JoomlaLock.com All4Share.net

İNSANIN DEĞERİ HİMMETİ KADARDIR

İnsanın degeri

İnsanın Değeri Himmeti Kadardır - Yûsuf-i Kenân

Sayı : 99 - Mart 2016

 

İnsanın Değeri Himmeti Kadardır

 

Dünya hayatı oyun ve eğlencelerle çevrili cazibe merkezidir. İnsanoğlu dünya hayatının büyüsüne kapılmadan asıl gayesini yerine getirebildiği ölçüde başarılı bir hayat yaşar. Aksi takdirde sonuç dünyada da ukbada da hezimettir.

Dünya sonu olmayan dipsiz kuyu misalidir. Ne kadar dalarsa dalsın insanda asla tatmin hissi vermediği gibi, bulaştırdığı hırs ve tamah virüsüyle de insanın maneviyatını içten içe eriterek, onda ruhsuz bir hilkat garibesi ortaya çıkartır.

Dünya nimetleri Hakk’ın rızasına ulaşmak için birer araç niteliğindedir. Asıl gaye kulluktur. Dünya nimetlerine dalmak boşa geçen ömürden ibarettir.

İnsan azim ve kararlılığındaki tüm çabasını Rabbi; Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanma uğrunda harcarsa hakikati bulur. Hayatın lezzetini alır. Kendisine bahşedilen ömür sermayesini gerektiği gibi yerinde değerlendirir. Ömür ikinci defası mümkün olmayan tek haktır. Ne bir nefes az, ne bir nefes fazladır. Nerede verilip nerede alınacağı yaradanımız Allah’ın (cc) bilgisi dahilindedir. Kulun iradesi ise bu tek seferlik ömrünü nasıl harcayacağından ibarettir.

İnsan ne ile meşgul olursa, gönlü ona kayar. “Dünya işleri ile çok uğraşmakta, dünya işlerine gönül bağlamak korkusu vardır.” buyrulmuştur. İnsanın kadir ve kıymeti de sevdiği şeylerle belli olur, açığa çıkar.

Ben merkezcil yaşayan, bencil diye tanımlanan insanlar kendilerinden başkasını düşünmezler. Adeta kainatın merkezinde kendileri vardır. Her şeyin kendi etraflarında döndüğünü zannederler. Halbuki kendi etraflarında döndüğünü düşündükleri tek şey, zavallılıklarıdır. Çünkü bencillik yalnızlık demektir. Yalnız yaşayıp belki de yalnız, tek başlarına ölüp gideceklerinin farkında bile değillerdir. İnsan başkalarının mutluluğunda pay sahibi ise ya da en azından mutluluklarına ortak olabilirse gerçek huzuru bulur. Çünkü dinimiz İslam; insanların kendileri için değil, başkaları için yaşamalarını emreder insanlara. Kendi çıkar ve menfaatlerini düşünenler aciz, zavallı ve zelil olarak addedilir. Dolayısıyla insanların maksadı biz duygusu taşıyan toplum olmalıdır. Bu hedef ve maksat da herkese göre değişir. Bazı insanlar bir aileyi, bazıları bir mahalleyi, bazıları da bir beldeyi, bazıları da bir şehri ve milleti ikaz ve irşad edebilir. Bazı yüksek ruhların hedeflerine ise bütün insanlığın kurtuluşu vardır; Peygamber Efendimiz ve O’nun varisi olan büyük âlimler ve mürşidler gibi.

Ne var ki kurtuluş önce bireyseldir. Bunun için önce insan kendisinde gönül merkezli bir irşad gerçekleştirebilmelidir. Bunun yolu da “İnsan-ı Kamil” iledir. Onun gönlüne girebilmek ile olur. İnsan ancak insanla irşad edilir. Bunun yolu Rabbimiz tarafından insana öğretilmiştir. Yaradanımız’ın (cc) istediği ölçülerde bir kulluk ancak insan ile tâlim, tatbik ve terbiye olunur.

İnsanı insan yapan faaliyetidir. İnsan faaliyetiyle anlamlıdır. Yıkıcı ve yapıcı olarak tezahür eden faaliyetler, insan hayatının da anlamını oluşturur. Faaliyetin etkisi önce yapanda hissedilir. İçten dışa doğru, yapılan faaliyetin dalgaları oluşur. Bu dalgalar da mutluluk ve neşe olarak tezahür eder. Bundandır ki insan için hayat, faaliyet ve hareketten ibarettir. Faaliyetin küçüklüğü ve büyüklüğü de kişiden kişiye değişir. Durumu, imkanı, şartları ne olursa olsun insan, sahip olduklarını kullanma faaliyetiyle imtihandadır. Hasılı insan, himmetiyle anlamlıdır. Hazreti Peygamber’in (sav), “Ümmeti! Ümmeti” yakarışıyla, ümmetinden bir tek ferdin bile cennete girmemesi karşısında, cenneti de istemeyen bir himmet yansıması asırlara hep örnek olmuştur.

Hazreti Ebu Bekir’in: “Ya Rabbi! Cehennemde benim vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki, ehli imana yer kalmasın!” yaklaşımı, tam bir iman yansıması olarak tarihe geçmiştir. İslam tarihi her dönemde bu ve buna benzer asil davranışlarla bezenmiştir.

İnsanın kıymeti, kıymet verdiği şeylerle ölçülür. Bir kimse neye değer vermiş ise, onu elde etmek için çalışır. Bu kimsenin bütün gayreti, çalışması hep bu yönde olur. Sadece yeme ve içmeye kıymet verenin değeri de, o kadar olur. Kim neye kıymet veriyorsa, kendi kıymetini de ortaya çıkarmış demektir. Kutbüddin Kakî hazreleri buyuruyor ki: “Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur.” Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibadette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir.

Bir diğer açıdan himmeti giyimi kuşamı olanın değeri bellidir. Hz. Mevlana ne güzel buyurmuştur: “Ne elbiseler gördüm, içerisinde insan yok; ne insanlar gördüm, üzerinde elbiseleri yok.” İnsana yakışan elbisesinin süsünden ziyade temizliği ve uyumluluğudur. Yoksa en güzel süs güzel ahlaktır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, adeta kendini aşağılamak yolunda silahlı bir soyguncu gibi olur. Çünkü bu tarz bir nevi psikolojik savunma mekanizmasıdır. Çevrenin ilgisini kılık kıyafetindeki gösterişe çekerek hakikatteki niyet ve kötü emellerini gizleme çabasıdır.

Büyük evlerde oturmak, lüks arabalara binmek, pahalı markalardan giyinmek, yüksek koltuklarda oturmak ve şöhret sahibi olmak insanoğlunu büyük ve değerli yapmaz. Maddi anlamda zengin olmakla birlikte gönlü fakir nice insanlar olduğu gibi, maddi anlamda fakir olduğu halde mana âleminde sultan olan nice insanlar da vardır. Onun için insanların sadece dış görünüşüne ve sahip olduğu maddi kıymetlere değil;  gayesine, hedefine, gayretine, nerede durduğuna, ne yaptığına ve nasıl yaşadığına bakılmalıdır.

Bu ve buna benzer değersiz, hakikatte bir şey ifade etmeyen kıymetsiz dünya işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınılmalıdır. Çünkü dünyayı çokça konuşmak kalbi karartır. Böyle dünyalık şeylerin yanında bulunmak bile, insanın akıbeti ve ebedi saadeti için kusur, kabahat ve hak yolda ilerlemeye mani birer engel olarak bilinmelidir.

İnsan ne ile meşgul olursa, gönlü ona kayar. Bunun için din büyüklerimiz; “Dünya işleri ile çok uğraşmakta, dünya işlerine gönül bağlamak korkusu vardır.” buyurmuşlardır. İnsanın kadir ve kıymeti de, muhabbet ettiği, sevdiği şeylerle belli olur, açığa çıkar. Ebu Bekr-i Ebheri hazretleri buyuruyor ki: “Her sınıf insanın bir himmeti, ulaşmak için gayret ettiği bir gayesi vardır. Salihlerin himmeti de, Allahu Teâlâ’ya isyan etmeden, O’nun razı olduğu işleri yapmaktır. Âlimlerin himmeti, sevabın artmasına gayret etmektir. Ariflerin himmeti, kalplerinde Allahu Teâlâ’nın büyüklüğünü bulundurmak, Allahu Teâlâ’yı hatırlamaya mani olan şeyleri terk etmektir.”

Himmet; gayret etmek, cehd göstermek, çalışıp didinmek, emek vermek ve bir işe dört elle sarılmak gibi manaları vardır. İnsanın değer ve kıymeti, hedef ve gayesine göre bilinir ve ölçülür. “İnsanın kıymeti himmetiyle mütenasiptir.” yani: Gayesi ne kadar yüksek, tasarladığı hayrı ne kadar geniş ise; makbul ve muteber bir hedefe yönelik, çalışma ve gayreti ne kadar çok ise değeri de o kadar fazla olur. Hz. Ali efendimiz (kv): “Himmetin yüksek olması imandandır.”  buyurmuştur. Anlaşıldığı üzere bütün gücümüzle hayra yönelmeli, tembellik ve lakaytlıktan şiddetle sakınmalıyız. Bu bizim imanımızın vazgeçilmez gereğidir.

Diğer bir mana da kullanılan himmet : “Dede himmet, oğul gayret” atasözünde olduğu şekliyle ancak fiili bir duayla seslendirilen yardım isteğinin kabul göreceğini vurguladığı gibi, himmet bulmanın gayrete bağlı olduğunu da belirtmekte ve himmet ile gayret arasındaki alâkaya da dikkat çekmektedir. Bu zaviyeden himmet, kula nispetle, çalışma ve gayret gösterme; Cenabı Hakk’a nisbet edildiğinde ise, kulun ortaya koyduğu faaliyetlere rahmet ve inayetle mukabelede bulunma manasına gelmektedir.

Mimşad ed-Dineveri hazretleri anlatır: Bir yolculuğumda, yaşlı bir zat gördüm. Salih, hayırlı bir kimse olduğu yüzünden okunuyordu. Kendisinden nasihat isteyince buyurdu ki; “Himmetini koru. Himmet, niyet; bütün işlerin başlangıcıdır. Himmeti temiz olanın, gayreti iyiye yönelen kimsenin, yaptığı işleri de temiz olur. Halleri ve amelleri de düzelir.” Her mahlukun, kendi yaratılışı ile alâkalı olarak bir himmeti, gayreti olur. Nefsin de himmeti, gayreti, yaratılanların en cahili olması sebebi ile kendini mahvetmek üzerinedir. Bir kimse, nefsine tabi olursa, kadir ve kıymeti de nefsi kadar yani nefsinin kıymet verdikleri kadar olur. Bunun için insan, nefsine ve nefsinin himmet ettiklerine ta-bi olmayıp, himmetini yani isteklerini, arzularını, taleplerini çok yüksek, kıymetli şeylere çevirmelidir. Allahu Teâlâ, her şeyi bir sebeple yaratıp, göndermektedir. Yüksek, kıymetli şeylere kavuşmak isteyen kimse, bunlara kavuşturan, götüren sebeplere yapışır, himmetini bu yöne kullanır. Cenabı Hakk’ın rızasına talib olan bir kimse, kötü şeylere, nefsine tabi olmaktan kendini korur.

Abdullah bin Hubeyk hazretleri buyuruyor ki: “Yarın sana zarar verecek şeyler için keder ve gam içinde bulun. Ahiret saadetini harab eden şeyler için üzül. Yarın sana fayda vermeyecek şey için sevinme.”

İnsan için en büyük dava; yaratılış gayesine uygun yaşamak, Allah’ın “yap” diye emrettiklerini yapmak; “yapma” dediklerinden uzak durabilmek, Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine tabi olarak kulluk sınavını geçmek ve Allah’ın rızasını kazanabilmektir. Güzel insanlar, sadece kendilerini düşünmezler, başka insanların da dünya ve ahiret saadeti için çalışırlar ve i’layı kelimetullahı dava edinirler. Büyüklerden aldıkları güzel ahlak ve nispeti çevrelerine de taşıyarak tüm insanların nasiplenmesi uğrunda himmetlerini âlî tutarak. Her fırsatta çaba gösterirler.

Himmetimiz her daim  “Hak ile” olsun inşaallah. Selam ve dua ile.

 

Yazar: Yûsuf-i Kenân

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort