’a vasıl olabilmesi için illa bir mürşide ihtiyacının olup olmadığı; insanın kitaplar vasıtası ile ilim tahsili ile de Cenâbı Hakk’a vasıl olup olamayacağı geçmişten günümüze tartışılagelmiştir. Hatta bu hususta mürşid ve müridler tasnif edilmiş, saliklerin yaşantılarına, bilgilerine göre bir şeyhe ihtiyaç duyacakları veya ihtiyaç hissetmeyecekleri anlatılmıştır.

Ulemanın bu tip görüşlerini okuduğumuzda inanın hayretler içinde kalıyoruz. Mütehassıs oldukları ilmi tahsil edebilmek, derûnuna nüfûz edebilmek adına diyar bi diyar dolaşarak hoca arayan ve ilim yolunda çektikleri meşakkatler ciltler dolusu kitap oluşturan kişiler nasıl olur da tasavvufun mürşidsiz yaşanılabileceğini söylerler.

Hâce Hazretleri (ksa): “Tasavvuf insanı şeriat durağından alır, ötelerin ötesine götürür.” buyurur. Hakikatte tasavvuf şeriat basamağını hakkı ile tırmanmış, kâmil bir akla, mûti bir nefse, sahih bir ilme sahip olanların yoludur. Günümüzde büyüklerimizin rahmeti ve imanı muhafazanın zorluğu ve zülcenaheyn olup zahir ve batın ilimlerle mücehhez mürşidlerin azlığı sebebiyle bu yol bizim gibi avamın daha çok rağbet ettiği bir müessese olmasına rağmen, aslında bu yol öncelikle âlimler için gereklidir. Neden zâhiri ilimlerde sürekli gelişme, kendimizi yenileme, daha kâmil bir ilme ulaşma adına gösterdiğimiz gayreti ihsân hâlinin yansıması olan bâtınımız için göstermiyor ve kendimizi bu hususta yeterli görüyoruz. Tasavvuf Allah’a doğru yol almak, O’nunla ilgili ne kadar bilgimiz olursa olsun “Seni hakkıyla tanıyamadık, Sen Seni tanıdığın gibisin.” diyebilmenin yoludur. Bu hâl herkese, fakat evvelemirde âlimlerin hâli olmalıdır.

Bu mânâda Hâce Hazretleri (ksa) tasavvufu tarif buyururken “ Tasavvuf iki kişiliktir. Bunlardan birisi mürşid, diğeri müriddir. Bu iki kişinin yaşadığı, bunlarına arasında vuku bulan mânâya tasavvuf denir. Tasavvufta kurumlar, kuruluşlar yoktur.” buyururlar. Her ferdin bu ikili ilişkiye ihtiyacı vardır.

Cenâbı Hak ayeri kerimede: “Nitekim içinizde sizden bir Resûl gönderdik, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor, size kitab, hikmet öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.” (el- Bakara: 2/151) buyurur.

Peygamber varisi olan mürşid-i kâmil de insana bu üç yoldan nüfuz eder. Bunlardan birincisi tezkiyedir. Mürşid talibini her türlü manevi hastalıktan; gururdan, kibirden, varlıktan, sümâdan, taassuptan vs. temizler.

Mürşid insana Kitab’ı öğretir. Kur’ân’ı ve ondan neşet eden ilmi öğretir ki bu zâhir ilimlerdir.

Yine mürşid insana hikmeti öğretir. Bu hikmet ise tasavvuftur. Tasavvuf ise mânâdır, ledünniyattır, sır ilmidir.

Bugün bir salikte eğer bu üç özellik bulunmuyorsa tabir caizse kerametleri paçalarından dökülse, uçsa, kaçsa bir değer ifade etmiyor. Eğer bizler sâlihlerin, kâmillerin izi üzerinde olmak istiyorsak bu üç merhaleyi kendimizde cem etmeliyiz. Bunlardan birisini alıp diğerlerini bıraksak veya birisine talip olmayıp diğer ikisine yönelsek eksik kalırız. Peygambere varis olmayı arzuluyorsak bu üç cepheye yönelmemiz gerekir. Metodumuzun Rabbânî metod, usûlümüzün Nebevî usul olduğunu iddia ediyorsak bunun sağlaması hayatımızda, uygulamalarımızda görülmeli.

Cenâbı Hak cümlemize kendi yolu, Efendimiz’in usulü ve sâdâtımızın haliz üzere olabilmeyi nasip etsin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort