JoomlaLock.com All4Share.net

GELİN BAYRAMA BAYRAMA

Dergimizin bu ayki konusu olan “Ramazan ve Bayram” mevzuunu işlemek diğer dosya konularını ele almak kadar kolay olmayacak kanaatindeyiz. Çünkü içerisinde bulunduğumuz ay münasebeti ile televizyondan, radyodan, kürsülerden, internetten, kitaplardan mesele ile ilgili bir sürü şey duymakta, görmekte ve okumaktayız ki bu cihetiyle bir bilgi yoğunluğu etrafımızı sarmış vaziyette. Dinini doğru bilgi ile aslına uygun yaşamaya çalışan Müslümanlar, bu kadar yoğunluktan işe yarayanı ve yaramayanı ayırmak zorunda. İşte bu doğru bilgi ve gerekli istikametin elde edilmesine yönelik faaliyet gösteren dergimizin bir ferdi olarak biz de, bu amacın bizlere yüklediği sorumlulukla çalışmaya ve bu meseleyi de aslına uygun mütâlaa gayret edeceğiz. Rabbim bizlere tevfîki ile nusret buyursun!..

Evvelâ şunu belirtmek gerekir ki oruç ibadeti sair tâatlerden daha farklı değerlendirilmeli. Bize göre bunun nedeni şudur ki; oruç diğer ibadetler kadar zorlanılmayan, boşlanılmayan bir konumda. Yani bu ibadet namazdan, diğer emr-i İlâhî’den daha fazla rağbet görmekte. Böyle olmasında senenin belirli bir döneminde yerine getirilmesi gibi sebepler var lakin içi boşaltılmış, mesele Allah’ın emri olmasının, Kitâbî oluşunun ötesinde âdeta örfî bir gereklilik olarak görülmeye başlanılmış. Böyle olunca da zaten orucun muhtevası ve hakikati tam manasıyla kavranamamış, üzülerek ifade etmek gerekir ki birçoğumuz yanımıza “gece uykusuzluk, gündüz açlık” kalabileceği korkusunu çoktan geride bırakmışız. Oruçla bize verilmek isteneni, oruçla kıymetlenen Ramazan’ın içerisinde âdetâ insanlığa armağan edilen Kur’ân’ı, ve neticesinde idrak edilecek “ıydü’l- fıtr”ı bilmeden ağzımızı yemeye içmeye kapatıvermişiz maalesef. Zaten bayrama da şeker bayramı gibi aslı astarı olmayan yakıştırmalar yapmak, hakikatte yaşanması gerek bayramın ne olduğunu bilmediğimize en büyük delil oldu. Otuz günün sonunda istediğimiz vakitte yiyip içmenin verdiği rahatlıkla mide fesadı geçirme ile sonuçlanan bir serüven (!) haline dönüşüverdi Ramazan.

Hadisi şerifte; “Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği andaki sevinci, diğeri Rabbi’ne kavuştuğu andaki sevinci.” (Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163 1151) buyurmaktadır. Bu sevinçlerin birincisine, iftarın neşesine ulaşmak, sevdiklerinle aynı sofranın başında âdetâ Cenabı Hakk’ın bize vereceği izni beklemek için oruçlu olmak şart. Oruç tutmayıp bir vesile ile herhangi bir iftar sofrasında bulunan kimse o hazzı tadamaz, o heyecanı duyamaz. Bunun böyle olduğunu hemen hepimiz biliyoruz. Lakin o ikinci sevinci duymanın da belli kaideleri ve yerine getirilmesi gereken vazifeleri var. İşte bu kavâidin cümlesi de inzali ile Ramazan’ın ve tüm insanlığın şereflenmesine vesile olan Kur’ân-ı Kerim’de mevcuttur. Ayeti kerimede; “Ramazan ayı öyle bir aydır ki, Kur’ân onda indirilmiştir.”1 buyrulmaktadır. Burada Arapça belağat ilmine göre “öyle bir aydır ki” diye tercüme edilen “ellezi” ism-i mevsul kelimesi Ramazan ayının şerefini Kur’ân’ın inişine bağlamaktadır.2 Yani oruç tutarak geçirdiğimiz Ramazan ayı Kur’ânla şereflenmiştir. Hazreti Ali efendimizden rivayet edilen bir hadisi şerifte de Efendimiz; “Kur’ân Allah’tan başka her şeyden daha faziletlidir.” (Tirmizî) buyurmuşlardır. Bunun içindir ki insanın “emrolunduğu gibi dosdoğru olup”3 Kur’ân merkezli bir hayat sürmesi, istikametini doğru belirleyebilmesi için hem şahsiyetiyle hem de risaleti ile ona en büyük müfessir olan Hazreti Peygamber’e ittiba etmesi farz-ı ayndır.

Cenabı Hakk’a kavuşmak, O’nun rızasına erişip cennette Cemâli ile müşerref olmak ancak mü’minlerin nâil olacağı bir nimet-i uzmâdır. Çünkü ayeti kerimelerde Rabbimiz; güzel âkıbetin takva sahiplerine ait olacağını4, insanların önce Allah’ın kulları arasına, sonra cennete gireceğini5; günahkârların da içlerinde ebedî kalacağı cehennemin varlığını6  bizlere bildirmiştir. Efendimiz (sav) hadisi şeriflerinde “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşr olunursunuz.” buyurmuşlardır.

Hâce Hazretleri ölmeyi yok olmak değil bilakis olmak şeklinde tarif buyururlar ve bu oluşun da mü’minin hayatında ancak iki hususa dikkatle meydana geleceğini bizlere bildirirler. Bunlardan birincisi vahiydir. Vahyi biz Allah’ın Kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Hazreti Peygamber’in sünneti olarak anlıyoruz. Çünkü O (sav) “İn huve illâ vahyunyûhâ-O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.”7 fehvasından da anlaşıldığı gibi hiçbir şeyi kendi hevâsından söylememiştir/yapmamıştır. İkincisi ise büyüklerimizin, sâdâtı kiram efendilerimizin tecrübeleri, dolayısıyla hayatlarıyla bize aktardıkları her şeydir. İnsan bu iki düstura göre hayatını yaşamaya azmettiğinde hem pak İslam şeriatına, hem Efendimiz’in sünnetine mutabaat etmiş, hem de kâmil insanlarla madden/manen hemhâl olması sayesinde imanlarını onların imanlarına önce taklid sonra tahkik kanalıyla benzetmiş olur. Bunun gerekliliği ve önemi hususunda Efendimiz; “Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık yaptığına baksın.” (Ebû Dâvud, Tirmizî) buyurmuşlardır.

Bu ay Kur’ân’ın yaşanmasına vesile olmalıdır. Onu yaşamak ancak ehlinden talimi ve hakikatine uygun olarak anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Evlerimizin en güzel yerlerinde, ulaşılması zor yüksek askılarda -Allah muhafaza- yıllarca el sürmeden bekletmekle değil. Üstelik açıp okunsa bile ilk ayetinden son ayetine kadar okuyan insan, gücünün yettikleriyle amele gayret etmiyorsa neticede bundan gerçek manada bir istifadesi de mümkün olmamakta. Bu bağlamda büyük şair Mehmed Âkif, Kur’ân karşısındaki duruşumuzu ve Kitab’ı kullanış amaçlarımızı bakın nasıl tasvir etmiş:

İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde
Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kuran’ın
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın
Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için

Hâlbuki Allahü Teâlâ; “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan Kitab’ta bulunmasın.”8 buyurmaktadır. Bizim dünyevi ve uhrevi bütün ihtiyaçlarımız onda mevcuttur elhamdülillah. Allah’la konuşmak dahi Kur’ânla’dır. Efendimiz; “Her kim Rabbiyle konuşmak isterse Kur’ân okusun.”(Kenzü’l-Ummal). Bununla beraber O’nun (cc) Habîb-i Edîbi’ni (sav) tanıyıp O’na yanındaki duruşumuzu belirlememeyi; inanan inanmayan bütün insanlara karşı davranışlarımızın nasıl olacağını; hayvanata ve nebatata nasıl muamele etmemiz gerektiğini de Kur’ân-ı Hakim’den öğreniriz.

İşte bu ay mukabelelerle, hatimlerle meşguliyetimizi artırdığımız ve diğer aylarda da bu ülfet, ünsiyetimizin devam etmesi için bu mevsimin başlangıç olmasını tüm kalbimizle Cenabı Hak’tan temenni ettiğimiz Kurân-ı Kerim ancak onunla tev’em (ikiz) olan insanı kâmil ile layık-ı vechiyle anlaşılır. Biraz önce değindiğimiz muamelât da en mücessem şekliyle insanı kâmilde görülür. Ona ittiba edebilen ve Hz. Mevlânâ’nın; “Hamdım, piştim, yandım!” diye özetlediği bu kutlu yolculukta günbegün âdem oluşun hakikatini hazmedebilenlere ne mutlu. Bu kemâl penceresinden âlemi seyredebilenlere âdeta her gün bayram olmuştur. “Acaba Allah bugün bizi hangi işinde kullanacak?” sorusuyla uyandıkları her yeni güne “Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil!” anlayışıyla devam etmiş, neticesinde ise affa mazhar olup hidayet nurlarıyla bezenerek beratlarını almış ve hakiki bayramlara ermiştir. Ne güzel özetlemiş büyüklerimiz:

Allah bizi affeylese
Günahlara rahmeylese
Cümlemize berat verse
Gelin bayrama bayrama
Hâce Hazretleri (ks)

1- El-Bakara; 185     
2- Prof. Dr. Osman Eskicioğlu
3- El-Hûd; 112         
4- El-Kasas; 83
5- El-Fecr; 28-29      
6- El-TâHâ; 74
7- En-Necm; 4          
8- El-En’âm; 59

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort