JoomlaLock.com All4Share.net

NİFAK ALAMETLERİ

İmanda sebat edemeyen, iman ve küfür arasında gelip giden marazlı bir gönül halidir nifak hali. Münafık kelimesi de, İslâm ıstılahında nifak kelimesinden türemiş mü’min görünme gayretinde olan, ama küfürle de bağlarını koparamayan kişiler için kullanılan bir terimdir. Kur’ân’da münafıklar üzerinde  fazlaca durulur ve bunlar küfrünü alenen ilan edenlerden daha tehlikeli görülürler.

Asrısaadette Allah Rasûlü’nün (sav) ardında dört yüz münafık saf tutarmış. Allah Rasûlü (sav) ashabını bunlara karşı dikkatli olmaları hususunda uyarmış. Peygamber’i (sav) dünya gözüyle görüp sohbetine eren kimselerde bile böyle bir kalp marazı bulunabildiğine göre günümüz Müslümanlarında bunun olasılık ihtimali elbette ki daha fazladır. O yüzden her dönem ve her cemaat içerisinde bu tip insanlarla karşılaşmak mümkün.

Münafıklık bazen kişinin farkına bile varmadan içini sarabilecek bir hastalıktır. Çoğu zaman kişi kendisinin münafık olduğunun farkında da olamayabilir. Fesatçı, bozguncu olduğu halde kendini düzgün kimselerden sayabilir. Nitekim Kur’ânı Kerim’de: “‘Fesatçılık yapmayın!’ denilen münafıklar kendilerinin ‘fesatçı değil, ıslahçı’ olduklarını söylerler.” (Bakara, 2/11) buyrulmaktadır.

Birçok sahabi, nifak olayının yani münafıklığın kalbî bir gevşekliğe dayandığını bildikleri için hep tedirgin olmuşlardır. Hz. Peygamber’in (sav) yanında iken yaşadığı duygu yoğunluğu ve ihlâsı O’nun (sav) yanından ayrıldığında kendinde bulamayan Hanzala (ra), gönlünü Hz. Ebubekir’e (ra) açmış ve “Hanzala münafık oldu Ey Ebubekir!” diye derdini dile getirmişti.

Allah Rasûlü’nün (sav) “Benden sonra bir Peygamber daha gelseydi o kişi Ömer olurdu.” buyurarak imanına şahitlik ettiği Hattab oğlu Ömer (ra) , Rasûlullah’ın (sav) kendisine münafıkların ismini bildirdiği Huzeyfetü’l Yemani’ye (ra) gelerek “Münafıklar listesi içinde benim ismim de geçiyor mu?” diye sormuş, bugünün Müslümanlarının iman anlayışlarının tersine kendi iman ve ihlâsının sıhhatinden şüphe duyabilmişti.

Rabbimiz biz insanlara, elest bezminde o yüce emanetin altına girmemize rağmen zalim ve cahil kimselerden olduğumuzu buyuruyor. Nankör olduğumuzu buyuruyor. “Muhakkak ki insan Rabbine karşı pek nankördür.” (Adiyât, 6) Öyleyse kendimizden korkmamız lazım, çünkü “Her nefis kötülüğü emredicidir.” (Yusuf, 53) İnsanı kötüye sevk edicidir.

Allah Rasûlü (sav) münafıkların belirgin özelliklerini sayarlarken bazı kaynaklarda üç, bazı kaynaklarda ise beş madde zikrediyor. Bunlara belki günümüz itibariyle ilaveler olmuş olabilir ama özde diğerleriyle benzerlik arz ederler.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) bir sohbetlerinde münafıklığın alametlerinden söz ederlerken: “Münafıklık alametleri ibaresini kullanmak benim zoruma gidiyor. Ben Mü’minde olmaması gereken hasletler, mü’minde bulunmaması gereken özellikler diye bahsetmek istiyorum.” buyurur.

Öyle ise münafıklık alametleri, diğer bir deyişle mü’minde olmaması gereken hasletler, özellikler nelerdir?

Cenabı Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Bir münafık konuştuğu zaman yalan söyler...” Yalan konuşur. Mü’min, nefsine uyarsa büyük günahlar işleyebilir, hırsızlık edebilir, zina yapabilir Allah esirgesin, ama yalan söyleyemez. Çünkü imanın temeli sıdk, münafıklığın temeli ise yalandır. Yalanla iman bir araya gelmez.

Münafık çekinmeden Allah adına da yalan söyleyebilir, hatta yemin edebilir. Yalanın en büyüğü budur. Bugün platformlarda din adına dinde olmayan nice yanlış söylemler, zannî fetvalar, indî mütalaalar havada uçuşmakta.

Annesi tarafından bir çocuğun yola getirilmesi maksadıyla birkaç hurma ile de olsa kandırılmasına tahammül göstermeyen İslam kültürü, yalan konuşmayı Müslümana yakıştırmamış, bunu fitne ve fesadın kaynağı sayarak nifak alametleri arasında zikretmiştir.

Münafıklığın diğer bir vasfı, ahde vefa göstermemesidir. Münafık söz verir, onu yerine getirmez. Verilen bir sözün kıymeti yoktur onun indinde. Halbuki Allah Rasûlü (sav) “El va’dü ke’d deyn: Söz vermek borç gibidir.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sagîr, I/150) buyurmaktadır. İnsan borcunu ödemeden rahat eder mi?

Peygamberimiz (sav) zahirde henüz kendisine peygamberlik verilmemişken bir arkadaşıyla uzak bir yerde buluşmak üzere sözleşirler. Daha sonraki yıllarda Müslüman olan zat, olayı şöyle nakleder: “Ben buluşmak üzere kendisine verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra hatırladığımda koşarak anlaştığımız yere gittim. Baktım ki O (sav) hala orada beni bekliyor. Bana ne kızdı ne de darıldı. Sadece “Ey genç! Bana meşakkat verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum.” dedi.

Münafık emanete de riayet etmez, ona ihanet eder. Bu emanet bir söz olabilir, eşya olabilir, iffet olabilir. Bugün insanlar Allah’ın kendilerine emanet ettiği şeylere ihanet etmekteler. İnsan kendi inancına ihanet etmekte, bedenine ihanet etmekte, ailesine, mukaddesatına ihanet etmekte. Bunların hepsi birer emanettir. Mülkü insana ait tek bir şey yoktur şu dünyada. İnsanın kendi canı da yaratanına aittir.
Elbette ki bir gün can bedenden gidecek,
Sanki bundan sana ne nedir senden gidecek?
Veren O, alan O... Sendeki bu telaş ne?
Görenler bu halini can senin zannedecek…

Münafık kendisine emanet edilen şeye ehemmiyet göstermez. Onu esas sahibine ilk haliyle iade edemez.

Münafıklığın diğer bir özelliği ise sinirlendiği zaman kötü söz söylemesidir. Kızınca kem söz söyler münafık, küfreder, hakaret eder. İnsan asıl karakterini iradesinin sınırları zorlandığı anda belli eder. Münafık böyle zor zamanlarda iradesine sahip olamaz, zayıflık gösterir ve karakterinin rengini verir.

Kimimiz sinirlendiğimiz zaman çocuklarımıza: “Allah seni şöyle yapsın, böyle yapsın..” diye hemen beddua okuruz.. Dilimiz kolay bir şekilde bedduaya kayar, frekansı direkt oraya ayarlıdır. Sorsan: “Ya ben içimden, gönlümden söylemiyorum. Peşinden tövbe tövbe diyorum” deriz. Gün içerisinde eşref saati diye duaların kabul edildiği bir an vardır. Ya ettiğimiz beddua o vakte denk gelirse? Kızdığımız anda çocuğumuza beddua ediyor, vahşet senaryosu çiziyoruz. Beddualarımız ya o an kabul edilirse? Çocuğumuzu o halde görmeye dayanabilecek miyiz?

“Ama beni çok kızdırdı...”  Kızdırdı ise Allah’a yönelmeli, Allah’tan yardım dilemeli. Kızdırdı ise iyiliğini istemeliyiz. “Allah seni bu halden kurtarsın yavrum. Seni iyi yapsın, kâmil insan yapsın.” diye dua etmeliyiz. Niye frekansımız hayra değil de hep şerre ayarlıdır? Bu insanın iç âlemini gösterir işte.

Münafık din ilimlerinde de bilgi sahibi olmak istemez. Dini öğrenmek istemez. Atadan dededen ne duymuşsa onu yapmaya çalışır sözde. Doğrusunu öğrenmek istemez. Kolayına nasıl geliyorsa onu öyle yapmak ister.

Gel sohbete gidelim dersin, biz çok dinledik onları, öğrendik, biliyoruz, televizyonda hocalar anlatıyor zaten, der. Sohbete gelir, biraz sonra sıkılmaya, daralmaya başlar. Her türlü muhabbete katılır ama ilimden, dinden konu açıldı mı konunun bir an önce kapanmasını ister, rahatsız olur.

Müslümandırlar ama dinin yaşantılarına müdahale etmesini pek istemezler. Çoluk çocuklarını serbest yetiştirirler. Bir defasında Yaz Kur’ân kursuna devam eden on dört-on beş yaşlarındaki bir kız öğrencinin giyim tarzı dikkatimizi çekmişti. Ailesi mütedeyyin olmalı ki evlatlarını Kur’ân kursuna gönderiyordu. Ama en azından kızlarının kursa gönderilirken biraz daha Müslümana yakışır bir giyim tarzıyla gelmesini ailesinden rica ettik. Bizlere: “Kızım, bizi gençliğimizde çok sıktılar, hayatımızı yaşayamadık. Gönlümüzce giyinip, gönlümüzce gezemedik. Evladım yaşasın hayatını bari… Ben örtüye karşı değilim, evlenince örtünür benim kızım.” dedi.

Hayatı yaşamanın adı nedir? İnsan nasıl bir hayatı yaşayınca huzurlu, mutlu olur? Hangi hayat tarzı onu saadete erdirir? Gönlün istediği, razı olduğu, rahat bulduğu giyim tarzı nedir? Öğrenci velisi gerçekten imanî bir problem yaşıyordu ama kızının evleninceye kadar yaşayacağından gâibden haber almışçasına emin konuşuyordu.

Bugün insanların hayatları için sahalar genişledikçe, her sahanın da kendine özgü nifakları ortaya çıktı. Bugün ticari münafıklık var, siyasi münafıklık var. Hukuki münafıklık var, dini münafıklık var. Kültürel münafıklık var. Her alanın kendine özgü nifakları var.

İnsan hayatını bu nifaklardan ayıklayabildiği, temizleyebildiği nisbette mümindir, kâmildir, Allah’a yakındır.

Yalan konuşmamaya dikkat eden bir adamın siyasi hayatına baktığımızda nifaklar mevcut olabiliyor. Ya da ticari hayatında dikkatsiz davranıyor. Belki çalmıyor, çırpmıyor ama bu dikkatsizliği onu nice haramlara bulaştırıyor.

Hukuki nifaklar var bugün. Müslüman bir hanımefendidir mesela, seccadeden başını kaldırmıyor, tesbihi elinden düşmüyor, Kur’ân koltuğunun altında dini toplantılardan beri gelmiyor. Babası vefat etmiştir. Babasının malı taksim edilecek kardeşleri arasında, erkeklerle aynı hisseyi istiyor. “Allah sana bu hakkı vermemiş, hakkına niye razı olmuyorsun?” dendiğinde buna itiraz ediyor.

Miras meselesinden dolayı mahkemeye müracaat edip, kardeşlerini mahkemeye verebiliyor.. Şimdi bu bayanın ibadet adına ettiklerinin bir anlamı kalıyor mu? Kadın Allah’ın emrine rıza göstermeli. Allah erkeğe bir, bayana ise yarım hisse buyurmuştur miras hukukunda. Bayanın bir yarımı da nikâhı olan erkekte mevcuttur, birleşince onunki de bir hisse ediyor. İşte bunlar hukuki nifaklardır. Kişi kanaatkâr olmalı.

İbadet etmek de zor gelir münafığa. İbadet, münafığın müşkilidir. Münafıklar Allah’a yarım yamalak ibadet ederler. Kıldıkları halde namazlarından gafildirler. Namaza tembel tembel, erinerek kalkarlar ve özellikle yatsı ve sabah namazlarını kılmak onlara çok zor gelir. (Buharî)

“Mü’min gıpta eder, münafık ise haset eder.” buyrulur kelâmı kibarda. Bir insan, başkasının nail olduğu maddî veya manevî ihsana kendisinin de erişmesini arzu edebilir. Bu haset değil gıptadır. Eğer o kimse o ihsan ve güzelliği o kişinin hak etmediğini, kendisinin hak ettiğini, dolayısıyla o nimetlerin de bir an önce o kişiden alınması gerektiğini düşünüyorsa işte bu nifak alameti olan hasettir. Mümin kıskanır ama haset etmez, buğz etmez. Mü’min teslimiyet içerisindedir. Aslında kıskançlık da yakışmaz mü’mine. Çünkü kıskançlık Allah’ın takdirine bir isyandır.

İnsan bunları mütalaa ettiğinde ister istemez içini bir korku kaplıyor. Çünkü yer yer kendisinde de bu hasletlerin var olduğunu, ya da olabileceğini düşünüyor. Kendi imanını kâmil bilip, bir daha batıla, küfre meyletmeyeceğinden emin olmak da bir nifak alametidir aslında. Münafığın bir tedirginliği yoktur, o imanını hep emniyette bilir. Mü’min ise imanını da o imanı bahşedene emanet etmiştir. Çünkü bilir ki benimdir dediği şeyden imtihana tabi tutulur.

O yüzden Kur’ânı Kerim’de bizlerden çok dua etmemiz isteniyor. “Ve yüsebbit akdamena-Ayaklarımızı sabit kıl Ya Rabbi!” (Âli İmran, 147) başka bir ayette: “Rabbena la tüziğ kulubena-Ya Rabbi kalbimizi batıla meylettirme!” (Âli İmran, 8) buyrulur. Hadisi şerifte ise “Sebbit kalbî alâ dinike-Kalplerimizi sabit kıl, döndürme Ya Rabbi!” (Tirmizi) buyurur Efendimiz. Bir o tarafa, bir bu tarafa tekallüb ettirme, oynatma kalbimizi diye dua etmemiz tavsiye ediliyor.

Kâinâtın Efendisi (sav) “Ya Rabbi, Benim halimi, yaşantımı, Senin razı olduğun en güzel hale tebdil eyle!” “Ya Rabbi beni gafillerden eyleme!” diye dua buyurmuş. Bizler de bu konu da Allah’a çok yalvarmalıyız.

Rabbimiz, cümlemizi kendisine hakkıyla iman eden ve bu imanın gerektirdiği şekilde yaşamasını bilen kullarında eylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort