JoomlaLock.com All4Share.net

ANCA BUNDADIR FELÂH LÂ İLÂHE İLLALLAH

Sûfîlik, benlik elbisesini çıkarmak demektir. Sûfilerde “Biz” vardır. Kemâle erdiğinde bizlik de gider. Arabî ifadeyle ne “ene” kalır ne “ente” kalır; “huve”ye dönersin. Her zerrede O görünür, artık her şeyden Hakk’ı, hakikati görmeye başlarsın. Bizliği de aşarsın. Ama biz şimdi orta direk misali bizlik konumunda olmalıyız. Bizliği yaygınlaştırmalıyız. Kim “Lâ ilâhe illallah    Muhammedu’r-Resûlullah” diyor ve buna inanıyorsa bizdendir. Biziz, yani biriz. Hani bir söz var ya; “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz”. Buna özen gösterelim, çevremize bunu anlatmaya çalışalım. Mesela şu cemaatten olur, bu teşkilattan olur, bu vakıftan olur… Bakın burada arkadaşlar Kırşehirli, Aksaraylı, Düzceli şuralı buralı... Ama bakın şu mabedin içinde bir araya gelmişiz, huzurla oturuyoruz. Onlarla da böyleyiz, böyle olmalıyız. Ama dediğim gibi yanlış varsa eğer, onu söylemek de imanımızın gereği. Bismillah,
(Âl-i İmran: 2/110)

Bu Allah’ımızın emri bize. Sizin içinizde öyle topluluklar, öyle insanlar, öyle cemiyetler-cemaatler olsun ki… Siz bunun için seçilmişsiniz, buyuruyor Cenâbı Hak. Diğer ümmetlerin içinden yahudilerden, hristiyanlardan, Muhammedî olmayan (aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm) bütün insanlığın içinden siz seçilmişsiniz.

Siz hayırlı bir ümmetsiniz. Neden geliyor bu hayrınız? Siz ümmet-i davetsiniz, siz davetçisiniz, siz dâi-yi ilallah, Allah’a davet edenlersiniz. Siz İslâm’a davet edenlersiniz.

Sizi Allah insanların içinden adeta seçti, çıkardı. Size lütufta, keremde bulundu, sizi Müslüman olarak halketti. Sizi Muhammedî kıldı, size Kur’ân’ı gönderdi.

Peki, bu hediyeler, bu ikramlar bize geldi, ne yapacağız bunlarla? Bu insanlığa karşı bir sorumluluğumuz, bir görevimiz var:

Siz niye böyle hayırlı kılındınız, niye seçildiniz? Allah’ın emrini tebliğ edeceksiniz. Siz Allah ile insanlığı buluşturacaksınız. İnsanlığı Allah’a kavuşturacaksınız.

Bugün Müslümanların farklı farklı ilah anlayışları var. Bu farklılıkları sileceksiniz. Ma’ruf olan yani mutlak iyi olan, doğru olan, hak olan, müstakim olanı siz kendinizde yaşayarak ve çevrenize anlatarak tebliğde bulunacaksınız.

Yaşamadığınız şeyi anlatırsanız bir hakikatin yalancısı olursunuz arkadaşlar. Yaşayarak anlatacağız. Yeryüzünde vahyin/Kur’ân’ın dışında en sahih bilgi yani en kaliteli, en gerçek bilgi tecrübe edilmiş olan bilgidir. Tecrübeye dayanmayan bir bilgi çok fazla netice vermez. Tecrübe de yaşayarak elde edilir. O hakikatleri tatbik ederek elde edebiliriz. Yaşamadığımız bir şeyin yalancısı olmayacağız. İslâm’ı gücümüz nispetinde, zaten gücümüzü aşandan Allah bizi mes’ul tutmuyor, neye muktedirsek onu yaşamaya gayret edeceğiz. Bir hakikati öğrendik onu hemen amel safhasına koyacağız. Onunla amel etmeye başlayacağız.

Bakın sahabe-i kiram, ki her biri gökteki yıldızlar gibi bunlara inanıyoruz, Allah Resûlü’nün ifadesi çünkü bu. Arkadaşlar, Kur’ân o insanlara gelmesine, Kur’ân’ın birinci muhatabı olmalarına rağmen sahabinin hepsi hafız değildi, Kur’ân’ı ezberleyememişlerdi. Hâşâ geri zekâlı oldukları, akıllı olmadıkları için mi? Hâşâ değil… Allah’tan korktukları için. Hakikatin yalancısı olmaktan korktukları için. Onlar bir ayeti kerimeyi ezberliyorlar ondan sonra onu yaşamaya başlıyorlar. O ayetin mânâsı, irfanı, hikmeti, hakikati hayatlarında kemâl noktasına gelince diğer bir ayeti kerimeyi ezberliyorlar. Bu yüzden ömürleri kifayet etmedi Kur’ân’ı ezberlemeye. Yoksa onlar da bugün bizim gibi ezberleyebilirlerdi.

Bizde bakıyoruz hafızlarımız çok. Acaba bu hafızlarımızın hepsi Kur’ân’ın muhafızı mı? Kur’ân ezbere dayanmamalı arkadaşlar. Evet, ezberlemeliyiz bu da bir sorumluluk ama ezberlemiş olmak için, hafız olmak için Kur’ân’ı ezberlememeliyiz. Kur’ân’ın muhafızı olmak için Kur’ân’a sarılmalıyız… Bir, onu korumak onun muhkemini, onun müteşabihini, onun zahirini, batınını korumak için Kur’ân’a yapışmalıyız.

İki, onu yaşamak için… Bir insanı düşünün Sina Çölü’nde uzun bir yolculuğu var. Bir kırba suyu var, Anadolulusunuz kırbayı az çok bilirsiniz. O suyu susadığında bir seferde de içebilir. Ama o yolun sonu gelmez. Adam o suya nasıl sarılır, çünkü o çölde onun için hayat kırbadaki su. Oradaki hayatı o suya bağlı. O suyu çaldırmamak, o kırbayı deldirmemek, suyu zayi etmemek için her türlü fedakârlığı yapar. İşte bugün Kur’ân-ı Kerim bizim hayat suyumuz arkadaşlar. Biz ancak Kur’ân’a göre yaşarsak huzurlu, sıhhatli, edepli, muhabbetli, ülfetli, ünsiyetli yaşayabiliriz. Kur’ân kırbasını deldirdik mi hayat böyle albur altüst oluyor. Neye göre yaşayacağımızı bilemiyoruz. Ölçüyü şarktan mı alalım, garptan mı alalım? Bizim Karadeniz tabiriyle salahana bir vaziyette bu âlemin içinde sarhoş gibi dolanıyoruz.

Kur’ân’ı yaşamak için Kur’ân’a sarılacağız. Ruhumuzun gıdası, zihnimizin kıblesi, gönlümüzün sevgisi, aşkı, dilimizin zikri olacak… Kur’ân ile böyle hemhal olacağız. Sahabi böyle yapmışlar. Ma’rufun emrini böyle anlamışlar. Zaten hayatlarının belli bir döneminden sonra İslâm ile şereflenmişler. Ömürleri yetmemiş. O yüzden hafız olamamışlar.

Ve sizler, iyiliği emretmekle, onu yaşayıp göstermekle, yaşanmasını yaygınlaştırmakla zaten aynı zamanda “nehyi ani’l-münker” yapmış oluyorsunuz. İyilikleri yaşayıp çoğaltarak kötülüklerin önüne geçmeye çalışıyor, kötülükleri engellemiş oluyorsunuz.

İşin bir bu yönü var. Bir de yine fiili olarak tebliğle, uygun bir dille yanlışları bildireceksin, bu babamız dahi olsa. Biz hep söylüyoruz tebliğ, “Selamun aleyküm kör kadı!” usulünce olmaz. Seviye tespiti önemli. Karşındaki insanın seviyesi ne ve ben ona nasıl bunu sevdirebilirim, onu incitmeden  nasıl anlatabilirim, nasıl onun seviyesine inebilirim? Benim gayretim böyle olacak ama karşımdaki adam inatçı, muannit, şuursuz, ne desen kırılıyor ayrı, o kadar incesine de eleyemem. Ama bir mümin olarak bana yakışan; karşımdakini incitmeksizin, doğrudan da taviz vermeksizin ona doğruyu nasıl anlatabilirim bunu düşüneceğim, bu seviyeyi tespit edeceğim ve ona göre konuşmaya başlayacağım. Delilerle, örneklerle, onun algılayabileceği surette ona kötülüğü anlatacağım. Bir yandan dilimle ona tebliğde bulunurken bir yandan kalbimle Allah’a dua edeceğim: “Ya Rabbi, benim hayatımdaki bütün kötülükleri hayatımdan temizle. Benim hayatımda en kötü olan şey nefsim. Beni nefsimin eline bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma, şeytanı benden uzaklaştır, şeytanî vesveselerden gönlümü temizle ve bu arkadaşıma tesir halk eyle. Bunun gönlünü İslâm’a aç. İman nurlarıyla bunun kalbini nurlandır. Ya Rabbi! Kur’ân’ın nurlarıyla bunun kalbini nurlandır. Bunu Sana döndür. Buna Senin aşkını nasip et Ya Rabbi!” Kalbimden de Allah ile böyle bir irtibatım/rabıtam olacak ve Allahu Teâlâ’ya o insan için dua edeceğim. Bunu bir yapacağım, iki yapacağım bunda sınır yok. İcap ederse o arkadaşımı kazanana kadar…

Bakınız geçmiş büyüklerimiz bir arkadaşlarında veya bir ihvanında, cemaatinden de olsa birinde bir kötü huy, kötü ahlak, bir kötü iş görseler o arkadaş için geceleri kalkar, sabaha kadar seccade üstünde Allah’a ağlarlarmış; “Ya Rabbi, onu iyilere bağışla! Arkadaşımı bu kötülükten, bu yanlıştan kurtar…”

Vazgeçmiyorlar, sohbetlerde ona sohbet, nasihat ediyorlar, onun gıyabında da dua ediyorlar… İşte himmet bu… Şimdi dervişler bu himmet üstüne çok düşünürler, mürşidin himmeti bu arkadaşlar, mürşidin müridine, ihvanına tasarrufu bu… Geceleri sabahlara kadar onun için Allah’a yalvarır. Misal, aşamadığı meşru bir müşkülü olsa bile onun için yalvarır. Bir kötü hali var, kurtulamıyor, onun için yalvarır.

Naklederler, bir gün bir ihvanı, Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’nin (kuddise sırruh) ziyaretine gelmiş. Bakmış Şeyh Efendi hüngür hüngür ağlıyor. Adam da üzülmüş, acaba ne oldu, efendi neye bu kadar üzüldü. Sormuş,

-Üstadım, sultanım sizi bu kadar üzen şey ne? Sizi bu kadar çok ağlatan ne? Böyle çok coşkun ağlıyorsunuz içim parçalandı… Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri espriyle bir tokat yapıştırmış ona,

-Sana ağlıyorum kerata herif, demiş.

-Efendim, ben şimdi geldim. Bana ağlayın da neyime ağlıyorsunuz?

-Sen şimdi yolda gelirken –afedersiniz- bir bayana baktın, göz zinası yaptın ve bununla zevklendin. Hiç tevbe etmek aklına gelmedi. Bunu Cenâbı Hak bana bildirdi, hissettim. Senin ruhunun karardığını gördüm. Senin için ağlıyorum ki belki gözyaşım senin o kararan ruhunu yıkar, o günahını temizler. Allah’a yalvarıyorum ki; “Bu bilmeden bu işi yaptı ya Rabbi! Sen bunun bu günahını affet hem de bu hastalıktan, bu nefsi marazdan bunu kurtar.” diye ağlıyorum…

Çok mahcup olmuş o ihvan, o da ağlamaya başlamış. Sen gelirken gözün ele baktı. Ruhun karardı. Ben gözyaşımla seni yıkamaya çalışıyorum. Aman ya Rabbi…

Bu kıssadan bu tip yerlerde niye varız, niçin buralardayız biraz da bunu anlatıyorlar bize. Bu büyük bir menfaat değil mi? İnsanın kendi gıyabında kendisine böyle dua eden, kendisi için böyle gayret çeken, kendisi için böyle ağlayan bir dostun olması… Hani halk arasında bir söz vardır “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” derler. Kâmil insanlar bize anamızdan daha çok ağlıyorlar. Analarımız o kadar ağlamaz. Onların bize ağladıkları kadar analarımız bize ağlamaz. Cenâbı Hak bizi onlardan mahrum etmesin…

İşte bunun için biz hayırlı bir ümmetiz. Müslümanlar olarak insanlığın içinden seçilmiş bir ümmetiz. Özelliğimiz Allah’ın emirlerini ikame etmek, ayakta tutmaya çalışmak, yasakladığı şeylerden ortamı, içimizi, dışımızı, çevremizi temizlemek. Ecdat buyurmuş ya; “Herkes kapısının önünü süpürse mahalle tertemiz olur.” Herkes kendi çapında düzenli bir şekilde ma’rufu emredip münkeri nehyetse bugünkü sorunlarımız azami derecede azalır Allah’ın izniyle. Bunların bir kısmı da imtihandır, zaten istesek de değiştiremeyiz ama azami derecede azalmalar olur arkadaşlar. Bunun için bizliği yaygınlaştıracağız.

Arkadaşlar bir beyin cerrahı beyin ameliyatı yapıyor. Çok hassas bir ameliyat. O doktor o ameliyat esnasında bir anlık dalgınlıkta bulunsa, kafayı başka bir şeye taksa, dikkatini hastanın üzerinden anlık uzaklaştırmış olsa, zihnen yaptığı işten ayrılsa... Ufak bir ihmali, dalgınlığı hastanın ölümüne de sebep olabilir, ömür boyu sakat kalmasına da sebep olabilir… Çünkü yanlış bir işlem yapabilir orada. Çok hassas, vücudun bütün önemli damarları orada toplanıyor, merkez orada. Doktor bilahare bunu düşünse ömür boyu vicdan azabı çeker. Vicdanen ömür boyu huzur bulmaz. Ben adamın ölümüne veya sakat kalmasına sebep oldum.

Arkadaşlar bir Müslüman ve özellikle bir Hâcegân ihvanı aynen o beyin cerrahı gibidir. Evet, işimiz çok hassas. Allah ile irtibatımız,    Resûlullah ile irtibatımız çok hassas… Bir anlık ihmal, gaflet bizi hakikat yolundan uzaklaştırır. Bizi nefsimizin eline bırakır. Allah Resûlü buyurmuyor mu: “Ya Rabbi! Beni gözümü açıp kapayıncaya kadar dahi olsa nefsime bırakma...”

Buna lahza denilir. Lahza bir andır, göz kırpıştırma vaktidir. Bir gözünü kırpıştıracak kadar bir vakit dahi beni nefsime bırakma ya Rabbi, diye Âlemlerin Efendisi yalvarıyor.

Düşün ki bir anlık gafletinden; amelinde, ihlasında, takvanda, zikrinde, fikrinde göstereceğin ihmalden dolayı seni Allah nefsine bırakırsa… Ki biz kendimize baktığımızda bu ne bir anlık, belki haftalar geçiyor hiç tesbihi elimize almadığımız oluyor. Aylar geçiyor Kur’ân’ı hiç elimize almadığımız oluyor, bir kitap elimize almadığımız oluyor. Günler geçiyor sohbete-muhabbete, ihvanın yanına gitmediğimiz oluyor.

İnsan düşünse ki bu boşluğu ben neyle doldururum? Nefsimiz dolduruyor. Bize başka tatlar tattırıyor o zaman. Biz zikrin, sohbetin-muhabbetin, kardaşlığın tadını unuttukça bize nefsimiz sûni tatlar tattırıyor ve biz o tatlarla tatlanmaya başlıyoruz. Bu sefer yavaş yavaş İslâm’ın hakikatlerinden uzaklaşmaya, taviz vermeye başlıyoruz. Bu çok acı… Kendimizi ya manen öldürüyoruz, bütün bütün terk ediyoruz ya da adeta sakat kalıyoruz. Kalbimiz kararıyor, zihnimiz tefekkürden uzaklaşıyor, gönlümüze şehvet, dünya sevgisi gelmeye başlıyor. Bunlar ciddi zararlar değil mi? İşte bunun sebebinde kendi ihmalimiz var. Buna çok dikkat edelim, özen gösterelim.

Bu iş ihmal kabul etmez. Bu belki an meselesi. Bir anda sana Cenâbı Hakk’ın ihsan edeceği lütfu belki sen bir ömür uğraşsan elde edemezsin. Hani buyruluyor ya cuma günü içinde bir saat vardır, o bir demdir. Allah onu cumanın içine saklamış. O gün uyanık ol. O hangi zamandır belli değil. Kadir Gecesi… Yılın içinde gizlenmiş, o hangi gecedir aslında belli değil. Belli işaretler/beşaretler/yorumlamalarla Ramazan-ı Şerif’in 27. gecesi denilmiş. Bu Allah-u âlemdir, ihtimaldir, kesinliği yoktur. Yıl içinde Cenâbı Hak bunu gizlemiştir.

Senin Kadir Gecen de senin cumanın içindeki o eşref saatin de öyle belki bir anlık… O anı sen gafletle geçirirsen kaybedeceğin şey ömrünle karşılayamayacağın bir şeydir. Bunun için Üftade Hazretleri buyurmuş;

İhmali koy iş bitir,
Ömrünü bine yetir,
Sıdk ile iman getir,
Tevhide gel tevhide…

İhmali koy iş bitir/Ömrünü bine yetir… Sanki bin yıl yaşamış gibi ol. Nasıl yapacaksın bunu; ihmali koy, iş bitir diyor. İhmalkâr davranmazsan, zamanını iyi değerlendirirsen sanki bin yıl yaşamış olursun. Bin yıllık bir işi yapmış olursun…

Sıdk ile iman getir… Sen bütün sıdkınla, bütün ihlasınla, bütün varlığınla bu hakikate,   Allah’a, Resûlü’ne, Kitabullah’a iman et, imanını böyle koru, sağlamlaştır.

Tevhide gel tevhide… O zaman sen gerçek mümin olur, vahdete erişebilir, huzuru yakalayabilirsin…

İhmali koyacağız. Yolumuzda ihmale çok fazla müsamaha yok arkadaşlar. Hele hele özellikle bir insanın dini sorumlulukları varsa; hoca, hafız olan arkadaşlara altını kırmızı kalemlerle çizerek söylüyorum. Bizler cemaatiz, yanlışlarımız olabilir, Allah bağışlasın ama önümüzdeki öncülerimizin, hocalarımızın, imamlarımızın, müftülerimizin, müezzinlerimizin ihmali o doktor gibi.

Bir arkadaş anlatıyordu dedi ki: “Ben intisab ettikten, bu yola girdikten sonra vazifelerime, amellerime, istikametime çok özen gösteriyor, dikkat etmeye çalışıyordum. Bir gün eski, tecrübeli ihvandan iki kişi kendi aralarında muhabbet ediyorlardı ben de kulak misafiri oldum. Baktım dersten bahsediyorlar. Biri ben bugün yapamadım diyor, öbürü de ben de bir kaç gündür yapmıyorum, diyor… Derslerini yapamadıklarını söylüyorlar. Ben bunu işitince içim çok karıştı. Dedim, ya bunlar eski, tecrübeli adamlar, demek ki ders zaman zaman bırakılabiliyor, yapılmıyormuş.  Ben de bıraktım. Bana kötü örnek oldular. Ben onları dinleyene kadar farz gibi biliyordum. Onları işittim, baktım demek terk edilebiliyormuş ben de yapmadım, sonra başıma gelen geldi.”

Bunun için diyoruz, o arkadaşlarımızın bölümlerini, sınıflarını, konumlarını belirgin olsun diye kırmızı kalemle çiziyorum.

Örnek olacağız. İhmale müsamaha göstermeyeceğiz. Hem kendi vazifelerimize riayet edeceğiz hem ihvanımıza, kardaşlarımıza, çevremizde bize bakan arkadaşlarımıza da duacı olacağız. “Ya Rabbi! Beni ne Sana, ne çevreme mahcup etme, diye dua edeceğiz. Mademki çevrem bana bakıyor, benden bir şey öğrenmek istiyor, ya Rabbi beni daima hayır üzere, iyi işlerde kullan, istikamet üzere beni sabit kıl! Arkadaşlarıma kötü örnek olmaktan, onları yanlış bir şeye sevk etmekten beni muhafaza et ya Rabbi!” diye dertleneceğiz hep.

Bu yolda sorumluluk böyle bir rütbe, makam, mevkii değil. Sorumluluk hizmettir. Hizmetin de kendine göre bir zahmeti, bir külfeti olur. Ücretimiz Allah’a aittir. Eğer o külfete biz tahammül edebilirsek ücret Allah’a aittir…

Zaman zaman anlatırım. Farklı meşgaleler bazen insanı oyalıyor… Bir dönem şoförlüğe ilgim olmuştu. Şoförlük öğreneyim dedim. Şoförlüğüne güvendiğim, iyi şoförlük bildiğine emin olduğum bir arkadaşa dedim ki zaman zaman gel, burada bir yerde müsait bir saha var orada seninle çalışalım. O da gelip bana bir şeyler gösteriyordu. Biraz çalıştım, bir şeyler de öğrendim ama baktım beni böyle içine çekiyor, meşgul ediyor. Kendimi de kandırmaya başladım. İşte şoförlük öğrenirsem hizmetlere daha rahat giderim, bir araba alır şuraya buraya giderim, kimseye yük olmam, kimseyi beklemem vesaire… Minareyi çalan kılıfını hazırlar, diye bir söz var ya, böyle de kendime kılıflar hazırlıyorum. Ama kaptırmışım kendimi. Hatta gece rüyalarımda bile araba kullanıyorum. Öyle virajlar alıyorum ki hiçbir yere sürtünmeden, pilot gibi… Baktım rüyalarımda şoför oluyorum ben. Tabi rüyada öyle görünce zahirde de öyle olsun istiyorum. Bu sefer bütün dikkatimi, himmetimi oraya veriyorum. Baktım ki şoförlük öğreneceğim diye bir araba kullanma merakı, sevdası beni belli şeylerden alıkoyuyor…

Bir gece rüyada mürşidimiz hazretlerini gördüm… Mükemmel bir kadillak arabaya yaslanmış. Mübarek, elini koymuş, arabaya yaslanmış… Ben de gördüm, geldim ziyaret etmek istiyorum, elini öpeceğim. Elini vermedi bana.

Talebeliğimizde biz ders okurken bir Arapça ibare okumuştuk. Mübarek onu diline bir tespih gibi vird edinmişti adeta, zaman zaman bize bunu hatırlatırdı Sultanımız. Rüyada da onu söylüyor bana. O şu idi: “Süslü minarelerin, büyük kâşanelerin, uçsuz bucaksız çarşıların Allah’ın yanında saman çöpü kadar değeri yoktur…” Böyle bir Farisî deyim. Okurken bu geçmişti. Bunu okumuştu ve üstüne de bize bir sohbet buyurmuştu. Ama sonradan bunu zaman zaman kendisi mırıldanırdı, adeta bize hatırlatırdı.

“Süslü minarelerin, büyük kâşanelerin, uçsuz bucaksız çarşıların Allah’ın yanında saman çöpü kadar değeri yoktur…”

Arabaya yaslanmış, ben eline gidiyorum elini vermiyor ve bunu buyuruyor.

Yani bu arabanın, şoförlüğün Allah’ın yanında ne değeri var, diye soruyor adeta. Ve bana: “Oğlum, Sen iyi bir hoca olursan, yani sen dikkatini ilme ver, irfana ver istikamete ver, Sen iyi bir hoca olursan Allah arabaları kapına dizer.” buyuruyor ve gidiyor. Korkuyla uyanıyorum. Sabahleyin arkadaş geldi. Hocam çalışalım mı, dedi? Dedim yok, ben ehliyetimi aldım kardaş sağ olasın! O sevda bitti…

Böyle aslı astarı olmayan sevdaları bitirelim arkadaşlar. Bu tip sevdaların sonu yok. Bu sevdaların sonu gelmez… Gencine-i Esrar’da geçer:

Dalma derin deryalara,
Girme bitmez kavgalara,
Dalma sonsuz hülyalara,
Gel Allah’a dönelim gel…

Biz Allah’a dönelim kardaş. Dünyanın hülyası bitmez. Sen bu derin deryaların dibini bulamazsın… Sen topuğuna çıkmayan bir suyu deniz zannediyorsun. Fani gördüklerin seni aldatmasın. Allah’a dönelim. Kalbimizle, ruhumuzla, sırrımızla Allah’a dönelim. O, o zaman bize dilediğini ihsan eder. Arabaları kapımıza dizer...

İşte o duanın icabeti sizlersiniz arkadaşlar. O gün buyurmuş olduğu “Arabalar kapına dizilir.” arabalar diziliyor… Allah’a hamd olsun. Bu bizim büyüklüğümüz değil, o devletlinin duası, sultanımızın himmeti, onun padişahlığı elhamdülillah… Yoksa Allah’ın bizi tanıdığı gibi tanısanız taşa tutarsınız bizi. Ama o, arabalar dizilsin diyor, arabalar diziliyor.

Arkadaşlar gönlümüzü Mevlâ’ya çevirelim. Yunus buyurmuş ya:

Anca bundadır felâh,
Lâ ilâhe illallah…                        

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort