JoomlaLock.com All4Share.net

KİMLİĞİMİZDEN UZAKLAŞIR OLDUK BUGÜN

Bu mâhda açılır ebvâb-ı rahmet
Neşrolur kalplere nûr-i hidayet
Nûr-i marifetle feyz-i muhabbet
Ramazan-ı şerif mü’mine devlet
Alvarlı Hâce Muhammed Lütfi Hazretleri

Anadolu’nun bir kasabasında büyüyen bir genç, batıya gider... Aylardan Ramazan’dır. Gördüğü manzaralar karşısında şoktadır âdeta. Bir an, yurt dışına gittiğini düşünür. Ben neredeyim Allah aşkına?.. Bu lokantalar, çayhaneler niye açık?.. Niye insanlar orada çay içiyorlar?

Kendi memleketini düşünür... Ramazan’ın gelişi aylar öncesinden konuşulmaya başlardı. Herkes hazırlanırdı Ramazan’a. Çocukların bile tutacağı oruç vardı. Onlar “tekne orucu” denilen bir oruç tutarlardı. Tekne orucunda öğleye kadar yenmezdi.

“Çocuğa yedi yaşındayken namazı öğretin.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav). Tekne orucuyla da adeta oruç sevdirilmeye çalışılırdı çocuklara.

İftar sofralarının ayrı bir tadı vardı... Su bu kadar tatlı olur muydu hiç? Pide en güzel pasta gibiydi... Hiç doyulmayacak gibi bakılsa da sofraya, küçülen midelerle hemen doyulurdu. Şükür, en derin duygularla yaşanırdı.

Sahurun ayrı yeri vardı... Anne şefkatiyle hazırlanmış yemekler, uykulu gözlerle, muhabbetle yenilirdi... O sofrada aile birbirine kenetlenirdi. Yemek yemenin ötesinde manevi bir havanın hazzı duyulurdu. İbadet niyetiyle yenen bu yemekler insanlara muhabbet olurdu, nur olurdu... Sahur gecelerinde oruç için tertemiz niyetler edilirdi... İbadetlerin değerleri vardı, sallapati yapılmazlardı...

Sabır imanın yarısıydı. Oruç tutmak zor olsa da sabretmeyi öğrenirdik hayatımızda. Açlığa, susuzluğa katlanmakla başlayan sabrımız kulluğumuzla bütünleşirdi...

İftarlara komşular, akrabalar, arkadaşlar davet edilir, Ramazan’ın bereketinden beraber istifade edilirdi. Bu sofralar yemekle beraber kardeşliğin yaşandığı mekanlardı. Birileri kardeşliğin hep edebiyatını yapsa da iftar sofralarında kardeşlik yaşanırdı...

Teravih namazına gidilirdi yaşlısıyla, genciyle, çocuğuyla... Çocuklar teravih namazına gitmeyi çok severdi. Çocuklarımızın zevkleri de değişti artık. Futbolu sevdirdiğimiz çocuğumuza, namazı, orucu sevdiremez olduk. Çocuk ailede ne görürse o şekilde yetişir. Namazı muhabbetle kılsak, orucu severek tutsak bu çocuğumuza da yansır. Sevmediğin şeyi sevdiremezsin ve sen de onu kolay terk edersin.
Ramazan günleri Kur’ân-ı Kerim hatimleri yapılırdı. Oruç kadar önemiydi, yapılmasa oruç eksik olur anlayışı vardı. Okumayı bilenler hatim indirirdi. Bilmeyenler de dinleyerek hatim indirirdi. Her evin baş köşesinde asılı olan Kur’ân-ı Kerim artık asılmaz oldu. Her kızın çeyizine konan Kur’ân artık konmaz oldu. Hatta evlerde Kur’ân-ı Kerim bulunmaz oldu.

Bayramın yaklaşması hem hüzünlendirir hem de sevindirirdi. Ramazan’ın bitmesine üzülen Müslümanlar, bayramın gelmesine sevinirlerdi. Yaşlılar bir daha Ramazan’a yetişir miyim, hüznünü hep taşırlardı. Bayram günü dillerindeki dua; “Bir daha bugünleri göresin.” olurdu.

Bayram günleri ayrı bir coşku yaşanırdı. Bayram namazına yeni elbiselerle gidilirdi. Namaz sonrası bayramlaşmalarla tüm Müslümanlar kucaklaşır, birbirlerine hayır dualar ederlerdi. O gün birbirine dargın olanlar barışır, birbirleriyle kucaklaşırdı. Büyükler ziyaret edilir, elleri öpülürdü... Küçükler sevindirilirdi. Küçüklerin en mutlu günü bayramlardı. Yeni elbiseler, hediyeler onları çok sevindirirdi. Şimdi para ve şeker için büyüklerini ziyaret eden çocuklar, eskiden onların hayır dualarını da almak için ziyaret ederlerdi.

Ramazan bir kimliktir. Bir şehir Ramazan’la tanıtır kendisini. Ben Müslüman bir beldeyim, der âdeta... Müslümanların kimliğini kaybettiği gibi, şehirlerimiz de kimliğini kaybeder oldu. Ramazan etimize, kemiğimize, dokumuza işlemiş bir kültürdü, maneviyat deryasıydı... Ne yaptık da kimliğimizden uzaklaşır olduk bugün? Hatalarımız olsa da toplum olarak, dini duygularımız kuvvetliydi. Çocuğumuzun kulağına ezan okur, ona ilk “Allah” demeyi öğretirdik. Peygamberimiz’in adını, dinini sorar, aldığımız cevaplarla mutlu olurduk.
Dini duygularımız zayıflayınca günün şartlarını bahane ederek dinde bize zor gelen şeyleri terk eder olduk... Namazı, orucu, zekatı, haccı tek ettik... Bugün amelsiz bir din anlayışı oluşturulmak isteniyor adeta. Amelsiz, ibadetsiz bir Müslüman... Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, kaç kişi namaz kılıyor, kaç kişi oruç tutuyor? Dini duygularımız zayıflarsa, gitgide dinden uzaklaşırız.

Yahudiler de öyle uzaklaşmıştı dinden. Hz. Musa ile firavunun elinden kurtuldular, Kızıldeniz’i geçtiler, firavunun orada boğulduğunu gördüler, gökten bıldırcın eti ve helva yediler... Onlara bu kadar mucize görmeleri yetmedi... Onlar Hz. Musa’nın getirdiği dini gerçekten sevmediler... Yolda putlarına sevgiyle tapan bir kavim gördüler, onlardan etkilenip buzağı yapıp ona tapınmaya başladılar...

Kendimize dönüp bir bakalım. Kalbimizi yoklayalım... Hayatımızda en çok neleri seviyoruz? Gönlümüz nelerin sevgisiyle dolu?

“Gad eflaha men zekkâhâ” buyuruyor Yüce Mevlâmız. Ancak nefsini temizleyen kurtulur... Kelime olarak temizlenme anlamına gelen “Ramazan” bir mü’minin kendini temizlemesi için bir fırsattır. Yağmurun yağıp yeryüzünü temizlediği gibi sen de bu rahmet ayında kendini temizlemelisin...

Dünya pis bir leşe benzetilmiş... İnsan hayatı boyunca dünyaya o kadar dalmıştır ki... Dünyaya kaptırdığın gönlünü Ramazan ayında temizleyebilirsin... Şeytanların bağlandığı, rahmet kapılarının açıldığı bu ayda Cenabı Hakk’ın (cc) razı olduğu bir kul olabilirsin...

Gönlün Yüce Mevlâ’nın aşkıyla yansın bu ayda...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort