JoomlaLock.com All4Share.net

SÜNNET-İ SENİYYE

“Kim sünnetimi yaşarsa, beni yaşatmış olur. Beni yaşatansa beni sevendir, beni sevense cennette benimle beraberdir.” (Hadis-i Şerif)     

Sünnet; Hz. Peygamber’in, (Sallallâhu aleyhi ve sellem) dinin tebliği ve hayata aktarılması bağlamındaki söz ve fiilleridir.

Sünnet de, Hz. Peygamber (Sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminden başlayarak, kıyamete kadar bütün tarihleri ve bütün coğrafyaları kuşatacak şekilde, Kur’an-ı Kerim gibi bağlayıcıdır. Üstünlük, fazilet ve lafızların değişmezliği gibi hususlarda Kur’an’ın sünnete göre tartışmasız bir üstünlüğü var ise de, bağlayıcılık bakımından sünnet de tıpkı Kur’an gibidir. Bu noktada aralarında bir fark yoktur.

Kur’an’ın tefsiri, beyânı, hayata açılımı noktasında tek bağlayıcı merciî sünnettir ve bu bizzat Kur’an tarafından ortaya konmuş bir realitedir. Efendimiz’e (Sallallâhu aleyhi ve sellem) ittiba ve itaati emreden, O’na muhalefetten sakındıran Kur’an ayetleri bu hususu tartışma götürmez bir kesinlikle ortaya koymaktadır.

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbii olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı  bağışlasın. Allah Gafur’dur, Rahim’dir. De ki: Allah’a ve O’nun Resûlüne itaat edin. Buna rağmen yüz çevirirlerse, hiç şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.”  (Ali İmran:31-32)

“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, zaten Biz seni onların üzerine bir muhafız (bekçi olarak) göndermedik.” (Nisa:80)

“Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki merhamet olunasınız.” (Nur:56)

“Eğer (gerçek) müminler iseniz, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.” (Enfal:1)

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mümin bir erkek ne de mümin bir kadın için işlerinde kendilerine başka bir yolu seçme hakkı yoktur. Ve her kim Allah’a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalalete düşmüş olur.” (Ahzab:36)

Kur’an’ı en doğru şekilde anlayan ve en ideal biçimde hayata aksettiren insan Efendimiz’dir.      Efendimiz’in (Sallallâhu aleyhi ve sellem) sünneti, O’nun yaptıkları ve söyledikleridir. Efendimiz’in sünneti, bu ümmetin takva ve verâ ehli ârif ve âlimleri tarafından sahabe döneminden itibaren muhafaza edilmiş ve gönülden gönüle aktarılarak günümüze kadar intikal ettirilmiştir.

Cüneyd-i Bağdadi; Efendimiz’in (Sallallâhu aleyhi ve sellem) yoluna ve sünnetine uymak ve onun izini takip etmekten başka bütün yollar insanlara kapalıdır. Çünkü bütün hayır yolları, sadece Efendimiz’e ve O’na tabi olanlara açıktır.

Zünnûn-u Mısri; Sadece dört şey, hakkında konuşulmaya değerdir. Bunlar; Celîl olan Allah Teâlâ’yı sevmek, zelil olan dünyadan nefret etmek, Kur’an’a tâbii olmak ve bu halin değişmesinin tehlikelerinden korkmaktır.

Allah Teâlâ’yı seven bir kimsenin alâmeti, Efendimiz’in (Sallallâhu aleyhi ve sellem) ahlâkına, yaptıklarına, emrettiklerine yani sünnetine ittiba etmektir. Yani sevenin; ahlâkı, hali ve fiilleri güzel olur. Kalbi pâk ve selim olur. Kalbin selâmeti ile beraber salih amelleri olur.

Bişr-i Hafi: Bir gün Efendimiz’i (Sallallâhu aleyhi ve sellem) rüyamda gördüm. O bana şöyle sordu: “Ey Bişr, neden Allah seni akranlarının üstünde bir mertebeye çıkardı biliyor musun?” Ben de: “Hayır ya Resûlallah, neden?” diye sordum. O da cevaben bana: “Sünnetime ittiba etmen, salihlere hizmet etmen, kardeşlerine nasihat etmen, Ashab’ıma ve Ehli Beyt’ime olan muhabbetinden dolayı seni ebrar kullar zümresine ilhak etti…” buyurdular.

Allah-u Teâlâ’ya vâsıl olmanın yolu sünnete bağlılıktan geçer. Sünnet-i Seniyye’ye ittiba ettiğimiz ölçüde Allah’a ve Resûlü’ne yakınız.

Ebu Muhammed Abdullah bin El-Menazil; Her kim farzlardan birini yerine getirmiyorsa mutlaka öncesinde sünnetleri terk etme musibetine maruz kalmıştır. Kim sünnetleri terk ediyorsa daha öncesinden bid’atları işleme musibetine uğramıştır, buyurmuştur.

Görüldüğü gibi sünnet, farzları koruyan ve bid’atlerden uzaklaştıran yegâne yoldur.

Efendim, Mevlânâ Hâce Yakûb-i Sâni (Kuddise sırruh) Hazretleri: “Namaz kılsak, oruç tutsak, zekât versek Allah’ı razı edemeyiz. Ancak Resûlünü hoşnut edersek Allah’ı razı  ederiz. Çünkü bütün ibadetlerin bizde bir karşılığı vardır, sünnetin yoktur. Namaz bedenin şükrüdür, hac ömrün şükrüdür, zekât malın şükrüdür, oruç sıhhatın şükrüdür, sünnet ise aşkın şükrüdür.” buyurmuştur.

Ashab-ı Güzin hazeratı Efendimiz’e o kadar itina ile bağlanmışlar ki, bunun tarifi mümkün değil. Mesela İbn-i Abbas, Medine-i Münevvere’de bir binek üzerinde giderken, bir sokağın başında bineğin başını bir yöne döndürerek biraz durduktan sonra yoluna devam eder. Sebebini soranlara; “Ben, Resûlullah’ı bir kere gördüm, bir binek üzerinde giderken burada böyle yapmışlardı. Ben de bu sünneti öylece ihya ettim ki zâyi olmasın.” diye buyurur.

Şu halde, madem ki dünya ve ahiret saadetini arzu ediyoruz; keza insanlara, memleketimize ve Dîn-i İslâm’a hizmet etmek istiyoruz ve bu hizmetlerimizin Allah katında mahfuz kalmasını cümleten arzu ediyoruz; başka çare yoktur. Kur’an-ı Kerim’in ve Sünenât-ı Seniyye’nin hem zahir hem de batınıyla amel etmemiz lazımdır ve üzerimize farz-ı ayndır. Ta ki Allah ve Resûlü tarafında olabilelim. Onlar bize yar ve yardımcı olursa artık bizi yenecek ne bir kuvvet ne de bir devlet vardır. “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek yoktur.” (Ali İmran: 160)

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ve büyüklerimizin işaretleri ile yolumuz aydınlandı. Başka fikirlere dalmaya ve sair yollara sapmaya lüzum yoktur. Dinimizi ve kendimizi kurtarmayı gerçekten arzu ediyorsak, bugün mutlaka Kur’an-ı Kerim’e ve Sünenât-ı Seniyye’ye uygun bir yol ve bir mürşid-i kâmil bulmamız ve o yola bağlanmamız elzemdir. Başka da kurtuluş yolu yoktur. Tek yol Efendimiz’in (Sallallâhu aleyhi ve sellem) ayak izine tâbi olmak, O’nun şeriat-ı garrasının zahir ve batını ile amel etmek ve bir insan-ı kâmil elinde ahlâk-ı ilahi ile ahlâklanmaktır. Bu yapılmazsa insanın dünyaya gelmesi boşunadır ve son pişmanlık ta hiçbir fayda sağlamaz.

Efendim, Mevlânâ Hâce Yakûb-i Sâni Hazretleri (Kuddise sırruh) buyurdular ki: “Emir amir ile kaimdir. Farz Allah’ın farzı, sünnet Resûlullah’ın farzıdır.”  Yani bizim için bağlayıcılık açısından bir fark yoktur.Bu yüzden, biz Sünnet-i Seniyye’yi kurtuluşumuz için bir sığınak, bir melce olarak görüyoruz. Çünkü bu gelip geçici dünya hayatından bize düşen Allah Teâlâ’nın muradına uygun yaşamak ve O’nun rızasına ulaşmaktır. Bunun yolunu iki Cihan’ın Efendisi en güzel şekilde yaşayarak göstermiş ve öğretmiştir.

Hz. Ömer Şam’a geldiğinde, İslâm askerleri onu karşılamaya çıktılar. Hz. Ömer’in sırtında bir aba, ayaklarında nalın ve başında sarık olduğu halde devesinin yularından tutarak nehri geçiyordu. Birisi: “Ey Müminlerin Emîri! Keşke bir ata binseydin; çünkü seni karşılayanlar Şam’ın ileri gelenleridir. Buralarda büyük insanların deveye binmesi hoş karşılanmaz.  Eğer ata binersen Rumların gözünde daha büyürsün.” dedi. Hz. Ömer’in cevabı günümüz şaşkınlarına ve bizim izzet ve şerefi nerede aramamız gerektiğine güzel bir örnektir. “Biz Allah Teâlâ’nın İslâm’la aziz kıldığı bir milletiz. O’nun bizi kendisiyle şereflendirdiği İslâm’dan başka bir izzet ve şeref de istemiyoruz.”

Öyleyse hepimizin, sünnet hakkında konuşurken Allah Teâlâ’dan korkması ve Efendimiz’den gelebilecek en küçük bir azarlamayı, sitemi ve daha da kötüsü O’nun şefaatinden mahrum bırakılmayı hesaba katması gerekir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « AŞK NEFS »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort