JoomlaLock.com All4Share.net

ÂB-I HAYAT

Övgülerin en özeli, en güzeli Allah’a (celle celalühu), O’nun Habibi Kibriyası’na, diğer Peygamber Efendilerimize, ehl-i beytine, ashabına ve etbaına olsun.

Temizlik kirli olduğunu bilmek ve bu ihtiyacı hissetmekle başlar. İnsan; şüphe yok ki tertemiz, Rabbimiz’in (celle celalühu) kudret eliyle ve nefha ettiği ruh ile ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır. Buluğ çağı insan için Rabbini tanıma ve O’nunla (celle celalühu) yaşamak için gerekli edep ve ahlakın öğrenilmesi zamanını ifade eder. Bebek ve çocukların bu kadar çok sevilmesi, onların günahsız oluşu, Rahman’dan henüz ve taze gelişleri sayesindedir. İnsanı sevimsiz kılan şey, onun gönlünde, zihninde, azalarında görülen ve zuhur eden kötü duygular ve fiillerdir.

Rabbimiz (azze ve celle) Hazretleri günahsız kullarını değil, bilakis günah işlediğinde hemen kendisine dönüp O’nu hatırlayıp ve sığınan, tövbe edip böylece temizlenme arzusunda olanları sevdiğini ayeti kerimelerle açıklamıştır.

Hâce Hazretleri (kuddise sirruhul aziz) temizliği:
”Nefsimizi, kalbimizi, ruhumuzu, duygumuzu ve niyetlerimizi, heva ve heves pisliğinden arındırmaktır.” diye tarif ederler. Bedenî olarak yapılan temizlik yukarıda açıklanan temizliğin bir şubesi olarak görülmelidir. İnsan kalbi, bedenin merkezi olup tüm azalara hâkim olur. İnsan bedeninde ıslah olduğunda her uzvun ıslah olacağı ve o azanın da kalp olduğu Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bizlere bildirilmiştir. O kalbin de nasıl ıslah edilmesi gerektiği, kâmil mürşitler vasıtasıyla, yakinen her insana sunulmuştur.

Kalp bedendeki beş duyu organı vasıtasıyla beslenir. Vücudun sıhhat bulması nasıl ki taze, doğal ve çeşitli gıdalar ile sağlanırsa; kalp de görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma duyusu vasıtasıyla beslenir. Kalp adeta bir havuz ve bu duyu organları da havuza akan birer musluk gibidir. Havuzu besleyen kaynaklar ne kadar sıhhatli olursa, temiz ve akarı kuvvetli olursa havuz da o kadar temiz olur. Kısacası havuzun tahareti onu besleyen kaynakların tahareti ile sağlanır.

Temizlik kavramı da izafidir. Herkese göre bu ölçü farklılık arz edebilir. Fakat her hususta bizim ölçümüz Allah ve Resûlü’dür. Temizlik ancak temiz olandan öğrenilir. Kendi koyduğu kıstaslara göre anlayış belirlemek aklın ölçüsüyle sınırlı kalmak olur ki âdem olmak, bunun çok ötesinde olmak demektir.

Âdem olmak kendinde mevcut bulunan ve binlerce yıl yakıldığı ve başka türlü eza, cefalara düçar kılındığı halde itaat etmeyen, arzu ve istekleri asla bitmeyen nefs gibi bir varlık ile birlikte olmak, ama ondan emin olarak yaşamanın yolunu bulmak demektir.

Havuz mesabesindeki bu kalp içinde tortulaşmış çok değişik pislikler olduğu halde, sahibine temiz görünen aldatıcı yansıması ile ancak onun içindekileri görebilen, teşhiste ve tedavide kâmil bir mürşit vasıtası ile temizlenebilir.

İnsanlık tarihi içindeki milletler ve topluluklar, binlerce yıl hep Peygamberler ve onların sadık halifeleri tarafından temizlenmiş ve terbiye edilmişlerdir. Bütün güzel ahlakın ve hasletlerin kendisinde toplandığı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) temizlik kavramının bile kendisini temizlediği özdür. Temizlik ancak O’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) neşet eder.

Hâce Hazretleri (kuddise sirruhul aziz) kalp temizliği için öncelikli belirlediği ve kendisini besleyen kaynakların temizliğini müteakip, içteki kirlerin, pisliklerin derdest edilip atılması üzerinde önemle durur. Bu kalıntıları temizlemenin yolunu ise öncelikli olarak zikir diye tarif eder. Zikir adeta toprağı süren pulluk gibidir. Kalpte ne var ne yok kazır ve yüzeye çıkarır. Kalbi havalandırarak onu ekime hazır hale getirir. Bir taraftan ruh ve fıtratına uygun özellikler ve güzellikler tohumları ekilirken diğer taraftan bunları besleyecek ilahi aşk ve muhabbet dediğimiz âb-ı hayat suyu, her an kaynak olarak fışkırması için bütün olması gerekenler hazırlanmış olur.

Hâce Hazretleri (kuddise sirruhul aziz) bu âb-ı hayat suyunun müminin kalbinde belirdiğinde mükâşefatın olacağını; böylece ona Allah (celle celalehu) katından bir ilmin verilerek bu ilmin de ihlâsla, teslimiyetle, korkmakla ve sevmekle öğrenilerek artırılabileceğini belirtir. “İlm-i Hikmet” diye tarif ettikleri bu ilim kimde belirirse, o ilme hiçbir ilmin yetişemeyeceğini, ilahi sırların ve hakikatlerin açıklanarak umman olacağını açıklar. Âşık Yunus’un buyurduğu gibi;

Aşk bağına girsen eğer
Derdin sana derman olur.
Güllerini dersen eğer,
Bir katre bin umman olur.

Hâce Hazretleri’ne (kuddise sirruhul aziz) göre; rüşte eren her gencin, yaşamını düzenleyeceği yegâne düzen İslam ve onun ilmihal bilgisini öğrendikten sonra da tüm yaşamı boyunca bu bilgilerle yetinmeyip ruh ve nefs ilimleri ile de tekâmül etmesi gerektiğini tavsiye eder. Zira yaşam içinde her şey gelişip, değişirken ve insan dünyevi her gelişmeyi ve tekâmülü yakinen takip ederken; imanî, fikrî ve ahlakî değerlerini on beş yaşında öğrendiği bilgilerle devam ettirmesi düşünülemez.

Hazreti Musa (aleyhisselam) Mısır’dan çıkıp Hazreti Şuayb’e (aleyhisselam) sığındığında O’na (aleyhisselam) on yıl süreyle hizmet etti ve O’nun sürülerini otlattı. Bu süre zarfında Rabbine hep ne kadar fakir olduğunu arz etti ve kendisine lütfedip ekmek vermesi için duada bulundu. Ne zaman ki Hazreti Şuayb’in (aleyhisselam) duası bereketiyle Peygamber oldu, duası değişti ve ekmek yerine O’nu (celle celalehu) görmek istediğini belirtti, kendisine gözükmesi için dua etti. Buradaki tekâmül her mümine örnek olmalıdır. Peygamberlere yakın olmak Allah’a (celle celalehu) yakın olmak demektir. Allah’a yakın olan ise anlayışta, yaşayışta, inanışta ve ahlakta rızaya uygun olandır ki, cennette mümine sunulacak en son nimet rıza nimeti olup, en üstün cennet de rıza cennetidir.

Kâinatın Efendisi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) Cibril Hadisi’nde bizlere en güzel ve açık şekilde öğrettiği İslam-İman-İhsan sırrı, Müslüman olan her fert için izlenecek yol olup tekâmülün safhalarını yakinen yaşayabileceği bir bilgi ve ötesidir. Hâce Hazretleri’ne (kuddise sirruhul aziz) göre bu üç mertebeyi bilmeyen ve yaşayıp idrak etmeyen mevhum bir ilaha tapmış olur. Çünkü Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadiste ashabına Cebrail’in (aleyhisselam) kendilerine dinlerini öğretmek için geldiğini bildirmiştir. Bu hadisenin gerçekleştiği zamana bakıldığında ise İslam şeraitinin ashabı kiramın (radıyallahu anh) hayatları içinde iyice yerleşmiş olduğunu, iman hakikatlerinin bilinmekte ve yaygınlaşmakta olduğu bir döneme denk geldiği gözlemlenir. Bir anı bir önceki anına eşit olanın ziyanda olacağını bildiren Resûlü Ekrem; (sallallahu aleyhi ve sellem) onları ve beklentilerini de aşarak ihsan sırrı ile adeta onları uçurmuş, geçmiş ümmetlere nasip olmayan hikmetlerin ve nimetlerin yolunu hiç kapanmayacak şekilde açarak tekâmülün ne demek olduğunu öğretmiştir.

Hâce Hazretleri, (kuddise sirruhul aziz) ihsan sırrını: “Allah’tan başka her şeyden temizlenerek üns olmaktır.” diye açıklar.

Bugün ne yazıktır ki iman etmiş olanların çoğunluğu rızkını Allah’tan (celle celalehu) başka varlıklardan beklemekte, yönetimde ve hukukta İslam olmayan kanunlar ve yöneticileri tercih etmekte, kâfir ve münafıkları sevmekte, Allah’ın (celle celalehu) kulları üzerindeki icbar (zorlama) hakkını reddetmektedir. Böyle olduğu halde Müslümanım diyenler ancak ifade edildiği gibi Hazreti Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ilahına değil, kendi belirlediği, hayalinde canlandırdığı mevhum bir ilaha tapmaktadır.

Hâce Hazretleri’ne (kuddise sirruhul aziz) göre temiz olmak, temizlenmek, temiz kalmak ancak İslam, iman ve ihsan nurları ile arınmakla elde edilir. Başta ifade edildiği üzere ölçü budur, çıta buraya konmuştur. Mihenk taşı burasıdır. Yine âşık Yunus’un dilinden, yapmamız gereken bize şöyle bildirilmiştir:

Üstat önünde diz çöken
Şeraite boyun eğen,
Seherde hep yaşlar döken
Tekâmüle unvan olur.

Mümin o kimsedir ki Rabbi (celle celalehu) her nasıl tecelli ederse etsin O’nu (celle celalehu) tanıyan ve O’nun iradesine uyandır. Taharet-i batıniyesini yapmış olanlar Allah’ı (celle celalehu) ezelden ebede kadar tasdik etmişlerdir. Hakk’ın hiçbir sıfatı O’nun Zâtı’nı tanımalarına engel olamayacaktır. O’nun âşık ve abidleri O’nu hiçbir ilmi delil gerekmeksizin tasdik ederler ve severler. Onların ilimleri ve tasdiklerinin kaynağı kalp taharetini müteakip, kalplerinden fışkıran o âb-ı hayat suyudur.

Hâce Hazretleri (kuddise sirruhul aziz) aşk ve muhabbetin tesiri ile tekâmül eden mümin için, tutunacağı ipi istikamet olarak gösterir. İstikameti şeraitte havf ve reca ile seyrü sülükte ise kabz ve bast hali olarak açıklar. Temiz bilgi, amelde devamlılık ve teslimiyet bu tekâmülün bariyerleri gibidir.

Hâce Hazretleri (kuddise sirruhul aziz) şeriatın batınını tevhid ilmi olarak açıklar. Şeriatin batını tarikatın esasıdır. Hakk’a yakınlığın anahtarını; zahirimiz ile şeraitin zahirini, batınımızla şeriatın batınını ihya etmek olarak ifade ederler.

İslam, iman ve ihsan sırları her insana, her mümine açık ve sarih olarak sunulmuş bir gerçektir. İnsanın veya müminin bundan mahrum olması ancak kendi rızası ve eliyle bu nuru reddetmesiyle meydana gelir. Çünkü Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) münafıklara yapacağı bir dua için Rabbimiz, (celle celaluhü) Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) hatırlatmada bulunarak duanın kabul görmeyeceğini ve onların kendi elleri ile hidayet kapılarını kapattıklarını bildirmiştir. Her duasına icabet edilen ve asla geri çevrilmeyen, kendisi yeter deyinceye kadar istediği her şey kabul edilen Kâinatın nuru olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) dahi onlar için istediği halde hiçbir şey yapamamıştır.

Günümüzde o nuru taşıyan duası ve tasarrufu kâinatı dolduran nice kâmiller vardır ki; lakin insanların bu nura talip olmaması, bilinçsizliği ve münkirliği bu akışa engel olmakta ve Allah’ın (celle celaluhü) kudret eliyle, özene bezene yarattığı, vechi; sureti rahman olan, kendi ruhundan nefha ettiği, eşref-i mahlûk olan insan, kendini zayi etmektedir.

Âdem olmak ancak insanı kâmille olmakla olur. Kur’an’da ve sünnette övülen, sitayişle bahsedilen, fayda veren ilim, temizlenmiş nefs ve güzel ahlak insanı kâmile muhtaçtır ve onunla elde edilir. İblis (aleyhillane) ve Belam ilimleri ile mağrur oldular da sahip oldukları ilim kendilerine fayda vermedi. Meleklerin Hazreti Âdem’e (sallallahu aleyhi ve sellem) secde etmeleri, onda gördükleri tecelli ve nefha edilen o ruhtur. Hâce Hazretleri (kuddise sirruhul aziz) her zaman buyurduğu gibi:“O gün bugün, o Âdem bu Âdem.”

Hâce Hazretleri, kâmil bir mürşit elinde terbiye edilmiş, dünya sevgisinden ve arzularından arındırılarak boşaltılmış ve yerine Allah ve Resûlü’nün sevgisi doldurulmuş bir kalple yapılan ibadetlerin asla az olmayacağını söyler. Öyle ise çokluk sayısal olmayıp, yanında, yakininde Allah olan, O’nun rızası olan çoktur. Az ise Allah’tan mahrum olan, O’nun rızasından ve likasından uzak olandır.

İslam ilmihalinde üç şey ile taharet (temizlik) yapılır. Bunlar su, toprak ve ateştir. Yaşamımız içinde veya sonunda her halükarda bu üç şeyden biri ya da birkaçı ile temizleneceğiz. Lakin kabre girip ağzımıza, gözümüze toprak dolup temizlenmekten veya cehennem ateşine duçar olup yanmakla değil de, su gibi aziz ve âb-ı hayat olan kâmil bir mürşit elinde aşk ve muhabbet nurları ile temizlenmek lazımdır.

Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) verilen, ümmetini onunla serinletip içiren, güneşin bir mızrak kadar yakınlaşıp indiğinde, onun etkisini azaltan Kevser Havuzu’ndan içmeyi arzu ettiğimizde, onun insanı kâmiller olduğunu tefekkür etmek, o günü bu güne taşıyarak fırsat elde etmemizi sağlar. Rabbimiz (celle celalühu) kalplerimizi kendi zatına döndürüp O’nu tercih edenlerden ve o mübarek Kevser Havuzu’ndan içip serinlemeyi ve hayat bulmayı nasip eylesin.

Ve âhiruddâvâna enilhamdülillahi Rabbil âlemin. Ve sallallahu âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmain.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort