JoomlaLock.com All4Share.net

TOPLUMSAL BARIŞIN TESİSİNDE DİN GÖREVLİSİNİN ROLÜ-1

Çeşitli zaman aralıklarında gönderilen peygamberler aracılığıyla insanları Allah’ın birliğine (Tevhid’e) dâvet eden İslâm, yeryüzünde daima barış (silm) ve adâletin hâkimiyetini; birlik ve huzurun tesisini hedeflemiştir.


Yüce dinimiz, insanın insanlığını en iyi şekilde gerçekleştirebilmek, fertlerin hayatına anlam kazandırarak, toplumun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak; toplumsal barışı tesis etmesine katkıda bulunmak için insanlığın önüne bir takım îman ve ahlâk ilkeleri koymuş ve bu ilkelerle söz konusu hedeflerini gerçekleştirmiştir.

İnsanların kendileriyle, -fıtratlarında zaten var olan sosyalleşmeye yatkınlıkları sayesinde- içinde yaşadıkları toplumla ve Yüce Yaratıcı ile barış içinde yaşamalarını sağlayarak cemiyet bilincine ermiş yetkin şahsiyetlerin; yardımlaşma ve dayanışma şuuru içinde paylaşmasını bilen, engin bir hoşgörü ikliminde beslenmiş olgun Müslümanların yetişmesinde hayli mesafeler kateden dinimiz, toplum fertlerini bir vücûdun organlarına benzetmiştir. Toplumun organlarındaki herhangi bir rahatsızlığın, bütün toplumu sarsacağına, zayıflatarak o toplumun direncini kıracağına dikkat çekmiştir. Bu açıdan toplumun birlik ve dirliği için o toplumu oluşturan her ferdin bu bilinçle sorumluluk alması ve yaşadığı toplum yararına maddî-manevî katkılarda bulunması zorunludur.

Tarihin değişik evrelerinde, dinin sözünü ettiğimiz pozitif fonksiyonlarından fazlasıyla faydalanıldığı gibi bugün de, dinimizin, fertleri olgunlaştıran ve toplumu bütünleştiren vasıflarından en verimli şekilde yararlanmak ülkemizde toplumsal barışın temini adına en hayırlı ve kalıcı bir tedbir olacaktır. Bunun için de memleketimizin her seviyedeki insanının yeterli düzeyde, ama doğru ve sağlıklı biçimde İslâm dini hakkında bilgiye sahip olmaları gerekmektedir. Aksi halde; asgari bilgiye dahi sahip olunmaması, toplumsal barışımızı, millî birlik ve bütünlüğümüzü tehlikeye düşürecek sonuçlara müncer olacaktır.

Her şeyden önce, insan ilişkilerine büyük önem veren dinimiz, bugün toplumların en çok muhtaç oldukları toplumsal barışı sağlayacak hususları en ince ayrıntısına kadar açıklayarak, ferdin gerek Yüce Allah'a ve gerekse insanlara karşı görev ve sorumluluklarını bildirmiştir. Toplumun alt yapısını oluşturan aile hayatı ile karı-kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden uluslararası ilişkilere varıncaya kadar tüm boyutlarıyla sosyal hayatın kurallarını göstermiş; en yüksek, en güzel ahlâk ilkelerini öğretmiştir. Çok basit gibi görünen fakat insanları birbirlerine yaklaştırmada, sevgi, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamaları hususunda önemli etkisi olan selâmlaşmaktan ve evlere izin alarak girme âdâbına varıncaya kadar ayrıntılara yer vermiştir. Hatta aralarında dayanışma zemini ve kalıcı bir muhabbet ortamı oluşturmaya dönük finans kurumları dahi geliştirerek toplum katmanlarına toplumsal ve idârî yükümlülükler getirmiştir. Böylece devletle millet arasında tam bir işbirliği sağlayarak sosyal hayatta mutluluk ve istikrârın serinliğini hâkim kılmıştır.1

Toplumsal barışın teminine yönelik kurulan müesseselerden en önemlisi, kuşkusuz finansal aracı olan devletle finansör fertlerin (zenginler) yükümlülüklerinden olan zekât ilkesidir. Yoksullukla mücadele ve sosyal güvenliği temin adına bir fariza olarak devlet-millet katkısıyla tesis edilen bu kurum, tarihi fonksiyonunu hakkıyla ifa etmiştir. Emek-sermaye ilişkisi ile zengin-fakir diyalogunun işletilmesini öngören ilgili Kur’an ayetleri2  para ve servetin sadece zenginler elinde dolaşan bir güç ve baskı unsuru olmasına karşı çıkarak, bunların tabana da yansıtılması ve toplumsal barış için bir denge unsuru olmasını istemektedir. Keza fıtır sadakaları, adaklar, kefâretler (ihramlı kefâreti, zihâr kefâreti, oruç kefâreti vs), kurbanlar ve vakıflar gibi toplumsal barış hizmetine dönük finansman kurumlarından sağlanan gelirler yoksul kesime yardımda ve sosyal dayanışma projelerinin hallinde büyük faydalar sağlamıştır.

Toplumsal barış ve huzurun daha sağlıklı zeminde sürdürülmesi sadedinde Yüce Peygamberimiz (as)'in tebliğinin daha iyi anlaşılması ve anlatılması günümüzde her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Çünkü din, kalplerin bir ihtiyacı olduğu kadar, yeryüzündeki bütün toplumlar için vazgeçilmez sosyolojik bir realitedir de. Barış, hoşgörü, adâlet, iyilik ve güzellik gibi yüksek insanî, toplumsal ve evrensel duyguların oluşmasında, hayatın anlamlandırılmasında dinlerin müstesna yeri ve önemi vardır. Bu bakımdan son din olan İslâmiyet ve bu dinin yüce Peygamberi, tüm insanlığa yeni yeni ufuklar açan, önünü aydınlatan bir ışık olmaya devam etmektedir. Bu İlâhî feyizden fazlasıyla faydalanmak için tüm insanlığa görev düşmektedir. İnsanlar, aradığı huzuru bulmak istiyorsa, rahmet Peygamberi Hz. Muhammed'in evrensel hoşgörü anlayışını öğrenmeli ve o iklimin serinliğinde yaşamalıdırlar.

Hiç kuşkusuz, İslâm dini barış dinidir. Sevgiyi ve barışı getirmiş, ona dâvet etmiş ve toplumsal barışın gerekliliğini, bunun bir îman meselesi olduğunu; toplumda fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğunu tüm insanlığa ilan etmiştir.4

İslâm, tabiatındaki birleştiricilik vasfı gereği, diğer görüşlere hoşgörü ile baktığı gibi, diğer görüşlerin de İslâm'a hoşgörü ile bakmalarını bekler. Farklı görüşlerin dinî hassasiyetler gözetilerek dile getirilmesine özen gösterilmesi, toplumsal barış açısından önem arz etmektedir. İslâm'ın ortaya koyduğu prensipler sayesindedir ki Ehl-i Kitap adı verilen azınlıklar (zimmîler), İslâm coğrafyasında güven içerisinde hayatlarını sürdürmüşler ve dinlerini hiçbir engellemeyle karşı karşıya kalmadan rahat bir şekilde yaşamışlardır.

Yüce Peygamberimizin, engin hoşgörü ikliminde söylediklerine kulak vermemiz halinde, mensubu bulunduğumuz dinin toplumsal barış adına ne prensipler getirdiğini anlamakta zorluk çekmeyiz. O kutlu Peygamber (as) şöyle buyuruyorlar: “Müslümanın, kardeşini hor görmesi ona kötülük olarak yeter.”5
“Müslüman kardeşine tebessüm etmende senin için sadaka ecri vardır.”6
“Şu üç şey kimde bulunursa Allah onun hesabını kolay kılar ve onu cennete koyar: Sana vermeyene ver. Sana gelmeyene git ve kötülük yapanı affet.”7
“Kim dünyada bir kulun ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını kıyâmet günü örter.”8  

İşte, anlattığımız bütün bu hakikatlerin dillendirilmesi ve zihinlere nakşedilmesi konusunda, toplumsal barışın gerçek aktörleri konumundaki din görevlilerine büyük vazifeler düşmektedir.

Beş vakit namaz, Cuma namazı, bayram namazı ve teravih namazı vb. dinî içerikli etkinlikler amacıyla camilere gelen milyonlarca insan aynı hissiyatı, aynı heyecanları yaşamakta ve tek gaye etrafında kenetlenmektedir. Ancak camilerin uzlaştırıcı ve toplumsal dayanışmayı sağlayıcı işlevini en iyi şekilde gerçekleştirmesi, oralarda vazife yapan imam-hatiplerimizin özel gayretleriyle mümkün olabilecektir. Bu bakımdan camilerimizi din görevlilerimizden bağımsız olarak ele almak mümkün değildir.

Anayasa'da ifadesini bulduğu üzere9  bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek halkımızı din konusunda aydınlatan Diyanet İşleri Başkanlığı açısından büyük bir faaliyet alanı bulunmaktadır. Binlerce camide vazife yapan binlerce din görevlisi, halkın dinî konularda aydınlatılması, yanlış dinî anlayışların ortadan kaldırılması, birlik ve beraberliğin pekiştirilmesi ve toplumsal dayanışmanın temellerinin atılması açısından bir fırsat olarak göze çarpmaktadır. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığının bu ağır sorumluluğun üstesinden gelebilmesi bir açıdan da din görevlileriyle doğrudan ilgili bulunmaktadır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort