JoomlaLock.com All4Share.net

HAYATIN, ALLAH İLE İLİŞKİNİN GÖSTERGESİDİR.

“Gördün mü o dini tekzip edeni?” Müslüman yalan söylemeyen kişi olduğu gibi, yalanı tanıyan, gözleyen ve bulan kişidir. Bizim yapmamamız istenilen her fiili yapanları da izlememiz, takip etmemiz istenmektedir. Bu-gün Müslümanlar en çok yasaklardan kaçınma alanında zorlanmaktadır. İstenilenleri yapmada öyle ya da böyle bir seviye tutturmuşken, istenilmeyenlerden kaçınmada zafiyet üstüne zafiyet yaşamaktadır. Ayet-i Kerimede Müslüman’ın yalanı  bilinçli bir şekilde izlemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Soru cümlesi şaşılacak bir hadise ile karşı karşıya kaldığımızı bize gösterir. Rü’yet kelimesi görüleni idrak etmek, algılamak, bilmek, ibret ve öğüt almaya sevk eden düşünme manalarına gelir. Dinin tekzip edilmesi ibret ve öğüt alınılması gereken çok önemli bir hadisedir. Sadece doğrulardan ibret alınmaz. Yalanlamaların neticelerinden de ibret alınır. Din Arapçada ceza manasına gelir. Ceza yapılan işleri dikkatlice takip edip neticesinde adalete göre bir hüküm vermek, hadiseye çözüm getirmek, adalete göre karşılık vermektir. Son devrin Hak dostlarından Osman Bedrüddin Hazretleri dini tarif ederlerken “İslamiyet aleniyettir.” Buyurmuşlardır.

Aleniyet; açıklık, çıplaklık demektir. Din; Her şeyi takip eden, takip ettiğindeki izlenimlerini eksiksiz açıklayan, bu açıklığın üzerine de hükmünü icra eden âlemlerin Rabbi’nin(cc) kulları ile nasıl bir keyfiyette ilgilendiğini bizlere gösterir.”Maliki yevmiddin” ifadesindeki din günü; gizli olan her şeyin açığa çıkarılacağı, ihtilafların çözüme kavuşturulacağı, hakların herkese tevdi edileceği bir gündür. Bundan dolayı o güne din günü denir. İslam hayatın içerisinde geçerli olduğunda, toplumun yaşantısına hâkim olduğunda gerçekleşecek olan da budur. İşte dinin tekzip edilmesi Allah’ın kulunu bu şekilde takip edip takibinin neticesine göre karşılık vermesini kabul etmemektir. Ya da reddetmektir. Kendisinin takip edilmediğini, takip etmenin hayatın içinde önemli bir yer tutmadığını, kendi istek ve arzularına göre yaşamanın tek geçerli akçe olduğunu (özgürlüklerini!) sananlar kendi menfaatlerinden başka, kendi hülyalarından başka bir değer kabul etmezler. Sanki Cenab-ı Hak ”Böyle insanları ben nasıl başıboş bırakmıyorsam sende bilinçle, ibretle izle ey Habibim! Görüp anladın mı? Böyle insanlar dikkatinden kaçtıysa gözünü onlara çevir ve ben nasıl izliyorsam, izlememim neticesinde onlara nasıl bir karşılık veriyorsam öyle izle ve öyle karşılık ver. En iyi karşılık ise onların yaptıklarını herkesin anlayacağı şekilde gün yüzüne çıkarıp ilan etmektir.”  buyurmaktadır. Bugün ülkemizde Müslüman kimliği ile kendini tanımlayan insanların yapmadıkları en önemli şeylerden biri bu dönen yalanı ifşa etmemeleridir. Demokratlar konuşuyor, ifşa etmeye çalışıyor, Müslüman cemaatler sistemle pazarlık masasına oturuyor. Yalandan faydalanmaya çalışmak birinin yalanını yakalayıp onu kendi menfaatin, kendi grubun, yapın için kullanmaya çalışmak yalanı söyleyip yalanı üretmekten daha büyük bir yalandır. Kendini Müslüman kimliğinin dışında tanımlayanlar yalan söylemekte, yalanı üretmekte iken, kendini Müslüman kimliği ile tanımlayanlar ise yalanı izleyip ifşa etmemekle kendi değerlerini yalancı çıkarmaktadırlar. Sadece Müslüman olmakla övünen bizler nasıl olurda susarız. O zaman gördün mü? İfadesinin içerisine bizlerde girmez miyiz?

“İşte böyle biridir, yetimi şiddet ve sitemle itip kakan, yoksulu doyurma arzusu gayreti duymayan.” Toplumun iki kesimi; yetimler ve miskinler olduğundan. Yetim; dayanağı kalmayan, kendisini savunacak, kendisinin sığınacağı sebepten mahrum olan, müdahaleye açık kalan, topluma ilk etapta yarar getiremeyecek olan, bununla birlikte gönlü kırık, hüzün içerisinde bulunan, gözü kendince kendisinde olmayan, o büyük nimeti kimde görürse ona imrenerek bakan, belkide hasetle bakan, iç çekerek bakan kişiler… Miskin; hali mecali kalmamış hem bedenen hem de psikolojik olarak durağan hale gelen, donuklaşan bu bakımdan ne kendisine ne başkalarına fiili olarak yardımda bulunacak konumda olmayan kişiler… Kendilerinin takip edilmesini kabul etmeyenler tabii ki kendilerine açıktan bir menfaati dokunmayacak bu iki zümreyi hiçbir şekilde hesaba katmayacaklardır. Ama âlemlerin Rabbinin toplum tarifinde bu iki zümre içlerine düştükleri konum gereği hak sahibidirler. Yani yardıma muhtaçtırlar, onlara yardım edilmelidir değil, bu iki zümrenin doğmasınaçoğunlukla toplumdaki çarpık ilişkiler neden olduğundan bu iki zümre yardım edilecek iki zümre değil, bilakis başkalarında hakları olan iki zümredir. Yetim konumu gereği şefkate merhamete ve itina ile koruyuculuğa muhtaçken bu fiillerin tam zıttı olan şiddet
ve sitemle onları itip kakarak hakir görerek davranmak, yiyeceğe muhtaç insanlara yani miskinlere elindeki imkân nispetinde yardım etmek, elinde imkân yoksa yardım edebileceklerle miskinleri buluşturmak gerekirken, bu işleri hiç gündeme getirmemek, duyarsız kalmak dini yalanlamanın insana kazandırdığı özelliklerdir! Bu iki zümre bir canlı gibi düşünülen toplum bünyesinin yaralarıdır. Eğer yaralara gerekli tedavi uygulanmazsa bundan bütün vücut etkilenir. Din bünyeyi tümüyle düşünmemizi gerektirir. En ufak detaylar elektronik mikroskoplarla ancak tespit edilebilen virüsler gibilerdir. Küçümsemek cehaletten başka bir şey değildir. Kalbinde hardal tanesi kadar küçümseme (kibir) bulunan insan nasıl ki cennete giremez, toplum bünyesini oluşturan hangi zümre küçümsenirse o toplum huzurdan mahrum kalır.

Bunlardan anlıyoruz ki din; Allah katında, hizmeti ise insani ilişkilerdedir. Dinin icrası ahlâkı doğurur. Dinin toplumdaki gözüken yüzü, toplumu şekillendiren yönü ahlâktır. Efendimizin “Ahlâkı tamamlamaya geldim.” buyurması bir toplum projesi ifadesi olarak ta algılanabilir. Peygamber hizmeti Allah katında olan dinin Ahlâk ile şekillendirilen toplumla yeryüzüne indirilmesidir.

“İşte (böyle) namaz kılanların vay haline! Onlar namazlarından gaflet içindedirler.” İnsan ahlakı ancak terbiye ile alır. Terbiyeyi veren ahlakı kendinde barındırandır.Ahlak kişi ile özel ilgilenmenin, mahrem bir ilişkinin neticesinde olur.Devletin, kurumların kuralları olur.İnsanın ahlakı olur.İnsanda Allah’ın ahlakının oluşması Allah’ın kulu ile kurduğu gönül ilişkisinin neticesinde olur.İnsanın Allah’ın kulu ile kurduğu gönül ilişkisinin adına salât nedir.Allah’ın peygamberine salâtı; Onu yetim iken bulup barındırmasını,yalnız iken bulup etrafını ashabıyla sarmasını, yoksul iken bulup zengin kılmasını sağlamıştır.Göğsünü açmasını, zikrini yükseltmesini, zorluklardan sonra kolaylıklar yaratmasını sağlamıştır.Allah’ın müminlere salâtı;müminleri karanlıklardan aydınlıklara çıkarmasını,peygamberin müminlere salâtı ise;müminlerin kalplerini sekinete erdirmesini,onlara karşı aşırı hırslı,ilgili olmasını,başlarına gelen en ufak bir şeyde aşırı üzülmesi olarak belirir. Salât her zaman kuvvetli, zengin, üstün olanın kendi azameti ve gayretinden dolayı dostluk anlayışı ve vefası gereği kendi altındakilerle kurulan bir dostluk ve  gönül ilişkisi ile başlar ve salâta muhatap olanların,bu hassas ilgi ile karşılaşanların bilinçli teslimiyet ve şükürleri ile son bulur. Efendimizin ayakları şişinceye kadar namaz kılıp “Şükreden bir kul olmayayım  mı?” Buyurması salâtın kuldan Allah’a dönüşünü açıklayan en güzel örnektir.

İşte salâtın bu manasından yoksun olanların vay haline! Kur’an-ı Kerimde Allah-u Tealanın salat ile ilgili emr-i şerifi her zaman “yukimunessalâh” tabiri ile gelmiştir. Salâtı ikame ederler. İkamet: İnsanın yaşamını sürdürdüğü alandır. Burada müminlere yaşamı sürdürmeleri gereken alan olarak Allahın peygamberinin ve meleklerinin kendilerine yönelik gösterdikleri özel ilgi ve alakala olması gerektiği belirtilmiştir.Yani yaşam alanınız Allah ile gönül ilişkisi alanının dışına çıkmasın.Yunus Emre’nin buyurduğu gibi “ Dört kitabın manası;bir gönüle girmektir”.Burada ise namazı ikame ederler yerine namaz kılıcılar denmesi hayatlarını Allah’ın bu ilgi ve alakasının dışında geçirdiklerini ,yaşam alanı olarak bu ilgi ve yönelişi kabullenmediklerini, salâtı sadece belli şekil ve fiillerden oluşan bir ibadet gördüklerini bizlere belirtmiş oluyor.Allah’ın kulunu izlemesini yalanlayanların hangi değerleri vardır?Ben sizlere söyleyeyim.Hiç bir değerleri yoktur.

“Onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir. Ve üstelik onlar (insanlara) en ufak bir yardımı bile reddederler (engellerler). “(Maun suresi) Din ve onu anlamamızı sağlayan salât; vermeyi ve paylaşmayı Hakkın dağıtımı görenlerin işidir. Toplumda benim dışımdakilerin benim üzerimdeki haklarını bilmemi ve onları arayıp bulmamı bana dinimin ve salatımın sağlaması gerekir. Üzerimdeki hakları bilmediğimde başkalarına yardım etmem ancak menfaatimin gereği olur. Bunun dışındaki bütün iyiliklere kapılarımı kapatırım. Riyakarlık insana yaraşır şekildeki yardımın en büyük engelidir. ”Güzel söz başa kakılan sadakadan daha hayırlıdır.” ayeti buna en güzel örnektir. Riyanın kendisinde karşındakini kullanma vardır. İyilik yaparsın ama amacın iyilik yapmak değildir. İnsanın kullanılması ise Maun’a(her türlü yardıma) en büyük engeldir.

Riya; Allah’ın ve peygamberin salâtının insan ile buluşmasının engelidir. Çünkü ameller niyetlere göredir. Niyetin de Allah ve Resulünün insan ile buluşturulması yok bilakis menfaatin vardır. Engel amacının alçaklığındadır. Terzi Baba Hazretleri elbise dikerlerken “bu elbiseyi giyene hidayet et Allah’ım diye dua ile dikerlermiş”.Sen göz için ,görünsün için, amel edersin Allah’ı unutup önemsemezsen işte bu algı senin her türlü yardımı engelleyen birisi olduğunu açıkça gösterir.Yardımı engellemek yardımı riya ile yapmaktır.Netice itibarıyla riya dini yalanlamanın, namazdan gafil olmanın cezasıdır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort