JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAH’IN VAADİ NİÇİN TAHAKKUK ETMİYOR -1

Değerli Müslümanlar!
Eskiden memleketimizde sağcılarla solcular çarpışıyorlardı. Halkın zihninde de genelde sağcı, Müslümanlar dindar kesim; solcular da imansız kesim olarak yer alırdı. Bir başka İslâm ülkesine baktığımızda, mesele tamamen farklı bir şekilde karşımıza çıkıyordu. O dönemlerde Lübnan’da solcu Müslümanlarla, sağcı Hıristiyanlar çarpışıyordu. Bunlar geçmişte kaldı.

Mücadele yine devam etti. Fakat isim değiştirdi.

Memleketimizde Sünni-Alevi mücadelesi, Türk-Kürt mücadelesi yani ırk mücadelesi başlatıldı. Bunu da bütün dünyaya yaygınlaştırmaya çalıştılar. Araplar da “En iyi Arap, en kötü Arap” mücadelesini diğer ülkelere ithal etmeye çalıştılar. Arapları da birbirine düşürdüler. Dünyada oynanan bütün oyunların senaristleri aynı insanlar. Komedyenler zaman zaman farklılaşıyor.

Memleketimizde bir üçüncü cephe açmaya uğraşıyorlar. Sünni-Alevi, Türk-Kürt, Dinci-Köktendinci Müslümanlar… Bununla bütün grupları birbirine düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunlar böyle yapadursun Cenâbı Hak: “Onların bu hileleri, tuzakları, desiseleri varsa, Cenâbı Hakk’ın nusreti, kudreti, saltanatı daima onların hileleri üzerindedir. Cenâbı Hakkın gücü, onların hilelerini boşa çıkarmaya kadirdir.” (el-Âl-i İmrân: 2/54) buyuruyor.

Peki, bunca çile ne için?

Allah (cc) Kur’ân’ın birçok ayetinde: “İnnallahe mea’l-mu’minîn, mea’s-sabirîn, mea’l-muhsinîn, mea’l-muttakîn…” diyor. Allah mü’minlerle,  sabirinlerle, muhsinlerle, muttakilerle beraberdir. Amenna… Dünyada elli beş İslâm ülkesi var. Bunların ekser çoğunluğu Müslümandır. Kiminin kısmi idareleri İslâm, halkları Müslüman. Peki, mü’min, muhsin, muttaki; Allah’a yakın, Allah’tan korkan, ebrar insanlar yok mu bu memleketlerde? Bizler Türkiye’de yaşadığımız için özellikle Türkiye’nin meselelerini konuşacağız. “Eve lazım olan, camiye haramdır.” demişler. Biz uzaklara gitmeyeceğiz.

Evet, meseleler müşterek. Ama Rabbim bir sınırlama getiriyor. “Kendinizi ve ailenizi yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyunuz.” (et-Tahrim: 66/6) Hizmeti kendi içimizden, kendi bünyemizden başlatıp daha sonra sınırları aşmak suretiyle dünyaya ulaşmayı hedefleyeceğiz. Kendi bünyemizdeki meselelerimizi halletmeden, dünyaya ulaşmak, bu bizim için çok güç olur.

Muhterem Müslümanlar!

Türkiye’de muttaki insanlar yok mu? Var elhamdulillah. Belki de teheccüdlerini bile kazaya bırakmamış insanlarımız mevcut. Sürekli Cenâbı Hakk’ın zikri, şükrü; Hakk’ı tefekkür ile meşgul. Esma-i ilâhînin tecellilerine vasi olmuş insanlar var. Binlerce sûfimiz, murşidimiz, sabirîn olan insanımız var. Bu memlekette sistem tarafından ezilmiş, çileye mahkûm edilmiş belki de bu ana kadar rahat bir nefes alamamış ama sabırdan başka çaresi olmayan, Cenâbı Hakk’ın müjdesine itimat etmiş, “İnnallâhe mea’s-sabirîn” fehvasından bir medet uman insanlar var. Muhsin, infak eden, ihsan eden, ikram eden insanlar var. İşte böyle münevver müesseseleri oluşturan sizler gibi on binlerce insan var.
Peki, niçin Allah’ın vaadi tahakkuk etmiyor?

Niçin Allah bu insanlarla değil? Ezilen, dışlanan, kanı akan, hesaba çekilen mü’minler, mü’minler, mü’minler… Niçin bu mü’minlerin çilesi dolmuyor? Niçin mü’minler bu saldırılara reva görülüyor? Ne zaman Türkiye’deki Müslümanlar korkusuzca, illa bir etiket alması şart olmadan bir araya gelecek? Hiçbir kimliğin altına girmeden, sırf Rabbi’nin rızası için ne zaman bir araya gelecekler? “Allah’dan lutuf ve rıza isterler.” (el-Fetih: 48/29)

Cihad Müslümana farz, kıbleyi belirleyen başkaları; abdest Müslümana farz, suyu getiren başkaları… Yüzümüz kalmadı her yönüyle, af buyurun, kendilerine gebe bırakmışlar…

Muhteremler!

Kainatın Efendisi, Veda Haccı’nda Kusva adlı devesinin üstünde yüz bine yakın sahabiye, gökteki yıldız gibi olan insanlara sesleniyordu: “Size iki şey bırakıyorum: ‘Kitabullah ve sünnet-i Resûlullah.’ Bu ikisine sarıldığınız müddetçe sizi hiçbir güç, hiçbir komplo, hiçbir top sindiremeyecektir.” diyor ve sahabiye soruyordu: “Ben Allah’ın Bana indirdiklerini, vahyettiklerini, bu dini hakkı ile size tebliğ ettim mi?”

Ashab-ı kiram hep bir ağızdan: “Sen en mükemmel bir şekilde görevini yerine getirdin. Sen hakkı, bütün ayrıntıları ile bize tebliğ ettin, tevhid akidesini bina ettin. Binayı tamamladın.” diye cevap veriyorlar. Yani “Biz bu emaneti üstlendik, gönlün müsterih olsun, kalbin rahat olsun, Sen’den sonra biz bu dini en mükemmel bir şekilde devam ettireceğiz” diye sahabi söz veriyordu. Resûlullah (sav) şahadet parmağını kaldırararak: “Ya Rabbi ashab ile yaptığım bu sözleşmeye şahit ol!” diye Allah’ı şahid gösteriyordu.

Efendiler!
Bizler belki ceseden orada değildik. Biz sahabi misali “Semi’na”, O’ndan işittik diyoruz. Kendilerinden asla yalan sadır olmayan sahabinin verdiği sahih habere iman ettik. “Evet, böyle olmuştur.” diye, hatta yemin bile edebiliriz, Elhamdulillah… Bizim tasdikimiz, o gün sahabiye yüklenen emaneti kabulümüzdür. “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah” diyenlerdeniz, bu sözle buna söz verdik. “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi…” (el-Ahzab: 33/72) Resûlullah’a söz verdik, emaneti yüklendik ama Allah niçin bizimle beraber değil?

Allah bunun cevabını yine kendisi veriyor.

“…Çünkü o çok zalim ve çok cahildir.” (el-Ahzab: 33/72)

O söz veren, o dinlerini hiçbir şey ile değişmeyecek, “Velel-âhiratu hayrun leke mine-l-ûlâ” Ahiretin daha hayırlı olduğuna iman eden kimseler zalim ve cahillerden olurlar. “Hocam biz mazlumuz; zalim ve cahil değiliz.” diyebilir miyiz? Acaba biz mazlum muyuz? Mazlumiyete, zulümlere rıza göstermekle korkarım ki zalimiz. Resûlullah (sav), “Hiçbir şey elinizden gelmezse, bir avuç toprak serpiniz.” buyuruyor. Belki bunu yapmamakla zalim ve cahillerden olduk. İşte bu yüzden Rabbimiz zalim ve cahillerle beraber değil.

Ben şahısları kastetmiyorum. Toplum olarak büyük zulmetin, zilletin, cehaletin içindeyiz. Kusura bakmayın. Belki de Oltu’nun en münevver insanları sizlersiniz… Ama misafir geldiği zaman bir araya geliyorsunuz. Bunun haricinde bir araya gelmiyorsunuz, bu zulümdür. Müslümanların birbirinden uzak durması zulümdür. “Birlik olduğunuz zaman rahmet, bereket var; ayrı durduğunuz zaman zulüm var, azap var, meşakkat var.”

Mezhebiniz ne olursa olsun; Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî olabilirsiniz. Meşrebiniz ne olursa olsun; Kadirî, Nakşî, Rufaî, Mevlevî, Şazelî olabilirsiniz. Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedince… Ehli zikir, ehli fikir olabiliriniz. Bunlar asgari ihtilaflardır, güzel ihtilaflardır. Bunlar birbirlerini tamamlayan ihtilaflardır. Bunun kavgasını yapmayınız.

Hüsnü kabulumüz var. Dört mezheb ehli sünnet vel cemaatle olur. Ve hepsi haktır diyorum. Meşrepler de böyle Peygamberlerin dahi “nefsî nefsî” diyeceği bir günde bütün ümmütlerin enbiyasıyla beraber “Livâ-yi Hamd’e” seyirttiği bir günde, bütün insanlar birbirinden bir medet araken, Nakşibendiyiz misal… O mahkeme-i Kübra’da Abdulkadir Geylânî başını secdeye koymuş ümmet için Cenâbı  Hakk’a yalvarıyor: “Ya Rab! Muhammed ümmetini halas eyle. İşte bu bir yardım, çünkü biz ümmeti Muhammediz. Acaba orada “Hayır ya Rabbi! Bu duaya ‘amin’ demiyorum, bu Nakşibendidir.” diyebilir miyiz? Aynı şeyi Kadirî için de düşünün, bakın ihtilaflar rahmettir, bizim kurtuluşumuzun vesilesidir.

Söylerken “On iki tarikat haktır.” diyoruz. Farz ve sünnete muvafık olanlar tabi. Lakin ne hikmetse meşrebimizden farklı bir meşrebte bir insan gördüğümüzde aynı hüsnü kabulümüzü gösteremiyoruz. Hani Nakşilik haktı, hani kadirilik haktı? Bir nakşi kadiriyi gördü mü “Sizin yolunuz dere, bizimki nehir gibi, gel bize katıl.” diyor. Halbuki ikisi de denize gidiyor, neden ihtilaf çıkarıyorsun öyleyse. “Efendim, onların üstadı yok!” Peki onların atama memuru sen misin? var yok biliyorsun. Eğer o insanda İslâm’a muhalif bir şey görüyorsan ikaz et, tebliğ senin görevin. Silgiyi bırak kalemi eline al. Silme, yaz. Yaz ki adet çoğalsın. Çünkü Peygamber: “Sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” diyor.

“Hesap günü gelmeden kendinizi muhasebe edin”(Hadisi Şerif)

Resûlullah yahudilere, hristiyanlara ve putperestlere karşı, bizimle iftihar edecek. Şöyle bir bakalım “Lâ ilâhe illallah” sözünden başka onlardan farkımız ne? Fikir olarak, muamele olarak, icraat olarak, yahudilerden, siyonistlerden, kapitalistlerden, hristiyanlardan farkımızın ne olduğunu ortaya koyun diyor. “Gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer (gerçekten) inanmış iseniz en üstün olan sizlersiniz.” (el-Âl-i İmrân: 2/139)

İnanıyorsanız, mü’minseniz, inancınızı yaşıyorsanız üstünsünüz. Yoksa Hz. Ömer’in buyurduğu gibi; “İnandığınızı yaşamıyorsanız, yaşadığınıza inanırsınız.”

Siz sizdekini değiştirmedikçe Mevla sizi değiştirmeyecektir. Yani zulum üzere olan bir topluluk hidayeti arzu etmedikçe, sa’yu gayret göstermedikçe Allah onlara hidayeti nasip etmeyecektir. İbrahim Hakkı Hazretleri de böyle buyuruyor:

Hak’tan olacak işler,
Boştur ğâm ü teşvişler
Hak bildiğini işler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.

Hele o topluluk zalim ise “Allah dinine yardım etmeyenlere hidayet etmeyecektir” Allah galiptir ve intikam sahibidir. Üstelik intikam alacaktır. Onun için çok yalvardım ki inşaallah bu hadiseler intikam olmasın. İmtihan olsun bunlar, imtihanını neticesinde mükafat var. İntikamın neticesinde ise azab var, korku var, gazap var…

İnşaallah bunlar imtihan olsun… İmtihan neticesinde Cenâbı Hak buyuruyor; “Vebeşşiri’s-sâbirin-O zaman sabredenleri müjdele”. Bunun için dua edelim mü’minler.

Demek ki Bizler tam manasıyla mustaz’af değiliz. Mazlum değiliz. Zulümde bizim de payımız var, cehilde bizimde payımız var. Çünkü emaneti yüklendik, vazgeçemeyiz. Vazgeçelim diyelim bunu da yapamayız. Bizde bir misal vardır:

-Baba bir hırsız tuttum.
-Al getir.
-Gelmiyor.
-Bırak gel.
-Bırakmıyor.

İslâm bizim kanımıza, damarımıza iliğimize işlemiş. Bin sene bu millet Müslüman yaşadı. Bunun için bizi sıkıştırıyorlar. Yüz senedir kademe kademe dozu artırıyorlar. Çaresiz kaldıkları yerde Müslümanlarla görüşmeye gidiyorlar. İnşaallah o Müslümanlar onlara layık oldukları cevabı vermişlerdir.

Efendiler! İlk insan ve ilk Müslüman Hz. Âdem’dir (as). Hz. Âdem’den bugüne insanlar üç sınıfta toplanmışlardır: Birincisi Mü’minler. Kainatın en şerefli varlığıdırlar. Cenâbı Hak’ın muhatabıdırlar. Müjdelenmişlerdir. Yer yüzünde hak namına icraat yapmaya memurdurlar. İkincisi bunların tam zıddı, karşıtı alan kafirlerdirler. Her şey zıddıyla bilinir. Allah müstesna, gece ile gündüz, zulum ile nur , tatlı ile acı, mü’min ile kafir. Üçüncüsu bunların ortasındaki münafıklardır. Münafık, Kur’ân diliyle kafirden eşeddir. Hatta onlardan daha aşağı tabakadadırlar. Ama görünüşte Müslümanlarla beraberdirler. Onlara “Fesat çıkarmayın” dendiğinde, onlar: “Biz fesat çıkaran değiliz, biz ıslah etmek için varız.” derler. Gün gelir ezana, bayrağa, Kur’ân’a sığınırlar. Mukaddesatçı kesilirler. Bunlar dost görünen akılsızlardır. Bunlar akıllı düşman bile değillerdir.

Hz. Mevlana Mesnevisi’nde şöyle der: “Ne yılansın ne balık, ya yılan ol ya balık!” Çaresizdir bunlar. Bunlar yüz seneden beri iş başındadırlar. Yoruldular bunlar, izine ayırmak lazımdır.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın...

Not: Bu makale, Hâce Hazretleri’nin (ksa) 1995 yılında, Oltu’dan Selam Dergisi’nde yayınlanan sohbetinden alınmıştır...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort