JoomlaLock.com All4Share.net

MEVLÂNÂ HÂCE YAKÛB--İ SÂNÎ (KS) HAZRETLERİNİN ANLAYIŞI VE FİKRİYATI -13-

Rahman ve Rahim olan Allah’a (celle celelehu) hamd ederiz. Allahü Teâlâ’dan Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) kendi yanındaki mertebesi hatırına, Efendimiz’in kendi zatına, kendisinin de Efendimiz’e olan muhabbetinin, sevgisinin ve sırrının hatırına Efendimiz’e, âli ve ashabına salât ve selam etmesini, bize de o kutsi şahsiyeti tanımayı, yolundan gitmeyi, edebini ve sünnetini yaşamayı nasip eylesin. Rabbimizden gözlerimizi onun mübarek cemalini görmek ile kulaklarımızı onun mübarek, tatlı hitabıyla, kalbimizi onun ilim ve irfanı ile ruhumuzu da pak ruhuna rabt eylesin.

Allah ve Resulü’nün nispet kokularının çağlayarak aktığı, kelimelere dökülüp coştuğu, sevgi ve muhabbete hasret gönüllerle buluştuğu Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi’nde Hâce Hazretleri’nin (Kuddise sırruhu) şahsiyeti, fikriyatı ve anlayışı üzerine on üçüncü yazımızı yazmak bizlere nasip oldu.

Çağdaş dünyanın ve onun aydınlanmaz aydınlarının yaydığı karanlıklara rağmen talip ve tabi olanların gönüllerinde ve dimağlarında hiç sönmeyecek Muhammedî nurun ateşini yakan, ölü kalpleri ihya eden, fikrî inkılâplarla değişimin ve gelişimin yolunu açan, insanın varlık âlemine gelişinden bu güne kadar doğru yola iletilen her risâlet, kemâlât ve velâyet sahibi yüce önderlerin ruhâniyetleri ile insanlığı buluşturan Hâce Hazretleri’nin (Kuddise sırruhu) sohbetini yapmak ve yazmak için siz değerli okuyucularımın her zamankinden daha fazla dualarına ve desteğine ihtiyacımın olduğunu bildirmek isterim. Onun şahsiyetine, anlayışına ve fikriyatına muhtaç olan her insana karşı buna vesile olmadaki nakisiyetimin mahcûbiyeti ve acziyetini de itiraf ederim.

Seyr-i sülûk mevzuu tasavvufun temelini teşkil eden bir konu olup kelime anlamı itibari ile takip edilecek usul, bir terbiye yoluna girip devam etme, tarikate devam etmedir. Şan ve şerefleri âlemi kuşatmış, insanlığı irşâd etmede bütün beklentileri aşmış Nakşibendî Saadat-ı Kiramı, seyr-i sülûku; “Ruhu maddeden temizlemek, Allah’tan (celle celalühu) başka her şeyden yüzünü çevirmektir. Bunu gerçekleştirmek için sünnete mutabaat, bidatlerden sakınma, azimet ile amel etme ve emrolunduğu üzere dosdoğru yaşamaktır.” diye tarif buyurmuşlardır. Nakşibendî Saadatları’nın sözleri şeriat, özleri de Kur’an ve hadisle yaşamaktan ibaret bir hakikattir.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) seyr-u sülûku tarif ederken “kün” emri şerifi ile başlayan bir hakikat olduğunu ifade eder. Hatta bundan öncesinin de var olduğunu ancak bunun insana bildirilmediğini, Hakk’ın ilminde saklı olduğunu söyler. İnsanın seyri buradan başlamış, adeta yarışa burada katılmıştır. Evvelde seyir, murad-ı ilahi olarak başlamıştır. Bir murad var, dolayısı ile bu muradın tahakkuku için altyapı oluşturulmuş, insanın yaratılışı ile bu proje hayata geçirilmiştir. Cenab-ı Hak bir ayeti kerimesinde “Her ecelin bir kitabı vardır.” (Rad–38) buyuruyor. Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) buradaki kitap ifadesini; kuralı, yasası, kanunu, nizamı, usulü, bir programı anlamında yorumlar. Yani her sonun bir kuralı, kaidesi, kanunu var. Öyleyse her sonun bir başı vardır. Başlamayan bir şey bitmez. Eceli, sonu olan ve kitapta yazılı olan bir şeyin evveli, başı da vardır ve o da bir kitapta yazılıdır. Kur’an ve Levh-i Mahfuz buna delildir. Cenab-ı Hak bazı ayeti kerimeler ile bunu bize bildirmiştir. Her şeyin yazılı olduğu Levh-i Mahfuz Rabbimizin muradının, programının yazılı olduğu yerdir. Cenab-ı Peygamber (sallahu aleyhi ve sellem) bize bunlardan haber vermişlerdir.

Her insanın bir eceli olduğu gibi, hayvanatın, nebatatın, bitkilerin, canlı cansız ne varsa her mahlûkatın da eceli vardır. Her canlı ya da cansız bu varlıklar ancak “kün” emri ile bu seyre dâhil olmuşlardır. Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) insanın varlık âlemine evre evre gelişini, yaratılışını ve bu yaratılıştaki hikmetleri hep bu seyrin bir parçası, bir cüzü olarak görür. Âdem ismini özel bir isim olarak değil, ancak insanı tanımlamada kullanılan bir sıfat olarak açıklar. Âdem bir şahıs adı olmayıp bütün insanlığın adıdır. Bütün insanlığın çıktığı noktadır. Âdem insanlığın çıkış kaynağıdır. Yani o çıkış kaynağından şekillenerek insan ismini almıştır. Ademiyet bu projenin adıdır. Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) bu seyri evre evre tanımlarken, insan hangi noktada bilinçlenmişse o marifete ermişse Rabbini tanımışsa ona kulluğa başlamışsa kesret libasından sıyrılıp vahdet kapısını dövmeye başlamışsa seyr-i sülûkun oradan başladığını belirtir. İmanî hakikatler, imanın şubeleri bu noktada başlıyor. Taharet-i bâtıniyye (iç, kalb, gönül temizliği) buradan başlıyor ve gerekliliği buradan çıkıyor. Hitab-ı izzete mazhar olmak, ümmet-i Muhammed’den olma şerefini idrak etmek,Muhammedî ahlak ile ahlaklanmaya başlamak bu noktada gerçekleşiyor.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) bu noktadaki seyrin imanın kemali üzerine başladığını ve devam ettiğini ifade eder. Bu hakikatlerin anlaşılması ve yaşanması için, murad-ı ilahinin gerçekleşmesi için tasavvufi bir terbiyenin zorunluluğunu ve farziyetini bildirirler. İslam fıkhında bir farziyetin oluşması, tahakkuku için gerekli olan her şeyin farz oluşu nazar-ı dikkate alınmalıdır. Mesela namazın farz oluşu, gusulü, tahareti, abdesti ve setrü’l-avreti farz kılmaktadır. İnsan nasıl ki bir padişahın huzuruna saçını sakalını, kıyafetini düzeltmeden temizlenmeden ne konuşacağını hazırlamadan bilmeden çıkamazsa; âlemlerin padişahı olan Allahü Zülcelâl (celle celalühu) Hazretleri’nin huzuruna da bedeninin ve kalbinin taharetini yapmadan çıkamaz. Bu temizliklerin yapılması mecburidir. Hiçbiri bir diğerinden küçük görülemez. Bunların yokluğunda ya da eksikliğinde yine Rabbimizin bize öğrettiği şeyle ve şekilde bu temizliklerin yapılması gerekmektedir. Mesela; suyun yokluğunda toprakla teyemmüm etmek veya vücudumuzu örtecek derecede yeterli mesturemiz yoksa avret mahalleri kapanacak şekilde veya hiç olmadığı takdirde oturarak ibadetlerimizi yapmamız emredilmiştir. İnsanı kendi başına muhayyer bırakmamışlardır. Yukarıda Hâce Hazretleri’nin (Kuddise sırruhu) ifade buyurdukları örnekte olduğu gibi maksat namazdır. Namazdan da öte maksat başta ifade edilen o seyrin devamıdır. Allah ile olan seyrin, yakınlığın, yakîn dediğimiz o halin zedelenmemesi, zarar görmemesi, sekteye uğramaması için bütün hükümler asıl gaye için farz kılınmıştır. Namazı veya bu seyri engelleyecek hiçbir şeye müsaade etmemişler veya engelleri insana ve şartlara en uygun araçlarla aşmışlardır.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) insanın; ademiyetten insaniyete, insaniyetten hakikat-i Muhammediye’ye terfi edebilmesi, mutmain bir kalbe ulaşması, fenafillâh makamına ermesi, imanını o noktada tazelemesi, sanki Resûlün zamanına yetişmiş gibi imanını tazelemesinin farz olduğunu bildirir. Yani böyle kâmil bir imana sahip olmak, nefsi mutmaine sahip olmak kulluk için gereklidir. İmam-ı Gazâlî’nin İhyâsı’nda belirttiği gibi böyle bir seyir için, böyle bir iman için, böyle bir kulluk için ne gerekiyorsa farzdır. Bu tarikatsa tarikat, mürşitse mürşit, seyr-i sülûksa seyr-i sülûk.

İşte insan, Allahü Teâlâ (celle celalühu) ile yakîne ermek, geliştirmek istiyorsa; şuhuta (şehadete, müşahedeye) ermek istiyorsa; Hakk’ın ve hakikatin gerçek şahitlerinde olmak istiyorsa irfana ihtiyacı vardır. Yakîn ancak irfanla başlar. Yani irfanda en az yakîn kadar ilahi bir vasıftır, bir kavramdır. Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) meşhur Cibril Hadisi’nde irfanın kemalini bize mükemmel şekilde öğretmiştir. İrfanın kemali ihsanla açılmıştır. İhsan bulmadıkça irfan kemale ermez. İrfan tamam olmadıkça kişinin yakini tamam olmaz.

Kur’ân-ı Kerim’de “Ve sana yakîn gelinceye kadar (ölüm gelinceye kadar) Rabbine ibadet et.” (Hicr–99) buyruluyor. Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) ayeti kerimeyi; “Dünyadan kurtulup
gerçek hayata vasıl oluncaya kadar, yani vad-i ilahi açıklanıncaya kadar Rabbine ibadet et.” diye açıklar ve burada geçen yakîni (ölümü) bir çeşit yokluk, kişinin iflahı ve fenası olarak yorumlar.
İşte bu fenanın nihayetinde o yakin hâsıl olur ve kişi burada itimad ettiği, güvendiği, gönül verdiği, bel bağladığı her şeyden iflah olur. Yani ölümle bütün bunlardan ümidini keser, bütün bunları bırakır ve tek şeye yönelir. O da Rabbin cemâl-i bâ-kemâlidir. Onu O’ndan başka hiçbir şey mesul etmez, sevinç kaynağı olmaz. Onun için işte bu fena gelinceye kadar Allah’tan (celle celalühu) gayri her şeyden fani oluncaya kadar, iflah oluncaya kadar ibadetine, kulluğuna devam et. Ona olan itaatine devam et. Bilindiği üzere bu da ancak
irfanla mümkün olabilir. Yakîn kadar onu tetikleyecek şey de onu sağlayacak şey de en az onun kadar meşru olması lazımdır.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu); “kün” emri ile başlayan bu seyirde, seyrin bilincine varmayı, kâmil bir imana erme ve ihsan sırrı ile sanki O’nu görüyormuşçasına ibadet etmeyi bu yolculuğun safhaları olarak tarif eder. İnsan Rabbini unutsa da Rabbi ona kendini unutturmadan sonsuzluk kapısından içeri girmeyi, seyrini tamamlamayı öğretiyor. Seyrin bittiği noktada yeni bir seyir başlar ki o da Muhammedî bir ahlak ve anlayışla insanlara rehberlik yapmak ve onları da kendi gittiği yoldan Hakk’a vasıl etmektir. Daha önce bu yoldan vasıl olanlar gibi bu yolu sürekli olarak kıyamete kadar açık tutmaktır. Hâce Hazretleri’nin (Kuddise sırruhu) buyurduğu gibi: “Seyir amelde değildir, fiilde değildir. Amelsiz olmaz ama amelde de değildir. Amel, insanın bu seyrini teşvik eden, motive eden çabalamadır, gayrettir. Bu seyir anlayıştadır, şuurdadır, idraktedir, bilgidedir. Yani irfanın bu boyutlarındadır.”

Tasavvuf tarihinde çok defa görülmüştür ki kemâlatı çok büyük olan bazı evliyaullah tanınmamış, yeteri kadar kendilerinden istifade edilememiştir. Çünkü insanlar büyüklüğü çok ibadet etmede görmüşler o bakışla kâmil insanları tanımaya çalışmışlardır. Maharet keramette değil, kemâlattadır. Kemâlat da tekrar ifade edecek olursak anlayıştadır, huşudadır, şuurdadır, idraktedir, bilgidedir. Allahü Teâlâ (celle celalühu) ile birlikteliğin kesintisiz sürekliliğindedir. Zikrin çokluğundan ziyade kaliteli (huzurlu, ihlâslı, huşulu) oluşu, amelin çokluğundan ziyade ahlakın güzelliği esas alınmalıdır.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruhu) Kâinatın Efendisi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) miracının tüm insanlığa örnek bir seyir teşkil ettiğini ifade eder. Miraç iyi tetkik edilir, iyi anlaşılırsa insanın mirac-ı manevisi de kolay olur. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) miraca çıkmadan evvel bütün peygamberlere imam olarak iki rekât namaz kılmış ve miraca başlamıştır. Miracının her safhası ibadetlerin farz ve açılımından ziyade imani hakikatlerin ve irfanın açılmasına, açıklanmasına vesile olacak şekilde gelişmiştir. Miraç dönüşünde bizlere namazı hediye olarak getirmişlerdir. Çünkü namaz ve namazla ima edilen tüm ibadet ve taatler kulun yakîne erdiği kalp, sır, ruh, beden ve fikir gibi letaiflerinin birleştiği bir zemindir.

Canlı cansız her mahlûkun hayat içindeki seyri devam etmekte ve hızla menziline varmaktadır. İlahi muraddan habersiz ve gayesiz, Muhammedî bir anlayış ve nurdan nasipsiz seyrini tamamlayanlar neyi yıktığını, neyi zayi ettiğini bilmemektedir. Kendisine emanet edilen ve mahlûk olmayan iman gibi, aşk gibi, ilim gibi kıymetini dahi anlamaktan aciz olduğumuz bu değerleri zayi etmemek ancak ve ancak kâmil bir insan ile bu seyre bir an evvel başlamak ve bu seyri tamamlamak için mücadele, mücahede etmekle mümkündür. Unutulmamalıdır ki; Rabbimiz bu seyri bizim yapabileceğimiz ve onun rızasına ve hoşnutluğuna erebileceğimiz şekilde yaratmıştır. Kendi zatına ermede bizden daha fazla bizi arzulayan ve bunun için her türlü kolaylığı bize gösteren ve engelleri ortadan kaldıran bir Rabbimiz vardır. O asla zorlaştırmaz, daima kolaylaştırır. Zaman ve mekân kavramlarını aşarak ümmetinin kıyamete kadar her fiiline, her ameline şahitlik eden “Yüce Rehber”in yoluna mensup olmanın, onu sevebilmenin ve onun tarafından sevilebilmenin zenginliği ile bize miras bıraktığı Kur’ân’a, ehl-i beytine ve varisi ekmellerine tabi olarak bu seyir neticelenecektir. Allah nurunu tamamlayacaktır diye gelecek hakkında beklentisi olanların bu nurun tamamlanmakta olduğunun ne zaman farkına varacaklardır?

Ve âhiru’d-dâvâna eni’l-hamdülillahi Rabbi’lâlemin. Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort