Çocuk Aile Televizyon
Çocukların en çok zaman ayırdığı eğlence ve oyalanma aracı olan televizyon; çocuklar için bir nimet midir? Aslında bu soruyu aileler ve toplumlar için de sorabiliriz. Her televizyonlu ailede, bütün gözlerin takılıp kaldığı köşe, televizyona ayrılan köşedir.
Teknik ilerlemeler, insanlığın onurunu yüceltecek cinsten olursa, faydalıdır. Aksi düşünülürse, insanlığın ortadan kaldırılması söz konusu olmaktadır. İnsanlık bunun şuuruna varabilmiş midir? İnsan; kendisini zehirleyen bu araç karşısında ne yapabilmektedir? Şaşkınlığını gizleyebilmiş midir? Elbette ki bu soruların cevabı bugüne kadar verilebilmiş değildir. Ancak bazı neticeler şimdiden sezilebilmiştir denebilir...
Çocuklarını yıl dönümlerinde düşünen, onların acılarını yürekten duyamayan toplumlar; çocuklarını ateşe attıklarının farkında değillerdir. Her türlü maddî donatımın olduğu bir ortamda başıboş bırakılan çocukların, bu ilgisizliği eğlence ile doldurmaktan başka yapabilecekleri bir hareket yoktur. Eğlence aracı olarak karşılarına çıkan televizyona sıkıca sarılan çocukların dünyası; her an yıkılmakta, her an çözülmektedir. Aile kontrolünden uzak kalan çocuğun yapabileceği, başvurabileceği bir yol yoktur. Ailenin başıboş bıraktığı çocuk, tek başına kendini kurtaramaz. Her gördüğünü taklide yanaşır. Televizyon kültürü ile şekillenen beyinlerin; hürmet, ilgi ve dostluk gibi hiçbir kuralı tanımadığı düşünülürse; çocukların televizyondan ne kadar etkilendiğini tahmin etmek mümkün olur. Ailesinden öğreneceği çok şeyi olan bir çocuğun, kendi başına terkedilmesi, onu; inançsızlığa ve değer tanımamazlığa kadar götürür.
Belki de üzerinde durulması gereken önemli bir husus da şudur: Televizyon yayınlarında; çocuk veya büyük ayırımı yapılsa bile, seyretmede böyle bir ayırma mümkün değildir. Çünkü çocuk programlarının büyükler tarafından seyredildiği gibi, büyüklere hitap eden programların da küçükler tarafından seyredilmesi söz konusudur. Tehlikenin önemli yanını da burası ortaya çıkarmaktadır.
Her çocuğun kendisine göre bir dünyası vardır. Onun görmek ve duymak istediği her şeyin, özlemleri ile eş değer olması gerekir. Kendine has psikolojisi ile hayata ve dünyaya açılır. Dolayısıyla; ne büyük yerine geçebilir ne de büyük olmaya özenebilir. Bunları yaptığı anda, toplumda; problemli ve kompleksli bir insan olarak yer alır. Doyumsuz bir iştahı olur. Doymak bilmez. Her sahaya başvurur. Tatmin olmak için şöhret ister. Geçimsiz bir tip olur. Arkadaşlarını çekemez. Cemiyet ile birlikte yaşamak istemez. Kendi köşesinde; büyüklüğüne inanarak, kendisine değer verilmesini ister. Bu bakımdan; çocuğun dış dünyaya ve hazmedemeyeceği kültür birikimlerine dalması, yanlış dünya görüşleri arasında bocalamasına, sebep olur.
Ailelerin yapabileceği ise çocuklarını, radyo, televizyon, ve basının zararlı tesirlerinden kurtarmaya çalışmaları olmalıdır. Güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı birbirinden ayıracak hale gelmeden, çocuklar; kendi arzuları ile baş başa bırakılmamalıdırlar. Değişik inançların sergilendiği yayıncılığın tüm toplum fertlerini herhangi bir tercihi yapmağa mecbur bırakması toplum bakımından en tehlikeli bir özelliği üzerinde taşır.
Toplumumuz açısından düşünülecek olursa; durum bütün tehlikeli yanları ile ortadadır. Eğitim imkânlarından eşit oranda faydalanamayan bir toplumda; kültür ve kavrama durumu elbette değişik periyodlar gösterecektir. Kültür değerlerinin tam anlamı ile ortaya konamayışı ile bu durum daha da tehlikeli boyutlar kazanacaktır.
Toplumumuz için büyük önem taşıyan genç kuşaklar bakımından acil olarak değerlendirilmesi gereken husus şudur; televizyonun “Yayın Planlaması” yapılırken kendi kültürümüz esas alınmalıdır. İnsanın problemlerini çözmek için hiçbir başka yol geçerli değildir. “Bugün televizyon seyreden bir çocuğun on beş yıl sonraki durumu ne olacaktır?” Sorusunun cevabı bu ilkenin içindedir.
Mankurt Efsanesi ve Televizyon
Televizyonun kısa, orta ve uzun vadede nasıl ortaya çıktığını fark edemediğimiz vahîm neticeleri, tarihin derinliklerinde kalmış; fakat birilerinin hâlâ birçok topluma uyguladığı Mankurt Efsanesi’ni hatırlatmaktadır.
Televizyon, icat olduğu günden beri, insan hayatı üzerindeki tesirini devam ettirmektedir. Onu icat eden(ler), muhtemelen insan hayatına bu kadar güçlü tesir edeceğini bilmiyordu. Albert Einstein’in atom bombasının tesirinin ne olacağını önceden bilemediği gibi...
Başlangıçta önemsiz gibi görünen bu teknolojik âlet, 20 ve 21. yüzyılda dikkate alınması gereken bir güç olmuştur. Tv karşısında oturan milyonlarca kişi, aynı anda tesir altına alınabilmektedir. Bazı programları milyarlarca kişi aynı anda izleyebilmekte ve bu programlardaki kişiler, hadiseler ve mesajlar evimize girmektedir. Evlerimizin başköşesine kurulmuş bu kutunun tesirinde kalmadan yaşamak, 21. yüzyıl insanı için neredeyse imkânsızdır. Tv’nin kişi, aile ve toplum hayatına tesirleri, şimdilerde daha çok konuşulmaya başlandı. Ancak bu gücü elinde bulunduranlar, ne yazık ki, onun tesirleri hakkındaki bilgileri kamuoyuna aktarmamaktadır.
Tv’nin tesirlerini; kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere üçe ayırabiliriz. Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarının tesirleri ile bu tesirler daha iyi izah edilebilir. Atom bombası ilk atıldığında yüz bin insan öldü. Bu, katliamın kısa vadedeki en şiddetli tesiri olmuştu. Orta vadede o şehirler yaşanamaz hale geldi ve Japonya, savaşı kaybetti. Uzun vadede ise, radyasyon sebebiyle kolsuz, bacaksız çocuklar dünyaya gelmeye, başta kanser türleri olmak üzere çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. Kısacası atom bombasının tesirleri yıllar sonra bile hissedilmekteydi.
Televizyonun kısa, orta ve uzun vadede nasıl ortaya çıktığını fark edemediğimiz vahîm neticeleri, tarihin derinliklerinde kalmış; fakat birilerinin hâlâ birçok topluma uyguladığı Mankurt Efsanesi’ni hatırlatmaktadır. Tv’nin Mankurt Efsanesi’ne benzeyen yönlerini okuduğumuzda onun zararlarını fark edip, ona daha mesafeli olacağız.
Efsaneye geçmeden önce, Tv’nin niçin bu kadar tesirli olduğunu cevaplamaya çalışalım. Bunun için ilk olarak, “Acaba kaç saat Tv karşısında kalmaktayız?” sorusunun cevabını arayalım. Yapılan çalışmalar, birçok kişinin saatlerce Tv karşısında kaldığını veya Tv bulunan bir ortamda çalıştığını göstermektedir. Birçok yerde hayat, Tv’nin görüntüsü veya sesi ile devam etmektedir. Çocuklarımız Tv karşısında saatlerce çizgi film veya farklı programlar izlemektedir. İnsanın gördükleri ve duydukları şuuraltında bir tesir bırakır. Şuuraltı beslenmesi ise, insan hayatına çok mühim neticeleriyle derinden tesir eder. Öyleyse Tv görüntü ve seslerinin hayatımıza tesiri var mıdır? Sağlıklı düşünen her insan bu soruya “evet” diye cevap verecektir. Bir kişi Tv seyretmese bile, çevresinde Tv seyredenler olduğu için, dolaylı bir tesir altında kalmaktadır. Televizyon, bilhassa çocuk ve gençlerin şuuraltına, davranışlarına ve zihnî fonksiyonlarına tesir etmekte ve onların hayatı algılamalarını ve davranışlarını değiştirmektedir. Kısacası hayatın her köşesinde Tv ve buna bağımlı olan insanları bulmak mümkün olmaktadır.
Mankurt Efsanesi tarihin derinliklerinde Müslüman Türk kavimlerine uygulanan bir işkence ve asimilasyon şekli olarak bilinmektedir. Bu efsaneye göre kafasına ıslak koyun derisi geçirilen kişi, güneşin altında günlerce bekletilmekte, ıslak deri yavaş yavaş kurumakta ve kişinin kafasına müthiş bir basınç yapmaktadır. Güneşin altında kafası gittikçe sıkılan kişi, yapılan işkencenin dayanılmaz tesiriyle kendisini, geçmişini, ideallerini ve şahsiyetini şekillendiren birçok değeri kaybetmektedir. Bu şekilde mankurtlaşanlar, şuuru kaybolmuş, yönlendirilmeye açık, kendi geçmişine ve benliğine hissiz, duygulardan yoksunlaşmış, sahibine şartsız olarak bağlı birer robot haline gelmektedir.
Mankurt haline getirilenlerin maruz kaldığı değişme ile Tv kıskacındaki kişilerin yaşadığı değişme arasında büyük benzerlik vardır. Tv karşısındakiler de belki koyun derisinin yaptığı ağrı ve işkence hali yoktur; ama bu iki hadise karşısındaki değişme tarzı benzerdir. Tv karşısında saatlerce savunmasız bir şekilde kalan kişiler, gördüklerinin tesiri altında kalmakta, hayat ve olaylara Tv’nin istediği gibi bakmakta, ekranda gördüklerini model alarak giyinmekte, buna göre eğlenmekte ve yaşamaktadır.
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR



