JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAH’I ÇOK ZİKREDEN ERKEKLERLE, KADINLARA MAĞFİRET VE BÜYÜK BİR MÜKÂFAT HAZIRLANMIŞTIR

Erkek ve Kadının Yaratılış Gayesi Aynıdır
İnsan her ne kadar Cenâbı Hakk’ın ilmi ezelisinde proje halinde mevcut olsa da bir ürün olarak yaratılma serüveni Hakk’ın kendinden kendine tecelli etmesi ve bu tecelliden de hoşnut olmasıyla başladı. Bu murad ayeti kerimede: “Biz yeryüzünde bir halife yaratacağız…” (el-Bakara: 2/30) şeklinde ifade edilirken sanki bu ayetin tefsiri bağlamında da Cenâbı Hak hadisi kudside: “Biz gizli bir hazine idik. Bilinmekliğimizi murad ettik, mahlûkatı halkettik.” (Keşfu’l-Hafâ, 2, 132. h. 2016) buyurmuştur. Cenâbı Hakk’ın bu muradında günümüzde var olan sınıfların, insan kategorilerinin hiçbiri yoktur. Cenâbı Hakk’ın indinde sadece “kul” mefhumu vardır ve halifem diye yaratmayı istediği varlık kuldur.

Allahu Teâlâ baştaki muradını yani “kendi bilinmekliğini” tahsil için yaratacağı “kul”a insan adını verdi; yakınlık, dostluk kurabilen, kendisiyle dostluk yapılabilecek varlık anlamında. Dostuna yaratılış maksadına ulaşabilmesi için gereken bütün altyapıyı/zemini eksiksiz yaratan Mevlâ ondan sadece; “Kendisini merak etmelerini, meraklılara çok yakın olduğunu; yeter ki O’na koşulsun, O’na iman edilsin, O’na dua edenlerin dua ve niyazlarını kabul edeceğini” (el-Bakara: 2/186)  belirtti. Kendisinin seçmiş olduğu, diğerlerine üstün kıldığı insanlar vardı ama onları da yine Kendisini bulmada rehber/imam olmaları için seçmişti.  

Bütün bu serüvende insan tekil manada kuldu Cenâbı Hakk’ın gözünde. “Erkek-Kadın” diye bir ayrım vardı ama bu da yine aynı amaç uğruna iki yol arkadaşı olmaları, eksiklerini birbirlerinden tamamlamaları içindi. Yani Allah’a kul olmada, Hakk’ı tanımada, sevmede eşit bir konumda/durumda idiler. Fakat Cenâbı Hak onları farklı alanlara kabiliyetli kılarak yaratmıştı. Kula yakışan da kendisini var edenin bu tercihine rıza gösterip yaratılış gayesini hiç unutmadan hareket etmesiydi. İşte bu manada Hâce Hazretleri (ksa): “Kulun piyangosu Rabbi’nin onu görmek istediği yerde olmasıdır.” buyurmuştur. Erkeğin, erkek olarak olması gereken yerde, kadının da Hakk’ın ona lütfettiği kadınlık rolünde Hakk’ı tanımaya çalışması gerekir. Aksi takdirde toplumda karmaşa ve karışıklık oluşur. Efendimiz (sav) adeta bu karışıklığı önlemek adına: “Allah, (kendilerini) erkeklere benzeten kadınları ve kadınlara (kendilerini) benzeten erkekleri lanetlemiştir.” buyurmuştur. Bu hadisi şerifi Hâce Hazretleri (ksa) ile mütalaa ettiğimizde, hadisi şerifte kastedilen ‘benzetme’den sadece kılık kıyafetin kastedilmediğini; erkeğin kadın rolünü üstlenip kadın gibi davranmasının,  kadınlaşmasının; kadının da aynı şekilde kendisini erkeğin konumunda görüp erkekleşmesinin, erkek gibi hareket etmesinin lanetlendiğini buyurmuşlardı. Erkeğin kadınlaşmasını meseleler karşısında erkek gibi durmayıp pasifleşmesi, dönekleşmesi, ayeti kerimede “…Yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yaparak, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra onu söküp bozmaya çalışan kadın gibi olmayın.” (en-Nahl: 16/92) buyrulduğu gibi müennesleşmesi ve ahdini yerine getirememesi olarak; kadının erkekleşmesini ise haddini aşması, kendini erkek gibi görmesi şeklinde açıklamışlardı. Erkeğe benzeyen kadına aslî vazifesinin fazlalık ve yük geldiğini, evde duran erkeğin sıkılıp dışarı çıkmayı arzu etmesi gibi fıtratını tağyir eden kadına da evinde kalıp ev işleriyle ilgilenmenin zor geldiğini buyurmuşlardı. Asıl lanetlenen de bu hallerdir. Kılık kıyafet zaten bu halin en son zahire yansıyan görüntüsüdür.

Cenâbı Hak kadını genel kulluk şemsiyesinin altında “anne” olarak yaratmıştır. Tabiri caizse aile devletinin “İçişleri Bakanı”dır kadın. Bu görevini tam manasıyla icra edemeden farklı disiplinlere yönelen kadın, görevini ihmal ve tahfif etmiş sayılır. Günümüzde kadınların “ev hanımlığı”ndan sıkılmalarının yegâne sebebi bunun ne kadar ulvi bir görev olduğunu anlayamamalarıdır. İnsanların Hakk’ın muradı doğrultusunda hareket edebilmelerinde annenin görevinin ne kadar büyük ve önemli olduğu hepimizin malumudur. Çocuğunun özellikle bebeklik/gelişme döneminde annelik görevini tam olarak yerine getiren bir kadın, her zaman duyarlı, ilgili bir babadan çok daha önemli ve gereklidir. Öyleyse bizler de kadın ve erkek olarak görevlerimizi çok iyi anlamalı/bellemeli ve gerekliliklerini yerine getirmeliyiz.

Cenâbı Hakk’ın (cc) ve Resûlullah Efendimiz’in (sav), bu hayati önemi bulunan görevlerini ihmal eden kadınlara çok ciddi ikaz ve tazirleri vardır. Ayeti kerimede Cenâbı Hak: “Evlerinizde vakarla oturun. Önceki, cahiliyye kadınlarının teberrucu gibi teberruc yapmayın (bedenlerinizi ve ziynetlerinizi teşhir ederek dolaşmayın). Namazı kılın, zekâtı verin.     Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.” (el-Ahzap: 33/33)

Efendimiz (sav) ise hadisi şeriflerinde: “En kötü kadınlarınız, hayâdan yoksun, (ailesine karşı) dili uzun, ağzı bozuk olup temizliğine dikkat etmeyen, inatçı ve (kocasına karşı) asi olan kimsedir.”


Toplumsal Hayatta Kadın
Hâl böyleyken Efendimiz (sav), genel toplumsal algının aksine kadını tamamen de evin içine hapsetmemiş, kadınlığının getirdiği özelliklere göre kendisine toplumda belli görevler de vermiştir. Mesela Efendimiz (sav) zamanında sebze, meyve, hububat gibi sadece hanımların ihtiyaçlarının satıldığı pazar yerlerinde kadınlardan bazılarını kalite kontrol memuru olarak görevlendirmiş ve pazarları denetleme görevini kadınlara vermiştir.

İslam toplumunda en büyük eksiğimiz Efendimiz’i (sav) istenilen manada anlayamamamız, tanıyamamamızdır. Bugün bazı kesimler hadis ilmi çerçevesinde sadece metinlerini okuyup hadislerin sahih mi, mevzu mu olduklarını araştırır olmuşlar. Araştırılan hadisi şerifi Efendimiz söylerken muradı ne idi, tam manasıyla araştırılmıyor. Örneğin bir öğretim üyesi Efendimiz hakkında “Ben, kadınlara yönelik şiddeti savunan ve onları aşağılayan bir peygamberin olamayacağına inanıyorum.” diyor ve özellikle Diyanet’in hadislerin ayıklanması çalışmasına alkış tutuyor. Tabiri caizse dertleri üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu için kadınları güya kısıtlayan hükümlerin niçin emredildiğini çok fazla inceleme gereği duymuyorlar. Gözden kaçırdıkları nokta şu ki Efendimiz’in herhangi bir mahlûku aşağılaması, onlara karşı şiddeti savunması mümkün değildir. Çünkü O (sav) yaratılış ve dünyaya gönderiliş amacıyla bir “Rahmet”tir. Ümmetine Rauf’tur, Rahim’dir. Dolayısıyla bu tip özelliklerin O’nda olması mümkün değildir.

Zaten Efendimiz’in de bu gibi hadisi şeriflerde aşağıladığı, hakir gördüğü nokta kötü fiildir. Doğrudan herhangi bir kişinin şahsı değildir. Şiddet kadına veya erkeğe değil, yanlışadır. Şiddet gibi görülen aslında rahmettir. Ve bu kötü fiilin icrasında kadın ve erkek müsavidir. Kim böyle bir kötülük işlemişse ona İslam’ın uygun gördüğü hadler zaten uygulanacaktır. Hiç zina eden, harama bakan, hanımını aldatan erkeğe ‘Helal olsun, iyi yapmış, ona günah yoktur…’ gibi bir hadis var mıdır? Elbette ki yoktur. Zaniye uygulanan hadlerin ‘erkek’ diye uygulanmaması gibi bir olay vaki midir? Cenâbı Hak erkek ve kadınların gözlerini bile haramdan sakınmalarını emrediyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu hususta da kadın ve erkek eşittir.

Hâcegân yolunda bakış hep enfusîdir, tümdengelimcidir. Eğer toplumda Efendimiz’e (sav) karşı bu bakış eğriliği düzelirse birçok hastalığımızın düzeleceği şüphesizdir.

Tek Sorun Başörtüsü mü?
Toplumda özellikle 28 Şubat dönemi ve sonrasında bazı güruhların İslam’a ve İslam ahkâmına yönelik vermiş oldukları zarar, fetva adı altında sarf etmiş oldukları hezeyanlar, kadınlara yukarıda bahsettiğimiz “annelik” duygusunun ve görevinin yetmemesine ve kendilerini farklı alanlarda tatmin etmelerine sebebiyet vermiştir. Bu uğurda verilen tavizler de bittabi Müslüman şahsiyetinin, İslâmî toplum anlayışının, aile kültürünün, kadın-erkek ilişkilerinin de inkıtaa uğramasına yol açmıştır. Dün sadece İslamî kaygılardan dolayı okumak isteyen ve bu uğurda tesettürden vazgeçen kızlarımızın bugün geldikleri noktada, istisnalar kaideyi bozmaz, hiç de İslamî bir kaygı taşımadıklarını, sadece ekonomik özgürlük adına üniversite kapılarında süründüklerini gözlemliyoruz.

Kız öğrencilerin en büyük ve belli kesimler tarafından da sanki tek problemi olarak gösterilmeye çalışılan başörtüsü sorunu halledildi diyelim. Günümüz üniversiteleri (hatta ilkokul ve liseleri) ne kadar ergen bir kız çocuğu ve bir bayan için uygun. Hayatımızın her alanında, televizyonlarda, gazetelerde, billboardlarda vs. bulunan şehvet içerikli uyaranların bu kadar yaygın olduğu bir toplumda acaba akıl baliğ olmuş erkek ve kızların aynı mekân içinde tahsil görmeleri şer’en uygun mu? Üniversitelerde güya kültür seviyelerini yükseltmek, onlara sanat şuuru sağlamak için ders geçme kıstasını dönem içinde en az üç kere tiyatroya gitmek olarak belirleyen ve biletlerini dahi kontrol ettiren anlayış, kızlarımız için ne kadar uygun, ne kadar İslamî? Günümüz eğitim sisteminde gittikçe daha yaygınlaşan öğrenci merkezli eğitim dolayısıyla yapılan sunumlar için oluşturulan kızlı erkekli gruplarda ders/sunu hazırlamak maksadıyla okul sonrası topluca bir kafeye veya bir bekâr evine gitmek ne kadar İslamî? Varsın başörtülü olsun, ders anlatırken arkadaşlarının ve öğretmenlerinin karşısına güzel çıkmak ve etkili bir sunum yapmak için süslenen, makyaj yapan, diz üstü etek giyip diz altını da çizme ile satreden(!) kızımız İslam’ı savunmak için mi okuyor sizce? Yazdıklarımız hayal ürünü değil bizzat yaşadığımız/şahit olduğumuz vak’alar. Kızlarımızı ve tabi erkek çocuklarımızı gayri İslamî bütün ortamlardan uzak tutmalıyız.
DNA’ya Yapılan Tasarruf

Bir gün Hâce Hazretleri’ne (ksa) bir sohbette sordular: “Efendim bazı zatlar var insanı nazar/bakış ile bir anda irşad ediyorlar. Bu metot belki ilk anda çok etkili oluyor ama o insana nazardan sonra sohbetle, tasarrufla devamlılık sağlanamadığı için kısa süre sonra eski haline dönebiliyor. Bir sarhoş nazarla kısmî de olsa düzelebiliyor ama bulunduğu ortamdan uzaklaşınca yalnız kalınca yine eski hallerine dönebiliyor. Böyle bir metot uygun mudur ve Hâcegân yolunda irşad nasıl oluyor?”

Cevaben Hâce Hazretleri (ksa) buyurdular ki: “Hâcegân yolunda insanın DNA’sına tasarruf edilir. DNA’sı tabiri caizse irşad edilir. O insan ister cemaat içinde olsun, isterse tek başına olsun Hakk’ın muradı üzere olur. Allahu Teâlâ’nın Hz. İbrahim hakkında buyurduğu gibi ‘Tek başına bir ümmet’ olur. Ehlisünnet çerçevesinin dışında hiçbir akım, fitne ona tesir edemez. Ve DNA’sı irşad olmuş, kemale gelmiş bireylerin izdivaçları ile de otomatik olarak neslin irşadı gerçekleştirilmiş ve toplum ıslah edilmiş oluyor.”

İşte bu irşada erkek, kadın bütün insanlık muhtaçtır. Yanlış olan inançlarımız, örflerimiz bayanların bu hakkını ellerinden alamaz.

Efendimiz’in (sav) ve daha sonra sahabe efendilerimizin uygulamalarıyla kadınlarla istişare edilebileceğini görmekteyiz. Efendimiz (sav) “Kendilerini alâkadar eden hususlarda hanımlarla istişâre edin!” (İbn-i Esir, Üsüdü’l-ğâbe, IV, 15) buyurmuştur. Yine Hudeybiye Muahedesi’nde annemiz Ümmü Seleme’nin (r.anha) görüşüne göre hareket ederek kurbanını kesmiş ve mevcut problem bu görüş ile çözülmüştür. Hz. Ömer efendimiz de kadınlara verilen mehir miktarını sınırlandırmak istediğinde, kadının biri; “Yüklerle mehir vermiş olsanız dahi, ondan hiçbir şeyi geri almayın…” (en-Nisa: 4/20) ayetini delil göstererek itiraz etmiş ve sınır koyamayacağını söylemişti. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra): “Ömer yanıldı. Kadın isabet etti.” buyurmuştur.

Bizler de istişare ettiğimiz zaman onlardan güzel karşılıklar alabilmek için ahlakı Peygamberî’yi örnek alarak eşlerimizin/kızlarımızın/bacılarımızın ilmen, fikren, ahlaken yetişmiş, dini mübini güzelce tahsil etmiş olmalarını sağlamalıyız. Onları evlliyaullahın sohbet meclislerinden alı koymamalıyız. Cenâbı Hak erkekleri bu dünyaya marifeti tahsil için gönderip de kadınları onlara hizmet etsin diye göndermemiştir. Kadınlar da erkekler gibi “ilmi billah”ı talime mecburdur. Ve erkekler de kadınların sorumluları olarak üzerlerine farz olan bu ilmin tahsilinde onlara yardımcı olmak zorundadırlar.

Şüphe yok ki Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazı erkeklerle mütevazı kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkeklerle Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (el-Ahzap: 33/35)

Cenâbı Hak bizleri her türlü aşırılıktan, ifrat ve tefritten muhafaza edip İslam şeriatı ve ahlakı üzere hareket edebilmeye muvaffak eylesin…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort