JoomlaLock.com All4Share.net

DALÂLET KENDİNİ HİDÂYETTE SANMAKTIR

“Ve eğer insanlar hep(küfre sapacak, küfürde birleşerek) bir ümmet olacak olmasaydı…”

Burada ümmetin ortak bir payda da buluşan ve ortak paydaya göre şekillenen bir yapı olduğunu anlıyoruz. Ümmeti Muhammed (sav) demek Hazreti Muhammed’in(sav) etrafında şekillenmiş, kendisini Hazreti Muhammed’le (sav) yapılandırmış bir topluluk demektir. Yani O’nun etrafında bulunanlar ya da sadece O’na inanalar demek değil, kâinatın Efendisinde (sav) birleşenler manasına gelir. Burada Cenab-ı Hakk’ın bir sitemini ve endişesini görüyoruz. İnsanların bir ümmet olarak küfürde birleşmesi söz konusu olabilir. Gerçi ayette insanlar olarak “Nas” kavramı geçmektedir. Nas insan olmaya aday olanlar için kullanılır. Kamil olanlar için “Nas” yerine insan kelimesi kullanılır. Yani kendi kemaline, kendini bilmeye varamamış ama yoldaki seyrine devam edenler…

“Biz Rahmanı inkâr edenlerin evlerini, tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.” “Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da(gümüşten yapardık) ve altın ziynetler yapardık…” Gümüş ve altın insanların ihtiraslarını hayallerini gerçekleştirmeye yaradığını sandıkları en önemli iki madendir. İnsanlık tarihi boyunca değerleri hiç eksilmemiş madenlerdir. Ekonomi ve onun getirdiği güç temelde altın stoğuna göre şekillenir. İnsanlar bol miktarda altın ve gümüşe sahip olduklarında büyük bir çoğunlukla değişirler, sanki büyülenmiş bir hale gelirler. Güç bende diye haykırmaya başlarlar. ”Uhud Dağı kadar altının olsa ikincisini istersin. İkincisi de olsa üçüncüsünü istersin ve bu böyle gider.” buyuran Efendimiz insanın sonsuza uzanan yönlerini dünya hayatının metalarıyla tatmin edemeyeceğini ne güzel ifade etmişler. Evler insanların içlerinde huzur ve sükûneti buldukları rahat ettikleri mahremiyet bölgeleridir. Cenab-ı Hak (celle celaluhu) ev hayatında öne çıkan her parçayı ve durumu teker teker açıklayarak tavanından merdivenine kapısından koltuklarına kadar her şeyi gümüşten yapardık ve ilaveten altın ziynetlere boğardık, buyurmakla kendi katında dünya hayatının ne anlama geldiğini bizlere çok vurucu bir şekilde ifade etmiştir. Bunun böyle gerçekleşmesini engelleyen tek şey ise insanların bu saltanat üzerinde birleşip dünya hayatını Allah’a (celle celaluhu)  tercih edebilecekleri gerçeğidir.

Şimdi insan; “Sizin ilahlarınız ayaklarımın altındadır.” buyurarak şehit edilen Muhyiddin Arabiye (ks)  hayran olmasın da ne yapsın! Hutbe irad ettiği yer kazıldığında küp içerisinde altınlar bulunmuştu. Kâinat kendisine hizmet için yönlendirilmişken her şey kendisi için var edilmişken kendisine hizmet alanı oluşsun diye her şey kendisine verilmişken, insanın kendisi için olanları hedef edinmesi ne kadar acıdır? İnsan kendisi için olanları kendisi ne içinse o varlığa hizmetinde kullanmalıdır. Âlem bize biz Allah’a (celle celaluhu) , Allah’tan (celle celaluhu)  bize bizden âleme…

"Doğrusu bütün bunlar dünya(alçak) hayatın geçici meta’ıdır. Rabbinin katında ahiret ise korunan muttakiler içindir.” Meta sınır koyulan faydalanma biçimidir. Her rol bir metadır. Bâki olan hiçbir şey meta olamaz. İman, İslam, İhsan, İhlâs… Kesinlikle meta değildir. Bütün bu özellikler muttakilere Allah’ın (celle celaluhu)  katında olanın paylaşımıdır. İmtihan gereği bize verilen her şey kullanılması gereken, faydalanılması gereken bir metadır. Yani nimet değildir. Nimet olması ancak imtihanı başarıyla geçmemizin neticesinde olur. ”Bizi nimet verdiklerinin yoluna hidayet et.“ diye geçen Fatiha-yı Şerifte her gün defalarca tekrar ettiğimiz nimet iman, İslam ve İhsan gibi özelliklerdir. Geçici olan ne varsa sonsuzluğun aynası hükmünde olan kalbimizde yer almamalıdır. Ne yazık ki bu gün insanlar sahip olduklarını arttırarak ideallerine daha rahat varacaklarına inanmaktadırlar. Fani olan insanı hiçbir hedefe götüremez. Hedefe varabilmek için baki nimetlerle bezenmek gerekir. Bu gün dünyada cahiliyyenin elinde ne varsa onları elde etmek isteyen ve elde ettiği zaman kendi ideallerini gerçekleştireceğini sanan birçok insan vardır. Onlara tavsiyemiz Allah(celle celaluhu)  size güvenmese bile sizi kaybetmek istemez. Sizin gözünüzü büyüleyen dünya hayatının geçici metaı ise, Cenab-ı Hakk’ın (celle celaluhu)  esfele safilin “Aşağıların aşağısı” diye buyurduğu yer sizi büyülemiş ise aldanmışsınız demektir. Kâinat insana musahhar kılınmıştır. Musahhar kelimesi kök itibari ile sihirden gelir. Yani Allah (celle celaluhu)  kâinatın insana karşı aklını başından almış, kâinat insanın güzelliği karşısında büyülenmiştir. Sana hayranlığı ile hizmet edeni elde edilmesi gereken hedef seçmen ne büyük talihsizliktir. Burada muttakinin sonsuzlukla dünya hayatında ilişki kurabilen, baki özellikleri fani bir yerde elde edebilen insan olduğunu da anlayabiliriz.”Ve her kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz ona yanından ayrılmayan bir şeytan musallat ederiz, artık o ona arkadaştır…” Zikir kâinatta her ne varsa onu Allah’ın yorumlamasıdır.

Zikir her şeyi Allah’ın (celle celaluhu)  açıklamasıdır. Allah’ın (celle celaluhu) bu açıklamasını kim dikkate almazsa bu açıklamaya göre hadiseleri anlamaya çalışmazsa Rahman o kişiyi şeytanla kayıtlar. Çünkü şeytanda kendi yorumu ile Âdeme secde etmemiştir. Allah’ın iki elimle yarattığım, ruhumdan kendisine aktardığım… Diye tarif ettiği Âdem’e (as) bu bakışla bakmamış ben ateştenim o topraktanım diyerek kendi yorumuna göre hareket etmiştir. Allahın açıklamasını dikkate almamak öyle vahim bir hadisedir ki kendisini Rahman olarak tanıtan yani sonsuz lütufkâr, sonsuz af edici, esirgeyici…

Tanıtan Allah (celle celaluhu)  yine kendisinin “Sizin ve benim apaçık düşmanınızdır.“ diye buyurduğu şeytanı bizlere musallat etmesini sağlar. Rahman’ın kendisinin ve bizim düşmanımızı bizim üzerimize sardırması kendisinin açıklamalarının dikkate alınmamasındandır. Demek ki nasihati dikkate almamak nasihat edene yapılabilecek en büyük hakarettir. Ve o şeytan o insana “karin” olur. Türkçemizde karındaş ifadesi buradan gelir. Aynı karından çıkanlar… İşte şeytan o insana böyle bir arkadaş olur. "Ve herhalde onlar onları yoldan çıkarırlar…” Buradaki yol Allah’ın (celle celaluhu)  zikridir. İnsan artık hiçbir şeye Hakk’ın tarifi ile bakma ihtiyacı duymaz. Yoldan çıkmak Allah (celle celaluhu)  bize tenezzül edip açıklama yaparken kendi açıklamasını, kendi bakış açısını bize yol diye gösterirken bu nasıl bir nankörlüktür ki habersiz olalım.”Onlar ise kendilerinin hidayete erdiklerini sanırlar…” kendi imkânları ile hayatı yorumlamaya çalışanlar, felsefeler üretenler, kuramlar geliştirenler, savlar ortaya atanlar…

Bütün bunları yaparken doğru bir iş yaptıklarını sayarak yaparlar. Ayeti kerime de geçen “ yahsebun” ifadesi hesap etmek manasına gelir. Bir iş hesap edilerek yapılırsa daha doğru bir netice elde edilir. Hesapsız her iş netice itibari ile yararsızdır. Şeytanın kendilerine arkadaş olduğu insanlar hidayete erişlerini! İşte böyle kendilerince çok ciddi hesaplar neticesinde elde etmişlerdir. Şimdi can alıcı bir soru sorabiliriz? Herkes kendisini ciddi hesaplar neticesinde(hayat tecrübeleri, mukayeseler, muhasebeler…) hidayete ermiş görüyorsa gerçek hidayete eriştiğimizi nasıl bilebiliriz? Hidayette olduğunu hesap etmek en büyük dalalettir. Şimdi her gün en az kırk defa Fatiha’ da “Bize hidayet et” diye Allah’a (celle celaluhu) yalvarmamızı bir daha düşünmek gerekir. Hidayete varmak isteyenler kendi hesap ve kitaplarını bırakıp Rahman’ın zikrine yani açıklaması ve yorumuna her şeyleri ile yönelip “semi’na ve eta’na “ diyen insanlardır. Kilidi ancak Rahmanın zikrine yönelmekle açabiliriz. Arkadaşımızın bir dost mu ya da bir şeytan mı olduğunu Rahmanın sözlerine kulak verdiğimizde anlarız. Kâinata Hakk’ın kâinatı görüşü nasılsa öyle bakmalıyız. Leyla’yı Mecnun’dan dinlemeliyiz. Zaten Mecnun’u Leyla’yı kendi gözleri ile görenler “Bu kara kuru bir kızda ne buldun diye eleştirenlerdir.” Nihayet bize geldiği vakit “Ah!” der; “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Sen ne kötü arkadaşmışsın?(karin)(Zuhruf 33–38) Allah’a döndüğünde ne yazık ki bu dönüş mecburi bir dönüştür, ihtiyari bir dönüş değildir. Kendisine arkadaş edindiği varlıktan kendisinin daha ötesini bilmediği bir mesafe ile uzaklaşmak ister. Ve onu sen ne kötü arkadaşmışsın diye yerer. Kendisini o hale getiren şeytanı Allah’a (celle celaluhu)  vardığında anlamıştır. Ama yine asıl sebebi anlayamamıştır. Asıl sebep Rahman’ı dinlememektir. Rahman’ı dinlemediği için şeytan ona musallat edilmiştir. Yine anlayamadı kendisini bu hale neyin getirdiğini.


Bugün Müslümanlar;”Bu hale niye düştük? diye sebepleri araştırmaya ve tanımaya çalışacaklarına Allah ile ilişkilerini düzeltmeye çalışsalar nimet verilenlerin hidayetine yol bulacaklardır. Yoksa ahrette de yine sebepleri anlayacağız. Allah’ı (celle celaluhu) anlayamayacağız.


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort