JoomlaLock.com All4Share.net

SESİNİZ HAKK’I AŞMASIN

Sesi gür çıkıyordu…

Biraz da kulaklarının az işitmesinden kaynaklansa gerek. Konuştuğunda fıtraten sesinin tonajı yükseliyor, buna engel olamıyordu.

Evine kapandı Sabit bin Kays (ra)... Mescide gitmez oldu… Daha dün inzâl olmuştu Hucurât Sûresi ayetleri... “Ey iman edenler, seslerinizi Peygamber’in sesi üstünde yükseltmeyin.” “İşte bu ayetin muhatabı benim. Bu ayetle Allah (cc) beni uyarıyor.” diye düşündü ve kesti ayağını mescidden…

Özlüyordu Peygamberini (sav). Sesini, sohbetini… Ardında saf saf olan ashabı arasına katılıp, namazda huzura varmayı…

Ama sevmek, bazen de sevgili incinmesin diye kendini firaka itmekti. Seven hep sevdiğinin yanında olmak ister ama asıl sevgi bazen de Sabit bin Kays (ra) gibi Sesim yüksek çıkıyor, ola ki bu hal Allah’ın elçisini (sav) huzursuz eder. diye kendini kapılar ardına kilitlemekti.

Sevgi sârî idi… Sevenden sevdiğine sirayet ederdi. Peygamber (sav) yokluğunu fark etti Sabit’in (ra). Fark edilmek güzeldi. Hele de Allah Rasûlü (sav) tarafından… Onun yokluğunu fark etmesi de bir şerefti, bir saadetti…

-Bize niçin gelmez oldun, diye sorar Allah’ın Rasûlü (sav.)

-Ya Rasûlallah, Allah Teâlâ Sana bu ayeti inzal buyurdu, der ve “Ey iman edenler, seslerinizi Peygamber’in sesi üstünde yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi O’na da bağırmayın. Sonra siz şuurunda değilken amelleriniz boşa gider.” mealindeki ayeti okur. Benim ise sesim kuvvetli, der. Amelim heder olup da ateş ehli olmaktan korkuyorum, diye serzenişte bulunur.

Tebessüm eder Peygamber… Hüzünlenmiş, tedirgin gönlünü engin şefkatiyle kuşatır ve:

-Hayır, sen o (kastedilen) mevkide değilsin. Hayır ile yaşıyorsun ve hayır ile öleceksin. Sen cennet ehlindensin, buyurur. Sabit’i (ra) bu edebinden dolayı cennetle müjdeler…

Cenabı Hak zaman zaman ashaba ve ashabın şahsında mü’minlere Peygamberi’ne karşı gösterilmesi gereken edepleri en ince detaylarına kadar tarif buyurmuştur. Yine bu edep ölçülerine riayet edilmediği takdirde ziyana uğrayıp helak olacakları belirtilmiş ayeti kerimelerde.

Cenabı Hak mü’minleri silkelercesine “İyi bilin ki aranızda Allah’ın Rasûlü vardır.” (Hucurât, 7) buyurmaktadır. Bu ihtar tüm zamanları kapsamaktadır. Allah Rasûlü her zaman ve dönemde gerek sünneti gerekse şahsı manevisi ile mü’minlerin arasındadır. Değerli İslâm âlimleri, Allah dostları ile vücud bulmaktadır ve yanımızdadır.

Hucurât Sûresi baştanbaşa bir edebler manzumesidir. Allah’a, Rasûlü’ne ve Onlar’ın asrımızdaki vârisleri olan Allah dostlarına karşı takınmamız gereken edebi anlatmaktadır. Onların huzurlarında yahut gıyablarında nasıl davranmamız gerektiğini öğretmektedir. “Aç gözlerini bak, Allah kelamı olan Kur‘ân ayet ayet edebtir.” (Hz. Mevlânâ)

Biz de yukarıda kıssasını anlattığımız Sabit b. Kays gibi büyüklerimiz incinmesin diye kendimizden ödün verebiliyor muyuz?
Sahabe annelerimizden Hind binti Amr, Uhud’da şehid düşen eşi, babası ve oğlu için üzülmemiş, onları Allah’a emanet etmişti… Allah Rasûlü’nün sağ olduğu haberiyle ise gönlü ferah bulmuştu. Bizler Peygamberimiz’i eşimize, kardeşimize, çocuğumuza tercih edecek kadar tahliye edebildik mi gönlümüzü?

Tahliye edilmeyen, boşaltılmayan gönüllere edeb nasıl sığar?

“İyi bilin ki sizin içinizde Allah’ın Rasûlü vardır.” (Hucurât, 7) İyi bilin ve kavrayın ki Allah Rasûlü (sav) sizinledir ve aranızdadır. Bizler ise bu beraberliğin gerektirdiği edeble ne kadar tezyiniz?

İnsanın bunu sadece cemiyet, toplum bazında değil, kendi gönül âleminde de fehmetmesi gerekir. Benim içimde, benim gönlümde de Allah’ın Rasûlü vardır. Hatta benim gönlüm Cenabı Hakk’ın tecelligâhıdır. Orada “O” vardır…

Cenabı Hak: “İyi bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer.” (Enfal, 24) buyurmaktadır. Bu anlamda insanın kendine de edeb etmesi, tazim göstermesi gerekir. Kendi şahsına davranışı da tıpkı o cemiyetteki davranışı gibi olmalıdır. İşte rabıta budur…

İnsan kendi içine yöneldiğinde, Hakk’ı gönlünde tefekkür ettiğinde, kendine hürmetten, tazimden yanlış bir amel işleyemez hale gelir. Şimdi bizler gönlümüzdeki Rasûl’den habersiz kalınca cemiyetteki, toplumdaki Rasûlü de göremez hale geldik.

Rabbimiz (cc) Hucurât Sûresi birinci ayetinde: “Ey iman edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” buyurmaktadır.
Yani sekînet, duygu, düşünce, zahir-batın her türlü iş, hal ve hareketlerinizde nefsinizin isteklerini, sizin aklınızın kestiklerini, Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerine, muradına takdim etmeyin... Onların önüne geçirmeyin. Önceliği daima Allah ve Rasûlü’ne verin. Kendi arzularınızdan, düşüncelerinizden, isteklerinizden feragat edin. Allah’ın emrine intisâb edin, Rasûlü’nün sünnetine temessûk edin ve böyle yapamamaktan dolayı da Allah’tan korkun. Cenabı Hak her türlü yaptığınızı işitir ve bilir.

Müslüman önceliklerinde her daim Hakk’ı tercih edendir. Kul, sorumluluklarını, ibadetlerini günlük işlerine göre değil, günlük işlerini ibadetlerini aksatmayacak şekilde düzenleyen insandır. Müslüman namazda iken dünya işlerini değil, dünya işlerinde iken namazı düşünür.

İbadet kulluğun bir getirisidir. Hz. Ali gibi yeri gelince kulluk için ibadetten de geçebilmeli insan. Allah Rasûlü (sav) bir ramazan günü Hz. Ali’den karpuz istemiş, o da sorgusuz sualsiz gidip getirivermişti karpuzu. Peygamber (sav): “Ey Ali oruçlu değil miyiz?” diye sorunca Hz. Ali de (ra): “Ya Rasûlallah orucu emreden de sizsiniz, karpuz getir diyen de...” cevabını vererek kulluğundaki edeb anlayışını göstermişti.

İmamı Âzam Hazretleri birçok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında müctehid seviyesinde üç büyük talebesi vardı. Bütün görüşleri bu talebelerinden neş’et etmekteydi. Bunlar İmam Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer idiler. İmam Yusuf’un kavilleri, İmam Muhammed’in fetva ve görüşleri yahut ikisinin ortak görüşleri meşhurdur ama İmam Züfer adına çok fazla bir nakil bulunmamaktır elimizde. Ne hikmetse İmam Züfer’in içtihadları günümüze değin ulaşmamış ve ümmet içerisinde neşvu nema bulmamıştır. Öbürleriyle müşterek nakilleri de yok denecek kadar azdır. Âlimler bunu çok irdelemişler… İmam Züfer de İmamı Âzam’ın meşhur talebelerinden üstad bir insandır. Acaba neden İmam Yusuf gibi, İmam Muhammed gibi haklı bir şöhrete sahip olamamıştır? Araştırıyorlar ve bu durumu usûle uymayan bir davranışı ile ilişkilendiriyorlar.

İmam Züfer bir gün şadırvanda abdest almaktadır. Abdest alırken İmam Âzam Hazretleri oraya teşrif ederler. Herkes imama tazim eder ve ayağa kalkar. Ancak İmam Züfer: “Ben abdest alıyorum, ibadetle meşgul oluyorum zaten…” der ve ayağa kalkıp ona hürmet göstermez… Abdeste devam eder. Bu hürmetsizliği sebebi ile Cenabı Hak onu cezalandırır ve görüşleri ümmet içerisinde yaygınlaşmaz, onlarla fazla amel edilmez.

Ehli irfan arasında aradım kıldım taleb
Her hüner makbul imiş illâ edeb illâ edeb

Hucurât Sûresi ikinci ayette ise Rabbimiz: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” buyurmaktadır.

İşte Said b. Kays’ı yaralayan, evine kapatan, Hz. Ebu Bekir (ra) ve Ömer’i (ra) Hz. Peygamber’in huzurunda adeta fısıltı ile konuşur hale getiren ayet bu ayettir.

Yani, dikkatli olun, büyüklerin huzurunda iken sesiniz onların sesini geçmesin. Yanlarında bağrışıp çağrışarak, sesinizi onların sesini bastıracak şekilde konuşmayın.

İlk ayeti kerimede sanki batınen, gönlünüzün sesi, gönlünüzdeki arzu, gürültü ve  şamatalar O’nun sünnetini aşmasın, buyrulmakta, bu ayette ise zahiren gönlünüze sahip olduğunuz gibi dilinize de sahip olun buyrulmaktadır…

Sesiniz Nebi’nin (sav), O’nun şahsında kâmil varislerinin sesini geçmesin, daima dinleyici olun…

Birbirinizle konuştuğunuz gibi onların huzurunda konuşmayın. Hatta ne konuştuğunuzu da kontrol edin. Kimlerle beraber olduğunuzu unutmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi veya birbirinizle bile olsa onların huzurunda öyle yüksek sesle konuşmayın.

“Yoksa amelleriniz iptal olur, boşa gider de siz farkına bile varamazsınız.” (Hucurât, 2) Müthiş bir tehdittir bu esasında. Çünkü amelin iptali, imanın iptalini de beraberinde getirir… Edebsizlik, usûl bilmemezlik amellerimizi boşa çıkarır da bundan bizim haberimiz bile olmaz. Bakıveririz ki amellerinizin nisbeti, bereketi, muhabbeti, füyûzatı kaybolup gitmiş. Gitmiş de bizim haberimiz bile olmamış.

İnsan nisbetinin kesildiğini nasıl hisseder?

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) buyuruyor:

Nisbeti kesilen insan yavaş yavaş ibadetlerden, hakikatten ve tarikatten uzaklaşmaya başlar, soğur. Sohbetler ona sıkıcı gelmeye başlar ve sohbetlerden ayağını keser. Cemaatin içinde sıkılır, cemaat arkadaşlarını sevmez. Cemaat arkadaşları yerine başkalarıyla beraber olmayı ister ve onların yanında kendini daha rahat, daha huzurlu hisseder.

Amel yapmak onun için zorlaşır. Bir vakit namazını eda edecek misal zannedersiniz ki sırtında taş taşıyacak.
Yanlış hareketlerden zevk almaya başlar. Geçmişinde nefret ettiği, tevbe edip pişman olduğu şeyleri yeniden işlemeye başlar. Takvasından taviz verir…

Edebe riayet edenlerin, Allah Rasûlü’ne, O’nun dostlarına karşı edeb gösteren kimselerin ise kalplerine Allah takvayı yerleştirir. Onları muttakilerden kılar. Onların hasbel beşer başka günahları, kusurları var ise mağfiret eder, bağışlanır ve onlara çokça ecirler verir.

Zahiren her ne kadar Hz. Peygamber (sav) bizim aramızda, içimizde değilse de eminiz ki O, bizim gönlümüzde, ruhaniyet olarak yanımızdadır.

Sûfiyye hazeratı bu yüzden edebe riayeti usûlden bilmişler. İnsanın feyzinin kesilmesini, nisbetinin düşmesini ise edebe riayetsizlikle ilişkilendirmişler.

Rabbimiz cümlemizin gönlünü edeb ve takva ile zinetlendirsin… Verdiği nimetlere şükretmeyi ve onları zayi etmemeyi nasib etsin..

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort