JoomlaLock.com All4Share.net

ÜSTAD ŞEYH ABDURRAHİM EL ÇOKREŞİ -2-

Üstadın ayrı bir özelliği de hiçbir zaman kendi çocuklarını cemaatin içerisinde ön plana çıkarmamasıydı. Özellikle kendi akrabalarının yanında hiçbir zaman çocuklarından bahsetmezdi. Bu ayrımı hiç yapmıyordu, hatta akrabalarını çocuklarından daha üstün tutuyordu. Öyle bir edebe sahipti ki kendinden yaşça küçük olanların yanında bile çocuklarının isimlerini söylemiyordu. Ziyaretine gelenlere büyük bir meltefetle hal ve ahvallerini sorardı. Âlim insanların karşısında çok saygılı bir şekilde dizüstü oturuyordu. Hiçbir zaman insanları tenkit etmiyor, sürekli beşaş ve hafif tebessümle milletle hasbihal ediyordu. Şer’î fetvalar yanına geldiği zaman hiçbir şekilde kitaplara bakıp kaynağını görmeden cevap vermezdi.

Üstad son iki sene bazı işaretlerle artık ömrünün sonuna geldiğini belirtiyordu. Bir gün Üstad ve Raşid amcam ile beraber kabristanlara ziyarete gitmiştik. Şu an defin ettiğimiz yere bakıp parmağıyla işaret ederek buraya bir sur çekin, aile mezarlığı için. Yakında bize lazım olur, dedi. Ondan sonra ilhahla bir kaç defa aynen söylemişti. 2004’te hastalık belirtileri başladı. Dört sefer arayla Erzurum Numune Hastanesi’ne yatırdık, iyileşip taburcu oluyordu. En son 2006 yılının beşinci ayının başında tekrar rahatsızlanınca Araştırma hastanesi, Dr. Recep AYGÜL Bey’in yanında yatırdık. Bir hafta tedavi gördükten sonra gözlerini açtı ve bir rüya gördüğünü söyledi. Bizlere anlattı;

“Rüyamda baktım ki büyük bir ulema topluluğu beni aldılar. Kabristanlara hazır eşilmiş bir mezarın başına beni götürdüler ve dediler ki; ‘Senin zamanın geldi, burası da senin yerindir.’ Ben itiraz ettim, dedim ki; ‘Beni büyüklerimizin metfun olduğu surun içinden niye ayırdınız? Orada olmak isterdim.’ Onlardan bir tanesi dedi ki; ‘Sizi buraya defnedeceğiz ki, bazı Müslümanlar etrafınızda defnolsunlar, sizden menfaat alsınlar.’ Ondan sonra baktım ki başka bir grup geldi, sordular; ‘Siz niye Abdurrahim’i getirdiniz? Daha zamanı var.’ Evvel ki grup dediler ki; ‘Verdiğimiz sarığın görevi bitmiştir, bunu almamız lazım.’ Sonradan gelen grup ufak bir sarığı başıma koydular, evvelki sarığı diğer gruba teslim ettiler. Dediler ki; ‘Daha zamanın var, bundan sonra bu sarık başında olsun.’ Beni bırakıp gittiler.”
Bu rüyadan sonra Seyda tamamen iyileşti ve biz onu köye geri getirdik. Üstad köyde iki ay kaldıktan sonra tekrar rahatsızlanınca yine Recep Bey’in yanında yirmi gün yatırdık. Bu sefer yarı iyileşerek taburcu oldu. Köyde bir ay kadar kalınca daha ağır bir şekilde rahatsızlandı. Tekrar Recep Bey’in yanına, Araştırma Hastanesi’ne götürdük. Bu sefer hastalığı tamamen değişik bir şekil almıştı. Üstad tamamen dünyayı bırakıp manevi bir şekilde büyük zatlarla hayatını sürdürüyordu. Konuşması, hareketleri tamamen değişik bir şekildeydi. O durumdayken ziyarete gelenlerin hal ve hatırlarını sorardı. Hiçbir zaman rahatsızlık duymazdı, onlar dışarı çıktıktan sonra gene aynı eski haline dönerdi. Sanki dünyadan haberi yok gibiydi.

Bir gün Karayazı ehlinden Hacı Sabit isimli bir şahıs, Üstad’ı ziyarete gelmişti. Üstad onun hal ve hatırlarını sorduktan sonra, sizin bir davanız vardı, ne yaptınız diye sordu. O an Hacı Sabit gür bir sesle ağlayarak odayı terk etti ve bize dedi ki; “Şeyhim bu durumda bile davalarımızı soruyor.” İki gün sonra Karayazı ilçesi Halk Eğitim Müdürü Faik Hoca, Üstad’ın ziyaretine gelmişti. Üstad’ı ziyaret edince Üstad, Faik Hoca’dan sordu; “Senin kardeşin hasta idi ne oldu, durumu nasıl?” Faik Hoca; “Şeyhim, elhamdülillah durumu iyidir.” dedi. Üstad tekrar sordu; “Sen ameliyat olmuştun, senin durumun nasıldır?” “Ben de iyiyim.” dedi ve kendini tutamayarak ağlayıp odayı terk etti. Bu konuşmalardan sonra Üstad eski haline dönüyordu. Sürekli büyük zatlarla konuştuğuna şahit oluyordum.

Bir gün kalkmak istediğini gördüm. “Kurban ne yapıyorsun?” diye sordum. Mevlânâ Halid-i Bağdâdî Hazretleri’nin büyük bir cemaat ile içeri girdiğini söyledi ve bana dönerek “Oğlum, cemaate karşı ne yaptınız?” diye sordu. “Emriniz neyse onu yapalım.” dedim. “Cemaate yemek verdiniz mi?” diye sordu, “Verdim!” dedim. “Peki, bizde hakları vardı, onu da verdiniz mi?” dedi.  Verdim, dedim. “Yoksa vermedin mi?” diye sordu. Verdim, dedim. “Elhamdülillah! Kimsenin hakkı bizde kalmadı.” dedi ve gözlerini kapattı. Doktor Recep Bey bu sözleri duyunca Üstad’ı özel odasına götürdü. Dedi ki: “Üstad bugün bayram yapmamız lazım, sizin için Mevlânâ Halid hastanemize gelmiştir, biz ne yapalım?” diye sorunca Üstad iki sefer tebessümle “he he” dedi ve sustu.

Başka bir gün Hastane odasında Üstad’ın yanındaydık. İki doktor Üstad’ı muayene ediyorlardı. Üstad’ın gözleri kapalıydı. Kalbini muayene etmeye çalıştılar, kızarak oraya karışmayın; “Orada Kelâm-ı Kadim vardır.” dedi. Başka bir sefer de aynen muayene zamanında kalbine dokununca yine kızarak; “Orası iman yeridir, orada iman vardır, oraya karışmayın.” dedi.

Başka bir zaman Üstad’ın yanında konuşurken gözlerini açtı, “Konuşmayın, beş altı kişi Kur’ân-ı Kerim’i okuyorlar, siz de dinleyin.” dedi ve gözlerini kapattı. Etrafımıza baktık ki bizden başka hiç kimse yoktur. Başka bir gün yanı başındaydım. Baktım ki gözlerini açtı, pencereye doğru baktı, dedi ki; “Bak orada ne güzel bir köşk var görüyor musun?” Evet, dedim ama bir şey görmüyordum. “O köşk Seyda-i Şeyh Abdurrahman tarafından Şeyh Abdülkerim Efendi’ye verilmiş. Bak yanında başka bir köşk daha var, görüyor musunuz?” buyurdu. Evet,  de-dim. “O da Seyda-ı Şeyh Yahya’nındır.” dedi. Biraz durduktan sonra gülümseyerek; “O güzel iki odayı da görüyor musunuz?” O da Şeyh Yahya tarafından dayım Abdullah Efendi’ye verilmiştir.” buyurdu. Sonra da mahzun bir şekilde dedi ki; “O diğer köşk de benimdir, ama ben bir ortak arıyorum.” Bunu deyince eşi Miran hanım dedi ki; “Kurban kimi kendine ortak yapacaksın?” Tekrar bana döndü, parmağını uzatarak; “Vallahi, kim okursa onu ortak yapacağım.” dedi.

Bu hallerden sonra sürekli Kur’ân-ı Kerim’i okumayı emrediyordu. Genellikle ikindi namazından sonra akşam namazına kadar sürekli Kur’ân-ı Kerim okuyordu. Vefatından iki gün önce beni çağırdı. Okuduğum yere bir kağıt koyun, kağıdın üzerine yazın nereye kadar okuduğum belli olsun.” dedi. Ben kağıdın üzerine yazdım. Saffat Sûresi’nin başına geldiğini söyledim ve ondan sonra Kur’ân-ı Kerim’i eline alıp okuyamadı. Ezbere ayetleri okumaya başladı. Hastalığının son günlerinde konuştuğu zaman dilinde bir ağırlık vardı ama Allah’ın hikmeti Kur’ân ayetlerini okuduğu zaman sağlığındaki gibi net bir şekilde okuyordu. O arada bize hep; “Okuyun, okumayan kişi vallahi bu sevaptan mahrum kalacaktır!” diyordu.

Ayrıca doktoru Recep Bey’i çok seviyordu ve sürekli doktoruna Mehmet Bey diye hitap ediyordu. Bir gün dedim; “Kurban, doktorunuzun doçentlik sınavı var. O kadar sizinle ilgileniyor ki sınava hazırlanamıyor, siz de dua edin, sınavı kazansın.” dedim. Gülümsedi, cevap vermedi. İki gün sonra ben ve Mehmet Selim amca oturuyorduk. Üstad gözleri kapalı bir şekilde; “Mehmet Bey sınavı kazandı.” dedi. O anda doktor içeri girdi, bu sözleri duyunca; “Şeyhim, bize güzel haberler veriyorsun.” dedi ve Üstadın ellerini ziyaret etti. Üstad gözlerini açtı tebessümle doktoruna baktı ve tekrar gözlerini kapattı. Allah’ın emri, doktoru zorluk görmeden doçentlik sınavını kazandı.

Yeğeni Muhammed Raşid’in oğlu Metin üniversite sınavlarına girmişti. Sonuçlar belli olmadan Metin’e dua edin, demiştik. Metin’in yerini Van ilinde yapmışım, dedi. Sınav sonucu açıklandığında Metin Van’daki Üniversiteyi kazandı.

Üstad ölümünden bir gün önce defalarca; “Beni köye götürün, yarın misafirlerimiz çok olacak, misafirlerin tedarikini göreyim, yoksa siz bu tedariki göremezsiniz, perişan olursunuz.” dedi. Meğer kendi taziyesinin misafirlerini işaret ediyormuş da biz anlamadık. 11. 09. 2006 pazartesi sabahı saat 7.30’da Allah’ın rahmetine kavuşup, Allah’a emanetini teslim etti.

Erzurum’dan Erenler köyüne getirdiğimiz süre içinde çok büyük bir insan topluluğu oluştu. Üstad’ın cenaze namazı iki defa kılındı. İlkini Üstad’ın divanında Kardeşi Molla Şemseddin kıldırdı. Cemaatin çok olması nedeniyle dışarıda o kalabalıkla beraber Seyda-i Taği’nin torunlarından Şeyh Muhsum’un oğlu Şeyh Nurettin Efendi kıldırdı ve Üstad’ın teçhizini yaptı.

Allah onları af ve mağfiret etsin bizi de onların çizdiği yoldan ayırmasın.

Seyda Hazretleri’nin yeğeni ve hizmetkârı; Hikmet SAMİ Efendi’ye bu değerli bilgileri okurlarımızla paylaşmasından ötürü teşekkürü borç biliriz. Cenabı Hak onu bu salih neslinden hem bu dünyada hem de dâr-ı ukbâda ayırmasın inşaallah.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort