JoomlaLock.com All4Share.net

KAİNAT TABLOSUNDA BİZİM ANLAYIŞIMIZ VE İDRAKİMİZ MİSALLER ÜZERİNEDİR

Kâinat Tablosunda Bizim Anlayışımız ve İdrakimiz Misaller Üzerinedir - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 80 - Ağustos 2014

 

Kâinat Tablosunda Bizim Anlayışımız ve İdrakimiz Misaller Üzerinedir

 

Sual: Efendim bugünlerde okuduğumuz bir eserde çocuğunu kaybeden bir annenin çaresizliği, güçsüzlüğü o kadar derinden anlatılmış ki okurken sanki, o anı siz de yaşıyor gibi oluyorsunuz.

Siz de sohbetlerinizde buyuruyorsunuz; “Zikrederken annesini kaybeden bir yavru gibi, kuzu gibi zikredin.” Gönenli merhumun “Ya Rabbi! Bana anamın baktığı gibi bak!” duasını bu anlamda eksikleri de olsa beğeniyorsunuz… Bu tip somut örnekleri, misalleri sıklıkla kullanıyorsunuz. Bu misaller bizim anlayışımıza nasıl etki eder?

Cevap: Kâinat tablosuna baktığımızda, büyükler bu tabloyu 18 bin âlem diye tarif etmişler. Anlayabilmek için öyle söyleyelim ki 18 bin ciltlik bir eser düşünün… Kâinat tablosu böyle… Buranın birbiri içinde saklı çok farklı boyutlar var. Tâ arşın katmanlarından -ki “Seb’a semâvâti’n-tibâkâ” buyuruyor Cenâbı Hak. Arş, semavât yedi âlemdir, yedi tabakadır/katmandır- arzın derinliklerine kadar –ki arz da bir katmandır aşağıya doğru-bunların arasında kalan âlemler toplamı 18 bin. O her bir âlemin de farklı bir görüntüsü, manası, işlevi var.

Bizim bulunduğumuz tabaka, insan olarak bizim bulunduğumuz boyut misal âlemi… Çevremizde gördüğümüz her şey mi-sal âleminin renkliliği, çeşitliliği, zenginliği…nasıl değerlendirirseniz. Dolayısıyla bizim anlayışımız ve idrakimiz de bu misaller üzerindendir. Biz örneğini görmediğimiz ve bilmediğimiz bir şeyi ne düşünebiliriz, ne onu hayalimizde veya sun’umuzda/sanatımızda şekillendirebiliriz. Örneğini bilmediğimiz, ben- zerini görmediğimiz şeyi hakikat de olsa, biz idrak edemeyiz.

Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim meselenin mana cephesini tarif ederken de bize hep bizim seviyemizden, bizim boyutumuzdan hitap etmekte, misallerle meseleyi bize anlatmakta… Mesela Kur’ân-ı Kerim’in cehennem tasvirine baktığımız zaman adeta demir çelik fabrikasının haddehanesini tarif ediyor sanki. O tarz misaller veriyor. Niye? Biz en şiddetli, en yüksek ateşi oralarda görmüşüz. Eritme gücü en yüksek olan derece, o demir çeliğin kullandığı, demirin eridiği nokta, o pota. Gerçekte cehennem böyle mi? Belki de değil. Ama muhatap biz olduğumuz için biz onu görsellerimizle mukayese edeceğiz. Görebildiğimiz, kavrayabildiğimiz şeylerle onu mukayese edeceğiz ve o kıyastan çıkan netice üzerinde biz düşüneceğiz. O düşünce bize korku salacak, bize heybet, haşyet verecek, biz günahtan cehennem var diye uzak duracağız.

Mesela cenneti tarif ederken muazzam bir mesire yeri tarif ediliyor Kur’ân-ı Kerim’de. Sanki Sular Vadisi’ni tarif ediyor… Altından nehirler akan; yeşillikler, her çeşit meyve ağacının, çiçeğin bulunduğu bir âlem, bir tabiat tarif ediyor Cenâbı Hak. Niye? Biz tabiatı biliyoruz. Tabiattan, tabiat güzelliklerinden bahsederken dahi, örneği bir tarafa bırakın lafını işittiğimizde de, yüzümüzde tebessüm beliriyor, bir hoşnutluk alâmeti oluyor. Seviyoruz böyle yerleri, meylimiz var. Cenneti böyle yerlerle kıyaslıyoruz. Cennet gerçekten öyle mi? Bir mesire yeri mi? Cehennem için dediğimiz gibi, belki de değil. Bu bizim anlayış seviyemiz olduğu için bize böyle tarif ediliyor.

Mesela Cenâbı Hak âyeti kerimelerde bize cennetteki hurileri tarif buyuruyor. Daha yeni ergenliğe ermiş, affedersiniz, genç ba-yanlar suretinde tarif ediyor. Öyleler mi hakikaten? Hayır. Ama biz onların üzerinden kıyasla bir malumat sahibi olabiliriz. Misalini bize gösteriyor Cenâbı Hak. Âhiretle ilgili, mana ile ilgili her ne varsa bununla mukayese edebilirsiniz.

Mesela Cenâbı Hakk’ın Esma-ı İlâhîsi var. Kâdir diyoruz, Hakîm diyoruz… Allah Hakîm’dir, Allah Kâdir’dir, Allah Azîz’dir, Rauf’tur, Rahim’dir… Âmenna. Ama gerçekte yani Cenâbı Hakk’ın kendi indinde, yanında Allah’ın böyle isimleri var mıdır? Veya böyle isimlere ihtiyacı var mıdır? Hayır. O bu isimlere de muhtaç değildir. O kendi kudret ve kuvvetini bize anlatmak için kendisini öyle tesmiye buyurmuş. Kâdir diye bahsetmiş kendisinden. Merhametini, şefkatini bize anlatmak için Rahim, Rahman diye bahsetmiş kendisinden. Biz anlayalım diye. Bunların her biri bir misal. Bunlar mutlak değil. Biz Hakk’ın o yönlerini, o tecellilerini anlayalım diye.

Biz Hakk’a dair hangi hakikati anlamak istiyorsak bunu ancak misalleriyle anlayabiliriz. Misalleri olmayan şeyleri biz anlayamayız. 

Demek ki bu misaller bizim anlayışımızı tahrik ediyor, uyandırıyor. Duygusallığımızı, his-siyatımızı, idrakimizi, aklımızı, bilgimizi bu anlamda neye sahipsek, bunları harekete geçiriyor ve biz bunların sayesinde o gerçeğe yaklaşmış oluyoruz. Yoksa gerçeğin kendisi, anlatılmaya çalışılan şekilde değil. Bunun için bizim Mustafa Efendi’nin güzel bir ifadesidir, der ki; “Lâ teşbih, kelimesi olmasa hiç konuşamayacağız.” Genelde bu tip mana meselelerinde “lâ teşbih velâ temsil-teşbihte, temsilde hata olmaz” diyerek söze başlanılır… Bütün söylenilenler bu anlamda teşbihtir. İşte o teşbihler, o tespitler, o temsiller bizi harekete geçiriyor, hakikate farklı cephelerden yaklaşabiliyoruz. Belki o misaller, sizde farklı duygular meydana getiriyor, bir başka kardeşimizde farklı bir hâl alıyor; hepimizde aynı şey olmuyor. Hepimiz ona farklı boyutlardan bakıyoruz. Bu da hakikatin, hikmetin ne kadar zengin olduğunu gösteriyor. Demek ki bir hikmetin tek bir cephesi yok. Hikmet bir asliyyeti gösteriyor, asliyyete işaret ediyor.

Bu hikmetin asliyyeti ne? Cenâbı Hak, Zâtı Bâri… Cenâbı Hak bütün cihetlerden münezzeh, O’nun bir ciheti yok. Bütün cepheleri kuşatmış. Onun için Süleyman Çelebi Mi’râc’ı tarif ederken buyurur;

Şeş cihetten münezzehtir Zü’l-Celâl 

Bî kem u keyf ona gösterdi cemâl

Cenâbı Hak bütün cihetlerden münezzehtir, keyfiyetini bizim anlayamayacağımız bir şekilde Habibi Kibriyası’na cemâlini gös- termiştir.

İşte hikmetlerin, hakikatlerin farklı cep- helerinin, boyutlarının olması buraya işaret ediyor. Cihetsiz, cephesiz oluşuna işaret ediyor. Herkes kendi durduğu, bulduğu cephe-den bakıyor ve oradan gördüğünü söylüyor. Bu da zenginlik.

Bu zenginlikler Hanefî, Şâfî, Mâlikî olmamıza; bu zenginlikler Nakşî, Kâdirî olmamıza; Nur şakirti, Süleyman Efendi’ye talebe olmamıza bu cepheler vesile oluyor.

Öyle ise şunu peşin peşin bütün Müslümanlar kabul etmeli; bu, benim gördüğüm benim cephem. Arkadaşım farklı bir cep-heden görebilir. Biz kâinata Cenâbı Hakk’ı tek noktadan gösteremeyiz. Müslümanların kavgasındaki sebep biraz da bu, kendi cep-hemizden Hakk’ı insanlığa göstermek istiyo-ruz.

Peki, nasıl olacak? Kapıdaki bir anahtar deliğini düşünün… Oradan misal koridora bakacağız, o delik bir kişinin bakmasına müsaittir. Bir kişi bakarsa görebilir, bu odadaki bütün insanların hepsini, aynı anda, o delikten baktıramayız. Kimse bir şey görmez. Görme-yince de aklın yolu bir, haklı olarak inkâr eder, orada bir şey yok der. Ama o kapının üzerin-de birçok delikler açarsak kapının kapasitesi ölçüsünde kaç delik açmışsak o kadar kişi koridoru görebilir.

Şimdi biz Hakk’ı bir anahtar deliğinden bütün kâinata, yedi milyar insana göstermeye uğraşıyoruz. Bu Hakk’ı ketmetmektir, Hakk’ı küçültmektir, Hakk’a hakarettir. “Benim gördüğüm Hak’tır.” demek sen bir şey görmemişsin, bütün kâinata, körsün demektir. Makul mü bu, mantıklı mı?

Bu yüzden Cenâbı Hak buyurur ki; “Ardullahi vâsia” Allah’ın arzı, mülkü o kadar geniştir ki o kadar olur… Niçin böyle geniş? Herkese yer olsun diye, herkes bir cepheden baksın diye.

Niçin kâinattaki her şey dönmekte? Herkes onun her yerini görsün diye. Herkese sunum yapıyor Cenâbı Hak. Öyle olmasa, dönmese, yuvarlak olmasa, sabit olsa bu tarafta olanlar asla zıt cepheyi göremezler. Zıt cephede olanlar da bu tarafı göremezler. Ama Cenâbı Hak, kâinatı döndürerek bir vitrin misa- li adeta kâinatta bulunan bütün havârikleri, güzellikleri, harikulade hadiseleri herkese gösteriyor. Adeta o dönüş yüzünden bakın rahmet mevsimlerinden senenin tamamı faydalanıyor. Ramazan bir sene Ağustos’a geliyor, bir sene Temmuz’a, Mayıs’a geliyor…Biz bütün aylarda, bütün günlerde ibadetin zevkini tadıyoruz. Böyle olmasa, Ramazanı Şerif sürekli misal Ağustos’a, Temmuz’a gelse adalet olur mu sizce? Sıcak bölgeler-deki insanlar hep o kavurucu sıcakta oruç tutacak, serin bölgedekiler rahat edecek. Onu döndürerek Cenâbı Hak, hem adaleti temin buyuruyor hem bütün kullarına adeta senenin bütün günlerinde, bütün saatlerinde, bütün saniyelerinde Allah ile beraber olma imkânı sunuyor.

İşte bu noktadan bakarsak birbirimizi kabul etmek zorundayız. Çünkü biz dönen bir dünyanın üzerindeyiz, dönüyoruz… Biz bunu fark etmesek de dönüyoruz. Öyleyse bu dönüşte farklı cepheler, farklı manzaralar görebiliriz. Gözümüzü kapatmamalıyız.

Bunun için Kur’ân sürekli ihtar manasında “Elâ” diye buyurur, “Gözünüzü açın.” Birçok önemli âyetin; ikaz, ihtar, irşad manasında olan âyetlerin önlerine -nasıl ki belli tehlikeli yerlere dikkat levhası koyarlar-Cenâbı Hak dikkat levhası koymuştur. Elif Lam ile harfi tarif dediğimiz dikkat levhası asmıştır. “Elâ-Uyanık olun, gözünüzü a- çın, gözünüzü kapatmayın…”

Ama maalesef Müslümanlar hep gözleri kapatmaktan yana. Gözümüzü kapatınca ne oluyor? Rahat hayal görüyoruz. Sonra birbiri-mizle muamele ederken o hayaller üzerinden muamele ediyoruz. Dostluk-kardeşlik ilişkilerimiz, ümmet ilişkilerimiz; siyasetimiz, ticaretimiz, hukukumuz… hep bu hayaller üzerinden...

Dün de yine bir camide, Hocaefendi ile müzakere ediyorduk, kendinden biraz bahsetmişti. Hocaefendi Güneydoğulu bir arkadaş Bitlis’li. Bir yerde görev yaparken orada bulunan bazı Müslümanlar da, cemaat ehli insanlar bunlar, ilim irfan hizmetiyle meşgul olmaya çalışıyorlar. Bu Müslümanlar “Vay efendim hem Kürt hem Kur’ân eğitimi veriyor, Kur’ân-ı Kerim bu kadar düştü mü; düşe düşe bir kürde mi düştü Kur’ân-ı Ke- rim?” diyerek bunu iki de bir şikâyet etmiş…

Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim’i bize bir Arab öğretti, Hz. Muhammed (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) Arab idi… Hoca ile sürekli uğraşmışlar, sürekli kovuşturma, takibat geçirmiş. Doğulu olduğu için pkkya yardım ediyor diye şikâyet etmişler. Yahu ne istiyorsun gariban, fukara bir adam; kendini Allah’a vermiş, Allah’ın yolunda hizmet etmeye, insanlara dinini öğretmeye çalışıyor. O mahrumiyet bölgesinden, terör belasından kaçmış, canını kurtarmak için gelmiş, burada gayret sarf ediyor. İftihar edeceğine, takdir, yardım edeceğine şikâyet ediyorsun… Bunları çektiği için diyor ki niye Müslümanlar böyle, acaba, niye biz böyleyiz? İmanımız mı zayıf, samimiyetimiz mi yok?..

Şimdi Batı’ya baktığımızda, Batı büyü-dükçe güçleniyor. Kendi aralarında güç, kuvvet birliği yapıyorlar. Misal, savunmada, sanayide, ekonomide… birleşiyorlar, adeta kendi aralarında bir tutkunluk başlıyor. Müslümanlara bakıyoruz, ilginçtir, büyüdükçe güçlenmeleri gerekirken büyüdükçe kırılı-yorlar. Büyüdükçe kırılıp güçleri, mukavemetleri azalıyor; büyüdükçe farklılıklar başlıyor. Farklılıklar bir zenginlik olmalı ama ben senin farklılığını kabul edebilmeliyim, sen benim farklılığımı kabul edebilmelisin.

Müslümanlarda “Benim doğrularım.” derdi başlıyor. Doğru birdir, o da kimsenin değildir. “Benim doğrularım.” yerine be-nim doğruya yaklaşımım, doğruya isabet edebilmem var. Ben doğruya ne kadar isabet edebilmişim, tamam bunu tartışalım. Ben o doğruya kendimi ne kadar adapte edebilmişim, bunu müzakere edelim. Ama “Benim doğrum.” olunca kavga çıkıyor. Çünkü senin doğrun, beni doğrultmayabiliyor, bana uygun düşmeyebiliyor. Ben de bu sefer tez-antitez meselesi, senin doğruna karşı ben de farklı bir tez geliştiriyorum ona da “Benim doğrum.” diyorum.

Aynı cemaatin içinde bile bakıyoruz o cemaat büyüyünce kendi içinde kırılmalar oluyor. Bu iman eksikliğinden mi, samimi-yetsizlikten mi? Hayır… Neden? Anlayış eksik-liğinden… İslâm’ı anlayış farklılığı oluyor. İşte bu farklılıklar zenginlik olması gerekirken bizde tefrika oluyor. Farkla furkan aynı köktendir. Furkan, hakla batılı birbirinden ayıran, yanlışla doğrunun arasını kesin çizgilerle ayıran manasında. Bizdeki farklılıklar furkan- laşması gerekirken tefrikalaşıyor. Müsbet anlamda gelişmiyor, menfi anlamda gelişiyor.

İşte o zaman misallerde kâr etmiyor. Çünkü eğer ben bir minare çalmışsam ona göre kılıf hazırlamak zorundayım. Kabul ettinse benimlesin ne alâ, kaymağı yiyorsun; etmedinse sana bir sürü isim bulabiliyorum. Sana yedi kitaptan dışarı bir sürü isim bulabiliyorum. Bu hikmetin cihetsiz oluşunu anla- yamadığımızdan…

Geçmişte Galileo dünyanın döndüğünü söylerken o günün sözde din adamları, kilise mensubu Hristiyan âlemi ona karşı çıkmıştı.Bunun vücuduna şeytan girdi diye Galileo’yi yakmaya karar verdiler. O iddia ediyor, tezini ispatlamaya çalışıyor; karşı taraf kör bir cehalete saplanmış hayır diyor; dünya dönmüyor… En sonunda arkadaşları Galileo’ye yalvarıyorlar yapma ya sen onlardan betersin. Ne bu inat? Ama nasıl olur bu bilimsel bir gerçek, diyor Galileo… Arkadaşları, sen şimdi bunu burada reddetsen, dönmüyor desen bu gerçek değişecek mi, diyorlar. Yok. Öyleyse sende dönmüyor de canını kurtar, yoksa diri diri yakacaklar seni… Bunun üzerine mahkemeye dönüyor, ben yanılmışım diyor ve beraat ediyor. Mahkemeden çıkarken kendi kendine diyor; “Siz ne derseniz deyin dünya dönüyor.”

Şimdi biz adeta bugün bunu kabul etmiyoruz. Böyle farklı bir taassubun, cehâletin içindeyiz, adeta dünyanın döndüğünü, hadiselerin döndüğünü, dönerken de her Müslümana farklı cepheden göründüğünü anlamak istemiyoruz. Bize göre dünya dönmüyor. Her şey sabit… Hayır, hâlbuki şu kâinatta sabit bir şey yok. Fânî olan hiçbir şey sabit olamaz. Sabit olan şey sübut bulmuştur, değişmez.

Kâinatta böyle yaratılmış olan sabit bir şey yok. Biz sanki her şeyi sabitleştirmek istiyoruz. Niye? Yenilerine hazır değiliz de ondan. Dünyada hep bir yenilikçilik propagandası da var, Müslümanlar arasında da çokça konuşulan bir terim, duyuyorsunuz; gelenekçiler, yenilikçiler… Belki kâinatta her şey yenileniyor, doğru; -istisnalar kaideyi bozmaz- ama insan kendini çokça yenileyemiyor. İnsan şu kâinata bakarak kâinatla hareket edemiyor, kâinatla uyum sağlayamıyor. Hadiseleri çok geriden takip ediyoruz.

Misallerden buralara geldik, sorunun başına dönersek, o misaller hareketliliği, gayreti arttırmak için; düşünceyi, hissi, duyguyu, kalbi, ruhu, sırrı harekete geçirmek için…

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort