JoomlaLock.com All4Share.net

İSLAM BİNASININ TEMELİ UHUVVET

“Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.” (Haşr:9)

Bu sayımızda ayın konusu olarak uhuvvetten-kardeşlikten bahsetmeye çalışacağız. Dergimizin önceki sayılarında Hâcegân Yolu’nun Umdeleri’ni açıklarken bu konuya yine değinmiştik. Ancak Hâce Hazretleri’ne (ksa) bu ayki konumuz ne olsun diye sorduğumuzda “Uhuvvet olsun!” diye buyurdular. Biz buradan şunu anladık ki önemine binaen yeniden uhuvveti yani kardeşliği gündeme getirmemiz isteniyor. Demek oluyor ki bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz mesele kardeşliğimizin pekiştirilmesidir.

Bu girişten sonra konumuzu iki açıdan ele almaya çalışacağız:

1-Genel İslami anlayışlar açısından uhuvvet.
2-Tasavvufi anlayış açısından uhuvvet.

1- Genel İslami anlayışlar açısından uhuvvet: İslam ümmetinin gücünün temelini oluşturur. Kardeşliğin kâmilen oluşmadığı Müslüman toplumlarda huzur ve saadet olmaz.

Efendimiz’in (sav) Veda Hutbesinde, ümmetine yaptığı umumi hitabında: “Mü'minler!  Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.” buyurması konunun ehemmiyetini ortaya koymaktadır.

Biz âcizane meseleyle alakalı şöyle düşünüyoruz: Birbirini sevme, birbirine hoşgörü gösterme, birbirini anlama adına biz Müslümanlar olarak bulunduğumuz konumdan bir adım geri çıkıp hadiseye tarafsız bir gözle bakmaya çalışalım.

Her meselemizin altında ehli küfrü, ehli nifağı arıyoruz. Hep dışarıdan güçler bizim içimize girmişler, bizi birbirimize düşman etmişler. Aramızdaki kardeşliği yok etmişler. Acaba bizim hiç suçumuz yok mu?

Rabbimiz Hazretleri (cc) Kur’an-ı Kerim’de: “Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (en-Nisa: 59) buyururken, Müslümanlar acaba anlaşmazlığa düştüklerinde meseleyi Allah’a ve Resûlü’ne mi yoksa sürekli aramıza fitne tohumları eken dış güçlere mi götürüyorlar? Irak’a Amerika gireli yıllar oldu, acaba şu anda içeride birbirini acımasızca katleden, Müslüman mabedlerini bombalayan, yaşlı-çocuk demeden birbirini öldüren kim? Aynı kıbleye yöneldiği, aynı ilaha ve peygambere iman ettiğini söyleyen insanlar bu kadar rahatça birbirini nasıl yok etmeye çalışabiliyorlar… Aralarını bulmak için Müslüman âlimlere, fikir önderlerine, münevver mü’minlere gitmek yerine fitne merkezi olan Amerika’ya gitmeleri uhuvvetin oluşmasına en büyük engel değil midir?

Yine Cenâbı Hak (cc): “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (el- Hucurat: 10)  buyurmasına karşılık bizlerin sürekli bizi yok etmeye, aramızdaki sevgiyi, tesanüdü, bağlılığı yok etmeye çalışan fitne merkezlerini araya sokmamız Rabbimizin emirlerine muhalif olmuyor mu?     

Efendimiz (sav): “Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir." (Buharî, Salât: 88; Edeb: 5; Müslim,) buyuruyor.

Acaba bizim Müslümanlar olarak birbirimize bağlılığımız böyle mi? Birbirimize bağlılığımız sağlam bir binanın tuğlaları gibi mi? Yoksa en küçük bir ayrılıkta tamamen çürümüş, küçük bir sarsıntıda yıkılacak olan toprak bir bina gibi miyiz?

Son dönemlerde oluşan suni birliktelikler acaba dünyalık menfaatlerimiz arttığı ve bunları kaybetmemek için mi, yoksa gerçekten Allah rızası için mi?

Bunun sağlaması çok kolaydır. Mekke-i Mükerreme’den her şeylerini bırakarak hicret eden Muhacir efendilerimizi Medine-i Münevvere’de misafir eden Ensar efendilerimiz’in muamelelerini bir düşünelim. Karşılığında hiçbir menfaat beklemeden her şeylerini kardeşleriyle bölüştüler. Hatta iki hanımı olan Ensar, hanımlarından birini boşayıp vatanını bırakıp gelen muhacir kardeşlerine nikâhlamayı bile teklif etmişlerdir.

İki ayrı şehrin insanları kendi örf ve ananelerini bir kenara bırakıp tek bir ümmet olmuşlar. Aralarına dışarıdan kim gelirse gelsin; Fars, Rum, Mısırlı, Yemenli bu kardeşlik potası içine dahil olmuşlardır. Birlikte cihada çıkmış, İslam adına mücadele etmişlerdir. Kardeşine zarar gelmesin diye birbirlerine bazen zırh bazen kalkan olmuşlardır ve bu kardeşlik destanını sadece yirmi üç senede yazmışlardır.

Peki, bu destanı yazarken dikkat ettikleri şey ne idi?

İşte yukarıda bahsettiğimiz ayeti kerimeler ve hadisi şeriflere birebir teslimiyet gösterdikleri için yani aralarındaki her anlaşmazlığı Allah’a ve Resûlü’ne götürerek, oradan aldıkları talimatları uygularken bir binanın tuğlaları gibi olmaya azami gayret ettikleri için kendi asırlarını saadet asrına dönüştürmüşlerdir.

Şimdi biz buradan kendimize ve kendi zamanımıza bakalım ve yaptıklarımızın sağlamasını yapalım. Sahabe efendilerimizin birbirlerine olan bağlılıkları, uhuvvetleri, muhabbetleri ile bizim diğer Müslüman kardeşlerimizle olan fedakârlıklarımıza ve muhabbetimize bakalım. Bu açıdan diyoruz ki, şu anki halimizden bir adım geri çıkalım ve bu değerlendirmeyi yapalım. Bu değerlendirmeyi yaparken fertler fert olarak, cemaatler liderleriyle birlikte cemaat olarak, İslami duyarlılığı olan devletler ve yöneticileri yönetim olarak bir adım geri çıkarak, kendilerini her şeyden soyutlayarak durumlarımıza bakalım. Adeta yeni İslam’ı öğrenmiş bir Müslüman gibi önce kendi nefsimizi, ailemizi, cemaatimizi, siyasi görüşümüzü asrısaadet eleğinden geçirelim. Ve bakalım ki bugüne kadar kardeşliği onlar gibi anlayabilmiş ve yaşabilmiş miyiz?  Ona göre yolumuza devam edelim. Kâinatın Efendisi (sav): “Bir saat tefekkür bin yıllık nafile ibadetten üstündür.” buyuruyor. Aklımızı gönlümüzü saflaştırıp bir düşünelim. İki milyara yaklaşan Müslüman nüfus niye halen daha birbiriyle tam bir kardeşlik oluşturamıyor. Mekke-i Mükerreme’de Kâbe-i Muazzama’nın karşısında bile tavaf eden Müslümanlara bakarken siyahıyla beyazıyla, Arabıyla, Türküyle, gözümüze bir görünmüyorsa bir sorun var demektir. En iyisini biz yapıyoruz veya biliyoruz taassubuyla karşındaki farklı ırktan olan kardeşine üstünlük taslamaya kalkıyorsak ve bu Müslümanlar içinde yaygın bir kanaat ise Kâbe-i Muazzama’ya yönelmemizin mânâsı kalır mı?

Kıtalar ötesinde düşman işgaline uğrayan Müslümanlara yardım için seferber olan ve onların işgalden kurtulduğu haberini alana kadar gözüne uyku girmeyen bir Müslüman topluluktan ve idarecilerden bugüne gelmemizi düşünmemiz gerekmez mi? Yoksa bunlarla övünerek gün mü geçirelim?
Meselemiz elbette karamsarlık oluşturmak değildir. Sadece nefislerimizin üzerine basarak bildiklerimizi uygulamaktır. Kardeşimizi kendi nefsimize tercih etmeliyiz. Büyüklerimizin buyurduğu gibi “Silgiyi bırakıp, kalemi elimize almalıyız.” Samimi olarak “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” diyen her Müslümanı kardeşimiz olarak bağrımıza basmalıyız. Bizim birlikteliğimiz, birbirimize olan sevgimiz, bağlılığımız Hakk’ın rahmetini coşturacak ve işlerimizi düzene sokacaktır.

Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

Evet,  bizler Sevgi Peygamberinin ümmetiyiz. Cennete girmemiz dahi birbirimizi sevmemize bağlanmış.  Hepimiz bir tesbihin taneleri gibiyiz. Birbirimize sıkı sıkıya sarılmamız gerekir. Eğer biz bunu başarırsak imamesiz tesbih olmayacağı için Cenâbı Hak Efendimiz (sav) hürmetine bize bir imam gönderecek ve tesbihin tanelerini birbirine bağlayacaktır.

2- Tasavvufi anlayış açısından uhuvvet: Bir mürşidi kâmilin etrafında Hakk’a yakınlaşmak arzusuyla toplanmış mü’minler topluluğunun oluşturduğu sevgi halkasıdır. O halkanın mensubları Hâce Hazretleri’nin (ksa);  

Bedenimde âzâlarım
İsimsiz kahramanlarım...

buyurması gibi, bir Hak dostunun âzâları mesabesinde kardeş olmuş, birbirinde fenayı yaşamaya çalışan muhabbet fedaileridir. Onlar fena basamakların birincisi olarak fena fi’l-İhvanı görürler. Bunu başarabilirlerse fena fi’ş-Şeyh’e ve daha ileri gidebilirler, anlayışını pratik hayatlarına dökerler. Buna ulaşmak için tek gayeleri vardır. Birbirlerini sevmek ve fedakârlıkta sınır tanımamaktır. Bu anlayışta kimse kendi nefsini değil mürşidinin bir âzâsı gibi gördüğü kardeşini tercih eder. İhvanını incitmek mürşidinin elini, ayağını veya gönlünü inciteceğinden buna asla sebebiyet vermez. Çünkü bu mürid: “İhvan benim Hacerü’l-Esved’im, namusumdur.” “İhvan ihvanın namusudur.” anlayışının taliblisidir. İnsan namusu olarak kabul ettiği şeyi nasıl korur ve gözetirse salik de ihvanını öyle korur ve muhafaza etmeye çalışır.

Mürid ihvanlarıyla her zaman muhabbetli olmanın yollarını aramalıdır. Kardeşlerinin hep güzel yönlerini görmeye çalışmalıdır. Onlardan hatalı bir hal çıkmayacağı kanaatinde olmalıdır. Velev ki öyle bir hal gözüne çarpsa bile kardeşi hakkında kötü düşünmemeli benim bu güzel ahlaklı kardeşim böyle bir hata yapıyorsa, benim zalim nefsim bana hangi ahlaksızlıkları yaptırır, düşüncesiyle kardeşinin hatasını sanki kendi yapıyormuş gibi düşünerek ona buğz etmemelidir. Eğer gücü varsa ona nasihat etmelidir. Eğer buna gücü yoksa ehil olan bir kardeşine usulüne uygun bir şekilde, gıybete girmeden meseleyi anlatarak o arkadaşına nasihat ettirmelidir.

Evliyaullahın büyüklerinden Ebû Said Harrâz şunları söyler: “Elli yıl sûfîlerle bir arada kaldım, onlarla dost ve arkadaş oldum, aramızda hiçbir anlaşmazlık çıkmadı.” Bu sözü dinleyenlerden birisi: “Bunu nasıl başardınız?” diye sordu. Harrâz şu cevabı verdi: “Ben onlarla olduğum süre içinde hep nefsime hâkim olmaya özen gösterdim. Onlara eziyet etmemeye, onları sevindirmeye, bunu yapamasam bile kötülük yapmamaya îtinâ ettim. Arada bir aykırılık ve ayrılık söz konusu olsa bile kardeşlerimi iyilik ve güzellikleriyle anmaya dikkat ettim.”

Ebû Muâviye el-Esved isimli bir sûfî şöyle anlatır. Bir gün: “Kardeşlerimin hepsi benden daha iyidir.” deyince kendisine: “Bu nasıl olur?” diye soruldu. El-Esved şu cevâbı vererek sûfiyâne kardeşliğin esasını çizmiş oldu: “Onların hepsi beni kendilerinden üstün görüyorlar. Beni kendisinden üstün tutan herkes elbette benden daha hayırlıdır.”

İşte bu anlayış tamamen ashabı kiram hazeratının anlayışıdır. Onlar hayatları boyunca hep birbirlerine yardımda bulundular. Sadece kardeş oldular. Hatalarından dolayı birbirlerini asla kınamadılar. Cihad meydanında şehadet şerbetini içerken bile bir bardak suyu birbirlerine ikram ettiler.  

Konu daha anlaşılır olması için İsmail Çetin Hocaefendi’nin Edeble Varış Lütufla Dönüş isimli eserinden bir bölümü kısaltarak alıntılıyoruz:

Buyurmuşlar ki; aşağıdaki edeblere riayet eden ihvan, ashâbı kiramın ahlakıyla ahlaklanmış olur Seyyid Taha: “Büyüklerle sohbet başlangıçta zor olduğundan ihvanın birbiriyle sohbet etmeleri daha faydalıdır. Çünkü büyüklerin nisbeti deniz suyu gibidir, içilmesi zor olur müridlerin nisbeti denizden süzülmüş çeşme suyu gibidir.” buyurmuştur.

1- Mülâkatlarda güler ve güzel yüzle, sevgi ve muhabbetle, selametli bir kalble selamlaşanların samimiyet ve muhabbetleri birçok günahlarının affedilmesine vesile olur.
2- İsardan ibaret, kardeşinin ihtiyacını kendi nefsinin ihtiyacından daha üstün tutmasıdır.
3- Tevazu’dur. Hadis-i şerifte: “Her kim gönül alçaklığı ile mahlûka kanadını yere gerip tevazu ederse Allah Teâlâ onu yükselttirir ve her kim kibirlilik yaparsa Allah onu alçaltır.” Yani kendini küçük gören büyür ve yükselir.
4- Meşrep kardeşlerinin rızasını taleb etmekle ilim, mal veyahut canla onlara yardım etmektir. Umum ihvânını kendi nefsinden daha hayırlı ve üstün görmek. Seydâ-i Tâhi (ks): “İmkânın varsa arkadaşını imamete geçir, bilenden öğren, bilmeyenlere öğret, olmayanlara karşılıksız borç ver, yardım et.” buyurmuştur.
İmam Şa’rani: “Gece ibadetine kalkan, kendisi ve uyuyan hakkında şöyle inanmalıdır: ‘Ben gafletle ibadet ettim, bundan dolayı bana tevbe gerek. Bu kardeşim uykuda olduğu için üzerinde hayr, şer kalemi yoktur, hayrı yoksa bile gafleti de yoktur.”
5- Tembellikten ve zaviyenin ihtiyaçlarını görmemekten sakınmak. Efendimiz Ğavs Hazretleri: (ks) “Elimden gelse virdden daha ziyade tekkenin hizmetini taleb edeceğim. Tekkede hizmet etmek, çalışmak diğer amelden daha üstündür.” buyurdular.
6- Gerek tekkede gerekse hariçte hastalara, sakatlara hizmet etmek.
7- İhvanından edebe aykırı bir şey gördüğü takdirde yüzünde ve tenhada ona nasihat etmek, gıyabında dua etmek ve halkın içinde ayıbını gizlemektir.
8- Hiç bir zaman ihvanının kusurlarından bahsetmemek.
9- Kardeşlerine latifeler söylemek, onlara hüsnü zan beslemek. İmam Şafii (ra) “Her kim alenen halk içerisinde kardeşine nasihat ederse onu rezil etmiş olur ve muhakkak cezasını görür. Çünkü alenen tenkid etmek nasihat değil zulümdür.” buyurmuştur.
10- Kendi ihvânindan veyahut herhangi bir Müslümanın hakkında hatasını görmekten göz kapatmaktır. Özür dileyenin özrünü kabul etmektir.
11- Kardeşi günah işlemeye mübtela olduğu zaman daha fazla yardımına koşmak, onu tek başına bırakmamak ve nasihatle ona yardım etme edebidir.
12- Hasbelbeşer iki kardeşin arasında bir bozgunluk olduğu zaman, meşreb, zümrecilik ve hizibcilik fikri ile ikisinden birisine yardım etmeksizin sulha koşmaktır… İslam dininde bu farzdır.
13- Kardeşlerinin gıyabında onları hayırla yâd etmektir.

Yukarıda buyrulan on üç madde meselemizi özetlemektedir. Birbirine böyle muamele eden, incitmeyen ve incinmeyen; seven, saygı gösteren, birbirlerinin hukukuna riayet eden mü’minlerden oluşan tasavvufi cemaatler, bu ahlaklarını diğer Müslüman kardeşleriyle münasebetlerinde de devam ettirirlerse cümle Müslümanların kardeşliği azami olarak sağlanmış olur.

Son iki asırda mürşidi kâmillerin ve onların etrafında halkalanmış olan ihvanlarının birçok hücuma uğramaları bundandır kanaatindeyiz. Birbirini canı pahasına seven insanların olması ehli küfrün en çok korktuğu özelliktir. Bunun tahsil edildiği en önemli müesseseler olan tarikatlara ve onların başında olan insanı kâmillere hücumun sebebi budur.

Yiğit düştüğü yerden kalkar, atasözünde olduğu gibi hatamızı geç de olsa anlayarak düştüğümüz yeri kavrayıp oradan ayağa kalkmaya çalışalım. Kardeşliğimizi pekiştirmek için ne gerekiyorsa onu iyi anlayıp uygulamaya çalışalım. Birbirimize kenetlenip Rabbimizi, Peygamberimizi, Hakk’ın dostlarını sevindirip düşmanlarını çatlatalım... Selam ve dua ile…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort