JoomlaLock.com All4Share.net

İMÂNÎ CESARET HZ. ZEYNEB BİNTİ ALİ (RA) (2)

Hz. Hüseyin (ra) gazâ meydanına yürüdüğü anda, süt emer bir yaşta olan çocuğu Ali Asgar’ın, susuzluk acısı ile neredeyse ölüm derecesine geldiğini kendisine bildirdiler. Hz. Hüseyin efendimiz masum, 1,5 yaşındaki çocuğu eline almış, düşman askerine karşı tutmuş; Yezid ordusuna karşı; “Ey zalimler!” dedi; “Diyelim ki, ben günahkârım. Fakat şu günahsız çocuğa niçin bir damla su vermezsiniz?” Bu sözlere rağmen o taş yüreklilerden bir akar suyun çıkmasının yolu yoktu. Yezid ordusundan bir zalim yayını kurup bir ok attı ve masum çocuğun o mübarek boğazından geçti ve Hz. Hüseyin’in (ra) mübarek koluna saplandı. Hz. Hüseyin, canilerin kılıç darbelerine rağmen, o yine de aslanlar gibi çarpışıyordu. Hz. Hüseyin uzun müddet hareketsiz kaldı. O sırada, Kûfe leşkeri onu öldürmek isteselerdi, öldürürlerdi. Fakat birbirlerinden çekinmekte ve herkes onun kanına kendisinden başkasının girmesini istemekte ve beklemekte idi. Şimr b. Zilcevşen, Kûfe leşkerine: “Yazıklar olsun sizlere! Hay anaları ağlayasıcalar! Daha ne bakıp duruyorsunuz? Öldürün onu!” diyerek seslendi. Bunun üzerine, her taraftan Hz. Hüseyin’e saldırdılar. O sırada, Sinan b. Enes b. Amrü’n-Nehâî, arkasından gelerek, mızrağını Hz. Hüseyin’in köprücük kemiğinden saplayıp göğsünden çıkarınca, Hz. Hüseyin efendimiz (ra) yüzünün üzerine yere düştü!

Yezid, Aşkın Şehidi’nin mübarek başını istiyordu. Bir müddet, Hz. Hüseyin’in mübarek cesedine yaklaşıp başını kesmeye kimse cesaret edemedi. Sinan b. Enes, Havlı b. Yezid’e: “Başını kes onun!” dedi. Havlı bunu yapmak isteyince, elleri titredi yapamadı. Sinan b. Enes: “Allah iki kolunu kırsın, ellerini ayırsın!” diyerek, inip Hz. Hüseyin efendimizin (ra) mübarek başını gövdesinden ayırdı… Ve Havli b. Yezid’e verdi. Şehit edildiği zaman, Hz. Hüseyin efendimizin (ra) mübarek bedeninde otuz üç mızrak yarası, otuz dört kılıç yarası bulundu. Hz. Hüseyin, hicretin altmış birinci yılında, Muharrem ayının onunda, cuma günü öğleden sonra şehit edildi…

Kardeşi şehid edilince acısı kalbine sığmayan Hz. Zeyneb annemiz: “Ya Muhammed! Göklerin melekleri sana salât etsin! Bak işte torunun Hüseyin kanlar içinde. Uzuvları kesilmiş, yalnız başına şurada yatıyor! Ya Muhammed! Bak kızlarını esir ettiler. Torunlarını acımadan öldürdüler!” Dedesine seslenerek şikâyetini Allah Resûlü’ne (sav) bildirdi. Onun bu feryatları canileri bile gözyaşına boğdu. “Keşke gökyüzü aşağı inip yerin üzerine kapansaydı.” diyerek üzüntüsünü ifade eden Hz. Zeyneb, kardeşini, çocuklarını, yeğenlerini şehit edenler arasında bulunan Sa’d b. Ebu Vakkas’ın oğlu Ömer’e doğru yürüdü: “Ey Ömer! Ebu Abdullah gözlerinin önünde öldürülürken sen nasıl müdahale etmeyip sadece bakakaldın.” diye çıkıştı. Ağlamaktan sakalı ıslanan Ömer b. Sa’d, utancından yüzünü çevirip onun yüzüne bakamadı.

Hz. Zeyneb’in içi kan ağlıyordu, ağlamaktan gözyaşları kurudu. Kendine gelince kadınlara ve çocuklara sahip çıkmak için metanetini koruması gerektiğini düşündü. Acısını yüreğine gömerek geride kalan çocukları ve hanımları kanatlarının altına aldı. Bütün bunlar olurken Hz. Hüseyin efendimizin oğlu Zeynel Abidin hasta yatıyordu. Hz. Zeyneb yeğeninin başında onunla ilgileniyor, onu tedavi etmeye çalışıyordu. Vahşetten sonra hanımlar Kûfe’ye götürüldüler.
Bütün Kûfe yasa boğulmuş, kadınlar çığlık atarak hüngür hüngür ağlıyorlardı. Hz. Zeyneb bu ağlayışların ikiyüzlü kokusundan tiksinmişti: “Ey Kûfeliler dinleyin!” Bu ses ile beraber nefesler sineye çekildi; develer, atlar hareket etmekten kendilerini alıkoydular. Rüzgâr Hz. Zeyneb’in sesini bütün şehre yaymak için harekete geçti. “Ey Kûfe halkı! Ey aldatılmış zavallı halk, bize mi ağlıyorsunuz? Bizim gözlerimiz hâlâ yaşlı, ıstıraplarımız dinmemiş, feryatlarımız yatışmamıştır. Sizler, Allah ve Resûlü’ne iman getirdiniz ama daha sonra işlediğiniz bu büyük günahla onun kökünü kazıyıp atmak istediniz. Ey Kûfe halkı! Öyle büyük ve kötü bir günaha saplandınız ki, Allah’ın azap ve felaketi sizin üzerinizdedir.”… Bu hitap taş olup Kûfelilerin bağrına oturmuştu. Ne diyeceklerini, ne yöne bakacaklarını, nereye gideceklerini bilemediler.

Valinin Zeynel Abidin’den haberi olmaması için onu Kûfeliler’den birinin evinde sakladılar. Ancak Ubeydullah b. Ziyad, bir şekilde onun sağ kaldığını öğrenmişti. Halka bir duyuru yaptırdı: Ali b. Hüseyin’i bulup getirene 300 dirhem verilecektir. Ali b. Hüseyin o gün olanları şöyle anlatıyor: “Kûfelilerden biri beni evinde saklıyordu. Bana çok iyi hizmet ediyor, ikramda bulunuyordu. İçeri her giriş çıkışında ağlıyordu. Onun bu hâlini görünce kendi kendime: “Yanında kalabileceğim en hayırlı kişi herhalde budur.” diyordum. Ama yanılmışım. Bir süre sonra ağlayarak yanıma gelen adam, ağlaya ağlaya: “Korkuyorum!” diyerek beni tutup sıkıca bağladı. Sonra kolumdan tutarak valiye teslim edip 300 dirhemi alıp gözden kayboldu. Ben öylece kala kaldım.”

Hz. Hüseyin efendimizin hayatta kalan tek oğlunun valiye teslim edildiğini duyan Hz. Zeyneb, hemen vilayet binasına koştu. Valinin bulunduğu yere gittiğinde vali Ali efendimize adını soruyordu. Vali onun aynı isimde olan büyük kardeşini kastederek: “Allah Ali’yi öldürmedi mi?”dedi. Zeynel Abidin “O benim büyük kardeşimdi. Onu senin adamların öldürdü.” Üzerine fazla gidince valiye Kur’ân’dan ayetlerle cevap vererek: “Allah ölüm vakitleri geldiğinde nefislerin canlarını alır...” “Her nefis ancak Allah’ın izni ile ölür.” Ayetlerini okumakla yetindi. Vali aldığı cevaplar karşısında aciz kaldı ve çok kızdı. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i kastederek: “Vallahi sen de aynı onlar gibisin.” diye çıkıştı. Onun yüzünden bir sıkıntıya maruz kalırım diye korkan vali, onu da öldürmek için bahane aramaya başladı. Adamlarına dönerek: “Bu kesinlikle küçük çocuk değil, bakın bakalım ergenlik çağına ulaşmış mı? Valinin adamlarından Meriy b. Muâz, Ali b. Hüseyin’in yanına gidip ona yakından baktı ve; “Evet, bu çocuk değil.” dedi. Vali onu da öldürülmesini emretti. Valinin emrini duyan Hz. Zeyneb, ileri doğru atılarak yeğenine sarıldı. Büyük bir içtenlikle bağırarak: “Bize yaptıkların yeter artık! Hâlen kanımıza doymadın mı? Bundan başka sağ kalan var mı? Allah aşkına eğer Allah’a inanıyorsan onu öldürmeden önce beni öldür. Vali şaşkındı, bir süre ona baktı ve: “Hayret! Bir insanda bu kadar merhamet olur mu? Genci bırakın!”

Hz. Zeyneb annemizin canını ortaya koyması, Müslümanların Hz. Hüseyin Efendimiz’in soyundan gelen seyyidlerimizden mahrum olmamalarına vesile oldu. Annelerimiz birkaç gün Kûfe’de kaldıktan sonra onları Şam’da bulunan Yezid’in yanına göndermeye karar verdi. Hanımlar hazırlanmış, yola çıkmak için bekliyorlardı. O sırada etrafındakiler tarafından büyük ilgi gören Hz. Zeyneb, valinin oldukça dikkatini çekmişti. Yüzü örtülü olduğu için kim olduğu bilinmiyordu. Vali onu göstererek: “Şurada oturan kim?” Valiyi duyan Hz. Zeyneb ona cevap vermeyip sustu. Vali sorusunu üç kez tekrarladığı hâlde o susmaya devam etti. Üçüncüde valinin yanında bulunan bir cariye: “O Zeyneb binti Fatıma’dır”. Vali küstah tavırlar içinde pervasızca konuşuyordu, acılar içinde olan Hz. Zeyneb’e: “Sizi öldürüp rezil eden, sözlerinizi yalanlayan Allah’a hamdolsun!” dedi.

Valinin sözlerine çok üzülen Hz. Zeyneb, valiye çok veciz bir üslupla: “Hayır, iş senin dediğin gibi değil, bilakis bize Muhammed’in (sav) torunları olmayı lütfettiği için Allah’a hamd ederiz. Allah bizi değil fasıkları rezil edecek. Yalana gelince onu ancak senin gibi fâcirler söyler”. Morali bozulan vali, “Peki, Allah’ın ailene yaptıklarına ne diyeceksin?” Hz. Zeyneb daha gür bir sesle: “Onların kaderlerinde katledilmek varmış, bunun için ebedî istirahatgâhlarına gittiler. Kıyamet günü Allah, seninle onları bir araya getirecek o gün seni Allah’a dava edecekler.” Annemizin sözleri valiye çok ağır geldi. Onu gerçeklerle yüzleştirince her haksız zalim gibi kızıp bağırmaya başladı. O sırada valinin yanında bulunan Amr b. Haris: “Allah emirin iyiliğini versin! O sadece bir kadın. Söylediği sözlerden dolayı hanımlara ceza verilmez. Onu affet!”dedi. Kûfe valisi onları Şam’da bulunan Yezid b. Muâviye’nin yanına gönderdi. Zulme uğrayan Peygamber ailesi saraya girdiklerinde yolculuktan dolayı üzerleri toz toprak içerisindeydi. Onları bu halde gören Yezid utancından bir süre yüzlerine bakamadı. Hz. Zeyneb’in babadan bir olan kız kardeşi Fatıma anlatıyor:

“Yezid’in huzuruna vardığımızda bize acıyarak baktı. İltifat ederek yanındakilere bizim için çeşitli emirler verdi. Ben dikkat çeken genç bir kızdım. O sırada Şam halkından kırmızı yüzlü bir adam ayağa kalktı. Beni Yezid’e göstererek, “Ey müminlerin emiri, şunu bana hibe et.” dedi. Hemen ablam Zeyneb’in yanına sokularak eteğini tuttum. Benden büyük olan ablam, çok akıllı ve bilgili biriydi. Adamın sözlerini o da duymuştu. Benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan hemen ileri atılıp:
-Sen alçakça bir yalan söylüyorsun? Bunu ne sen yapabilirsin, ne de o yapabilir. Yezid kızgınlıkla söze karışarak:
-Hayır, sen yalan söylüyorsun, bu benim yetkim dahilindedir. Yapmak istersem yaparım.
Hz. Zeyneb büyük bir cesaretle:
-Hayır, ey Yezid! Vallahi Allah (cc) sana böyle bir yetki vermemiştir. Bunu ancak Allah’ın (cc) dininden ayrılmadan yapamazsın, ancak başka bir dine girersen yapabilirsin.
Yezid kızgınlıktan yerinde duramıyordu. Sesini yükselterek Hz. Zeyneb’e:
-Beni bununla mı suçluyorsun? Asıl dinden çıkan sen ve kardeşinsiniz. Hz. Zeyneb annemiz;
-Allah’ın dini, babamın, dedemin, kardeşimin dini iken sen de baban ve deden de henüz hidayete ermemiştiniz. Yezid kızgınlıktan ne dediğini bilemez olmuştu söyleyebildiği tek şey;
-Yalan söylüyorsun ey Allah’ın düşmanı! oldu.

Bu kadar konuşmaya rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranan edepsiz mor suratlı adam densizliğine devam ederek Ehli Beyt’ten bir başka hanımı göstererek: “Bari şu kadını bana hibe et.” Yezid kızgınlıktan kıpkırmızı oldu. Bağırarak: “Evlenmeyiver be adam!” dedi. Yezid, şehitlerin mübarek başlarının üzerine örtülen örtüyü kaldırmalarını emretti. Sonra elindeki sopayla Hz. Hüseyin’in mübarek dişlerine vurarak şu şiiri okumaya başladı:

-Keşke şimdi Bedir’de ölen büyüklerim burada olsaydı da, düşmanlarımızın kılıç ve oklarımızın darbeleriyle nasıl feryat ettiklerini görselerdi. Sevinçle, “Ellerine sağlık Yezid!” deseydiler. Yezid şiire devam edip Hz. Hüseyin aleyhinde konuşmaya devam ederken Hz. Zeyneb’in babasından miras aldığı gür ve metin sesi sarayı titretti:

-Âlemlerin Rabbi olan Allah’a şükürler ve peygamberlerin sonuncusu olan ceddim Muhammed’e salât ve selam olsun. O kalbi kararmış ve kötü huylu, Allah’ın emirlerini çiğneyen ayetlerini inkâr eden kişilerin cehennemin yakıcı ateşinden başka nasipleri bulunmaz. Ey Yezid! Zannediyorsun ki bize yeri ve göğü daraltmışsın ve bizi esir ederek şehirlerde dolaştırmakla Allah katında aziz ve saygın olmuşsun? Çok ahmakça bir düşünce içindesin. Senin bu insanlık dışı hareketin ne sana izzet ve büyüklük kazandırır ne de Allah katında bizim makam, derece ve yakınlığımızı azaltabilir. Acaba bu adalet midir ki, senin ailen ve hizmetçilerin perde arkasında olsunlar da, Resûlullah’ın kızları esir edilip erkekleri yanlarında olmadığı halde şehirlerde dolaştırılarak teşhir edilsin? Ey büyük Allah’ım! Bizim hakkımızı al. Ey Yezid! Yakında ilâhî adalet mahkemesinde yargılanacaksın. Allah’a yemin olsun ki ne yaptıysan kendine yaptın, ey Yezid! Bil ki senin aklın çok zayıf, görüşlerin ise tutarsızdır. Fazla geçmeden ömrün tamam olacaktır. Etrafındakiler dağılacak ve o zaman Allah’ın meleği, “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!” diye seslenecektir…

Hz. Hüseyin’in katlini emreden Yezid’in karşısında kendi canından endişe etmeden gerçekleri sıralayan Hz. Zeyneb uzun bir konuşma yapmıştı. Sözleri bitip sustuğunda tıpkı Kûfeliler gibi pişmanlık denizinde boğulmak üzere olan Yezid b. Muaviye onların Medine’ye dönmelerine müsaade etti ve arzu ettikleri her ihtiyaçlarının karşılanacağını söyledi. Onurlu aile, kendilerini öldüren katillerinden bir yudum su bile istemediler. Mümkün olabilecek en kısa zamanda hazırlanıp Medine’nin yolunu hüzünlü bir kervan oluşturarak tuttular. Yezid, onları Medine’ye götürmesi için Şamlı, salih bir adama emanet etti. Şamlı adam yolculuk boyunca Ehli Beyt hanımlarına çok iyi davrandı. Onları rahat ettirmek için büyük gayret gösterdi. Annelerimiz de ondan çok memnun oldular. Hüzün yükü, tonlarca ağırlığın altında ezilmekten beterdi. O mübarek beldenin kokusu ciğerlerine dolarken, acılar da hafiften soğumaya başlamıştı. Peygamber şehri Medine hüzne boğuluyor. Kervan geliyor ama Efendimiz’in (sav) koklamaya kıyamadığı çiçeği, “Seyyidlerin Efendisi” nerede idi. Peygamber şehri Medine ağlıyordu. Medineli kadınlar örtülerine bürünüp sokaklara çıkıyor ve gözyaşları ile Hz. Zeyneb’i karşılıyorlardı. Bu narin Peygamber çiçeği Hz. Zeyneb’in acısını, hüznünü yazmaya ne gücümüz yeter ne de yüreğimiz dayanabilir.

Hz. Zeyneb’in eşi Abdullah b. Cafer onlarla Kerbela’ya gelmemişti. Bu konu hakkında bazı kaynaklarda değişik bir takım iddialar vardır. Ama bizim en doğru kaynağımız Hâce Hazretleri’ne bu konuyu sorduğumuzda; Abdullah ibni Cafer’in bu olayda tarafsız kaldığı ve diğer iddiaların doğru olmadığıdır. Sadece, Hz. Hüseyin Mekke’den ayrılmak üzereyken ondan gitmemesini ısrarla istemiştir. Hz Zeyneb’in Müslümanlar üzerindeki tesiri kuvvetliydi. Peygamber torunu olması sebebiyle zaten hürmet ve saygı görüyordu. Kerbela faciasından sonra halkın gözbebeği olmuş, onun bu itibarı yine birilerinin kanına dokunmuş, kendisini ortadan kaldırmanın yahut tesirsiz hâle getirmenin yollarını aramaya başlamışlardı. Bu gayretin bir neticesi olarak Medine valisi Yezid’e bir mektup yazıp şöyle dediler: “Onun halk içerisindeki varlığı halkın yönetime karşı isyana yeltenmesine sebep olmaktadır. O, dirayetli, akıllı ve hitabeti güçlü bir kadındır. Kendi yandaşları ile Hüseyin’in intikamını almaya azmetmiştir.” Bu mektup üzerine Yezid, Hz. Zeyneb’in halktan uzaklaştırılması emrini verdi. Ve gözetim altında tutulması için Mısır’a, bir rivayete göre de Şam’a getirildi.. Önce geldiği şehre alışmaya çalıştı. Zaten acısı yeterince büyüktü, üstüne bir de Medine’den ayrılık acısı eklenince fazla yaşamadı. Kerbela’dan sonra bir buçuk yıl daha ömür sürdü. Hz. Hüseyin’in yaşında yani 57 yaşında vefat etti. Kabrinin Mısır’da olduğu fakat yerinin belli olmadığı bildirildiği gibi, onun Şam’da Zeynebiye denilen yerde yaşadığı ve orada vefat ettiği de söylenmektedir.

İman gücü, cesaret, sabır ve zekanın düeti olan Hz. Zeyneb, dünya döndükçe gönüllerden ve zihinlerden asla silinmeyecektir. O, vazifesini layıkıyla yerine getirmenin huzuruyla hicretini yaparken, taşıdığı sancağı da en çok sabır, sebat ve hüsnü ahlâk timsali hanımefendilere bırakmıştır. O hanımefendilerden olabilme ümidi ve niyazı ile Rabbim şefaatine nail eylesin.

Selam ve dua ile…

M. Asım Köksal, Hz. Hüseyin ve Kerbela Faciası, Karaca Yayınevi, İstanbul, 2008
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009.
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.
Cihan Aktaş, Hz. Zeyneb, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort