JoomlaLock.com All4Share.net

HACI İBRAHİM BABA HAZRETLERİ (ks)

Tarih boyunca Hak’la batıl durak vermeksizin çarpışmış durmuşlardır. Bunun başlangıcı bekli de ta Hz. Adem’in evlatlarından Habil ve Kabil’in kavgalarına kadar uzanmaktadır. Gelmiş geçmiş tüm Peygamberler, karşılarında bir küffar ordusu bulmuş ve onlarla mücadele zorunda kalmışlarıdır.

Aynı mücadele İslam tarihi boyunca da devam etmiş ve halen etmektedir. Peygamberler Peygamberi; şehrini koruyabilmek için etrafına hendek kazarken, vurmuş olduğu balyozun ateşleri içerisinde İran’ın saraylarını, Bizans’ın kasırlarını görmüş ve bunların kurtarılacağını arkadaşlarına müjdelemişlerdir. Her şeyi sadece maddenin kuru kabukları içerisine sıkıştıracak kadar beyinsiz olan münafıklar,  “kendi şehrini korumadan acizken İran’dan, turandan bahsetmektedir”, diyerek gülüşmüşlerdir. Bilmem ömürleri içerisinde İslam mücahitlerinin İran’ı baştan başa harmanladıklarını ve İstanbul surları önünde at oynatmış olduklarını görerek yüzleri kızarmamışımıdır.                  

Sayısız haçlı seferlerine karşılık, İslam orduları iki noktadan baytı zorlamıştır. Belki de batılılar bunlara hilal seferleri demişlerdir. Bunlardan birincisi Endülüs Emevileri tarafından İspanya üzerinden olmuş. İkincisi ise Osmanlılar tarafından balkanlar üzerinden akıp Viyana önlerinde noktalanmıştır. Bu seferler sonucu haçlılar Doğu’dan medeniyet öğrenmişler, Hilalcılar ise doğudan batıya insanlık götürmüşlerdir, insanca yaşama götürmüşler, teknik götürmüşlerdir. Ne acıdır ki batı İslam’dan aldığı nurla, medeniyetle kendi Rönesansını gerçekleştirmiş,  “Biz çalışana veririz” düsturu tecelli etmiş ve İslam ordularını Avrupa’dan atmışlardır.                   

Evet batının inkişafına ayak uyduramayan ve   İslami ölçülerden gün geçtikçe uzaklaşan Osmanlı İmparatorluğu’nda maliye bozulmuş, asayiş bozulmuş, ilim bozulmuş, ordu bozulmuştur. Şu olay bozuluşun aynası olacak niteliktedir:                

93 Harbi devam etmektedir. Çoban Dede köprüsünden geçen Rus ordusu, aşağı Pasinler ovasından Erzurum’a doğru ilerlemektedir. Türk ve Müslüman olan düşman kumandanının gözüne saçlarını uzatmış olan asker kaçağı bir derviş ilişir. Yanına çağırıp sen başını Allah Allah deyip sallayanlardan mısın?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca, elindeki kamçısıyla dervişle vurur ve şu sözleri söyler, “Sahtekarlar, siz başınızı sallarken samimi olsaydınız biz buralara kadar gelemezdik.” Ancak , Erzurum’da gerçek velilerden , gerçek tekke erlerinden Hacı Haşıllar, Hüseyin Efeler (geda-i) vardır, Maksut Efendi Hocalar vardır. Yetim Hocalar vardır, Hacı İbrahim Babalar vardır. Ve Aziziye’de Rus ordusuna gereken ders verilir.                 

Evet, hemşehrileri, yakınları, müritleri tarafından “Hacı baba diye hitap edilen Hacı İbrahim baba, 1400 yılından beri gönüller feth etmeye devam eder tekkeler silsilesi altın zincirinin halka başlarındandır. Yunus gibi belki derinlemesine bir ilmi yoktur. Fakat, “Bildikleriyle amel edenlere, bilmedikleri de öğretilir”, düsturu gereğince, her şey öğretilmiştir. Elini Kur’ân-ı Kerim deryasının derinliklerinde rahatça oynatabilmektedir.

Memleketimize son asırlarda İslamiyet’ten uzaklaşarak gerilemenin tüm bilançoları, Müslümanlar ve Müslümanlığa çıkarılmıştır. Müslümanlar “Takunyalılar, ayağı kokanlar” denilip horlanmışlardır. Bütün bunlar söz konusu cemaatin üzerinde büyük bir eziklik ve bezginlik meydan getirmiş ve bu etkiler, dünyaya küskünlükler, dünyadan el ayak çekmeler şeklinde tecelli etmiştir. Bu durumda bütün çile çekenler, bütün düşünenler dertlidir. Mesala, büyük mütefekkirimiz Akif;

Hatadır beklemek dünyada ahiretten her hayrı,
Öbür dünya bu dünyadan değil, hem hiç değil ayrı...

şeklinde feryad etmektedir. Merhum üstadımız Necip Fazıl çok daha ileri giderek adeta hakaret edercesine O yaldızlı cümleleri ile şu şekilde haykırmaktadır; “Evi, elbisesi, ekmeği ve yurdu, elinde hırsızlık malı gibi duran, bir türlü bunların sahipliğine varamayan, her haliyle ‘bütün bunlar benim değil sizin’ diye bağıran, ödü patlamış ve beyni kamaşmış, asırlık hastalar hastası.”

Sen nerdesin Müslümanlık nerede?
Hacı İbrahim Baba bu durumdan çok dertlidir. Boyun bükenlere, pejmurde gezenlere şiddetle kızmaktadır. “Allah güzeldir, güzeli sever.” der.  “Allah vermiş olduğu her nimeti kulunun üzerinde görmek ister.” der ve  cemaatinin her meşru yerden en iyi şekilde boy göstermesini arzular. Bir müridi vardır. Devamlı surette gelip boynunu bükerek tekkenin ayak altında oturmaktadır. Bir gün derki; “Bunu görüyor musunuz, bu cennette de böyle boynunu bükerek ayak altında oturacaktır.” Böylece, Akifimizle birbirinden habersiz olarak aynı noktada birleşirler. “Öbür dünya bu dünyadan değil, hem hiç değil ayrı.”.

Hacı baba , bedenî ibadetlerden daha çok malî ibadetlere itibar etmektedir. “Resulullah için bir uyuz keçi vermeyenlerle ben harb ederim.” diyen büyük halifenin yolundadır. Tekrar kurtuluşların, kalkınmaların buradan geçtiğine inanmaktadır. Bir gün zengin bir müridi ile aralarında bu hususta şu şekilde bir konuşma geçer.

-    Öldükten sonra benim için ne yaparsın?
-    Her gün bir Yasin-i şerif okurum.
-    Yetmez…
-    Her gün bir hatim indiririm .
-    Yetmez…
-    Her gün bir günlük namaz kılarım.
-    Yetmez…
-    Her yıl üç ay oruç tutarım.
-    Yetmez…
-    Ya ne yapayım Efe?
-    Her gün beş kuruş sadaka veririm, der.

Hacı babanın dilden dile dolaşan yüzlerce, binlerce kerameti vardır. Bilindiği gibi, tasavvuf da keramete fazla itibar edilmemektedir. Bu vasfın mutlak kurtuluş olmadığını anlatan şu menkıbe, Erzurum civarında sıkça anlatılmaktadır;               

Zaman, asırlar önceki bir yıldır. Lebbeyk Allahumme Lebbeyk cevabını verebilmiş olan bahtlılar kervanı içerisinde bir Erzurumlu vardır.  Aylarca yolculuktan sonra, menzile varılarak Hac yapılır. Ancak, garib Erzurumluyu birçok macera beklemektedir. Bir gün kafilesini de, parasını kayıp ederek ortada kalır. Yol iz bilmemektedir. Günlerce Medine sokaklarında ağlayıp dolaşırken. Günün birinde kendisine yardımcı olabilecek bir zat gösterilir. Bir sabah namazı sonrası salık verilen şahsın yakasını tutar ve bırakmaz. Birlikte Medine’nin dışına çıkarlar. Yitik zadeye “gözlerini yum” emri verilir. Zaman, mekan, mesafe sanki yok olmuştur. Sanki şimşeklere, yıldırımlara, binmişlerdir.  Bir saniye sonra gözlerini açtığı zaman karşılarında güzel Erzurum’u tüm ihtişamı ile parıldamaktadır. “Git  ve Habib Baba’ya selam söyle” diyerek meçhul şahıs kayıp olur. Habib Baba Hazretleri’ne giderek emaneti tevdi eder ve dua talebinde bulunur. “Allah imanımızı yoldaş etsin” temennisini küçümser. Bunun üzerine büyük velinin “Seni buraya getiren şahıs var ya, bir saat önce göçtü ve imansız olarak” der.                

Evet, bütün bunlardan ötürü yukarıda da değindiğimiz gibi, velilikte keramet göstermek fazla istenmemektedir. Hatta lüzumsuz yere baş vuranların boy abdesti almaları gerekliliği söylenmektedir. Ancak, Hacı babanın dilden dile dolaşan çokça menkıbeleri bulunmaktadır. bunlardan birkaç tanesini buraya almak istiyorum.

Hacı baba eline geçen tüm servetini lüzumlu yerlere vermektedir. Dolayısıyla fakirdir. Bir gün bir müridinin kız kardeşine talip olur. Düşünüp taşınmalar neticesinde fakirliği gerekçe gösterilerek kızın yakınları tarafından talep reddedilir. Fakat müritlik, şeyhlik ilgisi bozulmaz. Bir gün tekkede kayın adayına sobaya ağaç atması emredilir. Ahmet isimli mürit, yakacak deposuna vardığı an, hayretten dona kalmıştır. Çünkü tüm ağaçlar külçe halinde altın olmuştur az da olsa fazilet pınarından içmiş olan Ahmet, meseleyi anlar. Şeyhinden özür dileyerek bacısını vereceğini söyler. Bugün şeyhimizin yanı başında yatmakta olan Nazife anamız, işte bu şekilde bu şerefe erebilmiştir.                

Galib Efendi isimli bir müridi anlatmaktadır “Birkaç aylığına Medine’ye gitmiştim. Bir akşam ay ışığı altında bir bacanın damında arkadaşlarımızla oturuyorduk. Karşıdan tüm heybetiyle, şeyhimizin geldiğini görüp koşarak sarıldım. Bana Efendimiz’i görüp  görmediğimi sordular. “hayır” cevabını alınca “Daha niye burada bekliyorsun?”  diyerek elimden tutup Kâinatın Efendisine doğru yürüdü türbeye yaklaşmıştık  ki tüm kilitler, zincirler şangırdayarak yere düştüler. Kapı ardına kadar açılmıştı. Karşımızda billur köşkler içerisinde güneşler güneşi şimşek çakarcasına parıldadı. Hz. Musa’nın Tur’da yaptığı gibi bayılmışım. Uyandığım zaman arkadaşlarım yüzüme su serpiyorlardı. Şeyhim yoktu. (Şapka isyanında Erzurum’da asılmış olan Galib Efendi’nin İmamı Azam Hazretleri’nin türbesine selam verdiği ve gür sesle karşılık almış olduğu bizzat Hacı İbrahim Baba tarafından nakledilmiştir).

Hacı Baba caddede, sokakta, camide, tekkede, evde elini öpene peynir şekeri vermektedir. Erzurum’un, Doğu Anadolu’nun onbinlerce, yüzbinlerce insanı bu sebilden nasibini alarak tüketmekte, fakat şekerler bitmemektedir, Fevzi Efendi isimli bir müridi anlatmaktadır; “Bir gün Şeyh Efendi benim haneye şeref vermişlerdi. Yine her gelip geçene, şeker dağıtıyorlardı, abdeste girmesini fısat bilerek, şekerleri çıkarmış olduğu eski fakat temiz pardesösünün ceplerini, suçluluğumun ezikliği içerisinde yokladım. Hiçbir nesne yoktu, az bir zaman sonra yine yüzlerce ziyaretçisi geldi, yine aynı ceplerden yüzlerce şeker çıkararak ikramda bulundular”.                 

Zaman, 1348 yılı (1932) Ramazan’ın bir günüdür. Şeyh Efendi oldukça yaşlanmıştır. Fakat dinçtir, İslami ölçüleri taşıyan tüm heybetiyle Cumhuriyet caddesinde Lalapaşa’ya gitmektedir. Hatırını kıramadığı eşraf-ı Erzurum’dan bir dostu yakalar  “Acaba vaktin kutbu kimdir?” diye sorar önce cevap vermez, fakat dostundan da kurtulamaz. Nihayet der ki, “Yarın ikindi ezanından sonra namazını kılıp birlikte defnedeceğim, O zaman öğrenirsin”. Saf arkadaşı bu cevaptan fazla bir şey anlamaz. Güneş batar, doğar, yükselir ve daha yolunu yarı etmemiştir ki, Erzurum semalarını bir ses, bir haber çınlatır. Hacı Baba dünyasını değiştirmiştir. İkindiden sonra namazı kılınır. On binlerce bağlısı içerisinde dünkü dostu da vardı. Kim bilir belki kendileri de!

Bir gün müritleri üzüntü ile gelirler. “Efe bir gün şu, şu, büyük zatları türbelerinden çıkarıp yerlerine binalar kurdurmaktadırlar” Hacı Efendi sakin ve vakur olarak şu cevabı verir; ne yapayım oğul kendilerine sahip olsunlar.” Günler, haftalar, aylar, yıllar geçer. Bir gün bir yol yapılmakta ve türbeye doğru ilerlemektedir. Yıllarca önce şeyhlerinin sözlerini işitmiş olan müritleri heyecanlanırlar. Acaba ne olacaktır? Dağları deviren, devrimizin Ebrehe’nin fili mesabesinde olan dozer türbeye karşı yürütülür. Fakat olmaz, adeta diz çöker gitmez. Kayarak üzerindekilerini yere atar nihayet, nasipsizin birisi,  “Ben bu işi yapacağım”  diyerek makineye biner ani bir feryatla bayılır. Uyandığı zaman aklını kaybetmiştir. Elazığ akıl hastanesine gönderilir ve bir daha geri dönemez, ve hacı baba böylece sözünde durmuştur. “Bükülmeyen bilek öpülmelidir” düsturu gereğince türbenin sökülmesinden vazgeçilerek güzelce onarılır. Yanı başına kadirşinas bir hemşehrisi tarafından (Cinis beylerinden Canip bey), Hacı İbrahim Baba ismiyle Erzurum’un en güzel camilerinden birisi koydurulur. Bugün her ikisi de camii sahibi de, yaptıran da koyun koyuna yatmaktadır.              

Hacı İbrahim Baba aynı zamanda iyi bir şair olup, Ruhi mahlasıyla güzel şiirler yazmaktadırlar. Mesela yukarıdaki bahislerde isimleri geçen müritlerinden büyük şair (şiirleri genç edebiyatçımız Zeki KUMCU tarafından bir kitapta toplanmıştır), büyük veli Hacı Galip Efendi’ye yazmış oldukları şu şiir iddiamızın büyük delili olacaktır;

Hazreti Adem’den bize hedaye,
Şeriat babının ferdanesidir.
Eles bezminde vardık secdeye,
Tarikat ehlinin merdanesidir.

Her kimin var ise ilm-ü irfanı,
Okuyanlar bilir sırrı sübhanı,
Ahzen-i takvimden verir nişanı,
Marifet şemsinin pervanesidir,

Sırr-ı Hüda ile gizlidir hali,
Leyl ü Nehar atsun aşk u kemali,
Hakikat beytinde zem zem misal,i
Ruhi’nin gözünün  dürr danesidir.

Bu basit yazımızı Hacı Gallip Efendi’nin şeyhine yazmış oldukları güzel bir şiirleri ve güzel bir mektupları ile bitirmiş olalım. Rabbim ruhunu şâd etsin.

ŞEYHİME

Ne acib bir derde etti giriftar,
Bu benim gönlümü Hazreti Ruhi.
Mevla’nın aşkına eyledi düçar,
Bu benim gönlümü Hazreti  Ruhi.

Açıldı füyüzat göründü ervah,
Erenler bezmine yol verdi fettah,
Düşürüp sevdaya eyledi seyyah,
Bu benim gönlümü Hazreti  Ruhi.

Neşe-i muhabbet vechinde zahir,
O sultanın aşkı pek oldu vafir,
Mazhar-ı tecelli eyledi ahir,
Bu benim gönlümü Hazret-i  Ruhi.

Dervişi olanlar böyle sultanın,
Avaresi olur evvel sevdanın,
Aşkında ne yaptı sorun sevdanın,
Bu benim gönlümü Hazret-i  Ruhi.

Evvel nedir bilmez iken muhabbet,
Dağ açıp sineme kıldı pür-mihnet,
Aşık-ı ferzane kıldı akıbet,
Bu benim gönlümü Hazret-i  Ruhi.

Sıdk ile talibi olandan hasıl,
Halloldu mesail kalmadı müşkül,
Gülzar-ı vuslata eyleyüp vasıl,
Bu benim gönlümü Hazret-i  Ruhi...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort