JoomlaLock.com All4Share.net

‘YERYÜZÜNDE İNSAN, İLK İNSAN TOPLUMU VE TARİHİ GELİŞİMİNE’ DÂİR DERKENAR-2-

İnsan Yeryüzünde

Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva’nın yeryüzüne indirilmesiyle, yeryüzünde ilk insan topluluğunun oluştuğunu görüyoruz. Bu ilk insan toplumu hakkında çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

Semavî olmayan bütün eski dinlerde, bu ilk toplumla ilgili bir “Altın Çağ” efsanesi göze çarpmaktadır. “Bu ilk çağda dünya kronos denilen zaman tanrısı tarafından yönetiliyordu. O’nun zamanında eşitlik, doğruluk, hürriyet ve bolluk vardı. Mutluluk içinde yaşayan insanlar, yoksulluk nedir bilmezler ve birbirlerinin haklarına tecavüz etmezlerdi. Tanrı’nın barış ve kardeşlik içinde yaşayan sevgili kulları olduklarından tanrılar gibi yaşarlar, yaşlılık nedir bilmeden ölürlerdi.”1

Bu, Yunanlılar’ın ileri sürdüğü “Altın Çağ”dı. Lao-Tze’yi izleyen Kwang-Tze ise, “Çinliler’in Altın Çağı”nı şöyle anlatıyor: “Mutlak erdem çağında insanlar, akıllılığa değer vermiyorlardı. Dürüst ve namusluydular. Böyle olmanın haklılık olduğunu bilmeden, iyilik olduğunu bilmeden birbirlerini severlerdi. İçtenlik olduğunu bilmeden namuslu ve içtendiler. İyi niyetlilik olduğunu bilmeden görevlerini tam olarak yaparlardı.”2

Batılı sosyologlar, bu ilk toplumun bir aile toplumu olduğunu ve çobanlıkla geçindiğini ileri sürmektedirler. Gerçi, “ilkel toplumların kökenlerinin çözülmesine imkân olmadığını” söyleyenleri de bulunmakla birlikte, Kitab-ı Mukaddes’te anlatılanlara dayanarak, bu toplumun türü üzerinde fikir yürütenleri de pek çoktur. Onların “tabiatın ortak masasında yemek yediklerini, avcılık ve balıkçılıkla geçindiklerini, hayatlarında herhangi bir özel mülkiyet türünün görülmediğini” iddia etmekte ve bu toplumda hiyerarşik bir düzenin başlamasını, avcılık ve balıkçılık toplumundan tarım toplumuna geçişte görmektedirler. Bunlara göre, Habil ve Kabil kavgası, bir çoban ve tarım toplumu kavgasıdır.3

Müslüman Âlimlere Göre İlk İnsan Toplumu

Şurası bir gerçektir ki, yeryüzündeki insan hayatının ilk devresinde ihtilâfsız bir dönem yaşanmıştır. Hz. Âdem’in iki oğlundan biri diğerini öldürünceye kadar bu hayat sürmüş ve bu cinayet olayıyla, tek bir ümmet olan insanlar bölünmüşler, başkalaşmışlar ve sonuçta, farklı özelliklere sahip çeşitli dinler ve toplumlar doğmuştur.

Müslüman müfessirler, ilk insan toplumunun oluşumu üzerinde bazı fikirler ileri sürmüşlerdir. Fakat bu konuda Kur’ân’da ve hadislerde kesin bilgiler mevcut olmayıp, bütün görüş ve teoriler, genellikle eldeki Kitabı Mukaddes’in verdiği bilgilere dayanmaktadır. Allah (cc), Hz. Âdem’i topraktan ve eşi Havva’yı da, Hz. Âdem’den veya onunla aynı mahiyette bir özden yarattığını Kur’ân’da bize bildirmekte,4  çoğalmanın ise Âdem’in çocukları arasındaki evlenmeden ileri geldiğini ise müfessirler belirtmektedir. Onlara göre, Havva vâlidemiz yirmi doğum yapmış ve her doğumda ikiz çocuklar dünyaya gelmiştir. Tabiîdir ki, bunlar da birbirleri arasında evlenerek çoğalmışlardır. Fakat, yine müfessirlerin verdiği bilgiye göre, Allah, Âdem’e bir batında doğan çocuğun, diğer batındaki karşıtıyla evlenmesini, yani çaprazlama bir evlilik usulünü vahyetmiş ve böylece insan soyu üremiş durmuştur. Fakat, bu tür evliliğin, bir müddet sonra neshedildiği ortadadır. İlk insan toplumu ve tarihin daha sonraki gelişimi konusunda Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurur:

“İnsanlar bir tek ümmetti. (Kimi iman etmek, kimi küfre sapmak sûretiyle ihtilâfa düştüler.) Bu sebeple Allah, (onlara) (rahmetinin) müjdecileri (ve azabından) uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde insanların ihtilâf ettikleri hususlarda aralarında hüküm vermek için hak kitaplar indirdi. Halbuki, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirleri aleyhinde “bağy” sebebiyle ihtilâfa düşenler, o (kitap) verilenlerden başkası değildir. Allah, iman edenleri, kitap verilenlerin ihtilâf ettikleri hususlarda, bizzat iradesi ve izniyle gerçeğe ve doğruya ulaştırdı. Allah, kimi dilerse, onu doğru bir yola iletir.”5

İlk insan toplumu ve onun dini üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu dinin, totemizm, natürizm veya animizm olduğunu iddia eden Batılı dinler tarihçilerin yanısıra, Müslüman müfessir ve âlimlerden de, ilk insanın dininin semavî bir din (İslâm) olmadığını ileri sürenler de olmuştur. Herhalde bunların ayrıldığı nokta, Hz. Âdem’in peygamber olarak mı yeryüzüne indirildiği, yoksa yeryüzüne indirildikten bir müddet sonra mı kendisine peygamberlik geldiği sorusudur.

Kur’ân, Hz. Âdem’in yeryüzüne indirilişinden hemen sonra, Allah’tan bellediği kelimelerle tevbe ettiğini açıklamaktadır ki, ilk insan toplumunun bir şirk veya ilkel dine inanan bir toplum olduğunu ileri sürmek için, Hz. Âdem ve Havva’nın yeryüzüne indirildikten sonra irtidat etmiş olmaları gerekir. Bu da, düşünülemeyecek bir şeydir. Nitekim Kur’ân’da söz konusu edilen Âdem’in iki oğlunun kıssasının biz ilâhî bir dinden ilk ciddi sapma olduğunu sanıyoruz. İlk insan toplumunun, bundan önce ihtilâfsız olduğu âyetten anlaşılmaktadır. Çünkü ihtilâfın ilk ümmet olma durumunu takiben meydana geldiği âyette açıktır:

“İnsanlar, başka değil, ancak tek bir ümmettiler, sonra ihtilâf ettiler”6  

Âyeti, ilk toplumun ihtilâfsız bir ümmet olduğu konusunda yeterince açıktır. Bu konu üzerinde duranların görüş ayrılığı, ihtilâfsız ilk durumun nereden kaynaklandığı konusundadır. Bunu, ilk toplumu oluşturan insanların düşünce, his ve “içgüdü” bakımından basit, ayrıca his ve temayüllerde henüz farklılaşmaya yol açacak bir tekâmül derecesine ulaşamamış olmaları gibi bir iddia ile açıklamaya yeltenenler bulunduğu gibi7 bazı Mutezile âlimleri de, ilk insanın dininin “akılcı bir din” olduğunu ve bu dönemde insanların aklî kurallara göre bir organizasyona gittiklerini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre Allah, Kendi varlığını bilmenin dışında haram ve helâl sınırları için insanları sorumlu tutmamıştır.8 Oysa insan, her zaman insandır; onun hisleri, temayülleri, arzuları, tutkuları, “içgüdüleri,” ilk insan için de, bugünkü insanlar için de farklı olmasa gerektir; çünkü bunlar, onun bizatihî mahiyetinden kaynaklanır. Bunu, Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın daha yeryüzüne inmeden, cennetteki ilk sürçmelerinde görüyoruz. Fark, bunları etkileyecek, farklı yönlere çekecek, artırıp azaltacak zemin ve şartlardır. İlk insanlarda da mutlaka kıskançlık, bencillik vardı. Dolayısıyla, iki kişi de olsa, birlikte hayatları için belli kuralların ve bu kuralların dayanacağı adaletin bulunması gerekirdi. Ve hiçbir insanın aklı, bu adaleti bütün boyutlarıyla kavrayamaz; dolayısıyla onun tesbit ve sağlanması için de gerekli kaideleri vazedecek olan her zaman Allah’tır. Adalet üzere ihtilâfsız bir toplum, hangi çapta olursa olsun, ancak İlâhî kurallar üzerine oturabilir.

İkinci olarak, Hz. Âdem (as), bir peygamber olduğuna göre, ilk insan toplumunun oluşumununda vahyin temel teşkil etmediğini söylemek zordur. Hele Hz. Âdem’e on sayfalık bir kitap (suhuf) indirildiğini de göz önüne alırsak, bu durum daha çok aydınlığa kavuşacaktır. Bu bakımdan, Batılıların anladığı ve iddia ettiği anlamda bir ilkel toplumdan söz etmek bize göre imkânsızdır.

Biz, gerek Hz. Âdem’e suhuf indirilişine ve o’nun peygamber oluşuna, gerekse, Kur’ân’da, “insanların önceden tek bir ümmet olduğu”nu belirten âyete ve “bir toplumun ümmet olabilmesi için, insanların tek din, tek emir, tek zaman ve mekân üzerinde toplanmalarının şart olduğuna”9  dayanarak, bu ilk insan toplumunda, basit de olsa en azından bir cemaat teşkilatlanmasının bulunduğu düşüncesindeyiz. Çünkü Allah (cc), Hz. Adem’e gönderdiği suhufta, herhalde yeryüzünde nasıl davranacaklarını açıklamış ve bununla ilgili bazı emir ve yasaklar koymuştur. Kaldı ki, Hz. Allah’ın (cc), Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı yeryüzüne indirirken; “Artık bundan böyle size Benim tarafımdan bir hidayet gelir de, kim Bana ait bulunan o hidayet kaynağına uyarsa, onlar için bir korku söz konusu olmayacak ve onlar, herhangi bir şekilde üzülmeyecekler de.”10 buyurduğunu Kur’ân-ı Kerim’de okuyoruz. Bu da, Allah’ın insanı yeryüzünde kendi başına ve sahipsiz bırakmayacağına ve bırakmadığına açık bir işarettir.

Bu âyet, din konusundaki evrim teorisini de çürütmektedir. İlk insan hayatı ilâhî ışık altında başlamış ve Allahü Teâlâ, ilk insan olarak Hz. Âdem’i yarattığında ona gerçeği açıklamış ve doğru yolu göstermiştir.

Hz. Âdem’in oğulları bir süre bu yolda yürüdüler ve sonra hak yoldan saparak kendilerine ayrı ayrı dinler icad ettiler.11 Kur’ân’da ilk açıklanan sapma da, Âdem’in iki oğlu hakkındadır ve:
Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Hani onlar, (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı da, ikisinden birininki kabul olunmuş, öbürününki olunmamıştı. Kabûl olunmayan, (kardeşine) “Elbette seni öldüreceğim!” dedi. (Beriki de şöyle) cevap verdi: “Allah, ancak muttakîlerden kabûl eder.” 12

Âdem’in bu iki oğlunun kıssası hakkında Kitab-ı Mukaddes’te anlatılan ayrıntılar Müslüman müfessirlerce de tekrarlanmıştır. Fakat, bu konuda rivayet edilen en sağlam hadiste, bu iki oğulun adları bile anılmamaktadır. “Hiç bir Âdemoğlu zulümle öldürülmez ki, onun kanından (günahından) Âdem’in ilk oğluna da bir pay ayrılmamış olsun. Çünkü, bu cinayeti âdet edenlerin önderi odur.”13  

Görülüyor ki, hadiste fazla ayrıntıya  inilmemektedir. Fakat, bazı müfessirler, Hz. Âdem’in iki oğlundan Kabil’in kardeşi Habil’i, kendisiyle doğan ve çapraz evlenme biçimiyle Habil’e düşen kızı almak istediğinden öldürdüğünü söylerler. Kur’ân-ı Kerim’de “takarrüb” maksadıyla, her iki oğulun da birer kurban adadıkları, ama kurbanı kabûl edilmeyenin, kâbul edilen kardeşini öldürmeye yeltenmesi üzerine, öbürünün, “ancak takva sahiplerinin kurbanlarının kabul edileceğini” söylediği anlatılıyor. Bu kurban sırf Allah’a yaklaşmak için mi sunulmuştur, yoksa müfessirlerin anlattığı gibi, Kabil’in Habil’e zulmetmek istemesi sonucu mu sunulmuştur, bilemiyoruz. Hattâ, müfessirler, Habil’in çoban olduğundan koyunlarının en iyisini (veya bir koçu) kurban ettiği halde, çiftçi olan Kabil’in, cimrilik ederek zayıf başakları kurban olarak sunduğunu14 ve gökten gelen bir ateşin Habil’in koyununu alıp gittiğini belirtirler.
Bu konudaki tartışmalar, konumuz açısından bizi çok ilgilendirmiyor. Konumuz açısından bu hâdisenin ortaya koyduğu gerçek, Kabil’le birlikte ilâhî ahkâmdan sapıldığı ve ittifak üzere bulunan ilk toplumda ihtilâfların baş göstermeye başladığıdır. Taberî gibi bazı müfessirler, Kabil’in Yemen taraflarına gittiğini ve sundukları kurbanı bir ateş alıp götürdüğünden, ateşe tapınmanın Kabil’le başladığını ileri sürmektedirler. Bundan sonra, her zaman için artık bir hak din ve bunun karşısında çok sayıda batıl dinler olagelmiştir.

Dipnotlar:
1- Hesiod 1949, 7
2-Parkinson 1976, 20    
3-a.g.e., 20-21     
4-Nisa, 4/1
5-Bakara, 2/213
6-Yunus 10/19
7-Esed, Bakara, DN: 197
8-Yazır, 2/749
9-İsfahani, 23
10-Bakara, 2/38
11-Mevdudi, 1/228
12-Maide, 5/27
13-Zebidî, 9/83  
14-Taberî, 1/88

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort