JoomlaLock.com All4Share.net

BEY'AT ve İNABE -2

İNÂBE:

Genellikle işlenen günahlardan pişmanlık duyup Allah’a dönmek, halktan Hakk’a yönelmek anlamında kullan bir kavramdır. Tevbenin bir ileri derecesidir. Tevbe insanın görünür günahlarından kaçması, inâbe insanın içindeki kusurlarından kaçıp Allah’a dönmesidir. İnâbe aynı zamanda el alma ve şeyhe bağlanma anlamına da kullanılır. Şeyhten el alma işleminde önce tevbe yapıldığı için oradan hareketle şeyhe intisâb için inâbe kavramı da kullanılır olmuştur.


Tasavvuf kavramı olarak bey’at, intisâb, inâbenin birbirinden farkı yoktur. Ancak burada intisâb ve bey’atle siyâsî otoriteyi temsil eden halife, devlet başkanı ve devrin imamına yapılması emredilen bey’at kasdediliyorsa o zaman durum farklıdır. Bu bey’at, onun yerine geçmez. Çünkü siyâsî otorite ile ilmî veya manevî otorite birbirine denk değildir. Biri diğerinin yerine kaim olamaz.

“Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azab gelmeden önce tevbe ile Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.” (Zümer suresi 54)

İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri; “Bu ayeti kerimede geçen ‘ve enibû’ kelimesini açıklarken ‘tevbe’ ile bu ayette geçen ‘inâbe-dönme’ kelimeleri arasında fark vardır. Tevbe eden kimse Allah’a cezadan korktuğu için döner. İnabe eden ise O’ndan hayâ ettiği, utandığı ve Rabbine iştiyak duyduğu için döner.” buyurmaktadır.

Avarifü’l-Mearif’te, İmam Sühreverdi Hazretleri büyüklerin inâbe hakkındaki kibarı kelamlarını şöyle nakletmişler:

“İbrahim bin Edhem Hazretleri; “Kul tevbesinde sadık olunca, Allah’a tam yönelmiş olur. Çünkü inâbe, tevbenin ikinci derecesidir.”

Ebu Said el-Kuraşî; “İnâbe sahibi; kendisini Allah Teâlâ’dan alıkoyan her şeyden O’na dönendir.”

Sûfîlerden birisi de şöyle buyurmuştur; “İnâbe; başkasından O’na değil, Allah’tan yine Allah’a dönmektir. Kim başkasından O’na dönerse inâbenin gerekli olan iki tarafından birini zayi etmiştir.”

Hırka giyen salik, nefsini böyle bir mürşide teslim eder, onun emir ve görüşlerine boyun eğer, her işinde onun tavsiyelerine göre hareket eder. Mürşid de kendisindeki tasarrufun izharı için ona hırka giydirir. Demek ki hırka giymek; müridin işlerini mürşide tefviz ve iradesini teslimle, onun hüküm ve tasarrufatı altına girmektir. Bu aynı zamanda, Allah ve Resûlü’nün (sav) hükmü altına girmek olup ashabı kiramın Resûlullah (as) ile yaptıkları bey’at sünnetini de ihya etmektir.


Ebu Zür’a, Ubade b. Sabit’in (ra) bey’at konusunda şöyle dediğini haber vermiştir: “Biz, Resûlullah (as) Efendimiz’e darlıkta, genişlikte, sevinçli ve kederli hallerimizde her emrini dinleyip itaat etmek üzere, ehli olan birisi iş başına gelince, (hak üzere gittiği sürece) kendisiyle çekişmemeye, her nerede olursak olalım Hakk’ı söylemeye ve Allah için Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.”

Bir mürşidin elinde hırka giymekte de bey’at manası vardır. Hırka, mürşidin manevi sohbetine gitmenin birinci basamağıdır. Zaten bütün maksat da sohbet ve mürşidle hemhal olmaktır.” (Avarifü’l Mearif s.119)   

İsmail Çetin Hocaefendi’nin de bey’at konusundaki görüşleri şöyledir:

Bey’at, kalbi insânînin fethedilmesinde kuvvetli bir sebep olduğu gibi günahların terk edilmesine de çok tesirli bir vesiledir. Bey’atın aslı kitab ve sünnetle sabittir; mübayaa, muahade demektir. Nasıl ki alışverişte mal alan ve satan birbirinin elini sıkmakla almayı ve satmayı teahhüt ediyorlarsa öylece icâzeli bir şeyhin tarikatine giren de şeyhin elinin tutar. İkisi teahhüdde bulunurlar. Sanki müntesib; “Ben fena huyları terk ediyor, ibadetime devam etmekle devam ediyorum.” der. İcâzeli şeyh de; “Ben de sana şahid olurum. Dua ve himmetimle Allah için sana yardımcı olurum.” diye teahhüd eder.

Pir-i Tâhî (ks): Üstadın elini tutmaktan maksat onun gölgesine girmektir. Nasıl ki gölge insanı sıcaktan men ediyorsa öylece kâmil üstadının gölgesi de müridini şeytan ve nefsin hilelerinden men eder. Gölgeden maksad da zahirde şeriat emri, batında himmet demektir. Lakin gölgeye girmenin vazifesi tevbe edene aittir. Yani mürid bey’ate talip olur ve hizmeti teahhüd eder. Eğer mürid talip olmazsa şeyhin gölgesi onun üzerine gelirse de muvakkat olur. Nitekim Ebu Talib’in üzerine Hz. Peygamber’in gölgesi düştü amma kendi iradesiyle teslim olmadığı için faydalanamadı.     

Tasavvuf ehli yanında bey'at, Allah'ın yasaklarından zahiren ve batınen kaçınmak için, bir mürşidi kâmil eliyle tövbe etmektir. Bazı kimseler mürşide bey'atın bir şey ifade etmediğini, maksadın halife seçimi olduğunu söylemişlerdir. Onların bu sözü gibi, sahabei kiram bazen İslam’ın hükümlerini yerine getirmek, bazen de sünnete bağlı kalmak, bid'atlerden korunmak ve taatlere istekli olarak devam etmek için Peygamber Efendimiz’e (sav) bey'at etmişlerdir.

Peygamberimiz (sav) ensar kadınlarının bir kısmından, bağırıp çağırarak ağlamamaları; Cerir’le (ra) yaptığı bey'atte özel bir şartla insanlara nasihat etmesini şart koştuğu; ensarın bazılarına, kimsenin kınamasından korkmamalarını ve nerede olurlarsa olsunlar hakkı, hakikati söyleyeceklerine dair şart koştuğu; Rıdvan ağacı altında canlarını ve mallarını korudukları gibi, kendisini de koruyacaklarını, ölünceye kadar sözlerinden, ahdlerinden; bu bey’atlerinden dönmeyeceklerine dair söz almıştı.

Sahabe döneminde herkes takva ipine yapıştığı için, böyle bir bey'at yapmaya ihtiyaç yoktu. Asırların en hayırlısı olan 2. ve 3. asırlarda böyle bir bey'atın olmamasının bir başka sebebi, insanların, bey'atı (inâbeyi) halife seçimi ile karıştırarak, fitnenin doğmasına sebep olacağı endişesindendir. Bu asırlarda “hırka” bey'at yerine geçiyordu. Halifeye bey'at etmek sünneti unutulunca bu sünneti canlandırıp günümüze kadar taşıyan sûfîler cemaati olmuştur. Tarikatler bu sünneti tekrar dirilttiler. Şah Veliyullah Dehlevi (ks) bu vakıa ile tasavvuf erbabının, bu sünneti ihya etmekle kıyamete kadar, ecre ortak olduğunu belirtmiştir. (Mektubat-ı Mevlana Halid (ks); “Nakşibendîliğin Şartları” başlığı; s. 63-67)

Mürşidi kâmillere yapılan bey’at veya inâbe bugünkü şartlarda ciddi olarak düşünülmeli ve büyük manevi sorunlara yol açan ahlaki bozulmaların önüne geçilmelidir. Belki İslamî yaşantıya meyil artmaktadır fakat bu artış, günümüz şartları bahane edilerek ahlaki yozlaşmayla birlikte olmaktadır. Azimetle amel tamamen ortadan kalkıp, ruhsatlarla amel yaygınlaşmaktadır. Yaşanması zor görülen her amelin yerini fedakârlık gerektirmeyen kolaylıklar almaktadır. Yaşantılarımız İslamî gibi görünse bile anlayışlarımız batı felsefesi ile karıştırılıyor. Kadınlar ve erkekler arasındaki sosyal ilişkiler İslamî kurallara göre değil, batılı görgü kurallarına göre uygulanır olmuş. Bu tür anlayışlar da dolaylı olarak bahsedilen yaşantının içinde olan insanlar tarafından kavranılamasa da çok tehlikeli ahlaki sorunlar getirebilir.

Bu tehlikelerden uzak kalabilmenin en salim ve sağlam yolunun; ilimleriyle amil, kendilerini İslam ümmeti için feda eden, Hakk’ın rızası ve Efendimiz’in (sav) muhabbeti dışında hiçbir beklentileri olmayan, meşrebleri ve meslekleri icabı Allah’ı kullarına, kullarını da Allah’a sevdiren evliyaullah hazeratına bey’at etmek olduğu kanaatindeyiz.

Çünkü bu yolun yolcularının işlediği güzel ameller, ümmeti Muhammed’e kefaret olacaktır, inşaallah. Bu vesileyle, hidayet önderlerine tabi olabilmek niyazıyla yazımızı noktalıyoruz. Allah’a emanet olunuz.

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ - ŞUBAT 2011 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort