JoomlaLock.com All4Share.net

İSLAM İNSANI TERBİYE ETMEK İÇİN VA’Z EDİLMİŞ BİR HAKİKATTİR -2

Bunun için biz öncelikle kendimizi  burada muhafaza etmeliyiz. Hesabı öncelikle kendimiz tutmalıyız ki ibadetimizde samimi olalım, ihlâs olsun, tevbe ederken gözyaşı olsun...

Biz hiç ağlayamıyoruz. Erkekler ağlamaz diye bir söze, bir felsefeye inanarak ağlamayı hep kadınlara bırakmışız. Ne demek erkekler ağlamaz! Allah’ın Peygamberi ağladığında önündeki kum çamura dönüyordu. Elbiseleri ıslanıyordu. Hâşâ, erkek değil miydi o? Kâinatın Peygamberi ağlamış, hem de bizim için ağlamış. O’nun ağlamayı gerektiren bir şeyi yoktu, ümmetine ağlamıştı O. Bizde hiç ağlama yok, hiç gözyaşı yok. Niye? Çünkü içimizi yakan bir şey yok ki...

Biz dünyevi bir zarara uğradığımızda hiddetleniyoruz. Hışım, gadap, sinir, asabiyet geliyor bize. Peki bunlar nereden geliyor? Hani biz Müslümandık, Allah’a teslimdik! Hani biz Allah’a tevekkül etmiştik! Hani biz her şeyde Allah’ın rızasını arıyorduk, kadere inanmıştık! Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmiştik!.. İyi de bu fırtına niye şimdi?

Biz bir zarara uğradığımızda oturup pişmanlık duyup, gözyaşı dökeceğimize; “Ya Rabbi demek ki benim bir kusurum vardı, beni imtihan ediyorsun, böyle bir şekilde beni cezalandırıyorsun, ben pişmanım!” diyeceğimize hiddetleniyoruz. “Nasıl olur? Nasıl bana karşı böyle bir şey yapılır?” Veya “Ben şuna dikkat ettim, buna dikkat ettim, şunu yaptım, bunu yaptım… Nasıl benim başıma böyle bir şey gelir?” diyoruz. Allah Allah... Hâşâ, senin Allah ile bir pazarlığın mı var? Sen kimin oğlusun. Sen de bir beşersin, bir kulsun. İmtihan ediyor seni.

Kuyuya taş attığında içimizdeki hemen dışarı çıkıyor. Hadisi şerifte Peygamber Efendimiz “Her kap içini terler.” buyuruyor. Eskiden kaplar çamurdandı, çömlektendi ve içindekini dışa sızdırıyordu… Terleme bu anlamda. Şimdi belki kaplarımız terlemiyor, hepsi çelik; ama kokusu yayılıyor ve kokusundan kabın içindekinin ekşi mi, tatlı mı olduğunu anlayabiliyorsunuz. İnsan kalbi de böyle... Hadiseler insanın kalbindekileri dışarı çıkarıyor.

İnsan nimetin karşılığında ibadetle, salih amelle şükrü ücret verip; günahın karşılığında tevbeyi ücret verirse Allahu Teâlâ buyuruyor ki; o bu salih amellerle şarabı sirkeye çevirmiş gibi olur. “...Ve amile amelen salihen feulaike yubeddilullahu seyyiatihim hasenat.” Muhakkak ki Allah onun işlediği bütün günahları, seyyiatı hasenata tebdil eder. Bakın ‘affedder’ de buyurmuyor. Misal bir insandan alacağınız var. Ona şöyle diyebilirsiniz; tamam ben bu alacağımdan vazgeçtim. Sana hibe ettim, geri istemiyorum. Bu bir büyüklük, bir güzellik. Ama ona bir de diyorsun ki alacağımı almıyorum, alacağım kadar da sana tekrar sermaye veriyorum. Al mağdur olma başka yerlere borcun varsa onları ver, işine devam et darda/zorda kalma. Bu nasıl bir ticaret, düşünün. Günahını affetmekle kalmıyor, sevaba tebdil ediyor. “Ve kanellahu ğafurerrahima.” Böyle yapmak Allah için zor değildir. Böyle yaparak Allah’ın bir şeyi eksilmez. O Ğafurdur, affetmeyi sever. Hakk’ın mizacında, Hakk’ın fıtratında var bu. O’nun sıfatlarında, Hakkaniyet’inde af duygusu var. Bunu icra ediyor Cenâbı Hak.

İnsan bunlarla birlikte aklını ve kalbini huzura kavuşturduğunda yaptığı her hareket kontrol altına girer. Ondan sonra insan bakışlarına dikkat eder çünkü o huzuru, dengeyi bozacak her şeyden sakınır. Hasta bir insanı düşünün. Kendimden örnek vereyim ben şeker hastasıyım, kalp hastasıyım bu yüzden azami dikkat etmem gerekiyor. Kalbime dokunacak, şekerimi yükseltecek her şeye, sıhhatli yaşamak istiyorsam dikkat edeceğim. Ecel Allah’ın takdiri, zahiren bilinmez ama ben uzun, sıhhatli yaşamak istiyorsam dikkat edeceğim. Vücudumun dengesi bozulmasın diye tatlı, tuzlu, yağlı yemeyeceğim.

Mânâ da böyle. Kalp huzurunu, o kurduğum dengeyi, kendimle barışıklık halini devam ettirebilmek için her şeyi kontrol eder duruma gelirim. Gözüme dikkat ederim, baktığım şeye niye bakıyorum? Hırsla mı bakıyorum, tamahla mı bakıyorum, şehvetle mi bakıyorum; yoksa ibretle mi, şefkatle mi bakıyorum? Bir mümin için göz zinası nasıl haramsa dünya nimetlerine de iştahla bakmak aynı göz zinası gibidir. Bu imanına, kalbine zarar verir. Bir apartmana bakar “Ah be! Benim olsa bu apartman..” der. Ne kârı  var? Bırakıp gideceksin. Başını sokacak bir yerin varsa şükret Mevlâ’ya. Bir araba görür “Araba tam benlik.” der. Güzel bir arazi görür, “Burası benim olsaydı ben burada neler yapmazdım ki. Şöyle villalar kondururdum, böyle saraylar yapardım.” Olabilir hakikaten  yapardın da sana kalan ne olurdu? İşte bunlar da bir mümin için gaflet nazardır. Belki fıkhen buna haram diyemeyiz. Bu söylediğim haramiyet fıkıh olarak değil. Kalbe zararlı olduğu için haram. Misal su helal bir maddedir, su içmek haram değildir. Ama ihtiyaçtan fazlasını içersen vücuda zararlıdır, haramdır. Su olduğu için değil, vücuda zarar verdiği için. Veya sigara, madde olarak haram değil. Tütün bir ottur. Allah’ın kudretiyle bitiyor, tarlada yetişen bir ot, bu otun bir haramiyeti yok. Ama bu vücuda zarar verdiği, kansere sebebiyet verdiği, ölümcül belli rahatsızlıklara sebebiyet verdiği için insana haramdır. Zarar verdiği için haram. Maddesel olarak değil. Çünkü nikotin ilaç olarak da kullanılabiliyor. Bazı ilaçlarda var. Nikotin, Kafein tıpta kullanılıyor. Hastalar bunlarla tedavi oluyor.

Bu anlamda insanın böyle bir gaflet nazarıyla kalbini karartacak şekilde dünyaya bakması da göz zinası gibidir. Şehvet kalbi karartıyor, bu yüzden haramdır. Dünya da gönlü karartıyor.

O mümin bakışlarına artık dikkat etmeye başlar. Ölçülü bakmaya çalıştığı gibi işittiği şeylere de dikkat eder. Duyduğu şey dinine dünyasına faideli ise onu kalbine indirir, muhafaza eder. Yoksa zaten bir kulaktan girer diğerinden çıkar. Onu saklamaz. Çakıl taşı kadar değeri yoktur, niye onu üstünde tutsun?... Gıybet, malayani işitmez. Kem sözü duymamazlıktan gelir. Söylediklerine dikkat eder. Ağzından girene ve çıkana çok dikkat eder. Konuştuklarına dikkat ettiği gibi yiyip içtiklerine de dikkat eder. Amandır, kalp huzurunu bozacak bir şey olmasın. Şüpheli bir şey yemez. Besmelesiz yemez. Temiz yapıldığını veya temiz insanlar tarafından yapılmadığını bildiği şeyleri yemez. Araştırır, bu nereden gelmiş, ne yağı konmuş, nasıl yapılmış, kim yapmış. Araştırmak zorunda. Biri sana bir ilaç getirdiğinde sormaz mısın ki, ne bu kardeşim niye içeceğim bunu, faydası ne? Sen bunu nereden getirdin?.. Ağzına giren çıkan şeylere dikkat eder. O huzur, o denge bozulmasın, çok hassas bir denge çünkü. Kendiyle barışık kaldığı sürece Allah’ın huzurundadır o insan. Allah’a yakındır.

Ağıza bilinçli veya bilinçsiz devamlı girip çıkan şey: Nefes… Uyanıkken teneffüs ettiğim, soluklandığım gibi, uyuduğumda da teneffüs ediyorum. Baygın olduğumda da teneffüs ediyorum. Sürekli içime girip çıkıyor. İşte Hâcegân Yolu’ndaki sekiz esas, bu giriş çıkışın bilinçli olduğum zamanlarda kontrollü olması... İçimdeki dengeyi bozmayacak şekilde girip çıkması... Dedik ya; Cenâbı Hak bir güneş gibi, her zerreye teması ile farklı tonlar, farklı nakışlar ortaya çıkıyor. Kul her nefes alış verişinde de o tecelliyi taşıyor. Nefes, Hakk’ın tecellisi ile girip çıkıyor. Öyle ise nefesle benim içime girip çıkan şeyler neler? Bunun için buyruluyor ki: “Mü’minin, âşığın her nefesinde iki bayram var.” Nedir bu? Nefesi aldığında içeriye hayat doluyor, yaşama sevinci oluyor. Bu nefes içeride umut oluyor, hayret oluyor, himmet oluyor... Niye? Ya Rabbi! Sen bana bir nefeslik dahi olsa bir hayat verdin, bir vakit verdin. Ola ki ben bu vakitte Senin rızanı kazanabilirim. Seni hoşnut edebilirim. Seni memnun edebilirim. Bu bir nefeslik zaman dilimi  beni ebedi idamdan kurtarabilir.

Efendimiz uzunca bir hadisi şeriflerinde buyuruyor: “Kıyamette bir insanı getirirler, amel defterine bakılır. Hakk’a yarayacak, tutunacak bir şeyi yok. Cehenneme götürülecek. Cenâbı Hak meleklerine iyi araştırın, buyurur. Bakın defterinin kıyısında köşesinde hiç mi bir şey yazmıyor? Araştırırlar, bakarlar ‘Ya Rabbi bir şey bulduk.’ derler. ‘Ne buldunuz?’ buyrulur. Melekler: “Ya Rabbi bu bir gece uykuda bir tarafından diğer tarafına dönerken belki uyku sersemliği ile ama o dönüşünde bir kere Ya Hennan Ya Mennan, dedi.” derler. Cenâbı Hak buyurur: “Demek bu bir Hennan Ve Mennan olan ilahın var olduğuna inanmış ve ona güvenmiş. O Hennan ve Mennan olan zat bugün bunu mahcup etmez. Bunun güvenini boşa çıkarmaz. Bunu Hennan ve Mennan’a bağışladım, affettim götürün.”

Bir kelime ve bu kelime bir nefeste çıkmış. Bir kelime ebedi idamdan kurtarabiliyor insanı. Tabiri caizse bir suçlu, deliller tamamen aleyhine. Aslında adam belki masum. Ama ortadaki deliller adamın tamamen aleyhine. Mahkeme idamına karar vermiş. Adamı ipe götürecekler. Kalemini kıracak hâkim. Tam o esnada kapıdan içeri biri girse, gerçek suçlu. Vicdanen rahatsızlık duymuş. Bakmış ki benim işlediğim suçtan dolayı bir adam ölüme gidiyor, idam edilecek. Vicdanı bunu kabul etmiyor. Geliyor mahkemeye “durun” diye bağırıyor. ‘Dur!’ Bir kelime. Mahkeme durur. “O suçlu değil, suçlu benim.” der. Adamın hayatı kurtulur.

İşte bu misaldeki gibi,  Ya Rabbi sen bana bir nefeslik hayat verdin. Bayramın birincisi bu. Ve bu bir nefeste ebedi idamdan kurtulabilirim. “Ya Hennan ya Mennan” derim, “Estağfirullah el azim” derim, samimiyetle “la ilahe illallah” derim.

Gönenli merhum buyurmuş ya “Anamın bana baktığı gibi bana bak Ya Rabbi.” Ey Allah’ım, senin san’atını, kudretini, nimetini çok gördüm ama zatını görmedim. Ben şefkati, sevgiyi, ilgiyi annemde gördüm. Sen de bana anamın baktığı gibi bak Ya Rabbi. Anama karşı belki çok suçlar işledim, çok yanlışlar yaptım, çok incittim, kalbini kırdım ama anam benden hiç geçmedi. Küsmedi. Belki zahiren sertlendi bana, ama özünde hiçbir şey duymadı bana karşı. Sevgisinden bir şey eksilmedi.

Bir hikâye anlatılır, adamın birisinin hanımı numaradan rahatsızlanmış. Eşine: “Doktora gittim doktorlar dediler ki şu tipte şu yaşta bir bayanın kalbini pişirir yersen hastalığın iyi olur.” demiş. Tarif ettiği kadın da kayınvalidesi. Adam da gitmiş annesini kesmiş, kalbini almış. Hikâye ama kıssadan hisse, bu önemli. Annesinin kalbini almış eşine getiriyor. Pişirip yedirecek ki tek eşim iyi olsun. Yolda gelirken ayağı taşa takılıyor düşüyor. Canı yanınca “of” diyor. Acısnı ifade edince o elindeki kalp: “Ah yavruuum!” diyor. Adam duruyor. Ben ne yaptım, diyor... Buna ana yüreğiderler. Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar.

Onun için Gönenli merhumun o duası beni çok derinden etkiliyor. Allah rahmet etsin. Cenâbı Hak hepimizi şefaatine nail etsin.

Evet, Cenâbı Hak öyle bakar. İşte insan o bir nefeste samimiyetle “Estağfirullah el azim” derse ve bunu Allah’tan talep ederse Cenâbı Hak anadan daha şefkatli, merhametli...

Nefesin kontrolü burada önemli. İçeri girişi öyle bir bayram. Bir hayat verdi sana. Bu kurtuluş ümidi, kurtuluş fermanı. Ebedi idamdan kurtaracak bir hayat verdi sana.

Nefesini dışarı vermen de ikinci bayram. Bu verişle de O’na kavuşma var. Arzuladığın, istediğin, âşık olduğun, başını secdelere koyduğun, ağladığın, sızladığın, zatını görmeyi dilediğin Allah’a kavuşursun. Bu da bayram. Bir nefeste iki bayram.

İnsan böyle önemli bir hadiseye dikkat etmez mi? Bunu es geçebilir mi? Mesela deseler ki yarın Kurban Bayramı ister istemez bir heyecan oluyor içimizde, geceden hazırlanıyoruz. Gusül alıyoruz, temiz elbiselerimizi giyiyoruz. Bazen heyecandan uyuyamıyoruz bile. Bu çocuklarda daha çok olur. Bayram namazına gidiyoruz. Sevinçle birbirimizi kucaklıyoruz. Tebrikleşiyoruz. Evimize geliyoruz, büyüklerimizin elini öpüyor, küçüklerimizle sarılıyoruz. Hediyeleşiyoruz. Bayram... “Canım, elin bayramı” demiyoruz, önemsiyoruz. İnsan alıp verdiği nefesi de bu anlamda, böyle bir bayram olduğu için çok önemsemeli, giriş ve çıkışını kontrol etmeli ki o bayram sevinci, bayram neşesi, kendinle barışıklık hali, Hak’la huzur hali bozulmasın. O manevi düzen bozulmasın. Çünkü o manevi düzen bozuldu mu her şey bozuluyor.  Ben insanlıktan çıkıyorum o zaman. O zaman Rabbim: “Ulaike kel en’am belhum edal.” buyuruyor bana. O denge bozuldu mu, Sen insanlık vasfını yitirdin -hâşâ huzurunuzdan- dört ayaklılardan da daha aşağı bir duruma geldin, buyuruyor. 

Misal bir insanda nefes darlığı olsa, astım hastası olsa ilacını hiç yanından ayırmaz. Tıkandığı yerde hemen spreyini püskürtür, hapı varsa hemen hapını alır. Niye? Ölümcül tehlike… Çünkü o bir nefes alamadı mı ölür. İşte Hak’la huzur hali de böyle. İnsan kalabilmek istiyorsan, İslam kalabilmek istiyorsan, alıp verdiğin nefesi çok kontrollü alıp vereceksin ki o denge bozulmasın. Yoksa Cenâbı Hak her an bana buyurur ki; “Le kad haleknel insane fi ahseni takvim.” Sen çok güzeldin, çok mükemmeldin, mükemmel bir gaye için yaratıldın. Denge bozuldu mu “Sümme redednahu esfele safilin.” buyurabilir. Şimdi sen kendini ıskartaya çıkardın, berbat ettin, hiçbir şeye yaramıyorsun, seni reddediyorum diyebilir.

Bu dengenin korunması “Sekiz Esas” ile başlıyor. Bu esaslar, İslam’ın beş şartı diye geçen beş temelin; namazının, orucunun, haccının sıhhati, kelimei şahadetin mânâsı bunlara bağlı. Bu ‘Esaslar’ takviye ediyor. Beş ana direk binanın duvarları, sekiz esas ve sair diğer esaslar iç bölmeleri gibi. İslam’ın beş ana şartı işin zahiri temelini ortaya koyuyor, diğerleri takva esaslarını belirterek içinin tefrişatını düzenliyor.

İnsan bunlarla insanı kâmil oluyor. Ve bu kemal noktası, kazancı, ilerlemesi devam ediyor. O kemale geldikten sonra Yunus Emre gibi: “Buğday mı istersin nefes mi”  diye sorulduğunda, Buğday ne, nefes ne onu o zaman ayırt edebiliyor. Ayırt ederek düşünüyor ki: “Âdem’i cennetten çıkaran şey bir buğdaydı. Ben bu huzur cennetinden çıkmam” Denizde balığın hayatına son veren şey oltanın ucuna takılan bir tane buğday, yem. Ben bu oyuna gelemem deyip nefesin kıymetini biliyor ve “Ben nefes isterim” diyor. Başta istiyor, sonra onun istediği yemeğin üreticisi oluyor. O nefesi kendisi üretiyor. Ondan nefes istiyorlar. Perakende alırken, imalatçı konumuna geliyor. Himmete muhtaç iken, himmet edebilecek konuma, duruma geliyor.

Abdulkadir Geylani Hazretleri’ne sormuşlar; bu sıcakta her yerde sinekler göz çıkarıyor ama sana bir tane bile sinek konmuyor. Sen üstüne bir koku, bir ilaç mı sürüyorsun?  Mübarek buyuruyor ki: “Bende ne dünyanın şerbeti ne ahiretin balı var artık. Sinek bunlara gelir.” buyuruyor. Yani ahiret işlerini lezzet için yapmıyorum. Rabbimin rızası için yapıyorum. Dünya şerbetleri  de yok ahiret balı da yok… Bu yüzden sinek bana konmuyor, buyuruyor.

İşe insan o zaman bu hale geliyor...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bunun için biz öncelikle kendimizi  burada muhafaza etmeliyiz. Hesabı öncelikle kendimiz tutmalıyız ki ibadetimizde samimi olalım, ihlâs olsun, tevbe ederken gözyaşı olsun...

Biz hiç ağlayamıyoruz. Erkekler ağlamaz diye bir söze, bir felsefeye inanarak ağlamayı hep kadınlara bırakmışız. Ne demek erkekler ağlamaz! Allah’ın Peygamberi ağladığında önündeki kum çamura dönüyordu. Elbiseleri ıslanıyordu. Hâşâ, erkek değil miydi o? Kâinatın Peygamberi ağlamış, hem de bizim için ağlamış. O’nun ağlamayı gerektiren bir şeyi yoktu, ümmetine ağlamıştı O. Bizde hiç ağlama yok, hiç gözyaşı yok. Niye? Çünkü içimizi yakan bir şey yok ki...

Biz dünyevi bir zarara uğradığımızda hiddetleniyoruz. Hışım, gadap, sinir, asabiyet geliyor bize. Peki bunlar nereden geliyor? Hani biz Müslümandık, Allah’a teslimdik! Hani biz Allah’a tevekkül etmiştik! Hani biz her şeyde Allah’ın rızasını arıyorduk, kadere inanmıştık! Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmiştik!.. İyi de bu fırtına niye şimdi?

Biz bir zarara uğradığımızda oturup pişmanlık duyup, gözyaşı dökeceğimize; “Ya Rabbi demek ki benim bir kusurum vardı, beni imtihan ediyorsun, böyle bir şekilde beni cezalandırıyorsun, ben pişmanım!” diyeceğimize hiddetleniyoruz. “Nasıl olur? Nasıl bana karşı böyle bir şey yapılır?” Veya “Ben şuna dikkat ettim, buna dikkat ettim, şunu yaptım, bunu yaptım… Nasıl benim başıma böyle bir şey gelir?” diyoruz. Allah Allah... Hâşâ, senin Allah ile bir pazarlığın mı var? Sen kimin oğlusun. Sen de bir beşersin, bir kulsun. İmtihan ediyor seni.

Kuyuya taş attığında içimizdeki hemen dışarı çıkıyor. Hadisi şerifte Peygamber Efendimiz “Her kap içini terler.” buyuruyor. Eskiden kaplar çamurdandı, çömlektendi ve içindekini dışa sızdırıyordu… Terleme bu anlamda. Şimdi belki kaplarımız terlemiyor, hepsi çelik; ama kokusu yayılıyor ve kokusundan kabın içindekinin ekşi mi, tatlı mı olduğunu anlayabiliyorsunuz. İnsan kalbi de böyle... Hadiseler insanın kalbindekileri dışarı çıkarıyor.

İnsan nimetin karşılığında ibadetle, salih amelle şükrü ücret verip; günahın karşılığında tevbeyi ücret verirse Allahu Teâlâ buyuruyor ki; o bu salih amellerle şarabı sirkeye çevirmiş gibi olur. “...Ve amile amelen salihen feulaike yubeddilullahu seyyiatihim hasenat.” Muhakkak ki Allah onun işlediği bütün günahları, seyyiatı hasenata tebdil eder. Bakın ‘affedder’ de buyurmuyor. Misal bir insandan alacağınız var. Ona şöyle diyebilirsiniz; tamam ben bu alacağımdan vazgeçtim. Sana hibe ettim, geri istemiyorum. Bu bir büyüklük, bir güzellik. Ama ona bir de diyorsun ki alacağımı almıyorum, alacağım kadar da sana tekrar sermaye veriyorum. Al mağdur olma başka yerlere borcun varsa onları ver, işine devam et darda/zorda kalma. Bu nasıl bir ticaret, düşünün. Günahını affetmekle kalmıyor, seva-ba tebdil ediyor. “Ve kanellahu ğafurerrahima.” Böyle yapmak Allah için zor değildir. Böyle yaparak Allah’ın bir şeyi eksilmez. O Ğafurdur, affetmeyi sever. Hakk’ın mizacında, Hakk’ın fıtratında var bu. O’nun sıfatlarında, Hakkaniyet’inde af duygusu var. Bunu icra ediyor Cenâbı Hak.

İnsan bunlarla birlikte aklını ve kalbini huzura kavuşturduğunda yaptığı her hareket kontrol altına girer. Ondan sonra insan bakışlarına dikkat eder çünkü o huzuru, dengeyi bozacak her şeyden sakınır. Hasta bir insanı düşünün. Kendimden örnek vereyim ben şeker hastasıyım, kalp hastasıyım bu yüzden azami dikkat etmem gerekiyor. Kalbime dokunacak, şekerimi yükseltecek her şeye, sıhhatli yaşamak istiyorsam dikkat edeceğim. Ecel Allah’ın takdiri, zahiren bilinmez ama ben uzun, sıhhatli yaşamak istiyorsam dikkat edeceğim. Vücudumun dengesi bozulmasın diye tatlı, tuzlu, yağlı yemeyeceğim.

Mânâ da böyle. Kalp huzurunu, o kurduğum dengeyi, kendimle barışıklık halini devam ettirebilmek için her şeyi kontrol eder duruma gelirim. Gözüme dikkat ederim, baktığım şeye niye bakıyorum? Hırsla mı bakıyorum, tamahla mı bakıyorum, şehvetle mi bakıyorum; yoksa ibretle mi, şefkatle mi bakıyorum? Bir mümin için göz zinası nasıl haramsa dünya nimetlerine de iştahla bakmak aynı göz zinası gibidir. Bu imanına, kalbine zarar verir. Bir apartmana bakar “Ah be! Benim olsa bu apartman..” der. Ne kârı  var? Bırakıp gideceksin. Başını sokacak bir yerin varsa şükret Mevlâ’ya. Bir araba görür “Araba tam benlik.” der. Güzel bir arazi görür, “Burası benim olsaydı ben burada neler yapmazdım ki. Şöyle villalar kondururdum, böyle saraylar yapardım.” Olabilir hakikaten  yapardın da sana kalan ne olurdu? İşte bunlar da bir mümin için gaflet nazardır. Belki fıkhen buna haram diyemeyiz. Bu söylediğim haramiyet fıkıh olarak değil. Kalbe zararlı olduğu için haram. Misal su helal bir maddedir, su içmek haram değildir. Ama ihtiyaçtan fazlasını içersen vücuda zararlıdır, haramdır. Su olduğu için değil, vücuda zarar verdiği için. Veya sigara, madde olarak haram değil. Tütün bir ottur. Allah’ın kudretiyle bitiyor, tarlada yetişen bir ot, bu otun bir haramiyeti yok. Ama bu vücuda zarar verdiği, kansere sebebiyet verdiği, ölümcül belli rahatsızlıklara sebebiyet verdiği için insana haramdır. Zarar verdiği için haram. Maddesel olarak değil. Çünkü nikotin ilaç olarak da kullanılabiliyor. Bazı ilaçlarda var. Nikotin, Kafein tıpta kullanılıyor. Hastalar bunlarla tedavi oluyor.

Bu anlamda insanın böyle bir gaflet nazarıyla kalbini karartacak şekilde dünyaya bakması da göz zinası gibidir. Şehvet kalbi karartıyor, bu yüzden haramdır. Dünya da gönlü karartıyor.

O mümin bakışlarına artık dikkat etmeye başlar. Ölçülü bakmaya çalıştığı gibi işittiği şeylere de dikkat eder. Duyduğu şey dinine dünyasına faideli ise onu kalbine indirir, muhafaza eder. Yoksa zaten bir kulaktan girer diğerinden çıkar. Onu saklamaz. Çakıl taşı kadar değeri yoktur, niye onu üstünde tutsun?... Gıybet, malayani işitmez. Kem sözü duymamazlıktan gelir. Söylediklerine dikkat eder. Ağzından girene ve çıkana çok dikkat eder. Konuştuklarına dikkat ettiği gibi yiyip içtiklerine de dikkat eder. Amandır, kalp huzurunu bozacak bir şey olmasın. Şüpheli bir şey yemez. Besmelesiz yemez. Temiz yapıldığını veya temiz insanlar tarafından yapılmadığını bildiği şeyleri yemez. Araştırır, bu nereden gelmiş, ne yağı konmuş, nasıl yapılmış, kim yapmış. Araştırmak zorunda. Biri sana bir ilaç getirdiğinde sormaz mısın ki, ne bu kardeşim niye içeceğim bunu, faydası ne? Sen bunu nereden getirdin?.. Ağzına giren çıkan şeylere dikkat eder. O huzur, o denge bozulmasın, çok hassas bir denge çünkü. Kendiyle barışık kaldığı sürece Allah’ın huzurundadır o insan. Allah’a yakındır.

Ağıza bilinçli veya bilinçsiz devamlı girip çıkan şey: Nefes… Uyanıkken teneffüs ettiğim, soluklandığım gibi, uyuduğumda da teneffüs ediyorum. Baygın olduğumda da te-neffüs ediyorum. Sürekli içime girip çıkıyor. İşte Hâcegân Yolu’ndaki sekiz esas, bu giriş çıkışın bilinçli olduğum zamanlarda kontrollü olması... İçimdeki dengeyi bozmayacak şekilde girip çıkması... Dedik ya; Cenâbı Hak bir güneş gibi, her zerreye teması ile farklı tonlar, farklı nakışlar ortaya çıkıyor. Kul her nefes alış verişinde de o tecelliyi taşıyor. Nefes, Hakk’ın tecellisi ile girip çıkıyor. Öyle ise nefesle benim içime girip çıkan şeyler neler? Bunun için buyruluyor ki: “Mü’minin, âşığın her nefesinde iki bayram var.” Nedir bu? Nefesi aldığında içeriye hayat doluyor, yaşama sevinci oluyor. Bu nefes içeride umut oluyor, hayret oluyor, himmet oluyor... Niye? Ya Rabbi! Sen bana bir nefeslik dahi olsa bir hayat verdin, bir vakit verdin. Ola ki ben bu vakitte Senin rızanı kazanabilirim. Seni hoşnut edebilirim. Seni memnun edebilirim. Bu bir nefeslik zaman dilimi  beni ebedi idamdan kurtarabilir.

Efendimiz uzunca bir hadisi şeriflerinde buyuruyor: “Kıyamette bir insanı getirirler, amel defterine bakılır. Hakk’a yarayacak, tutunacak bir şeyi yok. Cehenneme götürülecek. Cenâbı Hak meleklerine iyi araştırın, buyurur. Bakın defterinin kıyısında köşesinde hiç mi bir şey yazmıyor? Araştırırlar, bakarlar ‘Ya Rabbi bir şey bulduk.’ derler. ‘Ne buldunuz?’ buyrulur. Melekler: “Ya Rabbi bu bir gece uykuda bir tarafından diğer tarafına dönerken belki uyku sersemliği ile ama o dönüşünde bir kere Ya Hennan Ya Mennan, dedi.” derler. Cenâbı Hak buyurur: “Demek bu bir Hennan Ve Mennan olan ilahın var olduğuna inanmış ve ona güvenmiş. O Hennan ve Mennan olan zat bugün bunu mahcup etmez. Bunun güvenini boşa çıkarmaz. Bunu Hennan ve Mennan’a bağışladım, affettim götürün.”

Bir kelime ve bu kelime bir nefeste çıkmış. Bir kelime ebedi idamdan kurtarabiliyor insanı. Tabiri caizse bir suçlu, deliller tamamen aleyhine. Aslında adam belki masum. Ama ortadaki deliller adamın tamamen aleyhine. Mahkeme idamına karar vermiş. Adamı ipe götürecekler. Kalemini kıracak hâkim. Tam o esnada kapıdan içeri biri girse, gerçek suçlu. Vicdanen rahatsızlık duymuş. Bakmış ki benim işlediğim suçtan dolayı bir adam ölüme gidiyor, idam edilecek. Vicdanı bunu kabul etmiyor. Geliyor mahkemeye “durun” diye bağırıyor. ‘Dur!’ Bir kelime. Mahkeme durur. “O suçlu değil, suçlu benim.” der. Adamın ha-yatı kurtulur.

İşte bu misaldeki gibi,  Ya Rabbi sen bana bir nefeslik hayat verdin. Bayramın birincisi bu. Ve bu bir nefeste ebedi idamdan kurtulabilirim. “Ya Hennan ya Mennan” derim, “Estağfirullah el azim” derim, samimiyetle “la ilahe illallah” derim.

Gönenli merhum buyurmuş ya “Anamın bana baktığı gibi bana bak Ya Rabbi.” Ey Allah’ım, senin san’atını, kudretini, nimetini çok gördüm ama zatını görmedim. Ben şef-kati, sevgiyi, ilgiyi annemde gördüm. Sen de bana anamın baktığı gibi bak Ya Rabbi. Anama karşı belki çok suçlar işledim, çok yanlışlar yaptım, çok incittim, kalbini kırdım ama anam benden hiç geçmedi. Küsmedi. Belki zahiren sertlendi bana, ama özünde hiçbir şey duymadı bana karşı. Sevgisinden bir şey eksilmedi.

Bir hikâye anlatılır, adamın birisinin hanımı numaradan rahatsızlanmış. Eşine: “Doktora gittim doktorlar dediler ki şu tipte şu yaşta bir bayanın kalbini pişirir yersen hastalığın iyi olur.” demiş. Tarif ettiği kadın da kayınvalidesi. Adam da gitmiş annesini kesmiş, kalbini almış. Hikâye ama kıssadan hisse, bu önemli. Annesinin kalbini almış eşine getiriyor. Pişirip yedirecek ki tek eşim iyi olsun. Yolda gelirken ayağı taşa takılıyor düşüyor. Canı yanınca “of” diyor. Acısnı ifade edince o elindeki kalp: “Ah yavruuum!” diyor. Adam duruyor. Ben ne yaptım, diyor... Buna ana yüreğiderler. Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar.

Onun için Gönenli merhumun o duası beni çok derinden etkiliyor. Allah rahmet etsin. Cenâbı Hak hepimizi şefaatine nail etsin.

Evet, Cenâbı Hak öyle bakar. İşte insan o bir nefeste samimiyetle “Estağfirullah el azim” derse ve bunu Allah’tan talep ederse Cenâbı Hak anadan daha şefkatli, merhametli...

Nefesin kontrolü burada önemli. İçeri gi-rişi öyle bir bayram. Bir hayat verdi sana. Bu kurtuluş ümidi, kurtuluş fermanı. Ebedi idamdan kurtaracak bir hayat verdi sana.

Nefesini dışarı vermen de ikinci bayram. Bu verişle de O’na kavuşma var. Arzuladığın, istediğin, âşık olduğun, başını secdelere koyduğun, ağladığın, sızladığın, zatını görmeyi dilediğin Allah’a kavuşursun. Bu da bayram. Bir nefeste iki bayram.

İnsan böyle önemli bir hadiseye dikkat etmez mi? Bunu es geçebilir mi? Mesela deseler ki yarın Kurban Bayramı ister istemez bir heyecan oluyor içimizde, geceden hazırlanı-yoruz. Gusül alıyoruz, temiz elbiselerimizi giyiyoruz. Bazen heyecandan uyuyamıyoruz bile. Bu çocuklarda daha çok olur. Bayram namazına gidiyoruz. Sevinçle birbirimizi kucaklıyoruz. Tebrikleşiyoruz. Evimize geliyoruz, büyüklerimizin elini öpüyor, küçüklerimizle sarılıyoruz. Hediyeleşiyoruz. Bayram... “Canım, elin bayramı” demiyoruz, önemsi-yoruz. İnsan alıp verdiği nefesi de bu anlamda, böyle bir bayram olduğu için çok önemsemeli, giriş ve çıkışını kontrol etmeli ki o bayram sevinci, bayram neşesi, kendinle barışıklık hali, Hak’la huzur hali bozulmasın. O manevi düzen bozulmasın. Çünkü o manevi düzen bozuldu mu her şey bozuluyor.  Ben insanlıktan çıkıyorum o zaman. O zaman Rabbim: “Ulaike kel en’am belhum edal.” buyuruyor bana. O denge bozuldu mu, Sen insanlık vasfını yitirdin -hâşâ huzurunuzdan- dört ayaklılardan da daha aşağı bir duruma geldin, buyuruyor.  

Misal bir insanda nefes darlığı olsa, astım hastası olsa ilacını hiç yanından ayırmaz. Tıkandığı yerde hemen spreyini püskürtür, hapı varsa hemen hapını alır. Niye? Ölümcül tehlike… Çünkü o bir nefes alamadı mı ölür. İşte Hak’la huzur hali de böyle. İnsan kalabilmek istiyorsan, İslam kalabilmek istiyorsan, alıp verdiğin nefesi çok kontrollü alıp vereceksin ki o denge bozulmasın. Yoksa Cenâbı Hak her an bana buyurur ki; “Le kad haleknel insane fi ahseni takvim.” Sen çok güzeldin, çok mükemmeldin, mükemmel bir gaye için yaratıldın. Denge bozuldu mu “Sümme redednahu esfele safilin.” buyurabilir. Şimdi sen kendini ıskartaya çıkardın, berbat ettin, hiçbir şeye yaramıyorsun, seni reddediyorum diyebilir.

Bu dengenin korunması “Sekiz Esas” ile başlıyor. Bu esaslar, İslam’ın beş şartı diye geçen beş temelin; namazının, orucunun, haccının sıhhati, kelimei şahadetin mânâsı bunlara bağlı. Bu ‘Esaslar’ takviye ediyor. Beş ana direk binanın duvarları, sekiz esas ve sair diğer esaslar iç bölmeleri gibi. İslam’ın beş ana şartı işin zahiri temelini ortaya koyuyor, diğerleri takva esaslarını belirterek içinin tefrişatını düzenliyor.

İnsan bunlarla insanı kâmil oluyor. Ve bu kemal noktası, kazancı, ilerlemesi devam ediyor. O kemale geldikten sonra Yunus Emre gibi: “Buğday mı istersin nefes mi”  diye sorulduğunda, Buğday ne, nefes ne onu o zaman ayırt edebiliyor. Ayırt ederek düşünüyor ki: “Âdem’i cennetten çıkaran şey bir buğdaydı. Ben bu huzur cennetinden çıkmam” Denizde balığın hayatına son veren şey oltanın ucuna takılan bir tane buğday, yem. Ben bu oyuna gelemem deyip nefesin kıymetini biliyor ve “Ben nefes isterim” diyor. Başta istiyor, sonra onun istediği yemeğin üreticisi oluyor. O nefesi kendisi üretiyor. Ondan nefes istiyorlar. Perakende alırken, imalatçı konumuna geliyor. Himmete muhtaç iken, himmet edebilecek konuma, duruma geliyor.

Abdulkadir Geylani Hazretleri’ne sormuşlar; bu sıcakta her yerde sinekler göz çıkarıyor ama sana bir tane bile sinek konmuyor. Sen üstüne bir koku, bir ilaç mı sürü-yorsun?  Mübarek buyuruyor ki: “Bende ne dünyanın şerbeti ne ahiretin balı var artık. Sinek bunlara gelir.” buyuruyor. Yani ahiret işlerini lezzet için yapmıyorum. Rabbimin rızası için yapıyorum. Dünya şerbetleri  de yok ahiret balı da yok… Bu yüzden sinek bana konmuyor, buyuruyor.

İşe insan o zaman bu hale geliyor...

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort