JoomlaLock.com All4Share.net

SİZE MÜSLÜMAN ADINI VEREN O’DUR (CC)

Küfürden Bile Tehlikeli Sıfat: Nifak
İslâm ıstılahında insanlar üç kategoride değerlendirilir. Müslüman, kâfir, münafık… Kul, Efendimiz (sav) vasıtasıyla bizlere bildirilmiş hakikatlere bütünüyle teslim olarak Müslüman olur. Ya bunların tamamını veya bir kısmını reddederek kâfir olur. Ya da menfaatleri gereğince Müslümanlar içinde Müslüman görünüp tek başına veya kendisi gibi olan insanlarla birlikte olduğunda aslî hüviyetine bürünerek kâfir gibi yaşar ve dolayısıyla münafık olur.

İslâm ahkâmına göre Müslümanlar için en tehlikeli olan ve İslâm’a en çok zarar vermesi muhtemel olan zümre münafıklardır. Münafık kâfirden eşeddir ayeti bu bağlamda zikredilmiş bir hakikattir.

Münafığın kâfirden daha eşed olarak tavsif edilmesine sebep olan özelliği ise “Olduğu gibi görünememek veya göründüğü gibi olamamak” şahsiyetsizliğidir. Cenâbı Hak kulundan böyle bir kaypaklık görmeye adeta tahammül edemiyor. İslâm tarihinden öğrendiğimiz hakikatler de bunu teyid eder niteliktedir. Mesela Efendimiz (sav): “Allah’ım iki Ömer’den biri ile dinini kuvvetlendir.” diye dua buyurmuşlardır. Burada kastedilen iki Ömer’den birisi Hz. Ömer b. Hattab’dır diğeri de İslâm’dan önce Ebu’l-Hakem künyesiyle maruf Ebu Cehil’dir. Bu duanın ertesi günü Hz. Ömer (ra) öldürme kastıyla geldiği Efendimiz’in ellerinde dirilmiş ve İslâm’ın hizmetine girmiştir. Büyüklerimiz Hz. Ömer’in tercih buyrulmasında etken olan sebebin onun İslâm’dan önce de sağlam bir kişiliğe sahip olması, inandığı her ne ise onun gerekliliklerini samimiyetle yerine getirmesi, hâsılı şahsiyetinde münafıklığın olmamasıdır, buyurmuşlardır. Buradan anlıyoruz ki Rabbimiz (cc) ikiyüzlülüğü sevmiyor.

Allah’ın Üzerimizde Görmeyi Murad Ettiği Nimet
Cenâbı Hak ayeti kerimelerde: “Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki ni’metini anın, Allah’ın gayrı bir hâlık mı var?” (el-Fâtır: 35/3); “Rabbinin nimetini anlat da anlat.” (ed-Duha: 93/11) buyurmuştur.  Efendimiz (sav) de bir hadisi şeriflerinde “Şüphesiz ki Allah, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.” (Tirmizi, Edeb, 54) buyurmuşlardır.

Bir kul için Cenâbı Hakk’ın nimetlerini önem sıralamasına göre saymayı düşündüğümüzde ilk başta belirtmemiz gereken hiç şüphesiz İslâm’dır/Müslümanlıktır. Cenâbı Hakk’ın bizi İslâm üzere yaratması bizim hizmet adına her ne yaparsak yapalım karşılığını ödememiz mümkün olmayan bir atiyyedir. Bu bizlere Cenâbı Hak tarafından verilmiş/lütfedilmiş ilahi bir üniformadır, kimliktir. Cenâbı Hak da bizden bu nimetini üzerimizde görmek istiyor. İslâmî mefkûre bizim her halimize hâkim olmalı. Müslümanca yaşamalı, Müslümanca konuşmalı, tavır ve davranışlarımız adeta bizim Müslüman olduğumuzu haykırmalı. Münafıklar gibi içine girdiğimiz kabın şeklini alarak bukalemun gibi yaşamak, karşılaştığımız en küçük bir zorlukta bile hemen İslâmî değerlerimizden taviz vermek yerine, şartlar bizi ne kadar zorlarsa zorlasın Allah’ın razı olduğu hal üzere yaşamalı, Müslüman kimliğinin gerekliliklerini yerine getirmeliyiz.

Ashabın hayatı bu kimliğin nasıl gösterilmesi hususunda bizlere şüphesiz en güzel örnektir. Bu örnek olaylardan birisi Hudeybiye Antlaşması sırasında meydana gelen Ebu Cendel hadisesidir. Hudeybiye’de Efendimiz (sav) ile müşriklerin temsilcisi Süheyl b. Amr arasında yapılan antlaşma gereğince Müslümanlardan Kureyş’e sığınan olursa geri döndürülmeyecek fakat müşriklerden Müslümanlara sığınanlar geri döndürülecekti. Tam o sırada Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel (ra) Ayakları zincire vurulmuş bir halde Resûlullah’ın (sav) yanına geldi! Efendimiz henüz antlaşma imzalanmadığı için kendisine güvenerek ölümü göze alıp hicret eden sahabesini geri vermek istemedi. Fakat Süheyl iade edilmezse antlaşmayı imzalamayacağını söyleyerek oğlunun iadesini istedi.

Ebu Cendel (ra): “Ey Müslümanlar! Müslüman olarak yanınıza geldiğim hâlde, siz beni müşriklere geri mi iade ediyorsunuz? Siz bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri veriyorsunuz?” diye feryat ederken Peygamber Efendimiz (sav) Ebû Cendel’in yanına yaklaştı ve onu teselli etti ve “Ebû Cendel! Biraz daha sabret, Allah’tan bunun sevabını bekle. Hiç şüphesiz, Yüce Allah senin için de, senin yanında bulunan zayıf ve kimsesiz Müslümanlar için de bir çıkış yolu ve bir genişlik yaratacaktır.”  buyurdu.

Bir zaman sonra Müslüman olduğu için işkencelere maruz bırakılan, fakat bir yolunu bulup müşriklerin elinden kaçan Ebû Basîr, Zülhuleyfe’de İs Vadisi’nde mekân tuttu. Hemen sonra Ebû Cendel ve daha birçok sahabi de Mekke’den kaçarak onun yanına geldiler. Bulundukları bölgeden İslâm’a hizmet etme adına Kureyşlilerin ticaret yollarını keserek onları canlarından bezdirdiler. Neticede müşrikler Peygamberimize (sav) bu sahabi efendilerimizi Medine’ye kabul etmesi için yalvardılar ve Efendimiz’in emri üzerine Ebû Cendel ve yanındaki 70 Müslüman Medine’ye döndü.

İşte bu hal Müslümanın kimliğidir, nasıl olması gerektiğinin çok güzel bir misalidir. Kul Efendisi’ne (sav) güvenmeli ve bulunduğu ortamda ona nasıl hizmet etmesi gerektiğini düşünmelidir. Müslüman sürekli bu kimliğinin gerekliliklerini yerine getirmek zorundadır.

Müslümanın Kimlik Özellikleri
Müslümanın kimliğini oluşturan özelliklerden bahsetmeden önce kimliğin ne olduğunu açıklayarak yazımıza devam edelim.
Bir kimseyi başka biri yapan değil de kendisi yapan özelliklerin bütününe o kimsenin kimliği diyebiliriz. (Rasim Özdenören - Bugünkü Müslüman’ın Kimlik Sorunu). Bu tariften yola çıkarak Müslümanı kendisinden gayrisi değil de kendisi yapan özelliklerin neler olduğu hususunda dikkatimizi çeken birkaç konuya geçebiliriz.

Dergimizin Nisan 2012 sayısında da değinmeye çalıştığımız üzere İslâm’ı kabul etmiş bir fert kendisini tanıtma adına “Müslüman” isminden başka hiçbir ismi kabul etmemelidir. Cenâbı Hak ayeti kerimede: “…Daha önce ve Kur’ân’da, Peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, size Müslüman adını veren O’dur. Artık namaz kılın, zekât verin, Allah’a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!” (el-Hac: 22/78) buyurmuştur. O (cc) bize en üst kimlik olarak “Müslüman” adını vermiştir. Müslüman kelimesinin yanına Türk, Arap, Kürt, Acem; Hanefi, Şafii, Nakşi, Kadiri, Rifai… gibi sıfatların konmasına izin vermemiştir. Günümüzde aslî kimliğimizin önüne geçirilmeye çalışılan bu sıfatlar ancak Müslüman başlığının altında kullanılabilecek vasıflardır…

Ve ayeti kerimenin devamında da görüldüğü üzere Müslümanın en belirgin özelliği namazdır. Müslüman nerede olursa olsun namazına çok özen göstermelidir. Namazdan sonra Cenâbı Hak zekâtı zikretmiştir. Müslümanın din-dünya diye bir ayrımı yoktur. Çünkü Müslüman bütün fillerini Allah için, O’nun rızasını kazanmak için yapan kişidir. Müslüman, Cenâbı Hakk’ın kendisinin sahibi ve O’nun ne güzel bir sahip ve ne güzel bir yardımcı olduğuna yürekten inanan kimsedir.

Günümüz Müslümanlarının en büyük kimlik problemlerinden birisi de inandığı gibi yaşayamama ve dolayısıyla yaşadığı gibi inanmaya başlama hastalığıdır. Bunun sebebi ise kendilerine örnek ve önder olarak Efendimiz’i (sav), Efendimiz’in “varislerim” diye tarif buyurdukları muhlis âlimleri, Allah dostlarını değil de; parti liderlerini, İslâm’ın çağa göre reforme edilmesi gerektiğine inanan, “Peygamber bugün yaşasa böyle yaşardı” diyerek hevasını, beyhude arzularını “Peygamber” ile yaldızlayan dünyevileşmiş kişileri benimsemeleri, onların yönlendirmelerine göre yaşamalarıdır. Hâlbuki Allahu Teâlâ “Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (el-Haşr: 59/7) buyurmuştur. Eğer bizler şiddetli olan Allah’ın azabından emin olmak istiyorsak O’nun (sav) verdiklerini hiçbir nefsani süzgeçten geçirmeden kabul etmeli ve hemen onları pratiğe dökmeliyiz. Çünkü bir başka ayette Cenâbı Hak (cc): “Gerçekten Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra da dosdoğru olanlara gelince onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (el-Ahkaf: 46/13) buyurmuştur. Hadisi şeriflerinde de Efendimiz (sav): “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” buyurmuştur. Dosdoğru olmak batı normlarına göre olmak değildir. Dosdoğru olmak modern insan algısına göre değil usve-i hasene olarak bizlere gösterilen Şahsiyet’e göre olmaktır.

Müslümanların din anlayışı, cihad anlayışı o kadar sığ bir duruma düşmüş ki milli günler dolayısıyla tertiplenen resepsiyonlara birilerinin gelmesi devlet görevlilerinin kendilerini İslâm’a çok büyük fetihler kazandırmış muzaffer bir komutan gibi görmeye başlamasına sebep olabiliyor. Sözüm ona Müslüman, İslâmi hassasiyetlere sahip medya da bunu çok büyük bir kazanım gibi göstererek yabancı bir erkekle tokalaşan, güya örtülü bayanların boy boy resimlerini yayınlamakta… Biz Müslümanlar da buna alkış tutuyor ve bu seküler anlayışın esiri olmuş insanları kendimize örnek, kurtarıcı vs. görüyoruz. Bu manada Abdulaziz Bekkine Hazretleri’nin (ks) mübarek kelamları bizlere ölçü olması hususunda manidardır: “Evladım siyaset (bugünkü manada politika) hamam tasına benzer; bir cenabetin elinden başka bir cenabetin eline intikal eder. O işler bize göre değil biz kendi işimize bakalım…”

Müslümanın tek önderi, lideri, örneği Hz. Muhammed’dir (sav). Kendisine başka önder, lider arayanların sonu hüsrandır…

Müslümanlar Kimliğine Ârız Olan Bir Hastalık: Aşağılık Psikolojisi

Ne yazık ki bu hastalık da Müslüman kimliğine zarar veren çok ciddi bir vakıadır. Geçenlerde tedrisat maksadıyla Güney Kore’ye giden bir şahsın seyahat izlenimlerini naklettiği bir makaleyi okuma imkânımız oldu. Makalede Güney Kore halkının yaşantısı, insanlarının birbirlerine karşı olan saygısı, çok uzun sayılmayacak bir zaman önce savaştan çıkmış olmasına rağmen ekonomik ve teknolojik alandaki gelişmişliği vs. büyük bir hayranlıkla anlatılıyor. Güney Kore’nin dini eğilimlerinden bahsedilirken nüfusun yaklaşık yüzde 30’luk bölümünün Hristiyan olduğu ve Korelilerin Hristiyanlaştırılması sürecinde misyonerlerin faaliyetlerinin fevkaladeliği, gayretlerinin mükemmelliği sitayişle anlatılıyordu. Bütün bir makale çerçevesinde Hristiyanlar süreyyaya çıkarılırken Müslümanlar adeta seraya indiriliyordu…

Makaleyi okurken hayatını bizlere İslâmî şuur kazandırmaya, Müslüman kimliğini adeta haykırarak yaşamanın önemini anlatmaya adayan Hâce Hazretleri’nin (ksa)  mübarek bir sözleri hatırımıza geldi… “Müslümanın bir mırdar tırnağını 5 milyar kâfire değişmem!” Devamla Hâce Hazretleri (ksa) Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî Hazretleri’nin (ks) Ehli Sünnet İtikadı isimli eserinde geçen akâidî bir kaideyi bize hatırlattılar: “Hristiyan yahudiden daha hayırlıdır diyen kimse kâfir olur. Zira bu sözü ile şer’an ve aklen çirkin olan bir şeyi hayır kelimesi ile vasfetmiş oluyor. Yahudilik hristiyanlıktan daha şerlidir diyebilir.” (Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı, s.125)

Hâce Hazretleri (ksa): “Müslüman, kimliğinden utanan değil, kimliğine layık olamadığı için kendisinden utanandır.” buyurmuştur. Müslümanlar olarak gayretsizliğimizden, duyarsızlığımızdan, dinimizin emrettiği şekilde yaşayamamaktan, emr-i bil ma’ruf nehyi anil münkeri, yani tebliği eksik yapmaktan veya hiç yapamamaktan şikâyetçi olabiliriz. Çevremizdeki Müslümanları bu yüzden eleştirebiliriz. Fakat bunu kimin kulu, kimin ümmeti olunduğunu unutmadan yapmak zorundayız. Bizler Allah’ın kuluyuz, Allah’a aitiz. Bizlere çok haris, rauf ve rahim olan bir Peygamberin ümmetiyiz. Gayretsizliğimiz bu hakikatlerin farkına varamamamızdandır. Bu hissiyat içimizde tam anlamıyla yer bulduğunda bizi zaten yerimizde oturtmaz, harekete geçirir. Hâce Hazretleri’nin (ksa) buyurduğu gibi bazen şartlardan dolayı ilerleyemeyebiliriz fakat asla durmayız her an harekete hazır bir halde yerimizde sayarız…

Makalemizi özetlediğine inandığımız Cemil Meriç’in bir sözü ile noktalayalım: “Gerçek bir insan olmak önce gerçek bir Müslüman olmaktır.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort