JoomlaLock.com All4Share.net

GENÇLİK SALİHLERİ ÖRNEK ALIRSA BAŞARILI OLUR

Genç kardeşlerim!
Bugün gençlerimizin çoğu memleketin futbolcularını, Zagorları, Ramboları, Kızıl Maskeleri ve artistleri tanıdığı kadar ashabı tanımamıştır. Peygamberimiz: “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız, hidayete erişirsiniz.” buyuruyor. Şu halde sahabiye tâbi olmak ve her biriniz sahabiyi yaşamak; birer Sıddık, birer Faruk, birer Zinnur olmak zorundasınız…

Arkadaşlar!
Âlim, fadıl, profesör, başbakan… olabilirsiniz. Bunlar mümkündür. Ama bir Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali olmadıkça hayat-ı maneviyatımızın devamı mümkün değildir. Allah ile irtibat kurmamız, şu hadiselere çözüm bulmamız mümkün değildir.

Ebû Bekir olmaya gayret edeceğiz. Çünkü Resûlullah Hz. Ebû Bekir için, “Senin imanın bir kefeye, ümmetin imanı bir kefeye konsa, senin imanın ağır gelir.” buyurmuştur. O imana âşık olacağız.

-Cennetin sekiz kapısından da içeri girecek var mı ya Resûlallah? diye sorduğunda,

-O sensin, buyurmuştur Peygamber.

Cenâbı Hak bize onları dost edinmemizi emrediyor, Allah yolunda ölenlerle, şehitlerle dost olun. Yani şehadeti, sıddıkiyeti, evliyaları, salihleri arzulayın. İyi bilin ki bunlar ne güzel dosttur, ne güzel arkadaştır, buyuruyor. Âlimlerin mukallidi olacağız.

Hz. Mevlânâ bu mânâda buyuruyor ki:
Kalbi zahir olan insanın namazı beş vakittir,
Hakk’a âşık olan insan sürekli namazdadır…

O, sürekli namazdaymış gibi davranır. Cenâbı Hak’la yaptığı mukavelenin tesirindedir. Hayatını ona göre tanzim eder.

Ahlâk yapımızı dinin temel taşları olan bu insanlardan alacağız. Unutmamamız gerekir ki Peygamberimiz güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildi. Ahlâkı bozuk bir millet bedbaht bir millettir. Ahlâkımızın tesisi için gayret edeceğiz. Bu da gençliğin görevi. İmamı Âzam’a sorarlar: “Edebi kimden öğrendin?” O da “Edepsizden.” diye cevap verir. Bizim Peygamberimiz, karnı doyunca arpa ekmeğini bile yememiş. Peygamberimiz, huzurunda titreyen bir Arab’a “Gel, gel korkma. Ben ne melik ne de padişahım. Ben de senin gibi doyuncaya kadar kuru arpa ekmeğini yememiş Kureyşli bir kadının oğluyum.” demiştir.

Gençler!
İlmin, ahlâkın kemâlini Peygamberin varisleri olan sahabi, ehlibeyt, müçtehid âlimlerde görüyoruz. Malum, Peygamberimiz bize bir silsile çıkartıyor. Bizim dinimiz naklen gelmiştir. Bilhassa hadis mevzuunda duymuşsunuzdur. Atını kandırmak için boş torbayı göstererek yürüten sahabinin hadisini kabul etmemişlerdir. Nakilde şahsiyete bu denli önem vermişlerdir. Bu muşahhas şahısları örnek almalıyız.

Batının bir oyunu da bu örnek insanları elimizden almaya çalışmasıdır. 1980’den sonra bütün dünyada çok değişiklikler yaşandı. Komünizmin, sosyalizmin çökmesi, faşizmi de çökertti. Kapitalizmi de çatlattı. Bu çöküşlerle, çaresiz kalan gençlik fıtratına meyletmeye başladı. Çünkü İslam fıtrî bir hadise. Bundan rahatsızlık duyanlar gençler Müslümanlığı yaşamasınlar diye ellerinden gelen kötülüğü yaptılar. Yapılarında biraz eğlenceye ve zevke merakı olan gençleri sefahate sürüklediler. 1980’den sonra Türkiye’de birahaneler, bilardo salonları, kumarhaneler, atari salonları ve kahvehanelerin adetleri hızla artmaya başladı.

12-13 yaşındaki çocuklarımızı güya akıllarını geliştirecek diye atari salonlarında kumara sevk ettiler. Hayal oyunlarıyla ruhlara kumar illetini işlemeye çalıştılar. Annesinden babasından para alan genç, okulundan geldikten sonra boş zamanlarında atari salonlarını doldurdu. Annesi babası para vermeyince ceplerinden çalmaya başladı.

18-19 yaşındaki genç kardeşimizi bilardo salonlarında, bilardo masalarının başına esir ettiler. Veyahut meşru olan spor tutkusunu, gençlerde hastalık haline getirerek, spor salonlarına düşürdüler. Sen şu takımdan, sen bu takımdan diyerek, gençleri birbirine düşürüp, asıl gayelerinden uzaklaştırdılar.

Veyahut içkiye müptela ettiler gençleri… “İçki içmeyen erkek olmaz.” dediler. Gençler de erkek olduklarını ispat için meyhaneye gitmek suretiyle, kendini ispatlamaya çalıştı. Uyuşturucu müptelalığı Türkiye’de henüz fazla yaygın değil. Avrupa şimdi onu bize ithal ettirmeye çalışıyor. Buralarda görmezsiniz ama büyük şehirlerde surların içerisinde gençler uyuşturucu da içiyorlar. Ne hâle getirmişler bizleri. Rabbim bu kötülüklerin kökünü kazımayı nasib etsin inşaallah…

Gençliğe hocaları yanlış tanıttılar. “Camilerde hocanın çubuğu çok uzun olur. Tâ karşıda oturan kişinin kafasına vurur.” diyerek gençleri camilerden ve hocalardan soğuttular. Tv’de, sinemalarda Vurun Kahpeye vb. filmleri gösterdiler. Bu nedenle gençlik namazını terk etti. İşte bu sefahate meyletti.

Bu sefahate meyletmeyen, fıtratını bozmak istemeyen gençleri de değişik akımlarla, “İslam” adı altında değişik ideolojilerin esiri yaptılar… Müslümanları yine birbirine düşürdüler. Belki 12-14 yaşındaki bir genç kardeşimizi ilgilendiren bir mesele değil ama 17-20 yaşındaki bir genç kardeşimizi yakından ilgilendiren bir mesele bu. Bu ümmetin gençlerini karşı karşıya getirdiler… Geçmişte ehlisünnetin dışında bulunan Mutezililik akımını başka bir isimle gençliğe aşıladılar. Vehhabilik’i başka bir olguyla gençliğe yaydılar. Hariciliği, Bahaîliği, Cebriyeciliği, Kadıyaniliği, Kaderiyeciliği değişik isimlerle gençliğe aşıladılar… Gençlik şimdi müçtehitliği reddeden, ecdadını fütursuzca sorgulayan, Müslüman kardeşini basit bir hatasından dolayı tekfir eden bir hâle geldi.

“Resûlullah zamanında içtihat mı, mezhep mi vardı? Tarikat mı, meşrep mi vardı? Bunlar bi’dat…” diyorlar. Ey Müslüman, Resûlullah zamanında sen var mıydın? Hiç bunu sorguladık mı? Öyleyse sen de bid’atsın! O zamanda sen yoktun. Olmadığın için de sıhhatli inceleyemedin. Ne var ne yok bunu bilmiyorsun, bunun bilincinde değilsin. Şimdi seni kandırıyorlar. Niçin? Senin önündeki müşahhas isimleri, örnek kimlikleri almak, kaldırmak için… Şablonunu kaybettiğin an, senin kime benzeyeceğin belli değil… O zaman sana kendilerini numune gösterecekler… Bu numunenin stilini Batı çizmiş. Batının çizdiği bir insan modeli var. Seni o modele sokmak istiyorlar. Onun için önündeki önderlerden, üzerine bütün ümmetin ittifak ettiği liderlerden seni koparmak istiyorlar.

Evet, dün bunları sorguluyorlardı. Bugün sahabiyi sorguluyorlar. Muaviye ile Hz. Ali arasındaki meseleyi sorguluyorlar… Müslüman senin o hadiseye elin bulaşmadı. Sen o zamanda yoktun. Niçin dilini bulaştırıyorsun? Senin ashabın tümüne saygın ve sevgin olması gerekir. Seni ilgilendiren nokta Hz. Resûlullah’ın (sav) işaretidir ki şudur: “Ashabımdan birisine buğz edersiniz, birisi hakkında yanlış düşünürseniz, su-i zanna varırsanız o yanlışınız Benim hakkımdadır.”

Gençler!
Sahabinin eleştirilmesi kesinlikle yanlıştır. Hz. Osman’ı, Hz. Muaviye’yi şu veya bu sahabiyi eleştirmeler, içimize atılan fitne tohumlarıdır… Bu da yetmiyor bugünün kuşluk vaktinde bunu eleştiriyorlar, öğleden sonra da hadisleri eleştirmeye başlıyorlar. Resûlullah’ın hadislerini, yirmi üç senede konuştuklarını, adeta parmakla sayacak dereceye düşürdüler. Bir avuç kelime… Veya “Yalnız Allah’ın kitabı var. Biz Kur’ân ile amel ederiz. Hiç müteşabih meselelere girmeyiz. Kur’ân’da bir şey görürsek onunla amel ederiz. Bunun dışında bir şey kabul etmeyiz.” diyorlar. Üniversitelerimizi şimdi yıkan fitne budur…

Gençler!
Kur’ân sünnetsiz olmaz. Kur’ân’ın tefsiri sünnettir. Sünneti ortadan kaldırdığımızda, hele Kur’ân’ı bizim gibi ikinci-üçüncü elden dinlemeye mahkûm millet, Kur’ân’ı iyi anlayamayız. Edebiyatın en zirveye çıktığı dönemde, asrısaadette, Arapların şiirle, edebiyatla uğraştığı bu dönemde Kur’ân’ın ibaresini, ifadesini, Kur’ân’ı ortaya koyan hakikati anlamak için sahabi gelip Resûlullah’a sorardı. Onun sünneti ile Kur’ân’ı anlıyorlardı. Bugün bizler sahabiden daha beliğ bir ifadeye mi sahibiz? Arapların gramerine, onlardan daha mükemmelen mi vâkıfız?

Kur’ân sünnete muhtaçtır. Dedik ya, Kur’ân’ı sünnet tefsir eder. Sünnetin hükümlerini de bizlere müçtehidler söylemişler. Sünneti yorumlayan onlardır. Yoksa öyle hadisler var ki, açıklanmazsa, biz onlardan bir şey anlayamayız. Mesela Resûlullah (sav) bir yere giderken, görüyor ki bir kabristan başında birileri ağlıyor. Resûlullah buyuruyor ki: “Ölen ölmüş, bunlar zulmediyor.” Sahabinin bir kısmı diyor ki Resûlullah ağlamayı yasakladı, ölülere zulüm oluyor, ağlamak caiz değildir. Resûlullah’a en yakın olan sahabilerden biri olan Hz. Aişe bunu farklı yorumluyor. Çünkü Resûlullah’tan (sav) dinlemiş. Sünnetinden anlamış. Sahabinin müçtehitlerinden birisidir Hz. Aişe, yedi büyük fakihten biridir. Diyor ki: “Resûlullah (sav) buyurdu ki: Ölen ölmüş, bunlar ağlayarak kendilerine zulmediyorlar. Ağlamaları ölüye bir fayda ve zarar vermez. Ağlayarak kendilerini perişan ediyorlar.” Evet, hadiste anlatılmak istenen bu. Bakın hadis farklı yorumlanıyor. Şu halde düşünebilir misiniz ki sizler onlardan kâmil bir imana ve daha kuvvetli bir zekâya, müthiş idraka sahipsiniz, sahabinin anlayamadığı bir şeyi siz daha iyi anlayabilirsiniz? Sahabiden üstünlük iddia edebilir misiniz?

Bediüzzaman Hazretleri buyuruyor ki sahabiden sonra insanların en efdali Veysel Karani’dir. Veysel Karani gibi bir zat en son müslüman olan Hz. Vahşi’nin burnundaki kıl kadar etmedi. Çünkü sahabi Vahşi, Peygamberin rahle-i tedrisinde, sohbetinde -velev ki bir saat olsun- bulundu. Dinini O’ndan talim etti.


Bu bizim imanımız, inancımız. Sahabiyi kabul edişimiz bu… Öyleyse bunların üstünde hiçbir konuda ihtilaf edemeyiz. Cenâbı Hak, Resûlullah’a düşündüklerini, yapacaklarını, fikirlerini, niyetlerini ashabın ile istişare et, konuş, danış diyor. İstişarenin olduğu yerde, farklı düşüncelerin her biri o dönemde içtihad. Tefsirlere baktığımızda bazı ayetlerin önünde “Refakatü’l-Ömerî” yazar. Hz. Ömer’in arzusu, ittifakı ile nazil olmuş ayeti kerime. Resûlullah bir fikirde bulunuyor. Şu şöyle olsun, şu böyle olsun derken, istişare esnasında Cenâbı Hak ayet gönderiyor, Ömer’in fikrini teyid eder manada… Bu Ömer’in (ra) içtihadıdır.

Basit bir misal daha…
Bedir Muharebesi’nde çadır kurulacak. Resûlullah; “Çadırı şuraya mı, yoksa buraya mı kurduralım?” diyor ve çadırı bir yere kurduruyor. Sahabinin birisi geliyor ve diyor ki,
-Ya Resûlallah, bu çadırı vahiy ile mi kurdun? Cenâbı Allah mı bildirdi? O,
-Hayır, Ben böyle uygun gördüm, buyuruyor. Ashab,
-Öyleyse, ya Resûlallah, bu harp şekline uygun değildir. Bence her an imha edilebiliriz. Çadırı buradan söküp, filan yere kuracağız, diyor. Resûlullah (sav),
-Şu sahabi doğru söylüyor, diyor ve çadırı söktürüp o sahabinin dediği yere kurduruyor.

Bu bir içtihattır. Bakın Peygamber, Allah ile konuşan bir insan. Allah’a soralım demiyor ve bir insanın sözünü yerine getiriyor. Bu içtihada değer veriyor.

Selmân-ı Fârisî, Hendek Muharebesi’nde, “Şehrin etrafına hendek kazalım.” diyor. Hâşâ Resûlullah aciz mi? Resûlullah, onun fikriyle hendek kazıyor. Bu da bir içtihattır.

Habeşistan’a ilk hicret eden sahabilere soruyor Resûlullah; “Siz orada insanlara ne ile muamele edeceksiniz?” Cevap; “Allah’ın kitabıyla ya Resûlallah! Kitapta bulamadığımız zaman Sizin sünnetinize müracaat edeceğiz. Sünnette bulamadığımız meselede yakın arkadaşlarımızla aklımızı kullanacağız.” Allah’ın Resûlü “Siz güzel yaparsınız.” diyor. İşte bu içtihada açık bir kapıdır. Resûlullah zamanında da içtihad vardı ve içtihad yapılmıştır.

Sahabi zamanında mezhep mi vardı, müçtehid mi vardı diyen kişi, belli ki sahabi zamanını incelememiştir. Sadece kara balta reddiyeyi vazife edindiği için reddediyor… İnceleyeceğiz.

Efendim o zaman tarikat mı vardı? Vardı tabi. Resûlullah’ın bir takva hayatı vardı. Kur’ân bunlardan ebrar, mukarreb diye bahsediyordu. Seçilmiş insanlar vardı. Zikirle ciğerleri yanan bir Ebû Bekir vardı. Hayâ timsali bir Hz. Osman vardı. Velayet sahibi bir Hz. Ali vardı. Tasavvufun öngördüğü şeyler kelime olarak belki yoktu. Ama o gün zühd diye, ihsan makamı, tezkiye, tahliye, ebrar… diye bir şey vardı. Bunun için diyorum ki sahabiyi iyi tanıyın gençler.

Gençler… Zaman zaman tıkandıkları yerlerde bazı şeyler ortaya atıyorlar. İşte bu bid’at konusuna çok takılıyorlar. Hâlbuki bid’at konusuna takıldıkları kadar sünnet konusuna takılsalar kâmil olacaklar. Dillerini hep bid’at diye alıştırmışlar. Sünnet demeye alıştırmamışlar. Sünnet deyin sünnet. Sünnet sevginin, muhabbetin, kardeşliğin sebebi.

Gençler!
Kandırılıyoruz… 1923’te bütün âlimler asıldı, bu memlekette âlim kalmadı. Öyleyse ilim adına ne dersek kabul ettiririz, diye düşünüyorlar. Hayır, bu böyle değil. İlim varsa, ilim Allah’ın (cc) sıfatıdır ki kıyamete kadar da vardır, bu ilmin müminleri de vardır. Allah bunları eksik etmeyecek. Âlim de var arkadaşlar. Oturup bu işe hayatını vakfedip, sünnetleri, bid’atları tetkik eden âlimler var. Bizler onların araştırmalarına muhtacız. İşte Batı, bizi bu insanlardan koparmak için elinden ne geliyorsa yapıyor. Müşahhas kimliklerden koptuğumuz anda bocalıyoruz. Fikir perişanlığına düşüyoruz. Bir müddet fikrimizi savunuyor ve yoruluyoruz. Çünkü aslı yok. Yorgun savaşçı oluyoruz. Ondan sonra her şeye saldırıyoruz.

Biz ehlisünnetiz… Ehlisünnet içinde Hanifîyiz, Malikîyiz, Şafîyiz, Hanbelîyiz. Güzel ama bunları reddetmek için İmamı Âzam gibi Kur’ân’ı anlamak ve müthiş zekâ sahibi olmak; İmam Malik gibi fıkıhçı olmak, İmam Hanbel gibi kâmil bir veli, kutb-i âzam olmak lazım. Mezheplerin üstüne çıkmak için, ben de Kur’ân’la sünnetle amel edebilirim, diyebilmek için bu vasıflara haiz olman lazım. Eğer böyle bir kemâlâtın yoksa tâbi olmak zorundasın…

Toparlayacak olursak, genç kardeşlerim birer çekirdektir. Bu gençliği, samimi Müslümanlar gönül seralarında yetiştirmeye çalışmışlar. Bu meselenin çilesini çekenler var. Aman bir don vurmasın, ecnebi fikirler istila etmesin, ahlâksızlık girmesin, kâmil Müslüman olarak yetişsinler diye sizi himaye etmeye çalışanlar var. Size her şeyin en güzelini vermeye çalışanlar var. Bir tarafta sizin ekininizi bozmaya, mahsulünüzü talan etmeye çalışanlar var. Gerek müsbet gibi görünen akımlar, gerek menfi akımlar… İnşaallah bunların hiçbirine kapılmayacağız…

Resûlullah’ın (sav) bize bıraktığı Kur’ân ve sünnete sarılıp bu iki emaneti de elden ele bize getiren bir silsile var. Emanetleri bu silsileden alacağız.

Birinci derecede Resûl’ün ashabı…

İkincisi; ehlibeyt ki Nuh’un gemisi gibidir. Küfür zamanında bu gemiye binen halas olur.

Üçüncüsü; ümmetimin evliyası, hizmet yolu ile İsrail kavminin peygamberi gibidir.

Dördüncüsü; âlimler, nebilerin varisleridir.

Beşincisi; Müslüman Müslümanın kardeşidir.

Rabıta oluşturup emanetleri muhafaza edip, bizden sonraki nesle de kâmilen teslim etmiş olacağız inşaallah… Cenâbı Hak asrımızın her türlü menfi cereyanlarından, sapık ideolojilerinden bizleri muhafaza eylesin. Bizleri, bilgili, hamiyetperver, ahlâklı, vatansever, Müslümanlara karşı şefkatli, merhametli kılsın inşaallah.

Cenâbı Hak hepinizden razı olsun. Âmin…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort