JoomlaLock.com All4Share.net

HADİS - SÜNNET MUKAYESESİ

Hadis, sözlükte; yeni, söz, haber, olay demek olup;

Sünnet ise; yol, gidişat, gelenek, anlamlarına gelmektedir.

Bununla birlikte sünnet terim olarak; Resûlullah’ın söz, fiil, takrir, yaratılış özellikleri ve ahlakî güzelliklerinin tamamıdır. Hadis ise bu özelliklerin yazıya dökülmüş şeklidir. Hatta sahabe, tabiun söz ve fiillerine de mevkuf ve maktu kayıtlarıyla da olsa hadis denilmektedir. Bu manada “hadis” yerine “haber” kelimesini kullananlar; sahabe ve tabiun’a ait söz ve fiiller için “eser” terimini tahsis edenler de bulunmaktadır.

Hadis kelimesi Kur’an’da “söz” ve “haber” anlamlarında kullanılmıştır. Mesela;
“Haydi, onun gibi bir söz getirsinler.” (Tur, 52/34) ayetinde söz; “Musa’nın haberi sana ulaştı mı?” (Taha, 20/9) ayetinde de haber anlamındadır. Sünnet kelimesi ise Kur’an’da “sünnetullah” şeklinde Yüce Allah’ın kâinatı idare etmekteki kanunları anlamında; “sünnetü’l evvelin” ifadesinde de eskilerin örf, adet ve yaşayış tarzları manasında kullanılmaktadır.

Allah’ın dinini anlama ve onu hayattaki bütün işlere uygulamada Resûlullah’ın getirmiş olduğu teorik ve pratik Nebevî metot olan sünnet, yine; Nebi’nin ibadet ve zühd hususlarında sahabilerinden aşırı gidenlere, “Gerçekten ben, Allah’tan en çok korkanınız ve en çok takvalı olanınızım fakat ben, hem gece namazına kalkarım hem uyurum. Bazen oruç tutarım, bazen tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o kişi benden değildir.” (Buhari, nikah 1; Müslim, nikah 5; Nesai, nikah 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3,241,259) buyurarak onların yüz çevirmelerinden sakındırdığı şeydir.  
Yine Nebi onlara: Kitab ile birlikte teorik ve pratik “hikmeti” de öğretmiştir. Burada “teorik hikmet” ile hükümlerin sırları ve amaçlarıyla ilgili amele sevk edici ilim kastedilmektedir. Pratik ilim ile de çalışma, davet ve cihatta en güzel yollara ve en üstün faziletlere uyma kastedilmektedir. Nitekim bu konuyla ilgili olarak “Kime Hikmet verilmişse, ona bol hayır verilmiştir.” (Bakara; 2/269) buyrulmaktadır.                                                               

Daha sonra Nebi gerek bireyler olarak gerekse topluluklar olarak, hem din işlerinde ve hem günlük yaşantılarında onların olgunlaşmalarını sağlayacak, bilmedikleri şeyleri de onlara öğretmiştir.                                                                                           
Nebi’nin önemli görevlerinden olan şu dört özellik; Yüce Allah’ın dinini anlama, uygulama ve Rabbi’nin emrettiği gibi dine hikmet ve güzel öğütle (Nahl; 16/125) davet etmede, O’nun sünnetini, yolunu veya metodunu oluşturur. Yine Kur’an’ın Bakara Suresi’nde: “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab’ı, Hikmet’i ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.” (Bakara; 2/151) şeklinde zikrettiği Ayette sözü edilen husus da budur. Böylelikle sünnet bu anlamıyla, amel ve uygulamayla birlikte İslam’ın tanınması için Kur’an‘ın yanında ikinci kaynaktır. Nitekim Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği Huzeyfe Hadisi’nde de geçtiği üzere, Nebi “Sünnet” kelimesini Kur’an ile beraber, onun ardından şöyle kullanmıştır; “Emanet önce insanların kalplerinin derinliğine indi, sonra insanlar emanetin bölümlerini Kur’an’dan öğrendiler, bundan sonra da Sünnet’ten öğrendiler.” (Buhari,rikak 35; fiten 13; İ’tisam 2; Müslim, iman 230(143)

Hz.Ömer şöyle der; “Size bir takım insanlar, Kur’an’ın müteşabih ayetleriyle mücadele etmeye gelecekler. Siz de onlara karşı sünnetleri ele alarak karşı koyun. Çünkü sünnetlere sahib olan kimseler, Allah’ın kitabını en iyi bilendir.”  (Darimi, Mukaddime 17)

Sünnet’in önemi ve delil oluşunu yedi ana başlık altında ele alabiliriz:

A) Kur’an’ın Delaleti:
Kur’an Müslümanlara Allah’a itaatin yanı sıra Resul’e itaati de farz kılmıştır. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Resul’e de itaat edin.” (Nisa; 4/59) ile “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr; 59/7) buyurarak Nebi’ye itaatin meyvesini, “hidayet üzere olma” diye belirlemiştir. “Allah ve Resûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim    Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab; 33/36) Yüce Allah Resûlullah’ın verdiği hükmü kabul etmeyi veya O’nun verdiği hükümden yüz çevirmeyi, imanı nifaktan ayırt eden bir mihenk taşı kabul etmiştir.

B) Sünnet’in Delaleti:
Sünnet’e gelince, birçok hadis, Nebi’ye uymanın ve O’na itaatin farz olduğuna delalet etmektedir: Tirmizi’de geçen hadis-i şerifte belirtildiği üzere; “Şunu iyi bilin ki, koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadis ulaştığında belki de o, ‘Aramızda Allah’ın kitabı var. Onda helal bulduğumuzu helal ve haram bulduğumuzu da haram sayarız.’ diyecektir. Oysa Resûlullah’ın haram kıldığı da tıpkı Allah’ın haram kıldığı gibidir.” [Tirmizi, ilim 10(2664)] Yine Nebi şöyle buyurmaktadır; “Kendisine benim emrettiğim ya da yasakladığım herhangi bir emir geldiğinde sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, ’Bilmiyoruz, biz Allah’ın kitabında bulduğumuza uyarız.’ dediğini görmeyeyim.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned,6,8;Ebu Davud, Sünnet 6 (4605);Tirmizi, İlim 10(2663)]

C) Sahabe ve Ondan Sonra Gelen Ümmetin İcmaı:
Darimi ile Beyhaki, Meymun b. Mihran’ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir; “Hz.Ebubekir’e bir dava geldiğinde, önce Allah’ın kitabına bakardı. Eğer o hususta Kur’an’da verilebilecek bir hüküm bulursa insanların arasında onunla hükmederdi. Eğer Kur’an’da bulamazsa, o zaman acaba Nebi’nin bu hususta bir sünneti var mı diye ona bakardı. Eğer biliyorsa onunla hükmederdi, bilmiyorsa çıkar ve Müslümanlara, bana şöyle şöyle bir dava geldi. Allah’ın kitabına ve Resûlü’nün sünnetine baktım. Ben bu hususta herhangi bir şey bulamadım. Acaba siz bu konuda Nebi’nin herhangi bir hükümle hükmettiğini biliyor musunuz? diye sorardı. Bazen birkaç kişi ayağa kalkıp, “Evet,Resûlullah bu hususta şöyle şöyle hükmetti.” der. Hz. Ebubekir de Resûlullah’ın bu hükmünü alır ve o esnada, “İçimizde Nebi’den O’nun sünnetlerini öğrenenleri bulunduran Allah’a hamdolsun.” derdi. Eğer onlardan da herhangi bir şey bulamazsa, Müslümanların ileri gelenlerini ve alimlerini çağırır ve onlarla istişare ederdi. Onlar belli bir hususta görüş birliğine varırlarsa, o zaman onunla hüküm verirdi.” (Darimi,mukaddime 20; Beyhaki,es-Sünenu’l-Kübra,10,114)

D) Fıkıhtaki Hükümlerin Çoğunun Kaynağı Sünnettir:
Şüphe edilmez bir gerçektir ki, çeşitli mu’teber mezheblerde, fıkıh konularındaki hükümlerin çoğu sünnetle sabit olmuştur. Eğer fıkıh kültürümüzdeki sünnetlerle, onlardan delil olarak çıkarılanları ve onlardan alınarak  detaylandırılmış hükümleri ortadan kaldıracak olursak, elimizde fıkıh adına zikredilebilecek herhangi bir şey kalmaz. İşte bundan dolayı Kur’an’dan sonra ikinci delil olması itibariyle sünnet, gerek bütün fıkıh usûlü kitablarında ve gerekse bütün mu’teber mezhebler nezdinde oldukça geniş ve uzun bir konudur. Bu husus, kıyas ve ta’lili (hükmün gerekçesine itibarı) inkar eden Davud ez-zahiri ile İbn Hazm’ın Zahiri mezhebinden, İslam fıkıh tarihinde “Rey Ekolü” diye bilinen Ebu Hanife ve ileri gelenlerine kadar bütün mezhebler için geçerli bir durumdur.

E) Rey (akıl) Ekolünde Sünnet:
Rey ekolünün imamı Ebu Hanife’nin mezhebi, hiçbir zaman sünnetten yüz çevirmemiştir. Rey ekolünün diğer imamları da daima sünneti delil olarak kullanmışlar  ve verdikleri hükümleri sünnet üzerine kurmuşlardır. Çünkü şer’i hükümler, ancak Kitab ve sünnetten alınıp çıkartılır. Ebu Hanife, büyük fakih sahabi Abdullah b. Mes’ud’un kurduğu Kufe Fıkıh Ekolü’nün mezunudur. Öyle ki; Hz. Ali, Kufe’ye geçtiğinde buradaki fakihlerin çokluğundan dolayı sevinerek: “Allah, İbn Ümmü Abd’e (Abdullah b. Mes’ud) rahmet eylesin. Bu kasabayı ilimle doldurmuş.” demiştir. Şüphesiz ki Abdullah b. Mes’ud’un ashabı, ondan sonra Hz. Ali ve bu ikisine komşuluk etmiş olan Sa’d b. Ebi Vakkas, Huzeyfe, Ammar, Selman, Ebu Musa gibi büyük sahabiler, Kufe’de yaşamışlar ve “Hadis ile Fıkıh’ın” arasını ve “Rivayet ile Rey’in” arasını birleştirmişlerdir. Bunu yapanlar, bizzat sahabilerdi.

F) Bütün Fakihlerin Sünnete Başvurdukları:                    Şunu belirtmeliyiz ki, Müslüman fakihlerin hepsi mezhebi ister yaşasın, ister tarihe karışsın; ister bağlısı bulunsun, ister bulunmasın, çeşitli ekollerden, farklı bölgelerden delil olarak sünneti almayı ve hükümlerde O’na müracaat etmeyi, Allah’ın dininden vazgeçilmez bir parça olarak görmüşler ve O’nun emri dışına çıkmamışlardır. Bu hususta Rey Ekolüne mensub olanlar ile Hadis Ekolüne mensub olanların durumu aynıdır.

G) Sünnet’in Tasavvuf İçin de Bir Kaynak Olması:
Tasavvufla ilgilenen ilk Müslümanlar, ashab-ı suffe ehlinden olup, İslam’ı tebliğ eden, bilgi öğreten ve inanç taşıyan kişiler olarak Arap Yarımadası’nın değişik bölgelerinde görev alacak şekilde sürekli kendilerini yetiştirip hazırlayan kimselerdi.
Fakihler teşri kaynağı olarak ve Sûfîler de (tasavvufi) yönlendirmede sünnete dayanmışlardır. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin (ö.751/1350) “Medaricu’s-Salikin” adlı eserinde büyüklerden şu sözleri nakleder ki bu sözler sünnet ile tasavvufun ayrılmazlığını apaçık bir şekilde gösterecektir;

Cüneyd b. Muhammed el-Bağdadi şöyle der: “Bütün tarikatlar, Resûl’ün rivayetlerine uyanlar dışında halka kapalıdır. Bu hususta Kur’an’ı ezberlemeyen ve hadis yazmayan kimselere uyulmaz. Çünkü bizim ilmimiz, Kitab ve sünnet ile kayıtlandırılmıştır.”

Yine Cüneyd el-Bağdadi şöyle der: “Bizim yolumuz, Kitab ve sünnetteki esaslarla sınırlandırılmıştır.”

Yine Ebu Yezid el-Bistami şöyle der: “Bir adama, havada yükselmeye varıncaya dek çeşitli kerametler verildiğini görseniz bile emir, yasak ve had cezalarının korunması ve Şeriat’ın yaşanması hususlarında nasıl davrandığını görmedikçe ona uymayınız.”

Şeyh Ebu’l Hasan eş-Şazeli (ö.654/1256) ise şöyle buyurur: “Bizim için keşifte yanlışlardan korunma garantisi verilmedi. Bu korunma garantisi bize ancak Kitab ve sünnet hakkında verildi.”

Tasavvuf erbabına mensub büyüklerin her bir sözleri ve hareketleri bizzat Resûlullah’ın (sav) yaşantısıyla bezenmiş harikulade örnekler ve Resûl’e varisliğin apaçık belgesidir.

Peygamber şairi Hassan b. Sabit: “Ben sözlerimle Muhammed’i övmedim. Muhammed ile sözlerimi övdüm.” derken biz de O (sav) ve varislerinin halleri ile hallenmeyi, aldığımız şu nefesleri gerçek bir yaşama dönüştürecek bir anahtar bilelim...

Kaynakçalar:
İmam Suyuti,Sünnet’in İslamdaki Yeri
Prof.Dr.Muhammed Hamidullah,İslam Peygamberi
Prof.Dr.Yusuf el- Karadavi,Sünnet’i Anlamada Yöntem
Prof.Dr.İsmail Lütfi Çakan,Hadis Usulü
Dr.Vehbi Karakaş,Hicazlı Sevgili

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort