JoomlaLock.com All4Share.net

HAK-BATIL MÜCADELESİNDE SÜNNETULLAH (MÜCADELE KANUNU)-2

D- Allâh (cc) buyuruyor ki: Allâh; “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz, diye yazmıştır.” (Mücâdele/21)

Bu âyetin tefsîrinde, “Allâh, ilk kitabında (Levh-i Mahfûz’unda) yazmış, hükmetmiş, takdir buyurmuştur ki, dünya ve âhirette yardımı, peygamberlere ve mü’min kullarınadır. Bu va’dine aykırı davranmadığı gibi değiştirmez de.”17 denilmektedir.

E- Allâh (cc) buyruyor ki: “Elbette Biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitliğe) duracakları günde yardım ederiz.” (Gâfir/Mü’min/51)

İbn Kesîr (774/1373), bu âyetin tefsîrinde şöyle demektedir: “Bu, Allâh’ın, önünde sonunda mü’minlere dünyada yardım ve eziyet edenlerin eziyetlerine karşılık onları hoşnut edeceğine dair mahlûkatı hakkındaki ilâhî kuralı ve adetidir.” Süddî (245/859) diyor ki, “Allâh bir millete hiçbir peygamberi veya o milleti hakka davet etsinler diye mü’minlerden bir toplumu göndermemiştir ki, onlara kötü muameleyi reva görmesin ve mücâdele etmesinler.” Allâh, bu milleti, kendilerine yardım edecek ve dünyada onlara bu kötü muâmeleyi reva görenlerden intikam alacak birilerini gönderir de sonra yok eder. Süddî diyor ki, “Peygamberler ve mü’minler, dünyada öldürülmüş olabilirler. Oysa ki onlar orada Allâh’ın yardımını görmüşlerdir.”18
Bunun anlamı şudur: Bâtıl yanlıları ehli hak mü’minleri öldürüp, görünüşte onlara üstünlük sağlasalar da, mü’minler Allâh’ın yardımına mazhardırlar. Mutlu bir son ve galibiyet, geç de olsa, ancak mü’minlerindir. Şöyle ki, hakkı ortadan kaldırmak isteyenleri cezâlandıracak, hakkı savunanlara yaptıklarının cezâsı olarak onları öldürecek biri geliverecektir. Bu da, bâtıl taraftarlarının kovulmasına ve hakkı savunanların gâlibiyetine işarettir.

F- Allâh (cc) buyruyor ki: “Mü’minlere yardım etmek, üzerimize borç idi.” (er-Rûm/47). Bu âyetin tefsîrinde, “Bu âyette, Allâh’ın yardımını hak etmelerinden ötürü, mü’minlerin şeref ve üstünlükleri söz konusu olduğu gibi, intikamın, onların lehine olacağına işârettir. Âyetin zâhiri gösteriyor ki, bu yardım, dünyadadır. Peygamberden sonra, bütün mü’minler için umumî olup, topyekün Müslüman kitleyi kapsar.” denilmiştir.19

12- Daha Büyüğü İçin Yardım   Bazen Gecikir:

Bilinmesi gereken bir husus da şudur ki, Allâh’ın âdetinin bir gereği olarak, mü’minlere yardım bazan gecikir. Çünkü, Allâh, onlar için daha büyük, mükemmel, daha kalıcı ve hayat gerçeğinde mü’minlerin, daha geniş çaplı yardımı hak etmeleri ve karşılamaları için gerekli unsurları hazırladıktan sonra tüm insanlık hakkında daha tesirli yardımı murad ediyor. Resûlullah ve beraberindeki mü’minlere ne bir gece ve gündüz, ne de bir yıl içerisinde; ancak nübüvvetin ekserisi geçtikten sonra yardım gelmiş olması buna delalet eder. Bu yardım hicretin 8. yılında, yani Allâh Resûlü’nün vefatından iki yıl önce, Kureyş’e karşı galibiyet, intikam ve Mekke’nin fethi ile gün yüzüne çıkmıştı. Bu yardım sebebiyledir ki insanlar grub grub Allâh’ın dînine girdiler. Allâh (cc), bu konuda şu sûreyi indirdi:

“Allâh’ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga Allâh’ın dînine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbi’ni överek tesbih et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr/1-3)

Bu sûrenin tefsîrinde şöyle denilmiştir: “Resûlullâh (as) Mekke’nin fethi sırasında Araplarla Kureyş’e karşı yardıma mazhar olmuştur. Halbuki Mekke’nin fethi Hicret’in 8. senesi, Ramazan’ın onunda vuku bulmuştu. Resûlullâh’ın beraberinde Ensâr, Muhacir ve çevre Araplardan on bin kişi vardı. Fetihten sonra, insanlar yoğun bir şekilde İslâm’a giriyorlardı. Daha önce kabileler birer ikişer İslâm’a girerken, şimdi topluca akın ediyorlar.”20

13- Yardım Bazen, Düşmanın Eziyet ve Mağlûbiyetinden Önce Gelir:

Allâh’ın mü’minlere yardımı, âdeti (sünetullâh) gereğidir. Âdet, harcayacakları büyük gayret ve cehd, bâtıl savunucularıyla mücadelede takdim edecekleri kurban olmadan hâsıl olamaz. Şöyle ki, bazen mü’minler için, adet olarak, bâtıl gürûh tarafından şiddetli bir eziyet ve yenilgi söz konusu olabilir. Bu durum, Allâh’ın ilahî kuralı gereği mü’minlere yardım etmesiyle çelişmez. Çünkü işlerin değeri sonuç ve âkıbetlerine göredir. Âkibet ise daima bâtıl gürûha gâlip gelmek üzere mü’minlerindir. Bâtıl yanlılarını dağıtan yardıma kavuşmadan önce, mü’minlerin dûçar kaldığı eziyetlerin sır ve hikmeti Allâh’a aittir. Bu hususa delâlet eden âyet şöyledir, ki müfessirler de buna işaret etmişlerdir:

“Eğer size (Uhud’da) bir yara dokundu ise, o topluluğa da (Bedir’de) benzeri bir yara dokundu, o günler... (Evet ) Onları biz insanlar arasında çevirip duruyoruz (bazen gâlibiyet veriyoruz, bazen mağlûbiyet, bazen iyi gün gösteriyoruz, bazen kötü gün) Allâh inananları ortaya çıkarsın, sizden şahitler edinsin diye. Allâh zâlimleri sevmez. Ve inananları temizlesin ve kâfirleri mahfetsin diye! (böyle günleri insanlar arasında çevirmektedir)” (Âl-i İmrân/ 140-141)

Allâh (cc), belirtmiş oluyor ki, savaş sebebiyle herhangi bir sarsıntı geçirmeleri, mü’minlerin düşmanla cihad hususundaki gayretlerini zayıflatmaması gerekir. Çünkü, onların yara almaları gibi, daha önce düşmanları da böyle bir yara almıştı. Kaldı ki onlar, yaralandılar diye, kötü âkıbet ve bâtıl davalarına rağmen, sizinle muharebeden usanmıyorlar. Öyle ise, ey mü’minler, siz ehli hak olarak bu tabansız düşmanla muharebe ve mücâdele hususunda za’f ve gevşeklik göstermemeye daha layıksınız.21

Allâh Teâlâ “O günleri Biz, insanlar arasında çevirip duruyoruz.” buyurmaktadır. Yani, iyi netice sizin olsa da, hikmetimiz gereği bazen gâlibiyeti düşmana devrederiz. O hikmetlerden olarak:

1-Mü’minleri bilgi sahibi kılarız.
2-Ehli bâtılla savaşınız neticesinde öldürülerek şehîd olursunuz.
3-Kâfirleri mahvü perişan ettiğimizi gösteririz.

Cenâbı Hakk’ın bazen gâlibiyeti düşmana vermiş olması, sebep ve illet gibi hikmetler gereğidir.22

Âyetteki “eyyâm/günler” zafer ve gâlibiyet zamanlarıdır. Gâlibiyet ve zaferin mü’minlere düşman arasında elden ele dolaşması ise, bunun bir mü’minlere, bir düşmanlarına geçmesi demektir. İşte bu, ehli hak ile bâtıl gürûhun mücâdelesindeki sünnetullâhtır. Bu elden ele geçişte şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü ehli hakkı destekleyen sır ve incelik, iyi âkıbetin onlar için olacağıdır. Zaten, işler de sonuçlarına göredir.23 Fakat, bilinmesi gerekir ki, gerçekte gâlibiyetin elden ele geçmesi, her iki tarafın da çalışmasına bağlıdır. Yenilginin sebeplerini bilen ve bunlara hakkıyla riâyet eden için mağlubiyet söz konusu değildir. Yardım ve gâlibiyetin iki taraf arasında dolaşması, ona götüren toparlama, sebat, görüş ve düşünce sağlamlığı, irade ve karar gücü, psikolojik hazırlık ve yeterli kuvvet hazırlığı gibi çalışmalara bağlıdır. Mü’minlerin, gâlibiyeti elde etmeleri ve onun düşmana geçmeyip, hep kendilerine kalması için bu ve benzeri çalışmaları yerine getirmesi gerekir.24 Allâh Teâlâ,

“Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: Mutlaka kendilerine yardım edilecektir ve gâlip gelecek olanlar mutlaka bizim ordumuzdur.” (Saffât/171-173) buyurmaktadır.

Âyette geçen “kelime”, yine aynı âyetteki “Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.” ifâdesidir. Maksat, Allâh’ın mü’minlere dünyada, savaş meydanlarında ve yeterli delîl getirmede, düşmanlarına karşı gâlibiyeti, âhirette üstünlüğü va’detmiş olmasıdır. Bazı yerlerde, onların yenilgileri va’dedilen bu yardım ve gâlibiyetle çelişmez. Çünkü üstünlük, nihâyet onların ve onlardan sonra gelenlerin olacaktır.25

Allâh Teâlâ buyruyor ki: “Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem de şahidlerin (şahidliğe) dura- cakları günde yardım ederiz.” (Mü’ min/51)

Zemahşerî, bu âyetin tefsîrinde: “Allâh (cc), bazı zamanlar dünyada kendinden bir imtihân olarak onlara mağlubiyet verse de her iki dünyada da, hepsine, muhaliflerine karşı zafer ve delîlle üstünlük verecektir. İyi netice onlarındır.”26 demektedir.

Âlûsî (1270/1853) ise bu âyetin tefsîrinde “Biz resûllerimize ve onların bağlılarına dünya hayatında delil, zafer ve düşmanlarından intikâm almak suretiyle yardım ederiz. İmtihân için, kâfirlerin üstünlük arz edecek şekilde ittifak etmeleri önemli değil. Çünkü, göz önünde bulundurulması gereken, neticeler ve gâlibiyetlerdir.”27

14- Mü’minlerin Yardım Âmilleri ve Yardıma Mâni Haller:

Bâtıl ehli muhaliflerine karşı, hak ehli mü’minlere yardım etme hususundaki ilâhî kural, onların, Allâh’ın emrettiği, İslâm’ın gönderdiği yardım âmillerini kendi öz nefislerine ve yaşadıkları toplumda hazırladıkları; kendilerinden ve toplumlarından yardıma mâni durumları, gevşekliğe ve korkuya yol açacak etkenleri uzaklaştırdıkları zaman gerçekleşir. Mü’minlerin elde etmesi gereken yardım faktörleri, ne-fislerinden ve toplumlarından uzaklaştırmaları gereken yardıma mâni haller nelerdir? Bunları, alt başlıklar halinde açıklayacağız. Önce yardım âmillerini ele alacağız:

1) Îmân:

İmân, sünnetulâhın kendisiyle etkin olduğu ve Allâh’ın (cc) bize haber verdiği yardım âmillerindendir. Allâh (cc) -ki O söz söyleyenlerin en doğrusudur-; “Müminlere yardım etmek, üzerimize borç idi.” (Rûm/47) buyurmaktadır.

Menâr Tefsîri sahibi bu âyet hakkında “Bu âyet, yardımı imânla sebeplendirmenin delilidir.”28 demektedir. Âlûsî ise, “Âyetin zâhiri, yardımın dünyada, bütün mü’minleri ve peygamberlerden sonraki Müslüman kitleyi de kapsayacağını ifade eder.” demektedir.29

Allâh Teâlâ buyruyor ki: “Eğer fetih istiyorsanız (ey kâfirler), işte size fetih geldi (Yenelim derken yenildiniz. Asıl layığınızı buldunuz). Ve eğer (küfürden, düşmanlıktan) vazgeçerseniz, bu sizin için daha iyidir. Yine (O’na düşmanlığa) dönersiniz, biz de (Resûlümüz’e) yardıma döneriz. Topluluğunuz ne kadar çok da olsa sizden hiçbir şeyi savamaz. Allâh, mü’minlerle beraberdir.” (Enfâl/19). Yani, her kim Allâh’ın yardımı kapsamında ise, ne kadar çok olursa olsun, hiçbir topluluk ona üstünlük sağlayamaz.30

Görülüyor ki, bu “ilâhî beraberlik” imânları sebebiyle mü’minlere has bir beraberliktir. Ki bu da, onların imânlarının kıymet ve zenginliğinin, onunla yoğrulup şekillenme ve etkilenme ölçüsüyle orantılıdır. Şüphesiz bu âyette “mü’min” vasfıyla muhatab alınan ve “Allâh’ın kendileriyle beraber” olduğu ifade edilen sahabeyi kirâm için, imân zenginliğinden, imânla şekillenme ve etkilenme anlayışlarından ötürü “hususî beraberlik”ten büyük bir pay vardı. Bunun için onlar, Resûlullâh’ın zamanında ve O’nun vefatından sonra sayılarının azlığı, düşmanlarının  çokluğuna rağmen Allâh’ın yardımını görüyorlardı. Böylece “Allâh’ın beraberliği” mü’minler için mânevî yardım ve destek olarak, daha sonra imânın niceliği ve mü’min gönüllerdeki zenginliği ile beraber, düşmanları püskürtme tarzında “yardım” olmaktaydı.
*Abdulkerim Zeydan’dan Tercüme

17- İbn Kesîr, age., c. 4, s. 229.
18- age., c. 4, s. 83-84.
19- Âlûsî, age., c. 21, s. 52.
20- Tefsîr-i Zemahşerî, c. 4, s. 810-811.
21- Tefsîr-i Râzî, c. 9, s.14.
22- İbn Kesîr, age., c. 2, s. 208; Tefsîr-i Râzî, c. 9, s.14.
23- Tefsîr-i Menâr, c. 4, s.147.
24- age., c. 4, s.148.
25- Zemahşerî, age., c. 4, s. 67.
26 -age., c. 4, s.172.
27- Âlûsî, age., c. 24, s.76.
28- Tefsîr-i Menâr, c. 7, s. 38.
29- Âlûsî, age., c. 21, s. 52.
30- Tefsîr-i Kurtubî, c. 7, s. 387
.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort