JoomlaLock.com All4Share.net

TESLİMİYET; ALLAH’IN BİZİMLE RAHATLIĞINI SAĞLAMA ÇABASIDIR

Teslimiyet

Teslimiyet; Allah'ın Bizimle Rahatlığını Sağlama Çabasıdır - Yûsuf-i Kenân

Sayı : 102 - Haziran 2016

 

Teslimiyet; Allah'ın Bizimle Rahatlığını Sağlama Çabasıdır

 

Teslimiyet; “tesleme” fiilinden gelir. Boyun eğmek, başa gelen hadiseleri itirazsız kabullenmek ve selamete çıkmaktır. Teslimiyet dinimizin temelidir. Çünkü her şey İslam akaidinde teslimiyet üstünedir. Teslimiyet olmadan ne dinin rükünleri anlaşılır ne de gerçek manada iman edilir.

Herkes için geçerliliği muhakkak ki kişi yanlarında rahat ettiği insanlarla dostluk kurar ve bu dostluğunu geliştirerek sürdürür. Kul ile Rabbimiz Allah (cc) arasındaki münasebette böyledir. Rabbimiz Allah (cc) kendisiyle olmaya namzet gönüllerde tecelli bulur. Yere göğe sığmayan Mevla ancak Mümin kulununun gönlünde rahat olmuş ki tecelli etmiş ve kensini bulmak isteyenlere orayı işaret etmiştir. Bu sebeple tasavvuf büyüklerimiz buyurmuşlar ki: “Kabeyi yık ama mümin kardeşinin gönlünü kırma!” İşte buradaki bahsi geçen gönül de ancak gerçek sevgiliye kapısını açan, mahremiyetini sonuna kadar muhafaza eden bakir kalabilmiş, içerisine çer çöp ne varsa dünyalık heva ve hevesleri doldurmamış gerçek sahibine tecelligah olmaya namzet paspak gönüllerdir. İşte bu gönle sahip insan kamil insandır.

Kemalat gönlü temiz tutabilmek ile mümkündür. Bunun da ilk yolu teslimiyettir. Çünkü teslimiyet hakikatte: Allah’ın (cc) bizimle rahatlığını sağlama çabasıdır. Bu çaba yaradılış sebebimizdir. Rabbimizin bize karşı bıraktığımız, bizim de O’na olan yabancılığımız temelde ele alınması gereken başlı başına itikadi bir sorundur. Aksi takdirde bu bir tasavvufi konudur deyip dinin asliyetinden soyutlamaya çalışmak ise ayrı bir hakikatten kaçış yöntemidir. 

Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin verdiği misal çok manidardır. Buyurmuşlardır ki: “Limon dediğimizde o an yemediğimiz halde dudaklarımız ve yüzümüz ister istemez ekşimsi bir halde buruşurken, Allah dediğimiz de acaba neden bir şey hissedemiyoruz?”

Bu yabancılaşmanın sebebi nedir hiç düşündük mü? Bizi yaradan, her şeyden fazla seven, bizi kendisine vekili tayin eden Rabbimiz Allah (cc) hakkında hiçbir şey bilmemek, O’ndan habersiz yaşamak, hissiyatımızda bile bir karşılık bulamadığımız Allah’a (cc) seni seviyorum demek ne kadar inandırıcı olabilir. 

Rad Suresi 28. ayeti celilede: “Kalpler ancak Allah’ı zikir ile mutmain olur.” buyrulur. Zikir Allah’ı anmaktır. Allah ismi beş harfin bir araya gelmesinden mütevellitken. Kainata sığamayacak kadar geniş olan bu manayı anlayabilmenin yegane yolu gönlümüzü O’na açmak ile mümkündür. 

Dünyalık bir işi anlamak için gösterdiğimiz himmetin ne kadarını hakikati anlamaya gösterebiliyoruz. Gönlümüzü işgal ederek bizi kuşatan meşguliyetlerimiz neler, hayatımızda değer verdiğimiz, öncelik alanlarımızı ne oluşturuyor? İşte bunların cevabı bizim Rabbimiz indindeki yerimizin de en bariz göstergesidir. 

Kul olarak Rabbimiz tarafından bizlere bahşedilen hayat, hem erkekler hem kadınlar için bir imtihandır. Bu imtihan, insanların nefslerine ağır gelse de, hikmetini bilmeseler de, müslüman olmak istiyorlarsa, Allah’ın hükmüne teslim olmak zorundadırlar. İslam; teslimiyeti, teslimiyet Allah’a güvenmeyi ve ona tevekkül etmeyi gerektirir. Tevekkül ise dünya ve ahiret saadetini beraberinde getirir.

Demek ki, Allah’a (cc) iman eden O’na teslim olmak durumundadır. Çünkü, Allah’a iman etmek, O’nun isim ve sıfatlarına ve bu isim ve sıfatlarının hepsinin güzel olduğuna iman etmek demektir. Kur’an surelerinin başında kendini “Rahman ve Rahim” olarak takdim eden Allah’a hüsnüzan etmek, O’nun yaptığı her şeyin güzel olduğunu düşünmek, “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.” Düşüncesini kalbine yerleştirmek gerekir.

Bir şeyin başta hayırlı, sonunda kötü olması muhtemel olduğu gibi, başta kötü sonunda güzel olma ihtimali de her zaman vardır. Bu husus Kur’an’da Bakara Suresi 216. ayette açıkça ifade edilmiştir: “Hoşlanmazsanız da savaş size farz kılındı. Olur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Ve olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli, kötü olur. İşin sonucunu, gerçeğini Allah bilir, ama siz bilemezsiniz.” 

İman ettiğimiz Allah (cc), mademki hakimdir, öyleyse abes iş yapmaz; mademki adildir öyleyse zulüm etmez; madem ki Rahimdir öyleyse kullarına karşı son derece şefkatlidir, öyleyse başa gelen sıkıntılar şefkat tokadı türünden birer uyarıdır. Her biri birer rahmettir. Çünkü Allah (cc) yarattıklarına ve tabi ki kullarına en merhametli olandır.

Bu manaları biraz açacak olursak, imanla teslimiyet birbirlerini tamamlayan kavramlardır. Teslimiyeti olmayan mümin tam mümin olamayacağı gibi, imanı olmayanın da zaten teslimiyeti söz konusu değildir İman edene “mümin”, teslim olana ise “müslüman” denir. 

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, kainatın yaratıcısını tanımak ve O’na iman edip ibadet etmektir. Zira Yüce Allah, “Cinleri ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat 56) buyurmaktadır. Demek ki insanın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak, O’na iman edip kuvvetli iman ile varlığını ve birliğini tasdik etmektir. 

Teslimiyet kelimesi zikredilince, hatıra İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselam gelir. Bu bakımdan pek çok rüknü itibariyle bu peygamberlerin teslimiyet abidesi içeren hayatlarını kısaca hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Hz. İbrahim tam bir tevhid insanıydı ve teslimiyet onda zirvede idi. Onun içindir ki “hillet”, ona tahsis edilmiş ve “Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” mealindeki âyet bu hılleti anlatmaktadır. O, Cenabı Hakk’ın emirlerinden ne pahasına olursa olsun, zerre kadar inhiraf etmemiş; hatta O’na “evladını kes” denilince bile, zerre kadar tereddüt geçirmemiştir. “Hanımını ve çocuğunu ıssız bir çölde bırak.” emri geldiğinde, hemen emri yerine getirmiş. Sonra da arkasına bakmadan çekip gitmiştir. 

Yine başka bir örnek de İbrahim Hakkı hazretlerinden. Meşhur şiirinde bunun örneğini şöyle belirtmiştir;

“Hak şerleri hayreyler/Zannetme ki gayr eyler

Mevla görelim neyler/Neylerse güzel eyler.”

İbrahim aleyhisselâm, ateşe atılacağı zaman melekler yardımına gelmişti. Ancak O: “Size ihtiyacım yok!.. Ateşe, yanma gücünü kim vermiştir?” demiş ve “Allah ne güzel vekildir!” diyerek Rabbine sığınmıştır.

O’nun bu teslîmiyetinin biri mükâfâtı olarak ateşe: “Ey ateş! İbrahim’e serin ve selamet ol!” (Enbiya 69) buyrulmuştur. İbrahim aleyhisselamın malı da, Cebrail aleyhisselamın Cenabı Hakk’ı üç defa zikretmesi neticesinde, nazarında ehemmiyetsiz bir hale gelmiş ve ona: “Al bunların hepsini götür!” demiştir.

Yine İbrahim aleyhisselam, evladı İsmail’i kurban etmekle imtihan edilmiş ve Cenabı Hakk’ın emrine gösterdiği teslimiyet ile bu imtihanı da yüzünün akıyla geçebilmiştir.

İşte gerçek kulluk, teslimiyettir. Çünkü Allah (cc) kulunun kendisinden başkasına ram olmasını istemez. Teslimiyet, muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslimiyet bereketiyle İbrahim aleyhisselam’a, canı, malı ve evladı, yüce Rabbinin yolunda hiçbir engel teşkil edemedi. Hac ibadeti de, Ondan sonra gelecek biz ümmetlere de O’nun Rabbine tevekkül ve teslimiyetinin kıyamete kadar devam edecek en güzel bir sembolü oldu.

Çünkü İbrâhim aleyhisselam’ın dili kalbine tercümanlık yaparak daima: “Ben alemlerin Rabbine teslim oldum!” (Bakara 131) demekteydi.

Bu sebepten dolayıdır ki, Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail aleyhimesselamın tevekkül ve teslimiyetlerinin sembolü olan hac, beşerî sıfatlardan soyunup bir mağfiret iklimine; teslimiyet ve tevekküle giriştir. Hac, muhabbet dolu bir kulluğun ifasıdır.

Rıza ve teslimiyet manevi makamların en yüce derecesi olup, bir yönü de ilahi muhabbettir. Gönlü aşk ile dolu olan kul, Rabbinden gelen her şeyi, muhabbeti nispetinde kucaklar. Rabiatü’l-Adeviyye: “Seven, sevdiğine itaat eder.” buyurur. Ashabı kiram da, Peygamber Efendimiz’e (sav) olan sonsuz sevgi, bağlılık ve itaatleri nispetinde tekamül etmişlerdir. Sevgi ve teslimiyetle itirazsız boyun eğmeleri sayesinde bütün ümmete numune yıldız şahsiyetler olmuşlardır.

Teslimiyet, muhabbete bağlı olduğundan, bazı tasavvuf ehli büyüklerimiz, tasavvufun tarifini bu noktadan yapmışlardır. Örneğin, pek çok büyüğümüz tasavvufu: “Kovulsa bile, kişinin sevgilisinin kapısında diz çöküp sadakat ve teslimiyetle beklemesidir.” diye tarif etmiştir. 

Aynı şekilde, Ruveym bin Ahmed Hazretleri de (ks): “Tasavvuf, nefsi Allah Teala’nın iradesine teslim etmektir.” der. Teslimiyetin bu önemine dikkatleri çekmek için hat sanatında yazılan ve dergahlarda baş köşe de okumaya müsait bir yerde asılan: “Ah teslimiyet!” levhası, bütün sadeliğiyle gönüllerdeki yerini alır. 

Kulun Allah’a teslimiyeti, Allah hakkındaki bilgisi ve O’na olan imanı nisbetindedir. Teslimiyet, kulluğun özünü oluşturması bakımından, kalbin Allah’a olan en mühim yönelişidir. Bu yöneliş imanla başlar, marifetullah arttıkça o da artarak devam eder. Mevlana (ks), fenâ fillah mertebesine kavuşabilmenin sırrının, mutlak teslimiyette olduğunu şu şekilde ifade eder: 

En basit bir misalde bile deniz suyu, kendisine bütünüyle teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri olan ve en ufak tereddüdü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur? Aynı şekilde “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrı ile beşerî sıfatlardan soyunarak ölürsen, esrar denizi seni başı üzerinde gezdirir.” 

Allah’a teslimiyet, hayaldeki, varsayılan bir kavrama teslimiyetle olmaz. Allah’a teslimiyet Rasulullah’a (sav) teslimiyet ile mümkündür. “Allah’a ve Rasulü’ne uyunuz.” ayeti bunun sonucudur. Ben kendi düşüncemdeki Allah”a teslim oluyorum, diyen kişi; ben Rasulullah’ı kabul etmiyorum, ben Rasulsüz Allah’a teslim oluyorum diyen kişiye benzer ki bu başlı başına bir sapıklıktır. Halbuki; Rasulullah’a gerek olmadan Allah’a vasıl olmak, Allah’ı bilmek, idrak etmek hiç mümkün değildir.

 

Yazar: Yûsuf-i Kenân

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort