JoomlaLock.com All4Share.net

LAİK MÜSLÜMANLAR

Zamanın âhirinde yaşıyoruz. Bir yanda Efendimiz’in: “Ümmetim nisan yağmuru gibidir; evveli mi âhiri mi daha hayırlıdır bilinmez.”1 hadisi şeriflerinde müjdelenen hayırlı ümmet olmamız muhtemelken diğer taraftan “Sabah evimizden imanlı çıkıp, akşam evimize imansız dönme; akşam imanlı yatıp, sabah imansız kalkma”2  ihtimalimiz de var.

Hangi grupta olacağımız emir ve nehiyleri algılayış biçimimize göre belli oluyor. Çünkü yukarıda naklettiğimiz hadisi şerifte Efendimiz (sav) imanın muhafazasını “Allah’ın kendisini ilmiyle ihya ettikleri müstesna”  buyurarak sahih ilme bağlamıştır. Eğer bu ilim bizi Allahu Teâlâ’nın dünya hayatımızdaki tercihlerine sevgi ve muhabbetle itaat etmeye sevk ediyorsa fırka-i nâciyeden olmamız kuvvetle muhtemeldir. Fakat bu tercihi kabul etmez, güzel görmez, reddedersek bir gün “Keşke toprak olaydım” diyeceğimiz kesindir.

Ne yazık ki âhir zaman Müslümanları olarak va’zedilen ilâhi yaşam biçimini kabul edip nasıl daha güzel, ihlaslı, samimâne ifa edeceğimizi düşünmek yerine; bu emirleri ne yaparız da hayatımızdan uzaklaştırır, nasıl orasını, burasını makaslar nefsimize at oynatacağı alanlar sağlarız, bunu daha çok düşünür olmuşuz.

Günümüzde tebliğ, irşad çalışmaları hep dar bir çerçeveye münhasır kaldı. Bir gayrimüslime dinimizi, davamızı anlatamaz olduk. Çünkü Müslümanlar olarak İslâm’ın meselelerini hep kendi aramızda tartışıyor, sorguluyor; içimizdeki ihtilafları halletmeye uğraşıyoruz.  Bu tartışmalar yapıcı, ihya, ıslah edici anlamda olsa çok güzel. Çünkü ihtilaf bu ümmetin bir parçasıdır ve Efendimiz de (sav); “Ashabın ihtilafı sizin için rahmettir.”3 buyurmuştur. Fakat kastedilen ihtilaf, dinin aslî meseleleri için değil fer’î hususları içindir. Üzülerek ifade ediyoruz ki bugün dinin temel hususlarındaki anlaşmazlıklar Müslümanların gündemini oluşturmakta, ulemamız dinin güzelliklerinin hayata aksettirilmesi konusunda ümmete yol göstermek üzere mesai harcamak yerine bu kırıcı, bölücü ihtilaflara ehlisünnet anlayışı içinde cevap/delil yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu bizler için bir nevi kârdan zarar etmek gibidir.
Dergimizin bu ayki gündemini oluşturan tesettür meselesi de bu uyuşmazlığın önde gelen konu başlıklarından. Yaklaşık 1500 yıldır üzerinde ittifak edilen bir husus ne yazık ki günümüzde ihtilaf kaynağı olmuş. Bir tarafta meseleyi “Çarşaf-ı şerif” noktasına getirecek bir ifrat varken, diğer taraftan “Saçın tesettür olabileceği” hezeyanlarını duyabiliyoruz.
İçinde yaşadığımız ülke üzerine konuşursak; yaklaşık yüz yıldır dinlediğimiz laikliği, dinin dünyadan ayrılması mevzuunu kabul etmediğimizi ne kadar telaffuz etsek de yaşantımız aksine bunu benimsediğimizi, içselleştirdiğimizi ortaya koyuyor. Esef ediyoruz ama Müslümanlar artık laik yaşıyor, laik düşünüyor ve en kötüsü laik iman ediyoruz. Allah’ı (cc) dünyamıza karıştırmıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’i belki zahiren örtüler içinde astığımız duvardan indirdik ama hükümleri yine onun iki kapağının arasında kaldı, yaşantımıza müdahil olmasına izin vermiyoruz. “Allah sadece ahirette var, dünya bizim” anlayışı içimize oturmuş. Hocalarımıza fıkhî meselelerimizi danışırken hep uhrevî konulardan; namazdan, oruçtan abdestten soruyoruz. Güzel, bunları soralım, öğrenelim ama “Kardeşim gel senin şu ticaretini, şer-i şerif çerçevesinde değerlendirelim.” dediğinizde güya en muttakisi, hacısı, bile sizden uzaklaşıyor ve “Ben yaptıklarımı filan hocadan sordum, onun dediği şekilde yürütüyorum işlerimi.” diyor. Allah (cc) bu hususta ne emir vermiş, neyi murad etmiş, neyden razı olmuş, bu bizi pek ilgilendirmiyor. Hep kendi çıkarımıza, arzumuza, sevdamıza uygun fetvaları arar olmuşuz.

Erkek veya bayan ayırt etmeksizin tesettürden bahsolunduğunda “İslâm’da belli bir kıyafet zorunluluğu, dayatması yoktur, kişi kendisine yakıştırdığını giyinmeli.” diyoruz. Heyhât Müslümanlar, Hakk’ın rızasını “dayatma” olarak algılar olduk. Nasıl bir çelişkidir ki bu, açık olan kişilere örtüyü anlatmak yerine örtülü olduğunu söyleyen kişilere tesettürü anlatır olduk.

Evet, İslâm’da tesettür aracı tek bir tanedir diyemeyiz. Örneğin bayanların tesettürü sadece çarşaf iledir, çarşaf giymeyen bayan örtünmüş sayılmaz demek cehalettir. Fakat tesettürde Allah’ın emrinin, muradının ancak çarşaf gibi bol, geniş, sade ve kalın bir örtü ile yerine getirileceğini de bilmek zorundayız. Erkek tesettürü sadece şalvar–cübbe iledir diyemeyiz. Fakat Amerikan çobanlarının kıyafeti olan blue jeanleri giyinen kişi de ben setr-u avret ettim demesin. İslam’ın tesettürde tek tip diye bir zorlaması yoktur. Ama hiçbir hususta olmadığı gibi bu konuda da kişiyi kendi başına bırakmamış, tesettürün ölçülerini belirleyerek kulları bu çerçeve içinde özgür bırakmış, meşru örfün devamına izin vermiştir.

Biz bu makalemizde örtünmenin nasıl olması gerektiğiyle birlikte örtülü olan bayanların yaygın bir şekilde yaptıkları bazı yanlışlar üzerinde durmak istiyoruz.

Tesettürden Murad Tenin Örtünmesi midir?
Günümüzde ne yazık ki “teni kapatma” tesettür/örtünme olarak anlaşılıyor. Gerek bayanlar gerekse erkekler tesettürün ruhu olan şehvetin def edilmesi gayesine muhalif olarak sadece derilerinin üzerini örter oldular. Hâlbuki tesettürün tam olabilmesi teni tepeden tırnağa tamamen örtmekle birlikte şeklin de setredilmesine, dar olup, vücut hatlarını belli etmemesine bağlıdır. Dar elbise giyen kadını Resûlullah Efendimiz çıplak saymış ve cehennemlik olduğunu bildirmiştir.4 Ulemamız bu örtülü çıplaklığı: “İnce elbiseler giydiklerinden dolayı çıplak gibi olan kadınlardır.”5 diye açıklamıştır.

İbn Âbidin; “Kim bir kadını arkadan hayâle dalar ve kemiklerinin şekli belirecek derecede elbisesini görürse, cennetin kokusunu duyamaz.” hadisini delil tutarak, uzuvların şeklini belli eden elbise, kalın olsa ve cildi göstermese bile yasaktır, demiştir.

Gittikçe yaygınlaşan bu yanlış algıya karşı Müslümanlar erkeği, bayanıyla dikkat etmeli, Allah’ın emrini uygulamaya gayret etmelidir.

Fitne Zamanında Bayanların Yüzleri ve Elleri Dâhil Bütün Vücutları Ziynettir

İslâm fıkhına göre kadının yüzünü, ellerini ve ayaklarını örtme zorunluluğu yoktur. Lakin bu ruhsat fitne zamanları için söz konusu değildir. Böyle bir zamanda kadının bütün bedeninin örtülmesi gerekir.

Hz. Âişe annemiz (r.anha): “Bizler ihramda olduğumuz zaman Resûlullah (sav) ile birlikte iken bazı gruplar yanımızdan geçip giderdi. Hizamıza geldikleri zaman biz kadınlar cilbablarımızı başlarımızdan yüzlerimiz üzerine sarkıtır, yanımızdan gittikleri vakit de örtümüzü açardık.”6 buyuruyorlar.

Yine aynı hususta Hz. Esma binti Ebû Bekir (r.anha): “Bizler erkeklere karşı yüzlerimizi örterdik.”7 buyuruyor.

Sahabe annelerimizden gelen bu minvaldeki rivayetleri çoğaltmamız mümkündür. Meselenin bu kadar sarih olmasına rağmen Müslümanların uygulamalarında bu hususun es geçildiğine veya geçirtildiğine şahit oluyoruz. Geçirtildiğine diyoruz, çünkü bizler avamız. İslâm’ın emir ve nehiylerini tam kapsamıyla bilemiyoruz. Bu yüzden de âlimlere danışıyoruz. Bu âlimler de bazen -istisnalar kaideyi bozmaz- bizleri yanlış uygulamalara teşvik edebiliyorlar. Örneğin umre veya hac maksadıyla ihrama giren bayanların yüzlerini kurban düşer tehdidiyle açtırdıklarına müteaddit kereler şahid olmuşuzdur.  

Bakın yukarıda naklettiğimiz sözler ümmetin annesi, fetva mercii olan Hz. Âişe annemizden ve onun kız kardeşi, Hz. Ebû Bekir’in (ra) kızı olan Hz. Esma’nın (r.anha) ifadeleridir. Onların yüzlerini de örttükleri dönem kâinatın en kâmil, mükemmel insanlarının yaşadığı bir asır. Eğer onlar fitne korkusuyla yüzleri de dâhil olmak üzere bütün vücutlarını setretmişlerse bugün ahir zaman bayanları değil bir tane, üst üste birkaç cilbab bile giyseler az gelir, diye düşünüyoruz.

Son yıllarda iyice yaygınlaşmaya başlayan çarşaf giyip yüzü açık bırakmak “takva ölçülerine göre” uygun bir örtünme biçimi değildir. Bu tarzı meşru göstermek adına söylenen “Yüzümüzü açtık ki sistem çarşafa dokunmasın, çarşaf için peçeyi kurban ettik.” sözü bir teranedir, bahanedir ve hiçbir ilmî değeri yoktur. Ashabın uygulamasından Cumhuriyet dönemine kadar geçen süreyi incelediğimizde kadınların peçe kullandıklarını görüyoruz. Hatta o annelerimiz zaruret halinde dışarı çıktıklarında önlerini görmek maksadıyla sadece bir gözlerini açık bırakırlar, ellerini, ayaklarını, yüzlerini örterlermiş.

Eğer fitne bugün İslâm tarihinde hiç olmadığı kadar yoğun bir halde ise bizim kendimizi savunmamız da aynı yoğunlukta olmalıdır. İşte bu sebeplerden ötürü kadınların elleri ve yüzleri vücutlarının diğer azaları gibi ziynettir ve örtülmesi gerekir.

Müslümanların Bir Türlü Hayatlarına Tatbik Edemedikleri Konu: Haremlik- Selâmlık

Yazımızın başında da bahsetmiştik; Müslümanlar din kardeşlerine İslâm’ı anlatamadılar ki nerede kaldı, gayrimüslimler… Haremlik–selâmlık toplumda bir türlü uygulayamadığımız bir emir. Evimize gelen misafirlerimizi kadın erkek ayrı oturtmak istediğimizde ilk tepki ailemizden, yakın çevremizden geliyor. Cenâbı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de yanlarına çıkabileceğimiz akrabalarımızı belirtmiştir. Bunların içinde mesela çok samimi olduğumuz komşularımızın beyleri yoktur. Yine amca, dayı, hala, teyze çocuklarımız da yoktur. Fakat bizler sanki çok yakın mahremimizmiş gibi bu sayılanların yanlarına çıkabiliyor, eşlerimizin çıkmasına müsaade ediyoruz.

Bu konuda İslâmî bilgiden yoksun aile büyüklerimizin tepkileri bizi İslâm’ın emirlerini yaşamaktan çoğu zaman alıkoyuyor. Örneğin birbirlerinin amca çocuğu olan bir kız ve erkeği akıl baliğ olduktan sonra aynı ortamda bulundurmamak gerektiği söylendiğinde annemiz, babamız ayağa kalkıyor; “Onlar daha çocuk, sizin kalbiniz fesat.” diyorlar. Veya bir kadının kayınbiraderlerinin (kocalarının erkek kardeşleri) yanlarına çıkmaması gerektiği söylendiğinde “Onlar birbirlerinin kardeşi gibidir. Eski köye yeni adet getirmeyin.” diyorlar. Hâlbuki bu konuda İslâm hiç de onları kardeş gibi kabul etmiyor. Efendimiz bir hutbelerinde:

“Sizleri (beraberinde mahremi bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten sakındırırım.” buyururlar. Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam:
- Yâ Resûlallah! (Zevcin babaları ve oğullarından başka olan) erkek akrabalarına ne dersin? diye sual ettiğinde, Resûlullah (asv),

- Onlarla halvet ölümdür, buyururlar.8

İslâm’ın yaşam ölçüleri, belirlediği prensipler bizim için hayat kaynağıdır. Modern toplumlarda oldukça yaygınlaşan aile içi çarpık, gayri ahlâkî ilişkiler hep bu nizama riayet edilmemesinden ötürüdür. Müslümanlar olarak kendi yanımızdan, atamızdan, dedemizden tevarüs eden yanlış bilgilerle değil, ehlisünnet imamlarının bildirmiş oldukları saf İslâm fıkhının ölçülerine göre hayatımızı tanzim etmeliyiz.

Örtü İslâm Esaslarından Değil midir?
İslam insana muhtaç değil, insan İslâm’a, Allah’a muhtaçtır. Günümüzün satılmış, tutulmuş sözde âlimlerinin yaptığı gibi Allah’ın emirlerini bir pazarlamacı edasıyla insanlara sunmak, bu emirlere emredildiği şekliyle ittiba edilmesi yerine insanların nefislerine göre uyarlamak için ötesini berisini yontmak İslâm’a hakarettir. İslâm insanlara emirlerini yaşanabilir kılmak zorunda değildir. İnsanlar yaşantılarını bu emirlere göre tanzim etmek zorundadır. Dini daha yaşanılır hale getirmek için -lâ teşbih- kuşa çevirmek uygun değildir.

Dini kulun nefsine göre uyarlayan anlayış İslâm’ın herhangi bir emrini basit, terk edilebilir görmeyi de beraberinde getiriyor. İslâm’ın emirlerinden bazılarını asıl, bazılarını füru’ olarak görebiliyor.

Evamirin önemli önemsiz gibi bir sıralaması yoktur. Sadece öncelik sırası vardır. Eğer bir farz ibadetin vakti girmişse onu eda etmeden nafileler ile vakit geçiremeyiz. Ama bu nafile önemsiz, farz önemli demek değildir. Öncelik sırasına göre ilk başta farz sonra nafile eda edilir. Bu manada din bir bütündür. Dinin bütün emirleri insanlar için hayat kaynağıdır. Bu bütünden bir parçayı aldığımızda geriye kalana tüm diyebilmemiz mümkün değildir.

Tesettür İslâm’dan bir cüzdür. Lakin imana taalluk eden bir mahiyeti yoktur, bu yüzden önemli değildir, diyemeyiz. Örtünmeyen insanların niçin örtünmediklerinin sebeplerini tahlil ettiğimizde ortaya imanî zaafların olduğu çıkar.

Mesela bir bayana niçin mesture olmadığını sorduğumuzda, örtülü olduğumda kendimi çirkin, hatta öcü gibi görebiliyorum, cevabını alabiliyoruz. Bu anlayış, Allah’ın hakkımızda murad ettiği seçimi kötü bulan bir anlayıştır. Veyahut çalışmak zorunda olan bir bayan örtülü olarak iş bulamayacağının korkusuyla açılabiliyor, ekonomik endişelerle Allah’ın hudutlarını çiğneyebiliyor. Bu davranışın temelinde ise kişinin Allah’ın rezzakiyetinden şüphe etmesi yatıyor.

Çeşitlerini artırabileceğimiz bu misaller hep imana ait, akidevî meseleler. Belki fiil yanlış olduğunu, yapılmadığı takdirde günahkâr olunduğunu kabul edersek bizi kâfir değil fasık bir Müslüman eder ama bizi bu fıska götüren iç halimizi, düşüncelerimizi iyice tahlil etmeliyiz.

Dolayısıyla örtü İslâm esaslarından değil demek veya İslâm’ın herhangi bir rüknünü basit görmek bizi Allah korusun ciddi sıkıntılara düşürebilir.

Sonuç olarak, İslâm’ı bir bütünler manzumesi olarak görmeli, Cenâbı Hakk’ın bütün emirlerini hayatımızın olmazsa olmazı kabul etmeliyiz. Bu emirleri uygularken kınayanların kınamasına aldırmamalı, en yakınımız bile olsa hiçbir kimseyi Allah ile aramıza sokmamalıyız. Allah’ın emirlerini yine Allah’ın rızası, muradı üzere anlamalı ve tatbik etmeliyiz. Çünkü “Allah kendisinden hâyâ edilmeye insanlardan daha fazla layıktır.”9

Cenâbı Hak bunları cümlemize kolaylaştırsın. Âmin…

1.el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kuran, IV, 172
2.#Ramûzu’l-Ehadis s. 299, 3722
3.el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:64;
4.#el-Câmiu’s-sağîr 332
5.Serahsî, Mebsût VNI/155
6.Ahmed, Ebu Davud, İbn-i Mâce
7.Hâkim, Müstedrek, II, 16.
8.Buhari, Kitabu’n-Nikâh, 112. bab
9.Ebû Dâvud, Hammâm, 2/4017

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort