JoomlaLock.com All4Share.net

İSLAM’IN YAYILIŞ YILLARINDAN BİR TABLO

Dünya, nice nice zamanlar ona hayat veren, hayatına ve insanlarına ulviyet bahşeden büyük vahiy düzeniyle şereflendirilmişti. Dünya insanlığın mutluluğu ve ebedî kurtuluşu için muhatabı olduğu ilâhî düzenin temsilcileri tüm peygamberler vasıtasıyla dâima iyiliğe ve güzelliğe dâvet edilmişti. Fakat dünyanın milyonlarca seneden beri beklediği o mutlu gün henüz doğmamıştı. Bütün mukadderat, bütün eşya, ziya fışkıran güneş, ışık serpen ay, esen rüzgâr, yağan yağmur, güzel sema ve Hz. İbrahim’in tevhidi, Eyyûb’un sabrı, Ya’kûb’un hüznü ve kederi, Yûsuf’un güzelliği, Musa’nın mucizeleri, Îsâ’nın diriltici nefesi... Bütün bunların hepsi İslâm nizamının günün birinde doğacak olan büyük liderlerine hizmeti bekliyordu.

9 Rabîülevvel (20 Nisan) 571 yılında vahiy düzeninin son tebliğcisi, harikulâde hadiseler ve olaylarla dünyaya teşrif ettiler. Dünyadaki azılı küfrün ve dinsizliğin, zulmün, tahakkümün, sömürünün, sınıflaşmaların ebedî sonunun yaklaştığını anlatan mucizeler birbirini takip ediyordu. Bu doğuşla Hz. Âdem’le başlayan tevhid güneşi, mutluluk düzeni tekrar, yeniden canlanmıştı artık. Saadet ve kurtuluş kapıları tekrar baştan açılmıştı. İnsanlığın ahlâkına ve yaşayışına ilâhî bir gölge yeniden kanat geriyordu.

Yetim doğan kâinatın ebedî lideri sütannenin yanında, sonra ihtiyar dede Abdulmuttalib’in terbiyesinden müteakiben amcası Ebû Talib’in himayesinde o devir cahiliyetinin bütün gayri insanî ve gayrî mantıkî âdet ve inanışlarının tamamen dışında büyümüştür. Doğruluk, fazilet, merhamet, akrabaya yardım, fakire, yetime ikram, köleleri azat, emanete riâyet O’nun şahsiyetine böyle her yönüyle çirkef ve zalim bir düzende, kokuşmuş bir sistemde tüm insanları kendisine hayran kılmıştı. Bütün hayatı     onların yaşayışlarına uymadığı için            «Muhammedü’l-Emin» lâkabını tereddütsüz, kuşkuya düşmeden, içten gelerek O’na lâyık görmüşlerdi. O Emin’di. Mekke şehrinin en güvenilir ferdiydi. Herkes O’nu sevmekte, O’na hürmet etmekte kusur etmezdi.

İnsanlığa ilâhî düzenin tebliğ zamanı gelmişti. Olgunluğun sembolü kırk yaşında; “Oku, her şeyi yaratan, insanı kan pıhtısından meydana getiren Rabbi’nin adıyla oku. Kalemle (yazıyı) öğreten insana bilmediklerini bildiren, nihayetsiz kerem sahibi olan Rabbin hakkı için kerem sahibi olan Rabbin hakkı için oku!” (Alâk Sûresi 1-5) fermanı ile vahiy düzeni ilk mesajını insanlığa sunmuştu artık. Kâinatın Yaratıcısı kendi ilâhî düzeninin insanlığa son tebliğcisi muhatap olmaya başlamıştı.

Mutlu fertlerden oluşturulmuş mutlu bir toplumun nüveleri yavaş yavaş bu insanlığın liderleri etrafında kümeleşmeğe başlamıştı.
Mekke’deki sosyal, hukukî ve iktisâdi düzenden bezmiş, usanmış her türlü cahiliyye adetlerinin dışına çıkmayı, adaleti, güzelliği, kurtuluşu ve mutluluğu arayan insanlar ilâhî nizamı kabul ediyor, o kâfir ve mevcut Mekke düzenine “hayır” diyordu...

Hak adına, adalet adına güzellik ve mutluluk adına kurtuluşa susamış ve bunun kavgasını vermeye hazırlanmış İslâmcı kitle kadrolaşma hareketi Mekke’nin eteklerindeki büyük sahabî ve cesaret timsali Hz. Erkam’ın evinde gerçekleştiriliyordu. Mekkeli zalimlerin zulmüne son verecek; sınıf farklarını ortadan kaldıracak, büyük kabile imtiyazlarını kökünden sökecek, zulmün kaynağı faizi yok edecek, zalime karşı mazlumun yanında, haksıza karşı haklının yanında, zayıfın hakkını alıncaya kadar kuvvetliye karşı; zayıfın, ezilmişin yanında olan bir düzen vahiy düzenini, İslâm düzenini gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.

Ama zalim Mekke düzeninin cambazları, zalimleri, kuvvetlileri fuhuşçu ve tefecileri bu düzenin her türlü batıl ve ilke yaşayışlarına karşı çıktığı ve son vermek istediği menfaatlerine dokunduğu için tüm gayretleriyle İslâm düzenine karşı koyuyorlardı. Müslümanlara her türlü eza ve cefayı reva görüyorlardı.

İnsanlığın en yüksek sıfatları sarsılmaz azim, kuvvetli irade kesin harekettir. Bunlar doğru hedeflere yöneltilirse başarıya ulaşacağı muhakkaktır.

Bir toplumda tahakküm yalnız zayıflar ve kimsesizler üzerine kurulursa o toplumun zülüm derecesini mutlaka aksettirir.


İslâm düzeni yayılmağa başlayarak, Resûl-î Ekrem ve bazı ashabının mensûb oldukları kabileler tarafından himaye gördükleri zaman Kureyş idaresi bütün zulmünü bu gibi himayelerden mahrum bedbaht ve mazlum Müslümanlar üzerinde tatbik etmişti. Bu himayeden mahrum insanlar arasında bir takım köle ve cariyeler, Mekke’ye yeni yerleşmiş taşralılar, zayıf kabilelere mensup kişiler vardı. Kureyş zulmü bunlara karşı son haddini buluyordu. Bu o kadar hunharca bir hareketti ki, cihan tarihinde bu kadar zulüm ve vahşet gösteren bir topluma rastlanamaz.

Kureyş’in bütün Müslümanları topyekûn yok etmesi zor bir iş değildi. Fakat bu onların hiddetini dindiremezdi. Onları, ancak insanlık zulüm tarihinin görmediği işkenceleri uygulaya uygulaya tekrar putperestliğe döndürmek istiyorlardı.

Kureyş’in Müslümanlara uyguladığı işkenceler ne elim sahnelerdi. Bu Müslümanlar, bir volkan gibi ekvator bölgesi sıcaklığının gökten yere döktüğü ateşlerle, kumları alevleyen güneşin altında yerlere serilir, göğüslerine ağır taşlar yığılır, hareketsiz kılınır, çıplak vücudlarının her tarafı kızgın demirlerle dağlanırdı.

Bütün Müslümanlar küfre ve batıla, zulme ve adaletsizliğe sırt çevirdikleri için hep alaya alınır ve işkence edilirlerdi. Yalnız bu zayıf ve kimsesiz olanlara yapılan zulümler daha değişikti. Bunlardan Habbab bin Eret, Kureyş tarafından korlar üzerinde yatırılır, göğsünün üzerine adam çıkar, korlar sönünceye kadar zavallı Habbab’ın her tarafı yanardı.

Sonra Hz. Bilâl de efendisi, Mekke’nin ileri gelen şeflerinden Ümeyye bin Halef’in türlü türlü işkencelerine katlanırdı. O vahşiyane eziyetler içerisinde kıvranırken vahiy düzeninin sembolü “Allah birdir, Allah birdir!” kelimelerini tekrar eder dururdu. Ümeyye, Bilâl’in boynuna bir ip bağlar, onu şehrin içinde dolaştırır, yerlerde sürüklerdi. Buna rağmen kuvvetli imandan gelen sesler, Allah birdir, Allah birdir sesleri oluyordu.

Bunlardan başka bayılıncaya kadar dövülen Ammar bin Yâsir ve Kureyş’in işkenceleriyle öldürülen yaşlı babası Yâsir, Suheybi Rumi kendinden geçinceye kadar Kureyşliler tarafından dövülürdü.

Ayrıca bu mazlumlar halkasına eklenen Ebu Fukayhe, Hz. Ömer’in cariyesi Lübeyne ve Zinnire en büyük zulme uğramışlardı. Hz. Ömer, Müslüman olmadan evvel Lübeyne’yi yoruluncaya kadar döverdi. Zinnire ise bu işkencelerde bir gözünü kaybetmişti.

Ayrıca Mekke’nin ileri gelenlerinden olmalarına rağmen birçok Müslümana bile eza ve cefalar uygulanmıştı. Zübeyir İbni Avvam, Sa’d İbni Ebi Vakkas bunlardandı.

Fakat bütün bu zulümler, bütün bu hunharca baskılar, bütün bu tedhişler ve yıldırma hareketleri tek bir Müslümanı bile yolundan çevirememişti.

Bütün İslâm tarihi boyunca küfrün baskıları Müslümanları yollarından çevirememiş ve bugün de çeviremeyecektir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort