JoomlaLock.com All4Share.net

ADABI FETHULLAH'IN IŞIĞI İNSANIN; GÖNLÜNE DÜŞEN DOSTUN ÖZLEMİYLE BAŞBAŞA KALIŞI

Ankebut Suresi 69

Adabı Fethullah'ın Işığı İnsanın; Gönlüne Düşen Dostun Özlemiyle Başbaşa Kalışı - Dilhûn Âşık

Sayı : 106 - Ekim 2016

 

Adabı Fethullah'ın Işığı İnsanın; Gönlüne Düşen Dostun Özlemiyle Başbaşa Kalışı

 

Rabıta İslam itikadını iki insan arasındaki ilişkide tashih etme usulüdür. Her şey iki insan arasında geçmektedir. Allah’ın ezeli ilmi, nefsin tutumları, mürşidin Allah katındaki konumu…

İnsanın düşmanlarını bilmesi İslam itikadında çok önemli bir yer tutar. Düşman, Allah inancımıza saldırır. Çağımızda Allah inancımız soyut ve sanal bir hal almıştır. Oysaki elimizdeki Kur’an somuttur, Kabemiz somuttur, cennet ve cehennem somuttur, İslamî devlet(!) anlayışımız somuttur… Ne yazık ki Allah inancımız böyle değildir. Bunun ana sebebi peygamber inancımızın somut olmamasıdır. Küfrün temel çabası peygamberi devam ettiren ne varsa onu yıkmak, zayıflatmak üzere kurulmuştur. Küfrün saldırısı sünnetedir, ehlibeytedir, peygamber varislerinedir.

İşte burada rabıtanın yeri can alıcı bir noktadadır. Çünkü iki insan arasındaki ilişki tamamıyla somuttur. Zan halindeki Allah inancı peygamberler ve varisleriyle oluşan ilişkiyle örülürse yakîne varır.

Allah’ın sıfatlarının tezahür ettiği en iyi mazhar insandır. Bu nedenden iki insanın tevhidi Allah’ın sıfatlarının görünür hale gelmesini sağlar. Allah’ı çağrıştıran en mükemmel mazhar, ayna insandır. Peygamberi gören Hakk’ı görme, bilme, Hakk’ın istediği şekilde O’nunla irtibata geçme imkanlarını yakalamış demektir. Bu hakikat İslam devletinde, Kabe’de… İnsandaki gibi gerçekleşmez. En büyük kaybımız peygamberin devamlılığının engellenmesidir. Peygamber yoksa ne din kalır ne de iman…

Çağımızdaki ana kayıp insandır. Bulmamız gereken hazinemiz insan ilişkilerinde yatan İslam’dır. Allah’ın insana yaptığı yatırım gerçek kıymetini iki insan arasındaki ilişkide gösterecektir. 

“Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide 91)

Şeytanın amacı bizleri Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak, engellemektir. Dikkat edilirse saldırdığı yer insan ilişkilerimizdir. Aramıza düşmanlık ve kin sokmak ister. İki insanın arasına düşmanlık ve kin girdi mi Allah’ı anmak, namaz vb ibadetlerle ara açılır. Allah’ı anmak, namaz kılmak istiyorsak aramızdan su sızmaması gerekir. Biz bu hakikate iki insanın tevhidi diyoruz.

Çağımızda da İslam ile aramızın açılması iki insanın arasının açılmasıyla gerçekleşmektedir. Rabıta bu hezimetin başımıza gelmemesi için bütün İslam ümmetine Allah’ın bir lütfudur.

“Eğer kendisinde herhangi bir hal belirmezse mürid mürşidinden yardım istemeyi en büyük kazanç bilir. Çünkü aciz ve cimri değildir. Fakat her şey Allah’ın ezeldeki ilmine göre belirli bir zamanda olur, daha önce açığa çıkmaz.” 

İnsanın geçireceği en hayırlı an Allah dostunun yanında olduğu andır. Huzurda olmak nimet-i uzmâdır. Başımıza gelecek en büyük bela ise her an Allah’ın nazarı önünde yaşadığımızdan gafil olmamızdır. Rabbimizin bizlere her an murakıp (sevgi ile izleyici, gözetici) olması saadetimizin yegâne sebebidir. Ama insan bundan habersiz yaşamına devam eder de birçok beklenti içine girer. Beklenti içinde olmak ise insanı nankör yapar. Oysa Rabbimizin bizlere lütfettiği nimetler ile yaşamımızı sürdürürüz. Bizlere lütfedilen nimetleri saymaya bile gücümüz yetmez. Örneğin hayatı ele alalım. Hayatın kendisi şükrünü eda edemeyeceğimiz bir nimet değil midir?

Nimeti lütfedeni nimet ile meşguliyetimiz bizlere unutturmamalıdır. Nimeti lütfeden nimetlerden kıyas kabul etmeyecek derecede güzel ve alımlıdır. Nazarımızı güzelin yüzüne çevirmeli; eline bakmamalıyız. Üstelik bizlere nimetleri lütfetmesinin nedenlerini düşünmeliyiz. Düşünen insan nimetlerin lütfedilmesinin en büyük sebebinin Peygamber Efendilerimiz olduğunu bulacaktır. Rabbimiz sanatını peygamberlerinde, özgünlüğünü ise halkta izhar etmiştir. Bizlere Rabbimizin insanı kendi sanatını göstermek için var etmesi ne muazzam bir nimettir, lütuftur.

İşte insan böyle muazzam bir kastın ürünüdür. Hâce Hazretleri insanın var edilme nedenini açıklarken: “Allah Kendini gördüğünde yani Zatından Zatına tecelli ettiğinde insan açığa çıktı.” buyurmuşlardır. Var olmamız Rabbimizin muradı iledir.

İşte mürid kendisinin yol arkadaşlığına kabul edilmesinden dolayı devamlı şükür halindedir. Büyüğünün karşısında muhatap alınmasının değerini çok iyi bilir. Meselesini sunmuştur. Meselesi en ince ayrıntısına kadar dinlenilmiştir. Sonrası müridi ilgilendirmez. Çünkü sonrası onunla alakalı değildir. Müdahale sahasının dışına çıkmıştır. Artık hükmü bekler. 

Müridin gayesi isteğini, arzusunu mürşidden koparmak değil verilecek en güzel hükme kavuşmaktır. Rabbimize mürşidimiz vesilesiyle meseleleri sunmamızın nedeni ise bizleri hükmün en güzeline kavuşmamızı sağlayacağındandır. 

Kısacası mürşidden yardım talep edebilmek hükmün en güzeline yol bulabilmek demektir. 

İsteklerimizin gerçekleştirilmesi büyükler açısından hiç de zor değildir. Büyükler Allah adına hareket ettiklerinden bizlere verecekleri her karşılık bu bağlamda gerçekleşir. Hâce Hazretleri buyurdular ki: “Allah isteğimizi verirse bir seviniriz vermez ise bin seviniriz.” Mühim olan Allah’ın hükmüdür kulun arzusu değil. Büyükler aciz değiller, cimri hiç değiller. Allah adına yapmaları gerekeni yaparlar. Allah ile kullarını buluşturma görevleri vardır. Bu buluşturmada merkez Allah’ın kulu için neyi tercih ettiğidir. Bu tercihi mürşid bilir. Allah’ın tercihi mutlak hayırdır. Tercih, tercih edilir. İşte bundan dolayı istenenler olmayabilir veya geç olabilir. Allah’ın bizim için tercih ettiği ne varsa tercihlerini öğrenmek mürşid ile muhatap olmakla anlaşılabilir. Bu ilişkide ezel bilgisi gün yüzüne çıkar.

Burada rabıtanın yanlış algı ve anlayışları düzeltme yöntemi olduğu karşımıza çıkmaktadır. İki insan arasındaki ilişkinin bozulmaması, rıza kazanımının devamının sağlanması, nefs ve şeytanın saldırılarının ilim üzere def edilmesi… Hep rabıtanın sonuçlarıdır. Rabıta sadece bir feyz alımı değil feyz ile gelen hakikatleri kullanma bilgisini de içerir.

“Mürid nefsine: Büyüklere bağışlanan sevgi ve aşktan sana da pay verilir diyerek avutur.”

Aşk Allah’tan dostlarının payına düşen nimettir. Büyükler cimri olamaz. Hazreti Ebu Bekir cömertliği ile nam salmıştır. Hâcegân yolu Hazreti Ebu Bekir’in açtığı yoldur. Kendilerine tahsis edilen nimetten bizlere lütfederler. Büyüklük sadece büyük olmak değil büyüklüğü paylaşabilmektir. Mürşidimin Şeyhi Abdulhakim Hüseyni buyurmuşlar ki: “Mürşid kendisinden büyük olanı doğurandır.”

Büyüklük büyük fedakârlık yapanların işidir. Büyüklük elde tutma değil ellere dağıtma işidir. Mürşidim şeyhi Abdulhakim Efendi için: “Ümmete imanını dağıtmıştı.” buyurmuşlardı. Burada dağıtılan imandır, aşktır.

Ey nefsim şu an huzurunda bulunduğun Şahsı Ekber öyle hakikatleri, nimetleri bizimle paylaşmış ki huzurda niye böyle olmadı niye şöyle olmadı diye hayıflanmak nankörlük olur.

Burada insandaki arzu ve isteklerin eğitilmesinin nasıl yapılacağı karşılıklı konuşma ile örneklendiriliyor.. Verkanisî hazretlerinin insanın içinde gerçekleşen duygu ve düşünce savaşını karşılıklı konuşma ile misallendirmesi çok manidardır. “Oku!” ile başlayan vahyin bizleri nerelere götürmek istediğini bu örnekleme sayesinde daha iyi anlıyoruz. Sanki şöyle deniliyor: İçindeki bu konuşma ortamını izle. İçinde gerçekleşen bu gelgitleri iyi tahlil et. Asıl cevap vermen gereken şüpheciler, nankörler duygu ve düşüncelerine saldıran nefsin ve şeytanındır. Onları iyi tanı. Onları okumayı bil. Fıtratlarını iyi bil. Cibilliyetlerini, karakterlerini iyi izle.

Bu aşamada rabıtanın insanın iç alemindeki hareketlenmelere karşı iç alemini tedbir etmesinin, yönetebilmesinin öğretimi olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Burada rabıta iç alem siyaseti, stratejisidir.

“Nefsi inanmaz ve kendisine; sen kötü talihli ve yoksunsun diyerek karşı çıkarsa, mürid derhal Allah’a sığınarak: ‘Nefsim kusur sendendir.’ Suçlamasıyla yalvarmalıdır.”

Nefs ikna edilmesi gereken bir varlık değil avutulması gereken bir varlıktır. Hâce Hazretleri’nin buyurduğu gibi: “Nefsin asliyeti küfür üzeredir. Cenabı Hakkın mekrinin tecelligâhıdır. Nefsin değişen yönleri sıfatlarıdır. Asliyeti değişmez.”

Nefs küfür üzeredir ifadesini bizler mutlak nankördür biçiminde algılıyoruz. Nankörlüğü beklentisinin olmadığı zamanlarda hemen hayıflanması ve insanı Allah’tan uzaklaştıracak vesveseleri hemen gündeme getirmesi ile gerçekleşir.

“Sen kötü talihlisin, yoksunsun, seninle ilgilenmiyorlar, seni unutmuşlar…” Bütün bunlar düşmanımızın iki insanın tevhidini bozma çabalarından başka nedir ki?

Hazreti İsa bir gün havarileri ile seyahat ederken bir kadın ile karşılaşır. Hazreti İsa kadını havarilerine göstererek der ki: “Bu yolu kötüye düşmüş bir kadın. Sizlerin ondan bir farkınızı göremiyorum!” Havariler şaşkın bir halde: “Efendim bizler nasıl olur da böyle bir kadınla aynı oluruz?” diye sorduklarında Hazreti İsa: “Bu kadın kendisine iyilik yapan, kendi istediği ücreti veren herkese iyi davranıyor. Kendisine kötülük yapan ve istediği ücreti vermeyen herkese de buğz ediyor.” Şimdi size soruyorum. Sizin bu kadından ne farkınız var?

Ey nefsim, istediğini alamadığında herkesi kötülüyorsun. Arzuların gerçekleşmediğinde saldırganlaşıyorsun. Beğendiklerini elde edemediğinde çıldırıyorsun… Sen senden başkasına yaşam hakkı tanımıyorsun. Allah’a da utanmadan senin heva ve hevesini tatmin etme pozisyonu veriyorsun. 

Ey nefsim bu şekilde davranmaya devam edersen senden Allah’a sığınırım. Kusur senin vasfındır, Allah ise her şeyin berraklığıdır. Temizlik Allah ile anlaşılır. Kusur ve kabahat seninle açığa çıkar. 

Hâce Hazretleri’nin ifadesiyle: “Allah’tan tatmin olmak için değil tathir olmak için isteyin.”

“Ayrıca nefsinin iyi işlerinden ve kemaliyetinden (erdim, oldu iddiasından) Allah’a sığınmalıdır. Allah’ın ezelde kendisi hakkında iyilik ve yardımının olduğunu; yüce hedef ve amaçların O’nun bağışlamasıyla gerçekleşebileceğini bilmelidir. Her türlü kemalatı O’ndan istemelidir.”

İşte insanın enfüsi seyri. İç alemine girişi. İç alemindeki duygu, fikir, inanç... Akışlarını, çalkantılarını, gidiş-gelişlerini izlemesi. İç alemindeki oluşlara karşı yönlendirme, yola koyma usullerini yapabilmesi.

Burada rabıtanın iç alemimize şekil verebilme, müdahale edebilme yollarını öğrenmek olduğunu görüyoruz.

İmam Bedruddin efendinin: “Münafığın bizi korkutan ameli bizlere dokunan iyilikleridir.” ifadesi konuyu anlamamıza ne kadar da yardımcıdır.

Münafığın bizlere dokunan iyiliği kalbimizin ona karşı yumuşamasını getirebilir. Nifaka olması gereken buğz kalbimizden gidebilir.

Şeytandan, nefsten Allah’a sığınmamızın aslı iyiliklerinden Allah’a sığınmaktır. Allah’a ait her iş ancak Allah’ın bizleri bağışlaması ve kayırmasıyla oluşabilir.

Peygamber Efendimiz’in günde yetmiş kez istiğfar getirmesi Allah’tan bizlere gelecek iyilik, yardım ve lütufların gün yüzüne çıkmasını sağlamak içindir bir yönüyle.

Kemalatımıza katkı yapacak ne varsa Allah ve dostlarından gelmelidir. Nefsin iyiliğiyle ulaşılacak kemalatın bizleri götüreceği yer hevamızı ilah edinmekten başka neresi olabilir.

Bize Allah ve dostları iyilik ederse kemalatımıza yatırım, nefsimiz bize iyilik yaparsa bizi esarete altına alım gerçekleşmiş olur.

Kitabı kadimde ne güzel ifade etmiş Rabbimiz...

“Ya şimdi baksana o kimseye ki ilâhını hevası ittihaz etmiş, Allah da onu bir ilim üzerine şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiştir, artık onu Allah’tan sonra kim yola getirir? Hâlâ da düşünmez misiniz?” (Câsiye 23)

Mürid yeteneğine güvenmemeli; yalnızca Allah’ın iyilik ve cömertliğini kendisi için yeterli görmeli ve mürşidin yardımını dileyerek kesinlikle kendisiyle Allah arasında aracı olduğuna inanmalıdır. Bu düşünce onun nefsini tembellik ve ümitsizlikten kurtarır. Cenabı Hakk’ın şu ayeti bunu göstermektedir:

“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, gelince, onları mutlaka yollarımıza eriştireceğiz. Şüphesiz ki Allah, elbette iyilik edenlerle beraberdir.” (Ankebut 69)

İnsan başarıyı kendi elinin sahasında sandı mı hırsının, arzularının esaretinden nasıl kurtulacak? İnsan başarılarını muhtaciyetiyle gerçekleştirmelidir. Kudreti ve kuvvetiyle değil. İki insanın birbirlerine yaklaşması, yaşaması, beraber yürümesi ile açığa çıkacak hakikatler Allah katındaki nimetlerin kulları ile paylaşılması demektir. İki insan birleşir Allah katından yağdırır da yağdırır... Evliliğin dinin yarısının tamamlanması biçiminde anlatılması bizlere bu gerçeği işaret etmektedir.

Yetenek nimetin gelmesi için yeterli değildir. İnsana yapılan yatırım bütün insanlığa yapılmıştır. Bundan dolayı bütün insanlıkta rızkımız, nasibimiz vardır. Birey olarak insan bütün insanlığa yapılan bir yatırımla yoğrulmuştur.

“Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.” (Lokman 28)

İslam iki insanın yaşantısı sonucu açığa çıkar. Mürid mürşidinin yardımını Allah’ın iradesi olarak görür. Fatihamız’da sadece Allah’ı yada Allah’tan isterizin bizleri getireceği alan nimet verilenlerin yolu, kendileri değil midir?

Kişi kendini yeterli görmez dostuyla, arkadaşıyla yeterliliğe ulaşacağını anlarsa rabıtanın onu getirmek dilediği yere varmış olur. İnsan tamamlanan varlık demektir. Arapça’da insan kelimesi zaten ikil biçimindedir.Tekili ins, çoğulu nastır. İnsan ikinin bir olmasıyla açığa çıkar. Birlikte sevginin neticesidir.

Savaşılması gereken gerçek ikinin bir olmasını engelleyen her şeydir. Cihad ikiyi bir yapmak için eda edilir. Allah’ın ihsanı ikiyi bir kılanlaradır. Burada rabıta ikinin bir olmasının yani aynileşmeyi gerçekleştirmenin yolunun insanlığa bahşedilmesidir.

Cihadımız Allah’ın muradı olan insana yol bulmak için, hayatımız Allah’ın muradı insana hizmet için, yaşam süremiz Allah’ın muradı insana benzememiz için lutfedilmiştir.

Hâce Hazretleri’nin mükemmel ifadesiyle: 

“İnsan Allah’ın takdiri değil muradıdır.”

 

Yazar: Dilhûn Âşık

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort