JoomlaLock.com All4Share.net

ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR

 

Sensin ol bahr-i hakem dalgalanır leyl ü nehar
Fezyalır medrese-i dâhil ü sâhil Hamdi

Sen idin Sa’d-i zaman İbn-i Kemal-i devran
Gösterilsin sana ger varsa mümâsil Hamdi

Seni görseydi Gazâlî der idi bî şüphe
Aferin ey müteferrid mütekemmil Hamdi


Başlığı okuyan hemen herkesin aklına elbette ki Hamdi Efendi’nin şüphesiz en büyük eseri olan “Hak Dîni Kur’ân Dili” adlı, bugün dahi sahasında itibarını ve geçerliliğini koruyan muazzam tefsiri gelmiştir. Allah’ımıza hamdolsun ki inanlar tarafından hem bu güzel çalışma hem de müellifi merhum Hamdi Efendi ve onun gibi bu din-i mübine hizmetle şereflenenler unutulmamış ve el-an hayırla yad edilmektedir.

Numan Efendi ve Fatma Hanım’ın oğulları olan Elmalılı Hamdi Yazır, 1878 yılında Antalya’nın Elmalı kazansında dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini doğduğu muhitte tamamladı. Hafızlığını tamamlayıp babasından ve yöredeki müderrislerden bir tanesi olan sofu İbrahim Efendi’den temel İslami bilgileri öğrendi. Bu eğitimini daha ileri derecelere taşımak arzusuyla genç yaşta dayısı ile birlikte İstanbul’a geldi. Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’nin Bayezid Camii’ndeki derslerine devam etmeye başladı ve hocası Hamdi Efendi’den icâzetname[=diploma-izin] alarak mezun oldu.

Daha sonra Mekteb-i Nuvvâb’a devam etti. Buradan da birincilikle mezun olup kadılık belgesi aldı. İstanbul’a gelişinin üzerinden henüz on sene geçmesine rağmen ilk ders aldığı Bayezid Camii’nde 1905’te ders vermeye başladı. Ancak bunlarla da yetinmemiş ve bir taraftan o zamanın, sahalarında uzman olan isimlerinden felsefe, edebiyat, matematik dersleri alırken diğer taraftan da güzel sanatla ilgilenmiş, en ünlü hattatlardan dersler almıştır. Yani kendisini tam bir İslam münevveri olarak yetiştirmiş, imkânları el verdiği ölçüde istifade edebileceği her şeyle meşgul olmuştur.

Devlet kademesinde de çeşitli vazifelerde bulunmuştur. 1906’da Meşîhat (şeyhülislamlık) Mektûbî Kalemi’nde memurluğa tayin edilmiş, aynı zamanda o zamanın siyasal bilgiler fakültesinde vakıflar hukuku, vaizlerin yetiştirildiği medresede fıkıh ve Süleymaniye Medresesi’nde de mantık dersleri okutmuştur.

O devrin şartları gereği, eskilerin tabiriyle, mürekkep yalamış, gerek aldığı eğitimle gerek kendi gayretiyle belli bir seviyeye gelmiş herkes hangi çevreden olursa olsun birden fazla sahada iskân edilmekte nerede bulunması gerekiyorsa o alanda çalışmaktaydı. Hamdi Efendi’de çeşitli devlet memurlukları, müderrislik gibi vazifelerden sonra II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan Meclis-i Mesbûsân’a Antalya mebusu olarak girdi. 1918 yılında Darü’l-Hikmeti’lİslamiyye (Şeyhülislamlığa bağlı Yüksek Müşavere Heyeti) azalığına bir yıl sonrada bu kurumun başkanlığına getirildi. Damat Ferit Paşa’nın kurduğu iki hükümette de Vakıflar Bakanlığı (Evkaf Nazırlığı)’nı üstlendi. Aynı yıl Ayan Meclisi üyeliğine seçildi.

Arapça ile Farsçaya şiir yazabilecek kadar vâkıf olan Hamdi Efendi, yazılarını sadece Türkçe yazmıştır. Bunun yanında bir felsefe tarihi tercümesi yapacak kadar da Fransızca bildiği ve çevirdiği bu eseri "El-metâlib ve'l-mezâhib" adıyla yayımladığı bilinmektedir. Yapmış olduğu bu çeviriden de anlaşılacağı gibi felsefe bilimi ile de yakından ilgilenmiştir. Filozofların salt akıl yolu ile ulaşacakları bilginin tam manasıyla sıhhatli olamayacağını savunmuş ve hakiki doğrunun ancak akıl ile imanın birleşmesiyle ortaya çıkacağını savunmuştur. Çünkü bizim inancımıza göre akıl tek başına kınından çıkarılmış bir kılıç gibidir. Eğer neresinden tutacağınızı bilmezseniz önce kendinize zarar verirsiniz. Onu doğru yani istenilen şekliyle kullanma şuuruna da ancak imanla müşerref bir kalb vakıf olabilir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra tekrar asıl mesleğine dönmüş, eğitimci kişiliğine yeniden kavuşmuştur. Medresetü’l-Mutahassisîn denilen kurumda yani şimdiki tabirle lisansüstü eğitim veren bir okulda mantık ders vermeye başladı. Lakin bu seferde talihsiz bir hadise peşini bırakmaz. Damat Ferit Paşa kabinesinde görev yaptığı için bu hükümetin milli mücadele aleyhindeki eylemlerinden o da sorumlu tutuldu. Gıyabında bir de idam kararı çıkarıldı. Ankara’daki İstiklal Mahkemelerince suçsuzluğu tespit edilerek aklandı.

Bu olaydan sonra evinde adeta inzivaya çekilen Hamdi Yazır, Abbas Halim Paşa’nın ricası üzerine Büyük İslam Hukuku Kamusu adlı bir eser üzerinde çalışmakta ve vakit namazları için camiye gidip gelmektedir. Diyanet İşleri Bakanlığı kendisinden bir tefsir yazmasını rica edince bu çalışmasını yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.

Eser üzerinde çalışırken bir de Diyanet İşleri’nce Mehmed Âkif’e verilen ancak Âkif’in çeşitli kaygılarla teslim etmediği meal çalışması da merhuma kalmıştır. “Bu durumda Elmalılı Hamdi Bey’e eserine bir de tercüme ilavesi gerekmiştir. Bu işin hazrete kadar büyük bir zahmet verdiğini hem tercümeden hemde mukaddimesinin ‘Terceme’ başlıklı bölümünden anlamak zor değil. Ancak eserin ilk ciltlerindeki teferruat, vü’at [=genişlik], mütebahhirliğin [=deniz gibi geniş ve engin olan] ortalara doğru nasıl kaybolduğu fark ediliyor. Sanki bir zaman sonra Hoca’ya, kaldıramayacağı bir yük olmuş gibidir.” Her şeye rağmen 1936’da başlayıp iki yıl gibi kısa bir sürede bitirilen bu değerli çalışma günümüz bilim adamlarınca da hâlâ kabul görmekte ve alanında en iyilerden biri olarak geçerliliğini korumaktadır.

Bununla birlikte yukarıda adı geçen Metâlib ve Mezâhib adlı tercüme, İrşâdü’l-Ahlâf fî Ahkâmi’l-Evkuf adlı vakıflar hakkındaki hükümlerle ilgili bir kitap, Kâmûs-i Fıkıh adlı bir sözlük (Tamamlanamamış bir eserdir. Gerekçesi yukarıda izah edilmiştir.), Hüccetullahi’l Baliga adında, yine Diyanet İşleri’nin görevlendirmesi ile Şah-ı Veliyyullah ed-Dehlevî’den yaptığı ancak tamamlayamadığı bir tercüme ve Süleymaniye Medresesi’ndeki derslerinde okutmak üzere Alexander Bain adında bir filozoftan çevirdiği Mantık-ı İstintâcî ve İstikrâî adlı bir kitabı bulunmaktadır.

Bunların yanında Beyanü’l-Hak, Sırât-i Müstakîm ve Sebilü’r-Reşâd adlı dergilerde birçok makalesi yayımlanmıştır.

Yazımı bitirirken şunları söylemek isterim ki, tamamlanmasının üstünden yaklaşık seksen sene gibi bir zaman geçmesine rağmen bir eserin bugün hâlâ kullanılabilmesi ve takdir edilebilmesi “er kişilere” yakışır bir çalışma olduğunu gösterir. Gerçi daha nice eserlerimiz var bizim üzerinden asırlar geçmesine rağmen birer kandil gibi alanlarını aydınlatan. Buradan da anlıyoruz ki insan sağlam bir imana sahip olup bu imanın gereği olarak da yaptığı her işe rıza-yı İlâhî’yi karıştırabilirse ne yaparsa yapsın unutulmaz oluyor.
Selam ve dua ile.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort